İbn-i Abbas'ın rivayet ettiğine göre Rasalullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hastalığı esnasında şöyle buyurmuştur



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə20/20
tarix25.07.2018
ölçüsü0,75 Mb.
#57939
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20

6.8
 
Râfizî:
“Rasûlullah, sırrını ifşa etmesinden korktuğu için Ebubekir'i (r.a.) arkadaş edinmiştir.” diyor.
Râfizî'nin bu iddiası birçok yönden batıldır.
Birincisi, Ebubekir'in (r.a.) Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) sevdiği ve ona dost olduğu Kuran'ın nassı ile sabittir.
Manevi tevatür ile de Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) çok sevdiği, ona derinden iman ettiği, maddeten ve manen de ona çok iltifat ettiği sabittir. Ebubekir (r.a.) bu yolu izlerken cömertlikte Hâtemi, cesarette Antere'yi geçmişti. Fakat, Râfizîler öyle iftiracı bir topluluktur ki, bazıları Ebubekir (r.a.) ve Ömer'in (r.a.) hücre-i Nevebi'de defnedildiklerini dahi inkar ediyorlar.
İkincisi:
Râfizî'nin bu iddiası, onun tam ve aşırı bir cahil olduğuna delildir. Hasseten hicret esnasında vuku bulan hadiselerde bu durum çok açıktır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), arkadaşı Ebubekir (r.a.) ile mağarada saklanırken, Mekke müşrikleri bu hadiseyi işittiler. Ertesi gün her tarafa adam göndererek ikisini veya onlardan birini bulana büyük mükafaatlar vadettiler.
Bu hadise de Ebubekir'in (r.a.) Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) dost, müşriklerin de bu dostluğundan dolayı Ebubekir'e (r.a.) düşman olduklarını açıkça ortaya koyuyor.
Ebubekir (r.a.), Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gizliden düşman, müşriklere de dost olsaydı onun yakalanması için azâmi gayreti sarf edecekti. Üstelik onu bulana mükafaat vadetmezlerdi.
Üçüncüsü:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) geceleyin çıkmıştı, bu çıkışından da kimsenin haberi yoktu. Ebubekir'in (r.a.) arkadaşlığını ne yapacaktı?
Ebubekir'in (r.a.) bu çıkışından haberi vardı, diye itiraz edilirse, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu yolculuğu müşriklerden gizli tuttuğu gibi, Ebubekir (r.a.)'den de gizli tutabilirdi, deriz.
Buhârî ve Müsim'de rivayet edildiğine göre; Ebubekir (r.a.) hicret etmesi için Rasûlullah'tan izin istemesi üzerine Rasûlullah, beraber hicret edinceye kadar sabretmesini emretmiştir.
Yine Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Berâ (r.a.) Ebubekir'in (r.a.) şöyle buyurduğunu söylüyor:
“... Gece boyunca yol yürüdük. Ertesi gün öğle vaktine kadar yürümeğe devam ettik. Yolda kimsenin bulunmadığı bir sırada gölgesi olan bir kaya parçasını gördük. Orada durduk. Rasûlullah'ın yatması için taşın gölgesinde elimle bir yer hazırladım. Cübbemi sererek, Ya Rasûlullah! uyu dedim. Öğleden sonra yola düşünceye kadar uyudu. Toprağı sert bir arazide yürüyüp giderken, Sürakâ b. Mâlik bize yetişti. Ya Rasûlullah! Sürâka bize yetişti, dedim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Üzülme Allah bizimle beraberdir” dedi, ve ona beddua etti. Süraka'nın atı karnına kadar gömüldü. Sürâka:
“Bana beddua ettiniz fakat dua ederseniz, geri dönüp sizi takibedenlerin hepsini geri çevireceğim” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah ona dua etti ve kurtuldu. Böylece Surâka geri döndü. Önüne gelen herkese, buralarda kimsenin bulunmadığını söyleyerek, onları geri çevirdi.” (Buhari Fedail: 2, Menakıb: 45)
Buhârî'nin rivayetine göre Âişe (r.a.) şöyle der:
“Müslümanlar müşrikler tarafından eza ve işkenceye uğrayınca Rasûlullah onların Habeşistan'a hicret etmeleri için izin verdi. Ebubekirde Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere Mekke'den çıktı. Ebubekir, Berk'ül Ğimad denilen mıntıkaya gelince kendisine İbnüddüğünne yetişti. İbnüddüğünne Kare kabilesinin büyüğü idi. Ebubekir'e:
“Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordu. Ebubekir:
“Beni kavmimin ezası çıkardı. Şöyle tenha bir yere çekilmek ve orada Rabbime ibadet etmek istiyorum” cevabını verdi...”
