Sınıfların Tarihsel ve Kültürel Konumlanışı
Geçen yazıda, kolaylık olsun diye, üç temel sınıfı, yani burjuvazi, küçük burjuvazi ve işçi sınıfını, iktisadi ilişkiler içindeki konumları bakımından ele almış ve bu ilişkinin, yer yüzündeki işçi sınıfının bölünmesi nedeniyle, nasıl bir yer değiştirmeyle sonuçlandığına dikkati çekmiştik: Burjuvazi (liberal), küçük burjuvazi (radikal), işçi sınıfı (sosyalist) biçiminde de ifade edilebilecek klasik konumlanış yerini, burjuvazi (liberal), işçiler (reformizm,sosyal demokrasi) ve küçük burjuvazi (kızıla boyanmış radikalizm) şeklinde bir konumlanışa bırakmıştır.
Ne var ki, bu konumlanış yatay bir ilişkiyi ve yer değiştirmeleri ele alır. Sınıflar arası ilişki, sadece yatay bir ilişkiyi değil, zamansal ya da tarihsel bir ilişkiye de karşılık düşer ve bu ilişkide, sınıfların konumları, yatay ilişkiden tamamen farklıdır.
Modern toplum, gerçekte saf olarak var olmaz, geçmişin kalıntılarıyla bir aradadır. Geçmişin kalıntılarını ise, küçük burjuvazi temsil eder her şeyden önce ezilen sınıflar içinde. Buna karşılık ise, işçi sınıfı, bir bakıma, bu toplumun inkarını, geleceği, onda doğmakta olanı. Soruna sadece ekonomik ilişkiler, zenginlik ve gelirler bağlamında baktığımızda, küçük burjuvazi, işçiler ve burjuvazi arasındaki bölgede yer alır; ama, tarihsel ve kültürel boyutuyla baktığımızda, bu sefer Küçük burjuvazi ve işçiler uçlarda yer alırlar; biri geçmişi diğeri geleceği temsil eder; burjuvazi bunların arasında yer alır. Kapitalizm öncesi, küçük burjuvazide, kapitalizm burjuvazide, sosyalizm işçilerde, ifadesini bulur. Gelecekle geçmişin arasında burjuvazinin ve kapitalizmin şimdisi vardır.
O halde, küçük burjuvazi, kapitalizmden daha alt ve geri bir üretim ilişkisini ve kültürel yapıyı temsil ettiğinden, kapitalizmi aşma yeteneğinde olamaz, onun karşısında zafer kazandığında bile en fazla ona bir gençlik aşısı verir. Jakobenizm denen küçük burjuva radikalizmini, Marks’ın burjuva görevlerin plebiyen yollarla yapılması diye tanımlaması da zaten bu anlamdadır. Tarihsel olarak burjuva uygarlığından daha geri bir üretim ilişkisinin sınıfsal ifadesi olduğundan, küçük burjuvazinin ufku, burjuva uygarlığının ufkunu aşamaz. Bu kültürel ve kavramsal temelden yoksundur.
Küçük burjuvazinin muhalefeti, ne kadar keskin ve radikal biçimler alırsa alsın, programatik düzeyde bütünüyle burjuva uygarlığının ufku içinde kalmaya mahkumdur. Örneğin yirminci yüz yılda bütün geri ülkelerde v e demokratik hareketlerde olduğu gibi, kendini ne kadar sosyalist bir söylemle ifade ederse etsin, sözlerin ve kavramların gerçek anlamlarına ve kullanımlarına bakıldığında, onların burjuva uygarlığının ufkunu aşamadıkları görülür. Dolayısıyla burjuva uygarlığı tarafından teslim alınmaya mahkumdurlar. Küçük burjuvazinin burjuvazi karşısındaki en büyük siyasi başarıları bile, kültürel yenilgilere karşılık düşer. Küçük burjuvazinin burjuva uygarlığını her fetih edişi, onun tarafından fetih edilişle sonuçlanır.
Küçük burjuvazi ve işçi sınıfının burjuva uygarlığı ile ilişkilerini bir tarihsel analojiyle açıklamayı deneyelim. Uygarlıkla karşılaşan ve onu fetih eden göçebe uluslar, bu fetih ettikleri tarafından fetih edilirler. Yıktıkları uygarlığın yerine, ondan daha üstün bir uygarlık kuramazlar, en fazla ona yeni bir atılım ve canlanma sağlarlar. Çünkü onlar, içinden geldikleri üretim ilişkilerinde, o fetih ettikleri uygarlığın tüm kurumlarını kapsayacak bir kültürel temelden ve kavramsal araçlardan yoksundurlar. Ancak, benzer gelişmişlik düzeyine ulaşmış, örneğin yerleşik bir kent yaşamına geçmiş halklar bir eski uygarlığı fetih ettiklerinde yeni ve başka bir uygarlık kurabilirler. Çünkü onlarda, artık bir uygarlığın kurumlarını kapsayıp örgütleyecek bir kültürel ve kavramsal temel vardır. Bu iki farklı biçimden birinciye göçebe Türkler örnek gösterilebilir. Hiç bir yende orijinal bir uygarlık kuramazlar, fetih ettikleri tarafından fetih edilirler. Buna karşılık, Araplar yerleşik bir toplumdan çıktığından, uygarlıkların beşiğinde orijinal bir İslam uygarlığı kurarlar.
