Eski insanların dairesel tarzda dikmiş oldukları 6.500 yıllık megalitlerin (Nabta Playa, Stonehenge) gökbilimsel gözlem amacıyla kullanıldıkları sanılmaktadır.
Eski çağlarda gökbilimde ilerlemiş uygarlıklardan bazıları, Çin, Hint, Sümer, Kalde, Mısır, Toltek, Zapotek ve Maya uygarlıklarıdır.
Rig-Veda'da Güneş'in hareketine bağlanan 27 takımyıldızdan ve 13 bölümlü zodyaktan söz edilir.
Mayalar ise teleskopları olmadıkları halde Venüs’ün evrelerini ve tutulmalarını tam olarak saptayabilmişlerdi.
Antik Yunanlar'ın gök bilimine yaptıkları en önemli katkı, yıldızları kadir derecelerine göre sınıflandırmaya çalışmış olmalarıdır.
Ortaçağda;
Ortaçağda;
Fergani (805–880), Gök cisimlerinin hareketleri üzerine yazılar yazdı, ekliptiğin eğikliğini hesaplamasını sağladığı gözlemlerde bulundu. Khujandi 10. yüzyılın sonunda Tahran yakınında bir gözlemevi inşa etti.
Ömer Hayyam (1048–1131), cetveller hazırladı, takvimi geliştirdi.
Rönesas ta;
Kopernik Güneş merkezli güneş sistemi modelini fikir olarak ortaya attı.
Koperniğin fikri Galile ve Kepler tarafından savunuldu, geliştirildi ve düzeltildi. Kepler Güneş’in çevresindeki gezegenlerin hareketini belirleyen bir yasalar sistemi olduğunu düşünen ilk kişi oldu.
Çekimi hareket yasalarıyla tanımlayan Newton oldu. Böylece gezegenlerin hareketine makul bir açıklama getiren ilk kişi de o oldu. Aynı zamanda yansıtıcı teleskobu icat etti.
Şimdi evrendeki yolculuğumuza
başlayalım ve doğumundan günümüze
kadar hangi aşamalardan geçtiğini,
gelecekte neler olacağına bakalım.
Evren tanrı tarafından yoktan var edilmiş ve o zamandan beri hiç değişmemiştir. Copernicus bile 1543te dünyayı evrenin merkezi olmaktan çıkarıp güneş çevresinde dönen sıradan bir gezegen statüsüne indirgerken (ve böylece evrenin insanoğlu için yaratıldığı inancını sorgulamaya açarken) bile evrenin uzaysal olarak sonlu, zamansal olarak sonsuz ve durağan olduğu yolundaki Aristoteles doktrinini değiştirmemişti.
Evren tanrı tarafından yoktan var edilmiş ve o zamandan beri hiç değişmemiştir. Copernicus bile 1543te dünyayı evrenin merkezi olmaktan çıkarıp güneş çevresinde dönen sıradan bir gezegen statüsüne indirgerken (ve böylece evrenin insanoğlu için yaratıldığı inancını sorgulamaya açarken) bile evrenin uzaysal olarak sonlu, zamansal olarak sonsuz ve durağan olduğu yolundaki Aristoteles doktrinini değiştirmemişti.