Ebubekir (r.a.), Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile mağarada iken Abdurrahman b, Ebi Bekir, yanında Âmir b. Füheyre olduğu halde gelip onlara haber iletiyordu. Ebubekir (r.a.) gizliden Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) düşman olsaydı, Âmir b. Füheyre'ye durumu gizlice iletebilirdi.
Yine Ebubekir (r.a.) Rasûlullah'ın gizli düşmanı olsaydı, müşrikler mağaraya yaklaşıp, ayakları göründüğünde dışarıya çıkıp onlara haber vermesi ve Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) teslim etmesi gerekirdi.
Bütün bunlar Ebubekir'in (r.a.), Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için gerçek dost olduğuna delâlet ederler.
Kalbini körelten Allah'ı takdis ederim ey râfizî!

6.9
 
Ey Râfizî!
“Üzülme Allah bizimle beraberdir.” ayeti Ebubekir'in  zaifliğine ve sabırsızlığına delâlet eder, diyorsun. Bu iddian da:
“Rasûlullah planını açığa vurmasın diye Ebubekir'i arkadaş edinmiştir” sözünle mütenakızdır.
Zira sen Ebubekir'i  sabırsız ve zaif kabul etmiştin. Allah aşkına neden Ebubekir'e hased ediyorsun? Keşke bileydim.
Şunu da bil iki, ey Râfizî; muhacirler arasında bir tek münafık yoktu. Bu mustahil gibidir. Bundan başka da Mekke'de üstünlük ve kuvvet müşriklerin elindeydi. O kafirler İslâm'a giren herkes şüphesiz ki Allah rızası için girmiştir. Korktukları için değildir. Binaenaleyh münafıklık onlar için kesinlikle söz konusu değildir.
(Büyük âlimlerin isbatına göre, Mekki süre ve âyetlerde münafıklardan şikayet edilmemiştir. Çünkü münafıklık arapların ahlâkından değildir. Bilhassa bu kötü ahlak Kureyşlilerde hiç yoktur. Medeni âyet ve sürelerde nifaktan bahsedilmiştir. Çünkü,orada yahudi ve hıristiyanların yanında kalbleri hastalıklı olan münafıklar çok idi. )
Münafıklık Medine ehlinde mevcuttu. Çünkü İslâm orada yayılıp, küfre galip gelince, kalbleri İslam'a karşı kin ve nefretle dolu olan bazı insanlar iman etmedikleri gibi, kılıç korkusundan müslüman olduklarını ilan etmişlerdir. Muhacirler ise, İslam'a girmeleri için hiç kimse onları zorlamamış ve müslümanlardan korktukları için de iman etmiş değillerdir. Aksine muhacirler şu âyetin sırrına nail olmuşlardır.
“(Bilhassa bu ganimet). O, fukara muhacirler içindir ki, (Mekke müşriklerinin tazyiki üzerine) yurdlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. Halleri şudur: Allah'dan (Dünyada) bir rızık ve rıza isterler. Allah'a ve Peygamber'ine, (mal ve canları ile Allah'ın dinine) yardım ederer. İşte bunlar, sâdık olanlardır, (imanlarında sadakat gösterenlerdir.)” (Haşr: 59/8)
Ebubekirde (r.a.) bunların en üstünüdür. Hepsi de onu “Rasûlullah'ın halifesi” olarak çağırıyorlardı. Allah'ın kendilerini “Sadıklar” diye nitelendirdiği kimselerin dalâlette ittifak etmeleri mümkün değildir.
Ey Râfizî!
“...eksikliğine delâlet eder” sözün bir cihetten doğrudur. Çünkü hepimiz Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) nisbeten çak noksanız. Sizin, bazıları için iddia ettiğiniz gibi biz, Ebu Bekir'in (r.a.) masum olduğunu iddia etmiyoruz. Kaldı ki Allah (c.c.) elçisine:
“Ey Rasûlum, sabret, senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Kafirlerin yüz çevirmesinden mahzun olma ve yaptıkları hileden de telaş edip sıkıntıya düşme.” (Nahl: 16/127), mü'minlere de:
“Ey mü'minler, savaştan gevşemeyin ve (Uhud bozgununa) üzülmeyin. Haliniz onlardan netice itibariyle çok yüksektir, eğer gerçekten (va'dimize) inanıyorsanız.” (Âl-i İmrân: 3/127) diye hitap etmiştir.
