27. BÖLÜM
“Zindan ehli neye üzülür? Zindanı; ibadethaneye, tefekkürhaneye, talimhaneye çevirmediğine üzülür.”
-Hamdullah.. Hamdullah.. Saat üç. Kalkıyor musun?
-Orhan… Orhan.. saat üç, kalkacak mısın?
-Evet…
-Ziya, Ziya… Kalkıyor musun?
-Saat kaç?
-Saat üç.
-Tamam.
Koğuşta her zaman birileri uyanık kalır, gece ibadet eder. Uykusu gelen, gece yarısı kalkan kardeşlerini uyandırırdı. Bu gece de yine aynı şekilde uyanık kalıp Kur’an-ı Kerim, Fıkıh, Tefsir gibi ilimlerle meşgul olanlar ya da namaz kılıp ibadet edenlerden bazıları yatmadan önce kendilerinin uyandırılmasını isteyen kardeşlerini uyandırmışlardı.
Uykudan uyananlar giyinip tek tek aşağıya inmeye başladılar.
-Selamün aleyküm, diye selam verdi Hamdullah.
-Aleyküm-es Selam diye karşılık verdi içerdekiler.
Aşağıya inenler tek tek abdest alıp yukarıya çıkmaya başladılar. Her biri kıbleye yönelip namaz kılmaya başladılar.
Hamdullah bir köşeye çekilmiş sessiz sessiz namaz kılıyordu. Kıldı, kıldı, kıldı…
Namazı bitirdikten sonra ellerini açarak;
“Ya ilahi” ey acizlerin acizliğini gideren, acziyetimi; fakirlerin fakirliğini gideren fakirliğimi; çaresizlerin çaresi olan çaresizliğimi; kimsesizlerin kimsesi olan kimsesizliğimi; sıkıntılarımı ve derdimi gider. Ey dua edenin duasına icabet eden, sen duama icabet et. Umuyorum, istiyorum, bekliyorum. Ya Rahman! Duama icabet et, duamı kabul buyur, kabul et, hem dünyada hem ahirette… sabırsızlığımı mazur gör. Duamı dünya ve ahiretime selamet kıl.
Ey Allahım! Bugün dünyanın her tarafında zulme uğrayan müslümanların imdadına yetiş. Senin için canlarını seve seve veren tüm dünya muvahhidlerinden şehit olanların şehadetini kabul et. Bizlerden de zindan hayatımızı. Vazifemizi hakkıyla yapamamış olsak bile, nimetlerine tam manasıyla layık olmasak bile affet, rahmetine muhtacız. Bizlerin ve tüm dünya Müslümanlarının, dilini, kalbini bir kıl, hak yolda sabit. Kahhar olan kahrınla kafirleri, zalimleri kahret. Başörtüsü mücadelesi veren, eşleri şehit olan, tutuklanıp zindanlara atılan, muhacir olup zor şartlarda yaşayan, anaların, bacıların, çocukların gözyaşlarını dindir.
Ya Rabbi! Duamı “kün” emrin ile hemen hayırlı ve selametli kılıp icra et. Meded, meded, meded…
Hafifçe dökülen gözyaşlarıyla dua ediyordu Hamdullah. Diğer yiğitler de Allah bilir Rableri ile nasıl bir söyleşideydiler.
Sabah namazına yakın bir vakitte yatakhanenin ışığını yaktı biri ve tek tek sabah namazına kaldırmaya başladı herkesi. Zaten çoğu gece namazı için uyanmış haldeydiler. Toplam on sekiz kişiydiler. Bu sayı bazen çoğalıyor, bazen de azalıyordu.
Sabah namazı vaktinin girmesiyle içlerinden biri ezan okumak için havalandırma penceresini açıp:
“Allahu Ekber Allahu Ekber
Allahu Ekber Allahu Ekber” diye başlayıp tane tane güzel bir sesle okudu ezanı. Diğer taraftan da ezan sesi yükselmiş, güzel bir ahenkle gecenin sessizliğini yırtıp Arş-ı Ala’ya doğru yükselmeye başlamıştı. Namaz, dinin direğiydi ve ezan ins ve cinleri namaza çağırıyordu.
Koğuşun hepsi abdest alıp sünnetlerini kıldıktan sonra cemaatle namaza durdular.
28. BÖLÜM
Fatma kaynanasından birkaç gün annesinin evinde kalmak için izin almıştı. Hatice’nin gelmiş olduğunu haber alıp onu ziyarete gittiklerinde, akşama doğru diğerleri kalkmış, Fatma ise orada kalmıştı. İki eski dostun konuşup dertleşecekleri çok şeyleri vardı.
Hatice, bulundukları yerde karşılaştığı zorlukları, yalnız kalışlarını, kimseyi görememenin verdiği gurbet acısını.. anlatmaya başlamıştı.
-İnan ki kardeşim yaşamakla duymak arasında çok fark var. İnsan yaşamadan anlayamıyor.
-Neden hiç aramadın, arayamıyor muydun?
-Sizin hayallerinizle hasbihal ediyordum. Aramam imkansızdı. Bazı sebeplerden dolayı arayamıyordum.
-Tanıdığınız, yanına gidebileceğiniz kimse yok muydu?
-Hayır, tanıdıklarımız vardı, ama evlerine gidemiyorduk. Hem ayrıca büyük şehirlerde bir yerden başka bir yere gitmek, bir şehirden başka bir şehre gitmekten daha zor.