1576 yılında Yıldızları üzerinde bulundukları kristal küreden koparıp uzaya dağıtan kişi Copernicus öğretisinin güçlü bir yandaşı olan Thomas Digges oldu.Diggese göre uzay sonsuz idi ve yıldızlar da sonsuz uzayda dağılmıştı. Uzayın sonsuzluğu Giddesten sonra kabul gördü; ancak zaman içinde değişmez olduğu yolundaki Aristotelesçi inanç hükümranlığını 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürdürdü. Yani 20. yüzyıla kadar kısmen Aristotelesten miras kalan düşüncesinin en önemli dayanaklarından biri durağan, yani zamanla değişmeyen evren kavramıydı
1576 yılında Yıldızları üzerinde bulundukları kristal küreden koparıp uzaya dağıtan kişi Copernicus öğretisinin güçlü bir yandaşı olan Thomas Digges oldu.Diggese göre uzay sonsuz idi ve yıldızlar da sonsuz uzayda dağılmıştı. Uzayın sonsuzluğu Giddesten sonra kabul gördü; ancak zaman içinde değişmez olduğu yolundaki Aristotelesçi inanç hükümranlığını 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürdürdü. Yani 20. yüzyıla kadar kısmen Aristotelesten miras kalan düşüncesinin en önemli dayanaklarından biri durağan, yani zamanla değişmeyen evren kavramıydı
19. yüzyılda ünlü İngiliz jeolog Charles Lyell yerküremizin yaşlanmaz olduğunu ileri sürmüştü; ancak bilimsel çalışmalar sonucu elde edilen kanıtlar tersini doğruladı. 19. yüzyılın ortalarında dünyamızı ısıtan güneşin ısı kaynağının sonsuz olmadığı anlaşıldı.20. yüzyılın başlarında dünyanın evrim geçirmemiş düzgün ve yaşlanmaz bir yapı olduğu anlayışı çöpe atıldı.
19. yüzyılda ünlü İngiliz jeolog Charles Lyell yerküremizin yaşlanmaz olduğunu ileri sürmüştü; ancak bilimsel çalışmalar sonucu elde edilen kanıtlar tersini doğruladı. 19. yüzyılın ortalarında dünyamızı ısıtan güneşin ısı kaynağının sonsuz olmadığı anlaşıldı.20. yüzyılın başlarında dünyanın evrim geçirmemiş düzgün ve yaşlanmaz bir yapı olduğu anlayışı çöpe atıldı.
Evren hakkında sahip olduğumuz modern bilgilerin pek çoğunu 1930′larda geliştirilen yeni teknolojilere borçluyuz. Bu sayede uzaydan gelen radyo dalgalarının saptanması mümkün oldu. Daha önceki binlerce yıl boyunca görünür ışık insanoğlunun gökleri ve tabii ki dünyayı da inceleyebilmesinin tek yoluydu. Elektronik ışık detektörleri fotoğraf plakaları yerini aldı. Yeni geliştirilen bilgisayarı da devreye girmesiyle verilerin depolanması ve işlenmesinde elektronik devrim öncesi dönemde düşlenmesi bile mümkün olmayan müthiş bir kapasite ve hız kazanılmış oldu.
Büyük ölçekteki evrenin ilk matematiksel teorisi 1687 de Newton’un kütle çekim teorisi oldu.1600’lı yıllarda Newton’un ortaya attığı görüş;”evren sonsuzdan beri var olmuştur ve sonsuza dek varlığını ve şu an ki halini koruyacaktır.
Büyük ölçekteki evrenin ilk matematiksel teorisi 1687 de Newton’un kütle çekim teorisi oldu.1600’lı yıllarda Newton’un ortaya attığı görüş;”evren sonsuzdan beri var olmuştur ve sonsuza dek varlığını ve şu an ki halini koruyacaktır.
Bunun daha gelişmiş ve tam versiyonunu 1917de Einstein tarafından geliştirilen “Genel Görelilik Teorisi”dir. Einstein, bir bütün olarak evrenin bir modelini oluşturmak amacıyla kendi teorisinin temel denklemlerini çözmek için iki temel varsayım yapmıştır: Madde evrende düzgün bir biçimde dağılmıştır ve evren durağandır, yani zamanla değişmez. Dolayısıyla Einsteinin kozmoloji modeli durağan ve homojendir.
Bundan 5 yıl sonra Rus matematikçisi Friedman Einstein denklemlerinin zamanla değişen evren modeline karşı gelen çözümlerini de bulmayı başardı. Bunun için Einsteinin homojenlik varsayımın korurken durağanlık varsayımını sorgulamaya almıştı. Friedman çözümünde evren, yoğunlu son derece yüksek bir durumda başlayarak zamanla genişliyordu. Ne ilginçtir ki Einstein, bu yeni çözüme rağmen evrenin durağan olduğuna inanmakta diretti (tıpkı Aristoteles, Copernicus ve Newton gibi). Einstein benzer ilginç, bir anlamda çelişkili ve yıkıcı bir tavrı da, ilk mimarlarından olduğu “Kuantum Teorisi”ne karşı da sergilemişti.