Bu da üzülmenin imana aykırı bir şey olmadığını ispat etmektedir.
Ebubekir Es-sıddîk'ın (r.a.) iman ve sabrını diğer sahabilerin iman ve sabrına benzeten cahildir. Ebubekir'in (r.a.) menkibeleri, Osman'ın (r.a.) menkıbelerinden kat kat fazladır. Bununla beraber Osman (r.a.), kimsenin sabredemediği şekilde sabretmesini bilmiştir. Onu muhasara ettiler, öldürmek için ok yağmuruna tuttular, buna rağmen taraftarlarının onlarla savaş etmelerine müsaade etmemiştir. Şehîd oluncaya kadar sabır, vekâr ve imanla sabretmiştir.
“Üzülme Allah bizimle beraberdir” âyet-i kerimesi, üzüntü ve korkunun vukuuna delâlet etmez. Kendisinden nehyedilen her şey için de bu durum söz konusudur. Aşağıdaki âyetler buna delildir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber, takvada sebat et (ve kafirlerle münafıklara verdiğin emanı bozmak hususunda) Allah'dan kork. Kafirlere ve münafıklara (teklif ettikleri masiyetlerde) uyma.” (Ahzab: 33/1),
“Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme.” (Kasas: 28/88),
“O halde, sakın bunu bilmezlerden olma...” (En'âm: 6/35)
Farzet ki, üzülmüştür. Haddi zatında onun bu üzülmesi, Rasûlullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) şehid edilip, İslâmın yok olma korkusundan kaynaklanıyordu.
Veki, Nâfi'den, O'da İbn-iÖmer (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, İbn-i Ebi Müleyke şöyle buyurur:
“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hicret edip, Sevr mağarasının yolunu tutunca, Ebubekir (r.a.) Onun önünden ve arkasından yürümeğe başladı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey Ebubekir ne oluyor sana?” Ebubekir (r.a.):
“Yâ Rasûlallah Arkadan saldırıya uğrayacaksın diye arkanızdan, önden saldırıya uğrayacaksınız diye de önünüzden yürüyorum” buyurdu. Mağaraya vardıklarında Ebubekir (r.a.):
“Ya Rasûlallah, sizi uyandırıncaya kadar buyurunuz, istirahat ediniz,” sözlerini ekledi. (Buhari Fedail: 2,Müslim Fedail: 1)
Nâfi': Bir zat, İbn-i Ebi Müleyke'den naklederek bana şöyle dedi:
Ebubekir (r.a.) mağarada bir delik gördü. Ayağını oraya soktu ve:
“Yâ Rasûlallah! bir yılan veya bir akrep sokması olursa, bana olsun” buyurdu.
Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Sizden biriniz beni evladından, babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.”
Ebubekir'in (r.a.) üzüntüsü, her ihtimale karşı Rasûlullah'ın eziyet görebileceğinden kaynaklamıyordu. Binaenaleyh, bu durum, onun Rasûlullah'a karşı olan aşırı sevgisine delâlet eder. Allah (c.c.) Ya'kub'un (a.s.) durumundan haber vererek şöyle buyurur:
“O (Ya'kub) dedi ki; Ben büyük kederimi ve hüznümü ancak Allah'a şikayet, ediyorum.” (Yusuf: 12/86)
Sonra siz, Fâtimetüzzehranın, babasının vefatına sonsuz hüzünde bulundunuz, kendisini hüzün evine kapattığını iddia ederek ve hatta ona layık olmayan şeyleri isnad edecek kadar aşırı gidiyorsunuz. Ama gerçekten cahil, medhetmek isterken, farkına varmadan zemmeden kimsedir.
Ey Râfizî!
“Ebubekir'in (r.a.) üzüntüsü ölüm korkusundan idi.” dersen, bu da onun mümin olduğunu ve gizliden müşrik Kureyş'in dostu olmadığını ispat ediyor. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da:
“Ey İbrahim! Gerçekten senin vefatın için çok üzgünüz.” buyurmuştur. Görülüyor ki, üzüntü tabii ve mubahtır. Nassla dabuna delâlet etmektedir.
Ey Râfizî,
“Arkadaş” kelimesini zikrederek, arkadaşlığın imana delâlet etmediğini iddia ediyorsun. Delil olarak da “Bundan dolayı (bu kâfir dönerek mümin) arkadaşına şöyle dedi” (Kehf: 18/34) Ayetini getiriyorsun.