-Evinize de kimse gelmiyor muydu?
-Nerdeee? Ne gezer, oturduğumuz apartmanın komşularının dışında gelen hiç kimse yoktu. Bazen canım o kadar çok sıkılırdı ki, sıkıntıdan oturur ağlardım. Çocuklar ağladığımı görmesinler diye de banyoya girer çamaşır yıkıyor gibi yapıp doyasıya ağlardım.
-Canım arkadaşım, Allah ecrinizi artırsın. Bizi bu durumlara sokan zalimlerin de belasını versin. Sırf camide ders verdi diye insanlar terörist ilan edilip yerinden yurdundan, sevdiklerinden kopartılır mı?
-İslam’a tahammülleri yok bunların. Filistin’de Yahudi İsrail, Çeçenistan’da dinsiz Rusya, dünyanın diğer yerlerinde büyük şeytan Amerika ve burada da Amerika uşakları Müslümanlara kan kusturuyorlar. O kadar tahammülsüzdürler ki kardeşlerimizin örtüsüne bile kin ve öfke duyuyorlar.
-Hiç çıkmıyor muydunuz?
-Pekala çıkıyorduk. Bazen çocuklar ve eşimle birlikte parka gezintiye ya da pikniğe falan giderdik, ama bu da çok nadir olurdu.
-Senin küçük hasta gibi gözüküyor. Bana mı öyle geldi yoksa?
-Evet hasta, yaşadığına bile şaşıyorum.
-Neden, ne oldu ki?
-Babası bir ara işi dolayısıyla birkaç günlüğüne evden ayrıldı. Yalnız başıma kalmıştım. Bu günlerde hastalandı. Yalnız olduğum ve yol-yordam bilmediğim için doktora götüremedim. Hastalandığı günün akşamı ağırlaştı. Ateşi yükselmişti. Soğuk mendil falan uyguladım, elbiselerini çıkardım, sirkeli suyla alnını ovdum. Ateşi biraz düşmüştü. O geceyi nasıl geçirdiğimi Allah bilir. Hem ağlıyor, hem dua ediyordum. Ya ölürse, aman ya Rabbi!.. (Hatice gözyaşlarını tutamamış, ağlamıştı. Sanki o geceyi tekrar yaşıyordu) Gözyaşları içinde, ölebileceği ihtimalini düşündükçe, delirecek gibi oluyordum. Bu şekilde geceyi sabahladım. Bir ara dalmışım, kabus görmeye başlamıştım. Korkunç şeyler görüyordum. Birden irkildim. Hemen çocuğu yokladım. Yavrum ateş gibi yanıyor ve hiç kımıldamıyordu. Elime aldığımda cansız gibi duruyordu. Nasıl akıl ettim, bilmiyorum, ama hemen kalbini yokladım, yaşıyordu. Çarşafımı kaptığım gibi çocuk kucağımda olduğu halde komşunun kapısını çaldım.
Nefes alışı ağırlaşmıştı çocuğun. Sağ olsun, komşum hemen bir araba çağırdı. Acilen hastaneye yetiştirdim. Yolda çocuğun ağzından köpük çıkmaya başlamıştı. Hastanenin acil servisinde ilk müdahaleyi yaptılar. Meğer havale geçiriyormuş. Ne kadar geçti bilmiyorum, doktorun;
-Geçmiş olsun, çocuğunuz tehlikeyi atlattı. Biraz daha gecikseydiniz, onu kaybedebilirdik. Yalnız korkarım çocukta iz bırakır, tesellisiyle biraz kendime geldim.
-Allah’ıma şükürler olsun, beterinden korudu bu bana yeter.
Üzerimde para da yoktu. Gerçi beyim gittiğinde birkaç günlük masraf için bir şeyler bırakmıştı. Ama bu ancak taksi parasına yeterdi. Taksiciye elimdeki yüzüğü verdim. Yüzüğe baktı, bana baktı, çocuğun durumunu düşündü herhalde.
-Kalsın bacım, çocuğun ilaç ve doktor masrafını karşılarsınız.
-Olmaz sizin hakkınız bu. Kusura bakmayın, size ancak bunu verebilirim.
-Bir şey olmaz bacım. İnsanlık ölmedi, Allah bunun yerini doldurur, diyerek para almadı. Allah ondan razı olsun. Almadığı o yüzük işime çok yaradı. İlaç parasını, diğer bazı masrafları ondan karşıladım. Bu hastalıktan sonra çocuk bu hale geldi.
-Babası geldikten sonra doktora falan götürmediniz mi?
-Hayır.
-Neden?
-İmkansızlıktan. Çok şükür iyidir. Yalnız biraz bünyesi zayıflamış. İnşallah geçer. Allah beterinden korusun.
Gece epey ilerlemişti. İkisinin de uykusu gelmiyordu. Ama sabah namazına kalkmalıydılar. Yatmadan önce birkaç rekat namaz kılıp dua etmek için sohbetlerini kesip abdeste+ hazırlık yaptılar. Onların da zindanda bulunan eşlerine ve diğer muvahhidlere, zulüm ve işkenceden geçirilip yurtları işgal edilen mazlum Müslüman halklara dua etmeleri gerekiyordu. Tıpkı esaret altında olup zindana tıkılanların yaptıkları gibi.
Dostları ilə paylaş: |