Bundan 5 yıl sonra Rus matematikçisi Friedman Einstein denklemlerinin zamanla değişen evren modeline karşı gelen çözümlerini de bulmayı başardı. Bunun için Einsteinin homojenlik varsayımın korurken durağanlık varsayımını sorgulamaya almıştı. Friedman çözümünde evren, yoğunlu son derece yüksek bir durumda başlayarak zamanla genişliyordu. Ne ilginçtir ki Einstein, bu yeni çözüme rağmen evrenin durağan olduğuna inanmakta diretti (tıpkı Aristoteles, Copernicus ve Newton gibi). Einstein benzer ilginç, bir anlamda çelişkili ve yıkıcı bir tavrı da, ilk mimarlarından olduğu “Kuantum Teorisi”ne karşı da sergilemişti.
Bu çerçeveden bakıldığında 1929 yılı bir anlamda milat niteliğindedir. Zira o yıl Edwin Hubble evrenin genişlemekte olduğunu keşfetti; galaksiler sürekli olarak birbirlerinden uzaklaşıyordu. Hemen belirtelim ki, Hubble galaksilerin birbirlerinden uzaklaştıklarını doğrudan teleskopla gözlemlememişti; bu sonuca teleskopuna gelen ışığın frekansındaki Doppler kaymalarına bakarak ulaşmıştı.
Bu çerçeveden bakıldığında 1929 yılı bir anlamda milat niteliğindedir. Zira o yıl Edwin Hubble evrenin genişlemekte olduğunu keşfetti; galaksiler sürekli olarak birbirlerinden uzaklaşıyordu. Hemen belirtelim ki, Hubble galaksilerin birbirlerinden uzaklaştıklarını doğrudan teleskopla gözlemlememişti; bu sonuca teleskopuna gelen ışığın frekansındaki Doppler kaymalarına bakarak ulaşmıştı.
İsmini Amerikalı astronom Edwin Hubble`dan alan dünyanın ilk uzay teleskobu, 24 Nissan 1990`da uzay mekiği Discovery tarafından yörüngesine taşınmış, 1 ay sonra da ilk fotoğrafları yollamaya başlamıştı. Hubble, 20 yıl boyunca kendi güneş sistemimizden uzayın en derin noktalarına kadar bilgi verici yüzbinlerce fotoğraf yolladı.
İsmini Amerikalı astronom Edwin Hubble`dan alan dünyanın ilk uzay teleskobu, 24 Nissan 1990`da uzay mekiği Discovery tarafından yörüngesine taşınmış, 1 ay sonra da ilk fotoğrafları yollamaya başlamıştı. Hubble, 20 yıl boyunca kendi güneş sistemimizden uzayın en derin noktalarına kadar bilgi verici yüzbinlerce fotoğraf yolladı.
Kendisine yol gösterecek
Kendisine yol gösterecek
hiçbir plânı olmadığı halde, Galileo,
1610 yılında ilk teleskobunu yaptı.
Bugünkü dev çağdaş aygıtlara oranla
Galileo’nun “mucize tüpü” kaba bir şeydi.
Objektifleri de güçsüzdü. Buna karşılık
dünyanın gidişini değiştirecek
bir güce sahipti.
Galileo, “mucize tüpünü insanlığın ilk
dönemlerinden
beri herkesin kafasını yormuş olan
yıldızlara çevirdi.
Yıldızlarda ışıklı noktalar yerine yuvarlaklar gördü.
Sır, sonunda çözülmüştü. Yıldızlar da yer-yuvarlağı
ve Ay gibi gökteki başka dünyalardı. Jüpiter’in
çevresinde tam dört küçük ay saydı Galileo.