Evet, “arkadaş” kelimesi umumîdir. Komşu arkadaş gibi. Fakat, mağara ayetindeki ifade bu arkadaşlığın sevgi, dostluk ve iman arkadaşlığı olduğunu ifade ediyor.
Ey Râfizî,
“Allah, Resûlü'nün ve müminlerin üzerine manevi huzuru indirmiştir.” (Feth: 48/26) âyetini delil getirerek, müslümanların hezimete uğradıklarını iddia ediyorsun.
Ey Râfizî,
Eğer yalnız “Resulünün üzerine indirdi” denilseydi, huzurun ashab üzerine inmediği anlaşılabilirdi. Onun için bu ayet iddianı ispatlamaz. Çünkü, Ebubekir (r.a.), Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) hem tâbi hem de itaatkâr idi. O, Rasûlullah'ın arkadaşı idi. Allah da her ikisi ile beraberdir. Tâbi olunana manevi kuvvet gelmiş ise, ona tâbi olan da bu manevî kuvvete dahildir. Onun için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın zafere ulaştığı hiçbir yer yoktur ki, Ebubekir (r.a.) orada zafere ulaşanların başta gelenlerinden olmasın. Onun için:
“Ebubekir'in imanı ile yeryüzündekilerin imanı karşılıklı olarak tartılacak olursa, Onun imanı cümlesinin imanından ağır gelir.” demişlerdir.
Bir başka hadiste, Ebu Bekrete'nin rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Aranızda rüya göreniniz var mıdır?” diye sordu, Orada bulunanlardan biri:

“Gördüm, yâ Resulallah dedi ve şöyle devam etti: Semadan bir terazi indi, Siz ile Ebubekir  tartıldınız ve Siz ağır geldiniz. Sonra Ebubekir ile Ömer tartıldılar. Ebubekir ağır geldi. Sonra Ömer  ile Osman tartıldılar, Ömer ağır geldi. Sonra terazi kaldırıldı.”(Buhari Tefsir Sure: 7/3)


Ey Râfizî,
“Uzaklaştırılacaktır ondan, takva sahibi olan,” (Leyl: 92/17) âyet-i kerimesinin Ebubekir'in (r.a.) değil, Ebu ed-Dehdah hakkında nazil olduğunu iddia ediyorsun. Aslında diğer iddiaların gibi bu da gülünçtür. Ebu ed-Dahdah'ın hadisesi ittifakla Medine'de vâki olmuştur. Âyet ise Mekke'de inmiştir. Hal böyle olunca, âyet Ebu ed-Dahdah hakkında nazil olmuştur, denilebilir mi?
Şayet biri “Âyet Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuştur fakat, Ebu ed-Dahdah'a da şâmildir,” derse buna inanırız. Çünkü, birçok ashab ve tabiin:
“Şu âyet şunun hakkında nazil olmuş ve bu hükme delâlet eder” derken, bir kısım ashab ve tabiin de:
“Âyet iki sebepten dolayı iki defa nazil olmuştur.” demişlerdir.
İbn-i Hazm, Abdullah b. Zübeyr ve başkalarından rivayet ettiğine göre, yukardaki âyet Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuştur. Aynı görüşün Abdullah b. Zübeyr ve Said b. el-Müseyyib'ten rivayet edildiği Sa'lebî tarafından zikredilmiştir.
Süfyan b. Uyeyne, Hişam'dan, O da Urve'den, O da babasından rivayet ettiğine göre, Ebubekir (r.a.), Allah'a inandıkları için işkence edilen yedi köleyi âzad etmiştir. Bunlar Bilâl, Âmir b. Füheyre, Nehdiye, Nehdiye'nin kızı, Zübeyre, Ummu Ümeys ve Mu'mil oğullarının (kız) hizmetçisidir. Hatta Zübeyre rum olup, Abduddar oğullarının kölesi idi. Müslüman olduktan sonra gözleri kapanması üzerine müşrikler onun için:
“Gözlerini Lât ve Uzza körelttiler,” demeğe başladılar. Zübeyre de onların aksine, defalarca Lât ve Uzza'yı inkar ettiğini söylemeğe başlayınca, Allah (c.c.), gözlerini açtı ve sıhhate kavuşturdu.
Bilâl-i Habeşi'nin âzadlığına gelince; Ebubekir (r.a.) onu taşlar arasında gömülü iken satın almıştır. Bilal'ın bu haline acıyan Ebubekir (r.a.), müşrik Ümeyye'ye karşı çıkması üzerine, Ümeyye:
“Bilal'in bu halini istemiyorsan satın al” dedi. Ebubekir (r.a.):
“Yüz okka istersen de alacağım” buyurdu. Bu şekilde Bilal'i satın alarak âzad etti.