Modern toplumda, burjuva uygarlığı karşısında, onunla çelişki içinde bulunan iki büyük toplumsal güç olan ve ezilen çoğunluğu oluşturan küçük burjuvazi ile işçi sınıfının konumları, klasik orta doğu uygarlıkları karşısında Türklerle Arapların durumuna benzer. Bu benzetmede küçük burjuvazinin payına, yerleşik bir toplumun kavram, kurum ve kültürüne sahip olmayan, göçebe Türkler, İşçi sınıfının payına da, yerleşik bir toplumun kurum, kavram ve kültürüyle daha eski uygarlıkları fetih edip onlardan daha gelişkin bir uygarlık kuran Araplar düşer.
Sınıfları ve sınıflar arası ilişkiyi, tarihsel ve kültürel bir boyutla dakikleştirdiğimizde, sınıflar arası ilişkilerin iktisadi ilişkilere nazaran kökten değişimi ile karşılaşırız. Örneğin Tarihsel ve kültürel boyut itibariyle, burjuvazi ve işçi sınıfı birbirine daha yakındır, işçi sınıfı ile küçük burjuvaziden. Aynı şekilde, küçük burjuvazi de, işçi sınıfına değil, burjuvaziye daha yakındır. İşçi sınıfı ve küçük burjuvazi birbirlerine en zıt ve uzak iki sınıfı oluştururlar. İşte küçük burjuvazinin politik konumu ile kültürel konumu arasındaki bu çelişki, küçük burjuvazinin damgasını taşıyan hareketlerin niçin demokratik sistemlerle sonuçlanmadığının anahtarıdır.
Sınıflar arası ilişkiyi, böyle tarihsel ve kültürel ilişki olarak ele almak, bize bir yığın olayı kolaylıkla açıklama olanağı da sağlar. Küçük burjuva dünyasından, kültürel ortamından, küçük burjuva sosyalizminin saflarından hemen hemen hiç bir zaman modern sosyalizmin çıkamamasının sırrı buradadır. Bütün büyük sosyalist teorisyenlerin, burjuva kültürünü hazmetmeye uygun bir ortamdan gelmeleri ve bu kültürü özümleyerek aşmış olmaları bir rastlantı değildir. Marks, engels, Lenin, Troçki, Lüksemburg, Benjamin, Adorno, Mandel gibi Marksizm’in bütün büyük teorisyenlerinin burjuva uygarlığının kültürünü çok iyi özümlemiş ve onu içinde taşıyarak aşmış kişilerden oluşması bir rastlantı değildir. Buna karşılık, küçük burjuva teorisyenlerin Mao’dan Enver Hoca’ya veya İbrahim Kaypakkaya’ya kadar, Marksist bir terminoloji ile konuştuklarında bile, metodoloji düzeyinde burjuva uygarlığının bile gerisinde kalmaları bir rastlantı değildir Bu nedenle bir rastlantı değildir bütün küçük burjuva radikal ve sosyalistlerinin sonradan burjuva liberallere ya da reformistlere dönüşmeleri. Bu sadece bir siyasi kayış değil, burjuva uygarlığı tarafından bir kültürel fetih ediliştir. Bu nedenle, olağanüstü azdır, modern işçi sosyalisti.
Tabii burada, işçi sınıfı deyince, radikal dergilerde işçi sınıfını temsil eden küçük kafalı, koca pazulu, tulumlu ve anahtarlı, Neandertal adamına benzeyen yaratığın işçi sınıfıyla ilgisi yoktur. Bu olsa olsa, işte o küçük burjuvazinin, kapitalizm öncesi dünyanın kültürünü yansıtan küçük burjuvazinin, işçi sınıfı tasavvurudur.
İşçi, başka bir şeyi olmadığı için, iş gücünü satarak yaşayan insandır. Gelişmiş ülkelerin ve bütün dünyadaki şehirlerin, yani burjuva uygarlığının iktisadi, siyasi ve kültürel düğüm noktalarının, nüfusunun büyük çoğunluğunu iş gücünü satarak insanlar yani işçiler oluşturur. Ve bu günkü uygarlığı sırtlayanlar, tam da böyle insanlardır. Uzayda uyduları yerleştirenler, Banglore’de tavuk kümesi gibi küçük odalarda bilgisayar programlarını yazanlar, güney doğu Asya’da elektronik aletleri üretenler vs.. Onlar bu uygarlığı yaratmakla kalmazlar aynı zamanda bu uygarlığın yaratığıdırlar, ve tam da bu nedenle o uygarlığın kültürel temellerini içlerinde taşırlar ve bu sayede onu aşabilme yeteneğindeki tek toplumsal güç olmaya devam ederler. Dünya işçi sınıfının bu günkü bölünmüşlüğü, ve işçi sınıfının modern burjuva uygarlığını yaratan ve taşıyan çekirdeğinin, nispi refahı ve burjuvaziyle uzlaşmalarıdır insanlığın durumunu umutsuz kılan da zaten.
İşçi sınıfının burjuva uygarlığıyla ilişkisi, onu içinde taşıyarak aşma, diyalektik inkar ilişkisidir, küçük burjuvazi ise, burjuva uygarlığın kavrama yeteneğinde olmadığı için, ve o uygarlık onun karşısında üstün ve egemen bir toplumsal konumu ifade ettiği için, ekonomik ve sınıfsal tepki yok ederek ya da yok sayarak inkar biçiminde yansır. Bir bakıma, küçük burjuva direnişler ne kadar radikal ve yoksul tabakalara ve kapitalizme uzak ilişkilere dayanıyorsa o kadar yok ederek ve yok sayarak inkarcıdır. Ve bütün inkarcılıklar gibi, inkar ettiğinden daha geriye düşmekle ve onu teslimiyetle sonuçlanır.
09 Eylül 2000 Cumartesi
demir@comlink.de
Dostları ilə paylaş: |