Böylece, başka dünyalar olup olmadığı konusundaki
tartışmalara kesin bir cevap vermiş oluyordu
19901ı yılların başlarında Sovyetler, uzay çalışmalarında birkaç başarısızlık da yaşamıştır: Mars’a gönderilen iki Phobos uzay aracıyla irtibat kaybedilmiş, yani araçlar uzayda kaybolmuş ve her nedense Buran adlı yeni uzay mekiği kullanılamamıştır. Sovyetler, geleceğe yönelik uzay çalışmaları olarak Energia- Buran kompleksi olarak fırlatma sistemlerini yenilemeyi ve 20′şer tonluk dört parçadan oluşacak dev bir uzay istasyonunun yapımını planlamaktadırlar. Ayrıca Sovyetler 1990′lı yılların ikinci yarısında Dünya yörüngesine x ve gama ışını teleskopları ve interferometre olarak kullanmak için 10 m çaplı radyo teleskopları yerleştirmeyi planlamaktadır.
19901ı yılların başlarında Sovyetler, uzay çalışmalarında birkaç başarısızlık da yaşamıştır: Mars’a gönderilen iki Phobos uzay aracıyla irtibat kaybedilmiş, yani araçlar uzayda kaybolmuş ve her nedense Buran adlı yeni uzay mekiği kullanılamamıştır. Sovyetler, geleceğe yönelik uzay çalışmaları olarak Energia- Buran kompleksi olarak fırlatma sistemlerini yenilemeyi ve 20′şer tonluk dört parçadan oluşacak dev bir uzay istasyonunun yapımını planlamaktadırlar. Ayrıca Sovyetler 1990′lı yılların ikinci yarısında Dünya yörüngesine x ve gama ışını teleskopları ve interferometre olarak kullanmak için 10 m çaplı radyo teleskopları yerleştirmeyi planlamaktadır.
BÜYÜK PATLAMA(BİG BANG)
Evrenin ve dolayısıyla Güneş sisteminin oluşumuna ilişkin en son ve yaygın kabul gören kuram , ilk olarak Belçikalı bilim adamı Georges Lemaitre (cocrcs lömetri) tarafından dile getirilse de kesin olarak 1965 yılında ortaya atılmıştır.Bu kuram “Büyük Patlama” anlamına gelen “Big Bang” kuramıdır. Evrenin büyük bir patlama sonucu oluştuğunu ileri süren bu kuram , İngiliz bilim adamı Stephen Hawking tarafından daha da geliştirilmiş ve en son uzay araştırmalarından bu kuramı doğrulayan bilgiler elde edilmiştir.
Büyük Patlama Kuramı’na göre tüm galaksilerin yıldızları başlangıçta , bugünkünden daha küçük yer kaplayan tek bir kütle halindeydi. Zamanımızdan yaklaşık 15 milyar yıl kadar önce bu kütle patlayarak genişlemiş ve çeşitli galaksilere ayrılmaya başlamıştır. Buna göre Samanyolu galaksisi ve onun bir parçası olan Güneş sistemi ilk şekliyle 7 milyar yıl kadar önce oluşmaya başlamıştır. Dünya’mızın bugünkü biçimini ise 5 milyar yıl kadar önce aldığı kabul edilmektedir.
Büyük Patlama Kuramı’na göre tüm galaksilerin yıldızları başlangıçta , bugünkünden daha küçük yer kaplayan tek bir kütle halindeydi. Zamanımızdan yaklaşık 15 milyar yıl kadar önce bu kütle patlayarak genişlemiş ve çeşitli galaksilere ayrılmaya başlamıştır. Buna göre Samanyolu galaksisi ve onun bir parçası olan Güneş sistemi ilk şekliyle 7 milyar yıl kadar önce oluşmaya başlamıştır. Dünya’mızın bugünkü biçimini ise 5 milyar yıl kadar önce aldığı kabul edilmektedir.
EVRENİN NASIL YOK OLACAĞINA DAİR TEORİLER:
*Çekim gücü herşeyi yavaşlatacak ve kendi üstüne çökecek (Büyük büzüşme) *Evrenin genişlemesi sürecek ancak giderek yavaşlayacak ve evren giderek soğuyacak (Büyük soğuma) *Gizemli 'kara enerji' evrenin giderek daha hızlı genişlemesine yol açacak ve evren yırtılıp kopmak suretiyle dağılacak (Büyük yırtılma) *Evren genişlemesini tamamlayınca daralmaya başlayacak ve bu daralmanın sonunda yeni bir Big Bang meydana gelerek yepyeni bir evrenin oluşumunu başlatacak. (Büyük zıplama)