Süfyan b. Üyeyne devamla şöyle diyor:
“Uzaklaştırılacaktır ondan takva sahibi olan” âyeti ile âyetin içinde bulunduğu el-Leyl süresinin sonuna kadarki bütün âyetler Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuşlardır. Ebubekir (r.a.) müslüman olduğunda kırkbin dinarı vardı. Hepsini Allah yolunda harcadı. Ayrıca hiç kimse yukardaki ayetin Ebu ed-Dahdah hakkında indiğini ve onun sair müslümanlardan daha muttaki olduğunu söylememiştir. Aksine aşere-i mübeşşere ve diğer bir kısım ashab ondan daha muttaki ve ondan daha üstün idiler.
Şu halde yukardaki âyetin Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olduğunu söyleyenlerin sözü doğrudur. Çünkü Ebubekir (r.a.) sahabelerin en müttakisi ve Allah indinde en sevimli olanı idi.
Buhârî'de rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir (r.a.) hakkında şöyle buyurur:
“Ebubekir'in malından faydalandığım kadar hiçbir maldan faydalanmış değilim.” (Buhari Salat: 80)
Buhârî'deki bir başka rivayette de İbn-i Abbas (r. anhuma) şöyle buyurur:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), vefatı ile son bulan hastalığı esnasında ve mübarek başını bir bez ile bağlamış olduğu halde mescide çıkıp minbere oturdu. Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
“İnsanlar içinde canı ve malı ile Ebubekir b. Ebi Kuhafe kadar üzerimde minneti olan hiç kimse yoktur. İnsanlar arasında bir dost edinseydim, Ebubekir'i dost edinirdim. Lâkin İslâm için olan kardeşlik efdaldir. Ebubekir'in kapısından başka bu mescitteki kapıların hepsini kapatınız.” (Buhari Menakıb: 45, Müslim Fedail:2)
Tirmizî'nin naklettiği sahih bir rivayette Ömer (r.a.), şöyle buyuruyor:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) malımızdan tasadduk etmek için bize emir verdiler. O sırada malım çok idi. Kendi kendime; bugün tasaddukta Ebubekir'i geçeceğim, dedim. Ve malımın yarısını Rasûlullah'a getirdim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) :
“Ailene ne kadar bıraktın?” dedi.
“Getirdiğimin yarısı kadarını” cevabını verdim.
Biraz sonra Ebubekir (r.a.) malının tümünü getirdi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona:
“Aile efradına ne kadarını bıraktın?” diye sorması üzerine, Ebubekir (r.a.):
“Onlara Allah ve Rasûlünü bıraktım” dedi. Bunun üzerine Ebubekir'e (r.a.):
“Hiçbir şeyde, ebediyyen ve katiyyetle seninle yarışmıyacağım” dedim. (Tirmizi Menakıb: 2)
“(Ey Resulüm, Hudeybiye seferinden) geri kalan O bedevilere de ki; Siz yakında çok kuvvetli olan cengaver bir kavimle harb için çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız, yahud müslüman olurlar (da kurtulurlar). Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafaat verir. Şayet bundan önce yaptığınız gibi, cihaddan dönerseniz, sizi acıklı bir azab ile azaplandırır.” (Feth: 48/16)
Âyet-i Kerimesine gelince, Şafiî, Eş'arî ve İbn-i Hazm bu Âyeti Ebubekir'in (r.a.) halifeliğine delil olarak zikrederler. Mezkur zatlar:
“Eğer Tebuk savaşından sonra Allah, seni, Medine'de kalan münafıklardan bir kısmının yanına döndürür de başka bir savaşa çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Artık benimle beraber ebediyyen sefere çıkamazsınız, beraberimde olarak hiçbir düşmanla muharebe edemezsiniz. Çünkü ilk defa, oturup kalmayı arzu ettiniz. (Tebuk seferine çıkmadınız) Şimdi de geri kalan kadın ve çocuklarla oturup kalın”. (Tevbe: 9/83)
Âyet-i kerimesinde bahsedilen davetçinin Rasûlullah olmadığı ve ondan sonra gelecek olan imamın olacağı, bunun da Ebubekir (r.a.) veya Ömer (r.a.)'den başka bir kimsenin olamıyacağı kesindir. Çünkü bu iki zât Fars, Rum ve başkalarına karşı müslümanları cihada çağırmışlar ve müslüman oluncaya kadar onlarla savaşmışlardır.
Râfizîler El-Fetih süresindeki ayette zikredilenlerin, Tevbe süresindeki ayette zikredilenlerin aynısı olduklarını iddia ediyorlar. Dolayısıyla delilleri boşa çıktı. Çünkü, El-Feth süresinin Hudeybiye kısasında nazil olduğu ittifakla kabul edilmiştir.
Şeyhul İslâm bu mevzuda uzun uzadıya konuştuktan sonra, El-Feth sûresinde zikredilen âyet Ali (r.a.)'nin kendileriyle çarpıştığı kimseler olmadığını, çünkü Allah (c.c):
“Onlarla savaşırsınız, yahud müslüman olurlar” buyurduğunu, söyler. Ali (r.a.)'in kendileriyle savaştığı kimseler Kur'ân'ın nassı ile müslüman idiler.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Eğer mü'minlerden iki birlik çarpışırlarsa, hemen aralarını düzeltin” (Hucurat: 49/9)
İşte Allah (c.c.), birbirlerine düşmanca davranmalarına rağmen her ikisini iman ile tavsif etmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da, Hasan (r.a.) hakkında:
“Allah onun vasıtasıyla iki müslüman birlik arasını islah edecektir.” buyurmuşlardır.
Hakikaten de böyle olmuştur. Hz. Hasan'ın yaptığı Allah indinde çarpışmadan daha sevimli olduğu anlaşılmış oldu.
Kötü âdet ve alışkanlığına binaen, yaldızladığın yalan ve hezeyanlarından biri de, El-Arîş meselesi hakkındaki görüşlerindir. (EI-Arîş: Ashabın Rasûlullah'a yaptıkları gölgeliktir. Rasûlullah'ın isteği üzerine Ebubekir (r.a.) bu gölgelikte bir müddet Onunla beraber kalmıştır. Burada Rasûlullahın, Rabbine karşı yaptığı niyazları dinlemiştir. )
Bu konuda bâtıl görüşlerini serdederken “Ebubekir (r.a.), Rasûlullah ile birlikte katıldığı savaşlarda defalarca kaçmıştır.” diyorsun. Halbuki, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilk savaşı Bedir savaşıdır. Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) de bu savaştan önce savaşmamışlardır. Durum böyle iken, Ebubekir (r.a.) ne zaman kaçmıştır?
Hayır hayır O, hiçbir zaman kaçmamıştır. Hatta Uhud savaşında bile Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) hezimete uğramamışlardır. Osman (r.a.) geri çekilmiştir ama, bilahere nass ile affedilmiştir. Daha önce belirttiğimiz gibi, Ebubekir (r.a.), Huneyn savaşında Rasûlullah'ın etrafında tek başına çarpışmıştır.
Ebubekir (r.a.) iddia ettiğin gibi korkak olsaydı, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), El-Arîş'te (gölgelik) yanında kalması için yalnız onu tahsis etmezdi. Üstelik Ebubekir'in (r.a.) bu gölgelikte Rasûlullah'ın niyazlarını işitip:
“Yâ Resûlallah, yetişir, Sen Rabbine çok İsrar ettin. Allah, sana olan va'dini elbette yerine getirecektir.” demesi onun sebatına ve Rasûlullah'a olan kuvvetli inancına delâlet eder. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Ebubekir (r.a.), Bedir'deki çarpışmaya iştirak etmemelerine rağmen, Bedir ehlinin en faziletlileridirler. O’nun için her savaşçı, savaşmayandan üstün kabul edilemez.
Ey Râfizî,
Ebubekir'in (r.a.) defalarca savaştan kaçtığını, terzilik yaptığı için güçsüz, fakir ve müflis olduğunu, Menaf ve Manzum oğulları gibi akraba, köle ve hizmetçileri olmadığını iddia ediyorsun...
Peki, Allah aşkına İslama ilk önce giren O yüce sahabiler neden ona karşı tevazu edip, halifeliğine biat ederek:
“Ey Rasûlullah'ın halifesi” dediler?
Vallahi bütün bu teveccühler Onun nass'la halife olduğuna işaret ediyorlar. Vallahi yine onlara göre Ebubekir (r.a.) kendilerinden üstün olmasaydı ona böyle yapmazlardı. Ömer (r.a.) Onun hakkında şöyle diyor:
“Vallahi boynumu takdim edip onu kesmeleri, içinde Ebubekir'in bulunduğu bir kavmin başına geçip emir olmaktan bana daha hoş geliyor.”

6.10
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir, malını Rasûlullah için harcamıştır, sözü yalandır. Çünkü, malı yoktu.”
Ey Râfizî,
Belaların en büyüğü, mütevatir ve kat'i olan haberleri inkar etmektir.
Senin bu iddia ettiğini, güvenilir veya güvenilmez kimler nakletmiştir? Yoksa hayasızlık ve iftira ile Hâtem'in cömertliği, Ali'nin (r.a.) cesareti, Muaviye'nin (r.a.) yumuşaklığı, Ebubekir'in (r.a.) zenginlik ve faziletini inkar edebileceğini mi zannediyorsun?
Bunlar hakkında nass-ı Kur'an yoktur ama, Ebubekir'in (r.a.) fazileti ve zenginliği hakkında nass-ı Kur'ân vardır.
Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre:
Ebubekir (r.a.) akrabası olan Mistah'a mali yardımda bulunuyordu. Mistah Âişe (r.a.)'ye (ifk hadisesinde) iftira edince, Ebubekir (r.a.) bundan böyle Mistah'a mâli yardımda bulunmayacağına yemin etti. Bunun üzerine:
“Bir de, içinizde fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermemek (yedirmemek) üzere yemin etmesinler; (kusurlarını) bağışlasınlar, aldırmasınlar. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmezmisiniz? Allah Ğâfûrdur=çok bağışlayıcıdır, Rahîmdir=çok merhametlidir.” (Nur: 24/72) âyet-î kerimesi nazil oldu.
Bunu işiten Ebubekir (r.a.); “Vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak severim” dedi ve Mistah'a veregeldiği yardımı devam ettirdi.
Ebubekir (r.a.), Allah'a inandıkları için işkence gören yedi köleyi kendi malıyla satın alarak, onları âzâd etmiştir.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir (r.a.) hakkında :
“Vallahi Ebubekir'in malı kadar hiçbir mal bana fayda vermemiştir.” buyurmuştur. (Tirmizi Menakıb: 10)
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile hicret edince bütün malını Allah ve Rasülü yolunda infak etmek üzere yanına almıştır. O zaman malı altıbin dinar kadardı.
Ey Râfizî,
(Ebubekir'in (r.a.) zengin olmadığını ispatlamak için) “Ebubekir (r.a.), müeddip idi.” diyorsun. Bu da yalandır. Müeddip olduğunu kabul etsek ne olur? Mekke ehlinin yazıyı çok az bildikleri malumdur. Ebubekir (r.a.) muallim olsaydı, Kureşlilerde yazı yazabilenler çok olurdu. O terzi de değildi. KureyşIilerin elbisesi genelde cübbe ve entari olduğu için, terzilere az ihtiyaç vardı. Halife olunca da, nafakasını temin için ticaret yapmak istedi. Ancak müslümanlar halifeliğin ağır yükünü nazar-i dikkate alarak nafakasına yetecek kadar beytülmaldan ona maaş ayırdılar.
Yine Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre;
Müslümanlar (Kureyş müşrikleri tarafından) eza ve işkenceye uğrayınca, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Habeşistan'a hicrete izin verdi. Ebubekir (r.a.) de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere (Mekke'den) yola çıktı. Berkül Gimad mevkiine gelince kendisine İbnüddüğünne yetişti. -İbnüddüğünne, Kare kabilesinin büyüğü idi- İbnüddüğünne:
“Nereye gitmek istiyorsun?”
Ebubekir (r.a.):
“Beni kavmimin ezası çıkardı. Şöyle tenha bir yere çekilmek ve orada Rabbime ibadet etmek istiyorum.”
İbnüddüğünne:
“Ey Ebubekir (r.a.), senin gibi bir zat, ne yurdundan çıkar, ne de çıkarılır. Bir hakikattir ki, sen, herkeste bulunmayan (en değerli) bir malı ihsan edersin, akrabanı ziyaret edersin, aile efradının yükünü çekersin, misafiri ağırlarsın, hayır işlere koşarsın. Şimdi ben senin için bir hamiyim. Haydi Mekke'ye dön de, kendi memleketinde Rabbine ibadet et,” dedi.
Bunun üzerine Ebubekir (r.a.) geri döner. İbnüddüğünne de kendisine refakat eder. O akşam Mekkeye varan İbnüddüğünne Kureyş ileri gelenlerine şunları söyledi:
“Ey Kureyş, Ebubekir (r.a.) gibi muhterem bir zat şüphesiz ki, ne memleketinden darılıp çıkar, ne de çıkarılmağa mecbur edilir. Ey Kureyş! Siz, şu yüce faziletlere hâiz olan bir adamı memleketinden çıkarmak mı istersiniz? O, hayır işlere yardım eder, akrabayı ziyaret eyler, aile yükünü çeker, misafiri ağırlar, kimsede bulunmayan en kıymetli malı ihsan eder.”
Ve Ebubekir (r.a.)'i himayesine aldı. Kureyş de, İbnüddüğünne'nin Ebubekir (r.a.)'i himayesine almasını reddetmedi. Hakkındaki bu sözlerini yalanlamadı. Fakat, İbnüddüğünne'ye şu sözleri söylediler:
“Ebubekir'e söyle. O, bir şeye karışmasın, evinde Rabbine ibadet etsin, namaz kılsın ne dilerse okusun. Fakat okuduğu ile bize eza vermesin, açıktan okumasın, çünkü biz, kadınlarımızı ve çocuklarımızı saptırmasından korkarız” dediler.
Ey Râfizî!
“Ebubekir (r.a.), malını Allah yolunda infak etseydi, Ali (r.a.) hakkında (Hel Etâ) süresi nazil olduğu gibi, onun hakkında da âyet inmesi gerekirdi.” diyorsun.
Ey Râfizî!
Daha önce belirttiğimiz gibi (Hel Etâ)nın nuzulu ile ilgili hadis, uydurmalardandır. Ayrıca, her meselede âyet inmesi şart olsaydı, Kur'ân-ı Kerîm'in bir yirmi misli daha olması gerekecekti. (Bununla birlikte En-Nûr suresinin 22'ci ve El-Leyl suresinin 17'ci âyetleri ittifak ile Ebubekir (r.a.) hakkında nazil olmuşlardır. )
Ey Râfizi,
“Ebubekir'in (r.a.), namaz için imamete tayini, Âişe (r.a.)'nin işidir.” diyorsan.
Evet, bu ddian da yaptığın iftira, inad ve mütevatiri inkar etmene benzer. Bunu kim sana nakletti? Yoksa kitapları yalan ve iftira ile dolu olan üstadların El-Mufid ve El-Karacikî mi naklettiler? Yoksa bu imamet birtek farz için mi idi ki, bu naklettiğin dile getirilebilsin? Hayır!... Hayır!.
İlim ve insaf erbabı, Ebubekir'in (r.a.) Hücre-i Nebevî yakınında, defalarca müslümanlara imamlık yaptığını bilirler. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)da, O'nun namazdaki kiraatini işitiyordu. Bu iş hiç de gizli değildi. Bu imametin Rasûlullah'ın izni ile olduğu tevatür ile sabittir. Bu konudaki nasslar oldukça çoktur.
Buhârî ve Müslim'de rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) son hastalığı sırasında Âişe (r.a.)'ye şöyle buyurdu:
“Babamı ve kardeşini bana çağır da, bir mektup yazayım. Belki biri bir sevdaya kapılıp, bir müddei davaya kalkar da; ben daha lâyıkım, der, Lâkin Allah'da, mü'minler de Ebubekir'den başkasını istemezler.”  (Müslim Fedail: 11)
“Bu Hadis-i Şerif, Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden sonra vuku bulacak hadiseleri haber verdiğini bildiriyor.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); Allahu Tealâ'nın, Ashabı ve bütün mü'minleri Ebubekir'e (r.a.) biat edip, O'nun halifeliği üzerine ittifak etmede muvaffak kılacağını bildiği için, bilahere bu mektubu Ebubekir'e (r.a.) yazmaktan vazgeçmiştir.
Allah (c.c.) bize ve size her dördünü sevmiş bir halde iken ölümü nasib eylesin.
“Muhakkak Ki, Kişi Sevdiği İle Beraberdir.” (Buhari Edeb: 96, Birr: 165, Tirmizi Zühd: 50)
İslâm ve Ehl-i Sünnet nimeti üzerine Allah'a hamd olsun.
Ebede kadar selât ve selâm Resulüne, akrabasına, ashabına ve temiz zevcelerine olsun.
Müellif, bu eseri Ebü'l Abbas Ahmed b. Teymiyye'nin “Minhâc es-Sünne” adlı eserinden derlemiştir. Kitabın aslı doksan forma kadardır. “El-Münteka”yı Cümâdelûlâ ayında ve hicri sekizyüzyirmidört senesinde Yusuf eş-Şâfiî -Allah onu rahmet etsin- istinsah etmiştir.

Allah'a (c.c.) hamd olsun. O bize kâfidir. O, ne güzel vekildir.







Yüklə 0,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin