Sayı : B.09.1.TKG.061.647.03.01.07.1105/ /12/2007 Konu : Mirası reddeden mirasçının veraset belgesinde miras payının gösterilip gösterilemeyeceği
TASARRUF İŞLEMLERİ DAİRESİ BAŞKANLIĞINA
İlgi : 24/10/2007 tarihli ve 4185 sayılı yazıları.
I- Hakkında hukuki görüş sorulan mesele: İlgi yazı ve eklerinden; Bornova İlçesi, Erzene Mahallesi, 8193 ada 3 parselde kayıtlı taşınmazın 312/2584 hissesi …………………… adına kayıtlı iken, İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 17/05/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı veraset belgesinden, adı geçen malikin 06/03/2005 tarihinde dul olarak öldüğü; geriye mirasçı olarak çocukları………………………………….. ve ……… ………………. kaldığı; bunlardan ……………………………. murisin mirasını red ettiğinin İzmir Ahkami Şahsiye 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 25/03/2005 tarihli ve E. 2005/644, K. 2005/580 sayılı kararından anlaşıldığı; yine mirasçı ………………….., çocuğu ……… ………… velayeten hareketle aynı Mahkeme’nin 15/05/2005 tarihli ve E. 2005/1426, E. 2005/1292 sayılı kararı ile muris ………………………. kalan mirası kayıtsız şartsız red ettiğinin belirtildiği; mirası reddin hukuki sonuçlarının terekenin bölüştürülmesi sırasında gözetilmesi ve bu durumlar yok sayılarak miras paylarını gösterir biçimde hüküm tesis edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle, murisin mirasının (2) pay itibar edilerek (1) payın …………………………’na ve (1) payın da ………………………… aidiyetine karar verildiği; İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 15/06/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı tavzih kararında ise, “…………………………… ve ……………………. muristen kalan mirası kayıtsız ve şartsız reddettiği, tereke mevcudu yönünden bu mirasçıların mirasçılıklarını kaybettikleri anlaşılmakla, paylaşma sırasında …………………………. ve mirası red ile …………………………… ait payların diğer mirasçı …………………….. ait olacağının tespitine” şeklinde karar verildiği; sözkonusu taşınmazdaki hissenin (tek mirasçı olarak) ………………………. adına intikalinin talep edilmesi üzerine, talebin karşılanıp karşılanmayacağı hususunda ilgili Tapu Sicil Müdürlüğünce tereddüde düşülmesi üzerine konu ile ilgili Müşavirliğimiz görüşlerinin istenildiği anlaşılmakla gerekli inceleme yapılmıştır.
II- Görüş istenen birimin 26/12/2005 tarihli ve 2005/1614 sayılı Genelge hükümlerine göre yaptığı inceleme ve neticesi: İlgi yazılarında, mirası red ile ilgili Medenî Kanun hükümlerine yerverildikten sonra;
a) Anılan taşınmazın İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 17/05/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı veraset belgesinde belirtilen miras hisseleri (1/2’şer) uyarınca intikal işleminin yapılarak beyanlar hanesine de, “…………………………. tarafından mirasın reddedildiği”nin belirtilmesi,
b) İbraz edilen veraset ilamı ve tavzih kararında (terekenin bölüştürülmesi sırasında) paylaşma sırasının Tapu Sicil Müdürlüğünce tespiti mümkün olmadığından son durum mirasçıların tespiti mirasın reddine ilişkin kararında birlikte değerlendirilmek suretiyle ……… ……………………. tek mirasçısı olduğunu gösterir yeni bir veraset belgesinin ibrazı halinde talebin karşılanması gerektiği,
yönünde görüş belirtilmiştir.
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
III- Konuyla ilgili Kanun ve diğer mevzuat hükümleri: Mütalaa konusu hâdisenin (özetle, mirası reddeden mirasçının veraset belgesinde mirasçı olarak gösterilip gösterilemeyeceği), öncelikle mirasın reddi, mirasın reddinin sonuçları, mirasçılık (veraset) belgesinin ne olduğu, hangi durumlarda talep edileceği, hükmün tavzihinin neticeleri bakımından incelenmesi gerekmektedir.
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 605. maddesinde, “Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler.
Ölümü tarihinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır.” hükmü, 606. maddesinde, “Miras, üç ay içinde reddolunabilir.
Bu süre, yasal mirasçılar için mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe mirasbırakanın ölümünü öğrendikleri; vasiyetname ile atanmış mirasçılar için mirasbırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten işlemeye başlar.” hükmü, 609. maddesinde, “Mirasın reddi, mirasçılar tarafından sulh mahkemesine sözlü veya yazılı beyanla yapılır.
Reddin kayıtsız ve şartsız olması gerekir.
Sulh hakimi, sözlü veya yazılı ret beyanını bir tutanakla tespit eder.
Süresi içinde yapılmış olan ret beyanı, mirasın açıldığı yerin sulh mahkemesince özel kütüğüne yazılır ve reddeden mirasçı isterse kendisine reddi gösteren bir belge verilir.
Tutanağın ve kütüğün nasıl tutulacağı tüzükle düzenlenir.” hükmü, 610. maddesinde, “Yasal süre içinde mirası reddetmeyen mirasçı, mirası kayıtsız şartsız kazanmış olur.
Ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya mirasbırakanın işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine maleden mirasçı, mirası reddedemez.
Zamanaşımı veya hak düşümü sürelerinin dolmasına engel olmak için dava açılması ve cebri icra takibi yapılması, ret hakkını ortadan kaldırmaz.” hükmü, 611. maddesinde, “Yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi, hak sahiplerine geçer.
Mirası reddeden atanmış mirasçının payı, mirasbırakanın ölüme bağlı tasarrufundan arzusunun başka türlü olduğu anlaşılmadıkça, mirasbırakanın en yakın yasal mirasçılarına kalır.” hükmü, 618. maddesinde, “Ödemeden aciz bir mirasbırakanın mirasını reddeden mirasçılar, onun alacaklılarına karşı, ölümünden önceki beş yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar…” hükmü mevcuttur.
Türk Medenî Kanunu’nun “Mirasçılık belgesi” başlıklı 598. maddesinde ise, “Başvurusu üzerine yasal mirasçı oldukları belirlenenlere, sulh mahkemesince mirasçılık sıfatlarını gösteren bir belge verilir.
Mirasçı atamaya veya vasiyete ilişkin ölüme bağlı tasarrufa mirasçılar veya başka vasiyet alacaklıları tarafından kendilerine bildirilmesinden başlayarak bir ay içinde itiraz edilmedikçe, lehine tasarrufta bulunulan kimseye, sulh mahkemesince atanmış mirasçı veya vasiyet alacaklısı olduğunu gösteren bir belge verilir.
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Mirasçılık belgesinin geçersizliği her zaman ileri sürülebilir.
Ölüme bağlı tasarrufun iptaline ilişkin dava hakkı saklıdır.” hükmü yeralmaktadır.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükümlerin Tavzihi” başlıklı 455. maddesi, “Hüküm müphem ve gayrivazıh olur veya mütenakız fıkraları ihtiva ederse icrasına kadar iki taraftan her biri iphamın tavzihini ve tenakuzun ref'ini istiyebilir.” şeklindedir.
IV- Değerlendirme: İlgi yazı ve eklerinden; Bornova İlçesi, Erzene Mahallesi, 8193 ada 3 parselde kayıtlı taşınmazın 312/2584 hissesi ……………….. adına kayıtlı iken, İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 17/05/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı veraset belgesinden, adı geçen malikin 06/03/2005 tarihinde dul olarak öldüğü; geriye mirasçı olarak çocukları ……………………………………. ve ………………………….. kaldığı; bunlardan …………………. murisin mirasını red ettiğinin İzmir Ahkamı Şahsiye 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 25/03/2005 tarihli ve E. 2005/644, K. 2005/580 sayılı kararından anlaşıldığı; yine mirasçı …………………………., çocuğu …………………….. velayeten hareketle aynı Mahkeme’nin 15/05/2005 tarihli ve E. 2005/1426, E. 2005/1292 sayılı kararı ile muris ……………………… kalan mirası kayıtsız şartsız red ettiğinin belirtildiği; mirası reddin hukuki sonuçlarının terekenin bölüştürülmesi sırasında gözetilmesi ve bu durumlar yok sayılarak miras paylarını gösterir biçimde hüküm tesis edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle, murisin mirasının (2) pay itibar edilerek (1) payın ……………………….. ve (1) payın da …………………. aidiyetine karar verildiği; İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 15/06/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı tavzih kararında ise, “………………….... ve …………………… muristen kalan mirası kayıtsız ve şartsız reddettiği, tereke mevcudu yönünden bu mirasçıların mirasçılıklarını kaybettikleri anlaşılmakla, paylaşma sırasında …………… ve mirası red ile …………………. ait payların diğer mirasçı …………. ait olacağının tespitine” şeklinde karar verildiği; sözkonusu taşınmazdaki hissenin (tek mirasçı olarak) ………………………… adına intikali talebinin karşılanıp karşılanmayacağının görüş konusu edildiği anlaşılmaktadır.
Mirasın reddi, mirasçılık sıfatını kazanmak istemeyen, kendisi için tehlikeli gören mirasçıya tanınmış bir haktır. Red sonucu mirasın açıldığı andan itibaren mirasçılık sıfatı kaybedilir. Yasal mirasçılardan biri, mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi diğer mirasçılara intikal eder. ( 743 sayılı M.K. md. 551 ) En yakın mirasçıların tamamı tarafından reddolunan miras Sulh Mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edilir. (743 sayılı M.K. md. 551) En yakın kanuni mirasçılardan maksat doğrudan doğruya mirasçılık sıfatını kazanan mirasçılardır. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 12/09/2005 tarihli ve E. 2005/7014, K. 2005/12350 sayılı kararı)
Görüşe konu olayda da; …………………. kendi adına ve velayeti altındaki ……… …………..adına, muris ……………………… kalan mirası reddetmiş; bu durum İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 17/05/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı veraset belgesinde ve aynı kararın 15/06/2007 tarihli tavzihinde belirtilmiştir.
İhtilâfa düşülen ve talebin karşılanmamasına sebep olan husus, mirası reddeden mirasçı …………………………….’nun İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen veraset belgesinde 1/2 paylı olarak mirasçı gösterilmesidir.
“Mirasçılık belgesi, muris ile mirasçılar arasındaki kanunî veya ölüme bağlı tasarrufla oluşan bağı; mirasçıların, mirasın açıldığı anda sağ olduklarını veya cenin olup sağ doğdukları; Türk Kanunları’na göre mirasçı olmaya hak ehliyetlerinin bulunduğunu ve Türk Kanunları’na göre terekedeki payları gösterir.
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Hukukumuzda (mansup mirasçılar için olanlar hariç) özel bir düzenleme ile belirlenmeyen veraset belgesi, çekişmesiz yargı yolu ile mahkemelerce verilmekte olup (H.U.M.K. md. 8 ); unsurlarından biri üzerinde ihtilâf halinde, çekişmeli yargı yolu ile iptali ve doğrusunun düzenlenmesi mümkündür. Bir yargı işlemi olması sebebiyle; hakim, düzenleme sırasında tüm Türk Kanunları’nı gözetmek zorundadır. ( H.U.M.K. md. 76 ) (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28/12/1994 tarihli ve E. 1994/2-625, K. 1994/905 sayılı kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24/03/2004 tarihli ve E. 2004/2-184, K. 2004/166 sayılı kararı).” Burada görüş konusu hâdisedeki veraset belgesinde (mirasçılar arasında) bir ihtilâf da bulunmamaktadır.
Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre, “mirasçılık belgesi istemek, maddi bir olayın varlığını ikrar ile kişiler arasındaki irs ilişkisini tespit ettirmekten ibarettir. İsteğin bu niteliği itibariyle mahkemeye başvurmak, mirasçının ne bir hakkının yitirilmesine ne de mirasçılık durumunda bir değişiklik meydana getirir.
Mirastan ıskat, mahrumiyet sebepleri yada mirasın reddi veya mirastan feragat sözleşmesi hallerinin bulunması, mirasçılık belgesi istemeye engel değildir. Iskat (TMK. m. 457), mahrumiyet (TMK. m. 520 ), red (TMK. m. 545 ) ve feragat ( TMK. m. 475 )’in “hukuki sonuçlarının terekenin bölüştürülmesi sırasında gözetileceğine” işaret edilmek suretiyle ve bu durumlar yok sayılarak miras paylarını gösterir biçimde hüküm kurulması gerekmektedir. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 13/05/1976 tarihli ve E. 1976/3899, K. 1976/4138 sayılı kararı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 27/05/2002 tarihli ve E. 2002/6298, K. 2002/7780 sayılı kararı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 14/07/2003 tarihli ve E. 2003/8439, K. 2003/10727 sayılı kararı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 10/11/2003 tarihli ve E. 2003/14536, K. 2003/15192 sayılı kararı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 12/04/2004 tarihli ve E. 2004/3085, K. 2004/4600 sayılı kararı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 21/02/2005 tarihli ve E. 2005/1048, K. 2005/2427 sayılı kararı)”
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 19/03/1997 tarihli ve E. 1997/2065, K. 1997/3033 sayılı kararında daha açık olarak, “mirastan ıskat ve mahrumiyet sebepleri, ya da mirasın reddi veya mirastan feragat sözleşmesi hallerinin bulunması veraset belgesi istemeye engel değildir (Y2.H.D.nin 22.10.1992 tarihli 8958-10142 sayılı kararı ). Iskat ( MK. m.457 ), mahrumiyet (MK. m.520 ), red ( MK. m.545 ) ve feragat ( MK. m.475)’in “hukuki sonuçlarının terekenin bölüştürülmesi sırasında gözetileceğine ve mirasçılık sıfatının tereke mevcuduyla sınırlı olarak yitirilmiş sayılacağına” işaret edilmek suretiyle payların gösterilmesi gerekmektedir.” denilmektedir.
Görüş konusu olayda da; İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi Yargıtay’ın yukarıda belirtilen yerleşmiş içtihatlarına göre veraset belgesi tanzim etmiş; yani, mirasın reddinin hukukî sonuçlarının terekenin bölüştürülmesi sırasında gözetileceğini belirtmiş ve mirasın reddi yok sayılarak miras paylarını gösterir biçimde hüküm tesis edilmiştir.
Veraset belgesi istemek, maddî bir olayın varlığını ikrar ve kişiler arasındaki irs ilişkisini tespit ettirmekten ibarettir ( Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'nin 21.6.1951 günlü 4448/4712 sayılı kararı). İsteğin bu niteliği bakımından mahkemeye başvurmak mirasçının ne bir hakkının yitirilmesine, ne de veraset durumunda bir değişiklik meydana getirilmesine yol açar. Aksi düşünülürse çeşitli sakıncalar da çıkabilir. Meselâ üç aylık süre ( M.K. md. 546 ) geçmeden veraset belgesi alan mirasçının mirası reddetmek hakkından yoksun sayılması sonucu çıkar. (M.K. md. 550 ). Oysa veraset belgesi her zaman bir terekenin paylaştırılmasına katılmak veya terekeye sahip çıkmak gibi sebeplerle alınmaz. Miras bırakanın öldürülmesi sebebi ile manevî tazminat davası açmak ( B.K. md. 47 ), dul, yetim aylık veya ikramiyesi almak
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
(5434 sayılı Kanunun 68, 89 ), bir vakfın «Tevliyetinin tevdihini» sağlamak, M.K.’nun 610. maddesi gereğince emeğinin karşılığı tazminat isteyebilmek gibi sebep ve düşüncelerle de veraset belgesi alınabilir. Bu bakımdan veraset belgesi almak hiçbir bakımdan mirası reddetmek hakkını yitirmez. Hatta mirası reddeden mirasçının bile yukarıda yazılı sebeplerle veraset belgesi istemesi mümkündür. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 13/05/1976 tarihli ve E. 1976/3899, K. 1976/4138 sayılı kararı)
Veraset belgesi, her zaman terekeye sahip çıkmak, başka bir anlatımla mirası kesin olarak iktisap etmek (kabullenmek) iradesini gösteren bir davranış değildir. Sözgelimi, emekli-dul-şehit aylığı almak veya Medenî Kanunun 610. maddesi gereğince emeğinin karşılığı olan tazminatı isteyebilmek ya da miras bırakanın öldürülmesi sebebi ile manevî tazminat davası ( B.K. md. 47) açabilmek, terekenin defterinin tutulmasını (M.K. md. 559) isteyebilmek veya herhangi bir vakıf sebebi ile "tevliyete hak kazandığını" tesbit ettirmek amacı ile ve daha benzeri birçok sebeplerle veraset belgesi almak mümkündür. Bu bakımdan böyle bir belgenin alınması için Mahkemeye başvurmak, mirası red hakkının yitirilmesine veya borca batıklık iddiasında bulunmak hakkının ortadan kaldırılmasına yol açmaz. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 27/03/1979 tarihli ve E. 1979/1027, K. 1979/2645 sayılı kararı)
Ayrıca, Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere, veraset belgesi her zaman bir terekenin paylaştırılmasına katılmak veya terekeye sahip çıkmak gibi sebeplerle alınmaz. Örneğin, murisin terekeye dahil olmayan herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan almakta olduğu maaşı talep etmek için de mirası reddeden mirasçı veraset belgesi talep edebilir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 21/3/1975 tarihli ve E. 1975/2452, K. 1975/2679 sayılı kararı da; “Mirası reddeden kişinin miras payı, hayatta değilmiş gibi kendi mirasçılarına geçer (M.K. 551 ). Olayda (V) nin çocukları, mirası reddettiklerine göre, bunların füruu var ise ölenin kardeşleri mirasçı olamaz. Bu çerçevede bir araştırma yapılmamış olması bozmayı gerektirdiği gibi, red sebebiyle mirasçılık keyfiyetinin ispatı halinde sadece durumun tespiti ile yetinilmesi gerekirken veraset belgesinin iptâl edilmesi de Usul ve Kanun’a aykırıdır.” şeklindedir.
Diğer taraftan İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen veraset belgesi 15/06/2007 tarihli karar ile tavzih edilmiştir.
Bilindiği üzere, H.U.M.K.’nun 455. maddesi hükmüne göre açıklama (tavzih), bir hükmün anlaşılmayacak biçimde (müphem) bulunması veya açıklıkla anlaşılamaz (gayri vazih) ve çelişik (mütenakız) fıkraları taşıması durumunda hükümdeki gerçek anlamın meydana çıkarılması amacıyla başvurulan bir yoldur. Hükmün açıklanması (tavzihi) yoluyla, verilen hüküm sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 24/04/2003 tarihli ve E. 2003/3852, K. 2003/4858 sayılı kararı)
15/06/2007 tarihli tavzih kararında da, (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin yukarıda belirtilen 19/03/1997 tarihli ve E. 1997/2065, K. 1997/3033 sayılı kararına uygun olarak) “………………………. ve ………………………… muristen kalan mirası kayıtsız ve şartsız reddettiği, tereke mevcudu yönünden bu mirasçıların mirasçılıklarını kaybettikleri anlaşılmakla, paylaşma sırasında ……………… ve mirası red ile ……………….. ait payların diğer mirasçı ……….. ……………. ait olacağının tesbitine” şeklinde açık olarak belirtilmiştir.
Şu halde, görüş konusu hâdisede; ………………………. ve …………………. muris ……………………….. mirasını reddetmekle mirasçılık sıfatını tereke mevcuduyla sınırlı olarak yitirmiş sayılacaklarından Bornova İlçesi, Erzene Mahallesi, 8193 ada 3 parselde
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
kayıtlı taşınmazın muris ……………………… ait 312/2584 hissesinin İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 17/05/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı veraset belgesi ve aynı Mahkeme’nin 15/06/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı tavzih kararı doğrultusunda başkaca bir engel olmaması kaydı ile …………. adına tescilinin mümkün olduğu sonucuna varılmaktadır.
V- Sonuç ve görüş özeti: Yukarıda açıklanan maddî ve hukukî sebepler muvacehesinde ve etraflıca yerverilen Yargıtay kararları çerçevesinde; …………… ve …………………. muris ………………….. mirasını reddetmekle mirasçılık sıfatını tereke mevcuduyla sınırlı olarak yitirmiş sayılacaklarından Bornova İlçesi, Erzene Mahallesi, 8193 ada 3 parselde kayıtlı taşınmazın muris ……………….. ait 312/2584 hissesinin İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 17/05/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı veraset belgesi ve aynı Mahkeme’nin 15/06/2007 tarihli ve E. 2007/563, K. 2007/527 sayılı tavzih kararı doğrultusunda başkaca bir engel olmaması kaydı ile diğer mirasçı ……………………. adına tescilinin mümkün olduğu düşünülmekte olup, konu hakkında açıklanan hususlar dikkate alınarak 3045 sayılı Kanun’un 8 inci maddesi gereğince Başkanlığınızca mahalline talimat verilmesi gerekmektedir.
Bilgilerini ve gereğini rica ederim.
Ali Ramazan ACAR
I. Hukuk Müşaviri
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Sayı : B.09.1TKG061-647-03-01-07-1106/ /2007
Konu :
TASARRUF İŞLEMLERİ DAİRESİ BAŞKANLIĞINA
İlgi: 26/10/2007 tarihli ve 61-4208 sayılı yazınız,
I- Hakkında hukuki görüş sorulan mesele:
Güzelbahçe ilçesi Karamanderesi mevkiinde bulunan 859 ada 4 parsel sayılı taşınmazın 165/3924 hissesinin maliki 1956 doğumlu ………………………. Ankara 16.Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından verilen 07.11.1999 tarih ve 1999/1322-1412 esas-karar sayılı kesinleşmiş mahkeme kararına istinaden annesi …………………….. velayeti altına konulmasına ve söz konusu velayet kararında, "velinin mahcurun taşınmazının bağışlanması, vakfedilmesi yada üçüncü bir kişinin borcu için ipotek edilmesi konulan hariç velayet hakkından kaynaklanan diğer tüm tasarrufları herhangi bir koşula yada hakim iznine muhtaç bulunmaksızın yerine getirmekte ve mahcuru temsil etmekte serbest ve yetkili olduğuna" karar verildiği, ……… ……… da iş bu taşınmazın satışı için Altındağ 4.Noterliğinden velayeten hareketle vermiş olduğu 30.05.2007 tarih ve 14990 sayılı vekaletname ile Av…………………. vekil tayin ettiği, yapılacak satış işleminde velayet hakkı ile vesayet hakkı uygulamalarından hangisinin uygulanacağı hususunda mahallinde tereddüt hasıl olduğu belirtilerek, konuya ilişkin Müşavirliğimiz görüşünün bildirilmesi istenmektedir.
II- Görüş isteyen birimin 26/12/2005 tarihli ve 2005/1614 sayılı Genelge hükümlerine göre yaptığı inceleme ve neticesi:
Yukarıda bahsedilen velayet kararına istinaden kısıtlı ………….. adına velayeten hareketle annesi …………….. verdiği vekalet ile (Vekaletnamede yapılacak satış işleminin Medeni Kanunun 327 ve 356. maddeleri kapsamı dışında olduğu belirtildiğinden) talep edilen satış işleminin, vekil tarafından 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 327, 356, maddelerindeki amaca ilişkin olmadığının beyan edilmesi halinde, velayet hükümleri uyarınca hakim iznine ihtiyaç bulunmadan ve Medeni Kanunun 456 ve 480. maddelerinde belirtilen, vasinin kural olarak iki yıl için atanması ile vasilik görevi uzatılmadığı takdirde sürenin dolmasıyla sona erer hükümleri göz önünde bulundurulmadan velayet hükümleri gereğince yerine getirilmesi gerektiği, şeklinde görüş bildirilmiştir.
III-Konuyla ilgili Anayasa, Kanun, Tüzük, Yönetmelik ve diğer mevzuat hükümleri ile yargı kararları:
Medeni Kanunumuzun hükümlerine göre küçüklerin ve mal varlıklarının bakım ve korunmalarını sağlamak için onların malları ve şahısları üzerinde ana-babanın sahip oldukları görevlerin ve hakların hepsine birden velayet denmektedir. Velayet sadece ana ve babaya tanınmış bir iktidardır. Vesayet vasi ile sulh ve asliye mahkemesi'nin oluşturduğu bir teşkilattır. Vesayet hakkı ise, velisi bulunmayan küçüğe tayin edilen vasinin ve ergen olmasına rağmen kanundaki sebeplerden (M.K. 405, 408) biriyle hacir altına alınmış kimseye tayin edilen vasinin mutlak hakkıdır (M.K. 404, 445, 447 ).
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Ancak, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 419. maddenin son fıkrası (Kısıtlanan ergin çocuklar kural olarak vesayet altına alınmayıp velayet altında bırakılır. ) şekliyle ifade edilmiş bulunmaktadır. Bu hükmün buyurucu nitelikte olduğu açıktır. Hal böyle olunca, böyle bir durumda vasi tayin kararı velayet altına konulma anlamında değerlendirilmelidir.
Soru konusu olayda, ……………….. akıl hastalığından ötürü hacir altına alınınca, kendisine annesi ……………… vasi tayin edilmesi Ankara 16.Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından verilen 07.11.1999 tarih ve 1999/1322-1412 esas-karar sayılı kararla kararlaştırılmıştır. Bu durum karşısında, yukarıda değinilen Medeni Kanunun 419. maddesi hükmünün gözardı edilemeyeceği açıktır. Başka bir deyişle sorunun asıl çözüm maddesi, 419. madde olması gerektiği düşünülmekle birlikte, Medeni Kanunun Velayetin Kaldırılmasına ilişkin 348. maddesinde, “Çocuğun korunmasına ilişkin diğer önlemlerden sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı önceden anlaşılırsa, hakim aşağıdaki hallerde velayetin kaldırılmasına karar verir:
1. Ana ve babanın deneyimsizliği, hastalığı, özürlü olması, başka bir yerde bulunması veya benzeri sebeplerden biriyle velayet görevini gereği gibi yerine getirememesi. 1. Ana ve babanın deneyimsizliği, hastalığı, başka bir yerde bulunması veya benzeri sebeplerden biriyle velayet görevini gereği gibi yerine getirememesi.
2. Ana ve babanın çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya ona karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsaklaması.
Velayet ana ve babanın her ikisinden kaldırılırsa çocuğa bir vasi atanır.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu nedenle, kısıtlı ……….. adına velayeten hareketle annesi ……………. verdiği vekalet ile talep edilen satış işleminin, vekil tarafından 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 327, 356. maddelerindeki amaca ilişkin olmadığının beyan edilmesi halinde ve velayet altındaki kısıtlı için de geçerli olduğu düşünülen Medeni Kanunun Velayetin Kaldırılmasına ilişkin 348. maddesi kapsamında, 1999 yılında verilen velayet hakkının devam edip etmediğinin ve Murat Kılıçpğlu’nun kısıtlılık halinin sürüp sürmediğinin tespiti ile, Başkanlığınız görüşüne uygun olarak velayet hükümleri uyarınca gereğinin yerine getirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
IV- Değerlendirme ve Sonuç:
Yukarıda belirtilen nedenlerle, kısıtlı …………….. adına velayeten hareket eden annesi …………………… verdiği vekalet ile talep edilen satış işleminin, vekil tarafından 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 327, 356. maddelerindeki amaca ilişkin olmadığının beyan edilmesi halinde ve Medeni Kanunun Velayetin Kaldırılmasına ilişkin 348. maddesin uyarınca velayet hakkının devam edip etmediğinin tespiti sonucunda, Başkanlığınız görüşüne uygun olarak velayet hükümleri uyarınca gereğinin yerine getirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Bilgilerini rica ederim.
Ali Ramazan ACAR
I. Hukuk Müşaviri
TEFTİŞ KURULU BAŞKANLIĞI
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Sayı : B.09.1.TKG.061-647-03-01-07-804/ / /2007
Konu : Sözleşme.
TEFTİŞ KURULU BAŞKANLIĞINA
İlgi: a) 16/6/2007 tarihli ve 31507/46 sayılı İnceleme Raporu.
b) Teftiş Kurulu Başkanlığına yazılan 27/08/2007 tarihli ve 4340 sayılı yazımız.
c) Teftiş Kurulu Başkanlığının 29/08/2007 tarihli ve 4082 sayılı yazısı,
d) İdari Mali İşler Dairesi Başkanlığının 03/09/2007 tarihli ve 2800 sayılı yazısı.
Genel Müdürlüğümüz taşra teşkilatı için ihale yolu ile alınması düşünülen 100 adet küçük kapasiteli IP telefon santralı ihalesi ile ilgili olarak hazırlanan teknik şartnameye itiraza yönelik iddialar üzerine, konu hakkında Müfettişlikçe yapılan inceleme sırasında,Genel Müdürlüğümüz Eğitim, Fotogrametri ve Arşiv Dairesi Başkanlıkları binalarına kurulan Ericcson MD.110 ISDN sayısal telefon santrali ile ilgili olarak, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığına ile santrali kuran Delta İletişim Santralleri San. Ve Tic. Ltd. Şti arasında imzalanan telefon santrali sözleşmesine tesadüf edilmesi üzerine, sözleşmenin 2. maddesinin son cümlesi Kurumumuz tarafından geleceğe yönelik olarak yapılmış bir taahhüt olarak görülmüş ve bu durumun ileride yargıya intikal etmesi halinde Kurumumuzu sıkıntıya sokabileceği ilgi (a) raporda ifade edilmiştir.
İlgi (d) yazı ile sözkonusu sözleşmenin 2. maddesi “ …Müşteri kurulacak olan Ericcson telefon santralinden ve Voip Bağlantısından Memnun kalırsa Mevcut Bölge Müdürlüklerine ve Taşra Teşkilatlarına Ericcson telefon santrali kurdurtacak ve bu sayede bütün TKGM birimleri birbirlerini ücretsiz arayacak ve santrallerin kontrolleri Genel Müdürlükten yapılacaktır” ibaresinin sözleşme metninden çıkartılmasının ilgili firma tarafından uygun görüldüğü belirtilerek sözkonusu ibarenin sözleşme metninden çıkartılmasının sözleşmenin geçerliliğini etkileyip etkilemeyeceği konusunda görüşümüz sorulmaktadır.
Bilindiği gibi ilgi ( b) yazımızla bu konuda ayrıntılı olarak görüşümüz bildirilmiştir.
İlgi (a) İnceleme Raporunda, ileride yargıya intikal etmesi halinde Kurumumuzu sıkıntıya sokacağı belirtilen sözleşmenin yukarıda bahsedilen bölümünün, ilgili firmanın sözleşme metninden çıkarılmasını kabul etmesi üzerine, bu ibarenin sözleşme metninden çıkarılmasının sözleşmenin diğer maddelerini etkilemeyeceği düşünülmektedir.
Bilgilerini rica ederim.
Ali Ramazan ACAR
I. Hukuk Müşaviri
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Sayı : B.09.1.TKG.061-647-03-01-07-902/ / /2007
Konu : Atama
TEFTİŞ KURULU BAŞKANLIĞINA
İlgi: 29/08/2007 tarihli ve 4084 sayılı yazınız.
I.Hakkında hukuki görüş sorulan mesele: İlgi yazı ve eklerinin incelenmesinden; Türkiye Halk Bankası İzmir Bölge Koordinatörlüğünde görev yapmakta olan ………………… 4046 sayılı Kanun uyarınca İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü emrine Araştırmacı olarak atandığı, adı geçenin bu atama işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Türkiye Halk Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı aleyhine açtığı davada İzmir 3. İdare Mahkemesince verilen 03/05/2007 tarihli ve E.2006/1976 sayılı kararla yürütmenin durdurulmasına karar verildiği, bilahare Devlet Personel Başkanlığınca Hüseyin Ölmez’in İdaremize Müfettiş (Ö) olarak atanmasının teklif edilmesi üzerine İdaremizin 08/08/2007 tarihli ve 27271 sayılı yazısında, …………………. 5620 sayılı Kanunda ifade edilen süre şartını taşımamasının atamasına engel olduğu hususunun Devlet Personel Başkanlığına bildirildiği, ancak anılan Kurumdan cevaben alınan 09/08/2007 tarihli ve 14700 sayılı yazıda, söz konusu atama işleminin 5620 sayılı Kanunla bir ilgisinin bulunmadığı ve mahkeme kararı gereği tesis edilen bir işlem olduğu ifade edilerek gereğinin yapılmasının istenmesi üzerine, Başkanlığınızın ilgi yazısı ile, teklif konusu edilen atama işleminin yapılmasında gerek mahkeme kararının konu ve mahiyeti itibariyle ve gerekse 5620 sayılı Kanun hükmü karşısında tereddüt oluştuğundan, konunun hukuki yönden değerlendirilerek görüşümüzün bildirilmesi istenmiştir.
II. 26/12/2005 tarihli ve 2005/1614 sayılı genelgeye göre yapılan inceleme ve neticesi: 26/12/2005 tarihli ve 2005/1614 sayılı genelgemiz hükümlerine göre hukuki açıdan tereddüde düşülen veya anlaşılamayan hususun ne olduğu belirtilmiş olmakla birlikte konuya ilişkin Başkanlık görüşünün bildirilmediği gözlenmiştir.
III. Konuyla ilgili anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik ve diğer mevzuat hükümleri ile yargı kararları: Bilindiği üzere, Anayasanın 138/4. maddesi, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükmünü taşımaktadır.
2577 sayılı İYUK’un 28/1 maddesi, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” hükmündedir.
Diğer taraftan, 4046 sayılı Kanunun 22/2. maddesi, “Nakle tabi personelin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre kazanılmış hak aylık derecesinden aşağı olmamak kaydıyla, 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında bulunan kamu kurum ve kuruluşlarının boş kadrolarından Devlet Personel Başkanlığınca tespit edilen kadroya, anılan Başkanlık tarafından kırkbeş gün içerisinde ataması teklif edilir. 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamı dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarının (özelleştirme kapsamındaki kuruluşlar hariç) mevcut boş kadro veya pozisyonlarına da ihtiyaçlar doğrultusunda atama teklifi yapılabilir. Bu
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
personelden 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (1) sayılı cetveldeki kadrolarda istihdam edilmekte olanlar ile burada sayılan unvanlarla çalışan diğer statülerdeki personelin atama teklifleri Araştırmacı unvanlı kadrolara yapılır. Ancak (1) sayılı cetvelde yer alan, mesleğe özel yarışma sınavı ile giren ve belirli süreli meslek içi eğitimden sonra özel bir yeterlik sınavı sonucunda göreve alınanların atama teklifleri, söz konusu görev unvanına uygun kadrolara yapılır. Devlet Personel Başkanlığı tarafından gönderilen atama teklif yazısının atamayı yapacak kamu kurum ve kuruluşuna intikalinden itibaren otuz gün içerisinde bu kurum ve kuruluş tarafından atama işlemlerinin yapılması zorunludur. Naklen atanan personel hakkında geçici 9 uncu madde hükümleri dikkate alınır.” hükmünü taşımaktadır.
5620 sayılı Kanunun geçici 3. maddesi ise, “Mesleğe özel yarışma sınavı ile giren ve belirli süreli meslek içi eğitimden sonra özel bir yeterlik sınavı sonucu müfettişliğe atanarak 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname eki (1) sayılı cetvelde yer alan müfettiş veya başmüfettiş unvanlı kadrolarda görev yapan veya yapmış olanlardan, 4046 sayılı Kanun hükümleri uyarınca yapılan nakil işlemleri sebebiyle 21/7/2005 tarihinden önce söz konusu kadrolara atanmamış ve halen nakledildikleri kadrolarda çalışanlar, istekleri halinde, 30 gün içinde çalışmakta oldukları kurum aracılığıyla 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesi uyarınca müfettiş kadrolarına atanmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu şekilde yeni bir kadroya atananlardan, haklarında şahsa bağlı hak ve/veya fark tazminatı uygulaması devam eden personelin 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin altıncı fıkrasındaki hakları devam eder. Ancak, bu madde uyarınca yapılan atamalar ilgililerin şahsa bağlı haklarının ve fark tazminatının tespitine esas önceki kadro ve pozisyonlarının ücretlerinin artırılması veya şahsa bağlı haktan yararlanma süresinin yeniden başlaması sonucunu doğurmaz.” hükmünü amirdir.
IV-Değerlendirme: Soru konusu edilen olayda, Hüseyin Ölmez’in 4046 sayılı Kanun uyarınca İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü emrine Araştırmacı olarak atanmasına dair işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Türkiye Halk Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı aleyhine açtığı davada İzmir 3. İdare Mahkemesince verilen 03/05/2007 tarihli ve E.2006/1976 sayılı yürütmeyi durdurma kararı üzerine İdaremize Müfettiş (Ö) olarak atanmasının yönündeki Devlet Personel Başkanlığı teklifinin 5620 sayılı Kanunun geçici 3. maddesi karşısında hukuka uygun olup olmadığı hususunda tereddüde düşüldüğü anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, İdare Hukukunda iptal kararlarının, dava konusu işlemi ortadan kaldırarak işlemden önceki durumu geriye getiren kararlar olduğu kabul edilmektedir. Bu kararlar uygulanırken kararların gerekçeleri dikkate alınarak İdareler en geç 30 içinde işlem tesis etmek zorundadır. Aynı hususlar yürütmenin durdurulması kararları içinde geçerlidir.
Olayda, Hüseyin Ölmez tarafından açılan davada verilen yürütmeyi durdurma kararının gerekçesi incelendiğinde, adı geçenin kariyerinde özel yarışma sınavı sonucu ile girilen müfettişlik görevinin bulunduğu dikkate alınarak, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesine aykırı olarak Araştırmacı olarak atanmasının hukuka aykırı bulunduğu görülmektedir. 2/3
Bu nedenle, söz konusu davada davalı konumunda bulunan Devlet Personel Başkanlığının Anayasanın 138/4 ve 2577 sayılı İYUK’un 28/1 maddeleri uyarınca adı geçenin Müfettiş unvanlı bir kadroya atanmasını teklif etmesi zorunludur.
5620 sayılı Kanunla getirilen düzenlemede ise, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname eki (1) sayılı cetvelde yer alan müfettiş veya başmüfettiş unvanlı kadrolarda görev yapan veya yapmış olanlardan, 4046 sayılı Kanun hükümleri uyarınca yapılan nakil işlemleri sebebiyle 21/7/2005 tarihinden önce söz konusu kadrolara atanmamış ve halen nakledildikleri kadrolarda
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
çalışanların istekleri halinde, 30 gün içinde çalışmakta oldukları kurum aracılığıyla 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesi uyarınca müfettiş kadrolarına atanmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirileceği düzenlenmiş olup, bu düzenleme ile daha önce kariyer mesleklerde görev yapmış veya yapmakta iken, farklı kadrolara atanmış olanlardan yeniden kariyer mesleklere atanmak isteyenlere belli sürelerle çalıştıkları kurumlara başvurma olanağı getirilmiş olup, bu yasa hükmünün soru konusu edilen olayla bir ilgisi bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesinin 2. fıkrasında yer alan Devlet Personel Başkanlığı tarafından gönderilen atama teklif yazısının atamayı yapacak kamu kurum ve kuruluşuna intikalinden itibaren otuz gün içerisinde bu kurum ve kuruluş tarafından atama işlemlerinin yapılması zorunludur hükmü karşısında, İdaremizin Devlet Personel Başkanlığınca yapılan atama teklifi doğrultusunda işlem yapmak zorunda olduğu sonucuna varılmaktadır.
V-Sonuç ve görüş özeti: Yukarıda yapılan açıklamalar ve mevzuat hükümleri doğrultusunda, Hüseyin Ölmez’in Devlet Personel Başkanlığı teklifi doğrultusunda atanması gerektiği düşünülmektedir.
Bilgilerini rica ederim.
Ali Ramazan ACAR
I.Hukuk Müşaviri
YABANCI İŞLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Sayı :B.09.1TKG061-647-03-01-07-104 2007
Konu : 1135 sayılı Kanun
YABANCI İŞLER DAİRESİ BAŞKANLIĞINA
İlgi : 07/01/2007 tarihli ve 12 sayılı yazınız.
I- Hakkında hukuki görüş sorulan mesele: Başkanlığınızın ilgi yazısında (özetle); "Yugoslav Fedaratif Halk Cumhuriyeti tarafından, millileştirilen Türk emlakine toplu miktarda bir bedel ödendiği, 1135 sayılı Kanun gereğince hak sahipliğinin tespiti ve –tazminat- dağıtımının Maliye Bakanlığı Takdir ve Tevzi Komisyonu Başkanlığı’na verildiği ve İdaremizin de sözkonusu komisyonun üyesi olduğu” ifade edildikten sonra, aynı ilgi yazıda, “1135 sayılı Kanun’un 11.maddesine göre hak sahibi olanlara tazminatın %80’inin avans (ön ödemeli) olarak ödeme yapıldığı, %20’sinin bankada nemalandırıldığı, ancak, bazı hak sahiplerinin çeşitli nedenlerle avans (ön ödeme) olarak belirlenen hakkının %80’ini almadığı, bu meblağın %20’lerle birlikte nemalandığı ve nemalanmış tutarın belirlenen hak sahiplerine dağıtımı aşamasında komisyon üyeleri arasında farklı görüşlerin ortaya çıktığı, tevziinin ne şekilde yapılacağı konusunda -mevzuatta- açık bir hüküm bulunmadığı”, belirtilerek, Müşavirliğimiz görüşlerinin istenildiği anlaşılmakla gerekli inceleme yapılmıştır.
II- Görüş istenen birimin 26/12/2005 tarihli ve 2005/1614 sayıı Genelge hükümlerine göre yaptığı inceleme ve neticesi: Başkanlığınızın ilgi yazısında, “…1135 sayılı Kanun’un 11. maddesine göre hakkı tespit edilenlere hakkının %80’i avans (ön ödemeli) olarak ödeme yapılmış, %20’si bankada nemalandırılmıştır. Ancak, bazı vatandaşlar çeşitli nedenlerle avans (ön ödeme) olarak belirlenen hakkının %80’ini alamamıştır. Bu meblağ %20’lerle birlikte nemalandırılmıştır.
Belirlenen süre içerisinde hak sahipliği kesinleşmiş olması nedeniyle, nemalanmış tutarın belirlenen hak sahiplerine dağıtımı aşamasında komisyon üyeliri arasında farklı görüşler ileri sürülmüştür.
%80 avans (ön ödeme) tutarını alamayanlara avansın, nemalanmadan tahakkuk ettiği tarihteki miktar olarak ödenmesi, bu paranın bloke edilmeyip, toplu parayla nemalandırılmış olması hakkaniyet ilkesine aykırı olduğu, ….
Ancak, takdir komisyonu, ilişikte gönderilen 1135 sayılı Kanun ve yönetmelikte belirlenen görev ve yetkiye haizdir. Kanunla takdire fevkalede yetki verilmiş iken, tevzide açık bir hüküm bulunmamakta, 10. maddesinde, ödememin şekli, usulleri yönetmelikte belirtilir denilmekte iken, yönetmelikte tevzi hakkında şekil ve usule değinilmemiştir
Bu itibarla, tevzinin ne şekilde yapılacağı konusunda açık bir ifade bulunmadığından, yönetmeliğin tadil edilmesinin yerinde olacağı düşünülmekte …” olduğu ifade edilerek Müşavirliğimizden görüş sorulması üzerine; keyfiyet hukukî yönden incelenmiştir.
III- Konuyla ilgili mevzuat hükümleri ve yargı kararları: Bilindiği üzere; 1135 sayılı Türk Vatandaşlarına Ait Olup Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyetince Millileştirilmiş Bulunan Mal Hak ve Menfaatlerin Tasfiyesi Hakkında Kanun’un “Tazminat olarak dağıtılacak para” başlıklı 8. maddesinin birinci fıkrası, “Hak sahiplerine dağıtılacak para 7050 sayılı Kanunla tasdik olunan Tazminat Anlaşmasına göre, Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyetinin vermeyi yükümlendiği 3.750.000 Birleşik Amerikan Dolarının tutarı olan ve iki millî bankaya yatırılmış olan Türk Parası ile bunun faiz ve sair gelirlerinin toplamıdır.” hükmü, “Tazminatın ödeme şekli” başlıklı 10. maddesi, “Takdir ve Tevzi Komisyonunca, hak sahiplerinin tamamı tespit ve 9 uncu madde gereğince alacakları tazminat ve tutarları bulunduktan sonra ödemeye başlanır.
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Bulunacak kıymetlerin toplamı 8 inci maddede belirtilen tazminattan fazla olduğu takdirde bu alacaklardan belirli oranda indirme yapılır.
Ödenecek tazminat miktarı Takdir ve Tevzi Komisyonu tarafından karara bağlandıktan sonra, tespit olunun tazminat hak sahibi veya ilgilisine ödenir. Ödemenin şekli usulleri yönetmelikte belirtilir.” hükmü, “Önceden ödeme” başlıklı 11. maddesi, “4 üncü maddenin (b) fıkrasında yazılı Yugoslav resmî makamlarından verilmiş ve usulüne göre onanmış belge ve kararların asıl ve örnekleri ile aynı maddenin (a) ve ( c ) fıkralarında yazılı belgeler tamamlandığı takdirde, Komisyonca hak sahibi olduğu saptananlara 9 uncu madde hükümlerine göre gerek kesin ve gerek geçici olarak saptanacak tazminat alacaklarının,
a) 50.000 Türk Lirasını geçmeyen kısmının tamamı,
b) 50.000 Türk Lirasını geçenlerin % 80'i, 10 uncu maddedeki esaslara bakılmaksızın ön ödeme olarak ödenir.” hükmü yer almaktadır.
IV- Değerlendirme: Görüşe konu mevcut dosyanın tetkik edilmesinden;
- Yugoslav Fedaratif Halk Cumhuriyeti tarafından, millileştirilen Türk emlakine karşılık olarak toplu miktarda 3.750.000 Amerikan Doları’nın (37.500.000-TL) Türkiye Cumhuriyeti’ne ödendiği,
-1135 sayılı Kanun gereğince hak sahipliğinin tespiti ve –tazminat- dağıtımının Maliye Bakanlığı Takdir ve Tevzi Komisyonu Başkanlığı’na verildiği ve Kanun’un 11.maddesine göre hak sahibi olanlara ödenecek tazminatın; 50.000- Türk Lirasını geçmeyen kısmın tamamının ödeneceği, 50.000-Türk Lirasını geçenlerin ise ancak, %80’inin ön ödeme olarak ödeneceğinin hüküm altına alındığı,
-Hak sahiplerinin %20 oranındaki bakiye tazminat alacaklarının ise bankada nemalandırıldığı,
-Hak sahiplerinden bazılarının ön ödemelerini zamanında aldığı, bazılarının geç aldığı bazılarının ise ön ödemelerini almadığı, ön ödemelerini geç alan veya hiç alamayan hak sahiplerinin ön ödeme tutarlarının da T.C Ziraat Bankası Maliye Bürosu’nda bulunan vadeli hesapta nemalandırıldığı,
Ancak, Takdir ve Tevzi Komisyonu’nun tevzie ilişkin görevi hususunda mevzuatta herhangi bir düzenlememin olmaması yanında nemalanmış tazminatın belirlenen hak sahiplerine dağıtımı aşamasında ana para ile birlikte faizin de ödenip ödenmeyeceği hususunda komisyon üyeleri arasında farklı görüşlerin ortaya çıktığı,
hususları tespit edilmiş olup, görüşe konu olayda,
1-Takdir ve Tevzi Komisyonu’nun tevzie ilişkin görevi hususunda yasal bir boşluk bulunması sebebiyle Komisyonun tevzie ilişkin görevi hususunda nasıl bir düzenlemenin yapılacağı,
2-Hak sahiplerine anapara ile birlikte faizin ödenip ödenemeyeceği,
hususları sorulmaktadır.
Mevcut dosya münderecatı -yukarıda ifade edilen mevzuat hükümleri ile- birlikte değerlendirildiğinde;
1) Takdir ve Tevzi Komisyonu üyeleri arasında faiz ödemesi konusundaki görüş ayrılığının esasını, “faiz konusunda 1135 sayılı Kanun ve ilgili yönetmeliklerde herhangi bir düzenlemenin olmadığı” oluşturmakta ise de; 1135 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasında, hak sahiplerine dağıtılacak tazminatın nelerden oluştuğu hüküm altına alınması yanında “faiz” de hak sahiplerine dağıtılacak tazminatın bir parçası olarak tarif edilmiştir. Kaldı ki, 8. maddenin birinci fıkrası, tazminatı “faiz ve sair gelirlerinin toplamıdır” şeklinde hüküm altına alması da göstermektedir ki, kanun koyucu faiz dışında tazminata eklenecek bir geliri de “sair gelirler” ifadesi ile hüküm fıkrasına eklenerek hak sahiplerinin herhangi bir hak kaybının önlenmesi amaçlanmıştır.
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
1135 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasında, hak sahiplerine dağıtılacak tazminat toplamının “faiz ve sair gelirlerinin toplamıdır” hüküm kurulması ile birlikte doktrinde faiz kavramının, belli bir miktar parayı belli bir süre kullanmaktan mahrum kalmanın karşılığı olarak tanımlanmasına karşılık İdaremizin de üyesi bulunduğu Maliye Bakanlığı Takdir ve Tevzi Komisyonu’nun tereddüde düştüğü hususa bir anlam verilememiştir.
Ayrıca, Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyetince hak sahiplerine ödenmek üzere Devletimize ödenen paraya hak sahiplerinin hissesi oranında malik olması ve sözkonusu paranın bankada nemalandırılması sebebiyle hak sahiplerine yapılacak ödemelerde, anapara yanında faizi ile birlikte -hatta başka tazminata eklenen başka gelir kalemleri varsa- ödenmesi hakkaniyet gereği olduğu gibi hukuki ihtilafların da önlenmesine yardımcı olacağı düşünülmektedir.
2) Takdir ve Tevzi Komisyonu tarafından, Komisyon’un takdire ilişkin görevleri hususunda mevzuatta hüküm bulunmasına rağmen Komisyon’un tevzie ilişkin görevi hususunda kanun veya yönetmelikte herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı ve bu konuda tereddüde düşüldüğü ifade edilmiş ise de; 1135 sayılı Kanun’da Takdir ve Tevzii Komisyonu’nun görevleri tek tek sayılarak değilde -dolaylı olarak- “Tazminatın ödeme şekli” başlıklı 10. maddesinde hüküm altına alınmıştır. 10. maddenin birinci fıkrasında, “Takdir ve Tevzi Komisyonunca, hak sahiplerinin tamamı tespit ve 9 uncu madde gereğince alacakları tazminat ve tutarları bulunduktan sonra ödemeye başlanır.” hükmü, aynı maddenin üçüncü fıkrasında, “Ödenecek tazminat miktarı Takdir ve Tevzi Komisyonu tarafından karara bağlandıktan sonra, tespit olunan tazminat hak sahibi veya ilgilisine ödenir.” hükmü de göstermektedir ki, takdir ve tevzi görevi farklı komisyonlara değil -ismi takdir ve tevzi kavramlarının bir araya getirilmesi ile oluşturulan- tek bir komisyonda birleştirilmiştir. Ayrıca, 1969 tarihinden bu yana değişik tarihlerde Takdir ve Tevzi Komisyonu’nun yaptığı ödemeler de göz önüne alındığında, bu konuda herhangi bir ihtilafın bulunmadığı açıkça görülmektedir.
Diğer taraftan, Türk Vatandaşlarına Ait Olup Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyetince Millileştirilmiş Bulunan Mal, Hak ve Menfaatlerin Tasfiyesi Hakkındaki 1135 sayılı Kanun’un 1988 sayılı Kanunla Değişik 5 inci ve Aynı Kanunun 6 ve 10 uncu Maddeleri İle İlgili Yönetmelik’in 1135 sayılı Kanun’un 5., 6. ve 10. maddelerini açıklayan bir yönetmelik olması da göstermektedir ki, Kanun’un 10. maddesi, Takdir ve Tevzi Komisyonunun görevlerini hüküm altına alan bir maddedir.
V. Sonuç ve görüş özeti: Yukarıda açıklanan maddî ve hukukî sebepler karşısında; hakkında mütalâa sorulan hâdisede; Takdir ve Tevzi Komisyonu’nun takdir görevi yanında tevzi görevinin de bulunduğu ve hak sahiplerine yapılacak ödemelerde, ön ödemelerini geç alan veya ön ödemelerini hiç almayanlara ödeme yapılacağı zaman nemalanmış miktar üzerinden ödemenin yapılmasının gerektiği düşünülmektedir.
Bilgilerini rica ederim.
Ali Ramazan ACAR
I. Hukuk Müşaviri
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Sayı : B.09.1.TKG.061-647-03-01-07-608/ …/07/2007
Konu : Alman uyruklunun zilyetlikle taşınmaz
mal iktisabı.
YABANCI İŞLER DAİRESİ BAŞKANLIĞINA
İlgi: 12/06/2007 tarihli ve 1132 sayılı yazınız.
I. Hakkında hukuki görüş sorulan mesele: İlgi yazınız ve eklerinden; Mersin ili, Mut ilçesi, Narlıdere köyünde sürdürülen kadastro çalışmaları sırasında tapu ve vergi kaydı bulunmayan bir taşınmazın yaklaşık 20 yıl önce Alman uyruklu Hort Ludwig Bode tarafından satın alındığı ve üzerine bu kişi tarafından ev yaptırıldığı muhtar, bilirkişi ve satıcının beyanlarından anlaşılmakla, zilyetliğe dayalı olarak Alman uyruklu Hort Ludwig Bode adına kadastro tespiti yapılıp yapılmayacağına ilişkin Müşavirliğimiz görüşünün bildirilmesinin istenildiği anlaşılmaktadır.
II. Başkanlığınızın 26/12/2005 tarihli ve 2005/1614 sayılı Genelge hükümlerine göre yaptığı inceleme ve neticesi: Konuya ilişkin Başkanlığınız görüşünün; 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35.maddesi hükmünde yabancılara zilyetlik veya harici satış yoluyla taşınmaz edinim hakkı tanınmadığı, dolayısı ile zilyetliğe dayanılarak Alman uyruklu şahıs adına kadastro tespiti yapılmasının yabancılık yönünden mümkün olmadığı, tespitin kimin adına yapılacağının ise kadastro müdürlüğünce değerlendirilmesi gerektiği yönünde olduğu belirtilmiştir.
III. Konuyla ilgili anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik ve diğer mevzuat hükümleri ile yargı kararlarının değerlendirilmesi: 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35.maddesi 4916 ve 5444 sayılı Kanunlar ile değişikliğe uğramış olup, bu değişikliklerden önceki hali şu şekildedir:
“Tahdidi mutazammın kanuni hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olmak şartiyle yabancı hakikî şahıslar Türkiye'de gayrimenkul mallara temellük ve tevarüs edebilirler.”
2644 sayılı Kanun’un 35.maddesi önce 03/07/2003 tarihli ve 4916 sayılı Kanun ile değişikliğe uğramış ve “Karşılıklı olmak ve kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla, yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde bu ülkelerin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde taşınmaz edinebilirler. Karşılıklılık ilkesinin uygulanmasında, yabancı devletin taşınmaz ediniminde kendi vatandaşlarına veya yabancı ülkelerde bu ülkelerin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerine tanıdığı hakların, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına veya ticaret şirketlerine de tanınması esastır.
Türkiye Cumhuriyeti ile arasında karşılıklılık olmayan devlet vatandaşlarının kanuni miras yoluyla edindikleri taşınmazlar ile kanuni kısıtlamalara tabi alanlardaki taşınmazlar, intikal işlemleri yapılarak tasfiye edilir ve bedele çevrilir.
Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde bu ülkelerin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin otuz hektardan fazla taşınmaz edinebilmesi Bakanlar Kurulunun iznine tabidir. Kanuni miras yoluyla intikal eden taşınmazlar için bu hüküm uygulanmaz. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin, kanuni miras dışında ölüme bağlı tasarruflar yoluyla otuz hektardan fazla taşınmaz edinebilmesi de Bakanlar Kurulunun iznine bağlıdır. İzin verilmez ise, fazla miktar tasfiye edilerek bedele çevrilir.
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde bu ülkelerin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri lehine, taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tesis edilmesi halinde karşılıklılık şartı aranmaz.
Kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından, bu maddenin uygulanmayacağı yerleri belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.” şeklini almıştır. 4916 sayılı Kanun ile aynı zamanda yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde taşınmaz mal edinmesini yasaklayan 442 sayılı Köy Kanunu’nun 87.maddesi de yürürlükten kaldırılmıştır. 442 sayılı Kanunun 87.maddesinin 4916 sayılı Kanun ile kaldırılmasından sonra, 2644 sayılı Kanun dışında, kanuni sınırlama olarak yabancıların askeri yasak bölge ve güvenlik bölgelerinde taşınmaz mal edinemeyeceklerini öngören 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu kalmıştır.
4916 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesi’nin 14/03/2005 tarih, E.2003/70, K.2005/14 sayılı kararı ile iptal edilmesi üzerine, 35.madde 29/12/2005 tarihli ve 5444 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenmiş halen geçerli olan aşağıdaki şeklini almıştır.
“Yabancı uyruklu gerçek kişiler, karşılıklı olmak ve kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla, Türkiye'de işyeri veya mesken olarak kullanmak üzere, uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde bu amaçlarla ayrılıp tescil edilen taşınmazları edinebilirler. Sınırlı ayni hak tesis edilmesinde de aynı koşullar aranır. Yabancı uyruklu bir gerçek kişinin ülke genelinde edinebileceği taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı ayni hakların toplam yüzölçümü iki buçuk hektarı geçemez. Bu fıkrada belirtilen koşullarla, yüzölçümü miktarını otuz hektara kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazlar üzerinde sınırlı ayni hak edinebilirler.
Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri lehine Türkiye'de taşınmaz rehni tesisinde birinci ve ikinci fıkralarda yer alan kayıt ve sınırlamalar aranmaz.
Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri dışındakiler Türkiye'de taşınmaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez.
Türkiye Cumhuriyeti ile arasında karşılıklılık olan devlet vatandaşlarının kanuni miras yoluyla intikal eden taşınmazları için birinci fıkrada belirtilen kayıt ve sınırlamalar uygulanmaz. Ölüme bağlı tasarruflarda yukarıdaki fıkralarda belirtilen kayıt ve sınırlamalar uygulanır. Türkiye Cumhuriyeti ile arasında karşılıklılık olmayan devlet vatandaşlarının kanuni miras yoluyla edindikleri taşınmaz ve sınırlı ayni hakların intikal işlemleri yapılarak tasfiye edilir.
Karşılıklılığın tespitinde hukuki ve fiili durum esas alınır. Bu ilkenin kişilere toprak mülkiyeti hakkının tanınmadığı, ülke uyruklarına uygulanmasında, yabancı devletin taşınmaz ediniminde kendi vatandaşlarına tanıdığı hakların, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına da tanınması esastır.
Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin; sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlar, özel koruma alanları ile flora ve fauna
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
özelliği nedeniyle korunması gereken hassas alanlarda ve stratejik yerlerde kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinemeyecekleri alanları, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının tescile esas koordinatlı harita ve planları içeren teklifi üzerine belirlemeye ve yabancı uyruklu gerçek kişilerin il bazında edinebilecekleri taşınmazların, illere ve il yüzölçümüne göre binde beşi geçmemek üzere oranını tespite Bakanlar Kurulu yetkilidir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlık bünyesinde ilgili idare temsilcilerinden oluşan komisyon tarafından, bu madde uyarınca Bakanlar Kuruluna verilen yetkiler dahilinde çalışmalar yapılmak suretiyle kamu kurum ve kuruluşlarının bu kapsamdaki teklifleri incelenip değerlendirilerek Bakanlar Kuruluna sunulur.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra belirlenecek askeri yasak bölgeler, askeri ve özel güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri Milli Savunma Bakanlığınca geciktirilmeksizin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlığa verilir.”
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen bölgeler içerisinde kalması nedeniyle kamulaştırılması gereken ya da tapu sicilinde şerh verilmesine gerek duyulan parsellere ilişkin bildirimler ilgili idarelerince tapu sicil müdürlüklerine yapılır.
Bu madde hükümlerine aykırı edinilen veya kanuni zorunluluk dışında edinim amacına aykırı kullanıldığı tespit edilen taşınmazlar ile sınırlı ayni haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek süre içerisinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir.”
En son düzenlemeye göre, yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de taşınmaz mal edinmeleri;
-
Karşılıklı olmak,
-
Kanuni sınırlamalara uymak,
-
İşyeri veya mesken olarak kullanmak,
-
Uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde, işyeri ve mesken olarak kullanım amacıyla ayrılıp tescil edilmiş olmak,
-
Ülke genelinde toplam 2,5 hektarı geçmemek,
-
İl yüzölçümüne göre Bakanlar Kurulunca belirlenen oranı geçmemek,
şartlarına bağlanmıştır. Düzenleme ile yabancıların mülk edinimi karşılıklılık, coğrafi konum, kullanım amacı ve miktar açısından sınırlandırılmıştır.
5444 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrası 35.maddenin 7.fıkrasıyla, Bakanlar Kurulu’na, yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin; sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlar, özel koruma alanları ile flora ve fauna özelliği nedeniyle korunması gereken hassas alanlarda ve stratejik yerlerde kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinemeyecekleri alanları belirleme yetkisi verilmiştir.
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Şu durumda, yabancı gerçek kişiler karşılıklılık şartını sağlasa bile;
-
Askeri yasak bölge ve güvenlik bölgelerinde taşınmaz mal edinemeyeceklerdir.
-
Uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde işyeri veya mesken amacı dışında bir amaca tahsis edilen taşınmazları edinemeyeceklerdir.
-
İmar planı içinde işyeri veya mesken olarak tahsis edilmiş bir taşınmazı işyeri veya mesken dışında bir amaçla kullanmak üzere edinemeyeceklerdir. (Örneğin, bir işyerini kilise olarak ya da bir meskeni bir vakfın merkezi olarak kullanmak üzere edinemeyeceklerdir.)
-
Bakanlar Kurulu’nca kamu yararı ve Ülke güvenliği açısından yabancıların taşınmaz mal edinmelerinin yasaklandığı bölgelerde taşınmaz mal edinemeyeceklerdir.
-
İl bazında, il yüzölçümünün binde 5’inden, Bakanlar Kurulunca aksi kararlaştırılmamışsa Türkiye genelinde toplam 2,5 hektardan fazla taşınmaz mal edinemeyeceklerdir.
Hukuk sistemimizde gayrimenkul iktisap şekilleri üç başlık altında toplanabilir:
-
Satış, trampa, hibe, ölünceye kadar bakma akdi v.b. gibi mülkiyeti nakledici sözleşmeler yoluyla,
-
Miras yoluyla,
-
Zamanaşımıyla, diğer bir ifadeyle zilyetlikle.
35.maddenin ilk halinde ve değişikliklerinde, “gayrimenkul mallara temellük edebilirler.”, “taşınmaz edinebilirler” ifadeleri kullanılmış, edinim şekli sınırlandırılmamıştır. Yani, edinimin sözleşme yoluyla mı, miras yoluyla mı ya da zilyetlik yoluyla mı olacağı belirtilmemiştir. Dolayısı ile, kanunun lafzından edinim şekliyle ilgili bir sınırlama getirilmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda, yukarıda maddeler halinde sıralanan yabancıların taşınmaz mal edinim koşullarının tüm iktisap şekillerini kapsadığı kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, karşılıklılık şartını sağlayan yabancı gerçek kişi, kanunda belirtilen coğrafi konum, miktar ve kullanım amacı sınırlamalarına uyarak zilyetlik yoluyla Türkiye’de taşınmaz mal edinebilecektir.
Nitekim, Batı Almanya ile Ülkemiz arasında zilyetlik yoluyla taşınmaz mal edinimi konusunda karşılıklılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden ilk derece mahkemesinin kararı, Yargıtay 8.Hukuk Dairesi’nin 21/10/1986 tarih, E.1986/9681, K.1986/10741 sayılı kararı ile “…gayrimenkul iktisabında Almanya ( Federal Almanya ) ile aramızda anlaşmaya dayanan karşılıklılık vardır. ( Karşılıklılık ) mütekabiliyet için iki Devlet arasında mutlaka bir sözleşme bulunması da şart değildir. Karşılıklılık bazen fiili şekilde de olabilir. Anlaşma olmamasına rağmen bir Devlet diğer Devletin vatandaşlarına kendi ülkesinde taşınmaz edinme imkânı veriyor ve bunu fiilen gerçekleştiriyorsa mütekabiliyet var demektir…
…
Bu madde Türkiye'de bulunan bir taşınmazın zilyetlik ve zamanaşımı yolu ile hangi koşullar altında kazanılabileceğini göstermektedir.
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Mütekabiliyet şartına uygun olarak, bir Türk Vatandaşı Almanya'da akdi şekilde, ya da zamanaşımı yolu ile taşınmaz edinebilmektedir. Olağanüstü zamanaşımı yolu ile kazanma koşulları her iki ülkenin mevzuatına göre değişik olsa bile, bu durum karşılıklılık ilkesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.” gerekçesiyle bozulmuştur.
Bozma kararına uymayarak önceki kararında direnen mahkemenin kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10/04/1989 tarih, E.1988/8-556, K.1989/69 sayılı kararı ile “Batı Alman uyruklu olan davacı zamanaşımı yoluyla Türkiye'de taşınmaz edinebilir. Bu hususta her iki ülke arasında mütekabiliyet vardır. Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen özel daire bozma kararına bu nedenle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.” denilmek suretiyle tekrar bozulmuştur.
Bu durumda, soru konusu edilen olayda, Almanya ile Ülkemiz arasında zilyetlik yoluyla taşınmaz mal edinimi konusunda karşılıklılığın bulunup bulunmadığının Dışişleri Bakanlığı’ndan sorularak alınacak cevaba göre hareket edilmesi gerekmektedir. Burada, karşılıklılığın hukuki durum yanında fiili durumu da yansıtması, yani hukuki düzenlemelerde var olan hakkın fiilen de Türk vatandaşları tarafından kullanılabilmesine dikkat edilmelidir. Zira, Yargıtay pek çok kararında karşılıklılığın kanuni ve fiili olması gerektiğine hükmetmiş(Bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10/02/1993 tarih, E.1992/2-717, K.1993/39 sayılı kararı, Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin 11/02/1992 tarih, E.1992/1217, K.1992/1514 sayılı kararı.), bu görüş 5444 sayılı Kanun’un açık hükmüne de yansımıştır.
Şayet, Almanya ile Ülkemiz arasında zilyetlik yoluyla taşınmaz mal edinimi konusunda karşılıklılığın bulunduğu sonucuna ulaşılırsa, ikinci adımda zilyetlik şartlarının oluşup, oluşmadığı irdelenmeli, sonra da 2565 sayılı Kanun’da ve 35.maddede yer alan coğrafi konum, kullanım amacı ve miktar sınırlamalarına bakılmalıdır.
Karşılıklılık ve zilyetlik şartları sağlandığı, ancak taşınmaz imar planı içinde kalmadığı, kullanım amacı kanunda belirtilenin dışında olduğu veya kanunda belirtilen miktar sınırı aşıldığı takdirde önümüze iki seçenek çıkmaktadır.
1) Bunlardan biri, 35.maddede belirtilen konum, kullanım amacı veya miktara ilişkin şartların sağlanmadığı gerekçesiyle Alman uyruklu adına tespit yapmamaktır. Bu durumda, 20 yıldır adı geçen tarafından kullanılan taşınmazın kimin adına tespit edileceği gündeme gelecektir. İzlenecek yollardan biri Maliye Hazinesi adına tespit yapmaktır ki, bu yolda Alman uyruklunun zilyetliği göz ardı edilmektedir. Aynı zamanda, Alman uyruklunun bu taşınmaz için ödediği parayı kimin tazmin edeceği sorusu da gündeme gelecektir. “Zarar Maliye Hazinesi tarafından ödensin, sonra da Türk vatandaşına rücu edilsin.” denilebilirse de, geçen 20 yıl boyunca paranın değer kaybı, önceki maliklerin ölmüş olma ihtimali, mirasçılarına ulaşmanın güçlüğü, dava zamanaşımı v.b. gibi sebeplerle bu çözüm pratikte uygulanma kabiliyeti az bir çözüm olacaktır.
Diğer yol, tapu ve vergi kaydı olmayan bu araziyi önceden kullanan Türk vatandaşı için zilyetlikle kazanım şartları oluşmuşsa, Türk vatandaşı adına tespit yapmaktır. Bu durumda, Türk vatandaşına taşınmaz üzerinden haksız bir kazanç elde etme imkanı sağlanmış olacaktır. Her ne kadar, Alman uyruklunun ödediği parayı satıcıdan dava yoluyla talep edebileceği düşünülse de, birinci yolda belirtilen nedenlerle bu çözümü uygulamak da zor olacaktır.
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
2) İkinci seçenek Alman uyruklu adına tespiti yapıp, kadastronun kesinleşmesinden sonra taşınmazın tapu siciline tescilini müteakip, Tapu Sicil Müdürlüğü’nce ilgili Malmüdürlüğü’ne Alman uyruklu adına kayıtlı söz konusu taşınmazın yabancıların taşınmaz edinimine izin verilen bölge dışında kaldığı ya da izin verilen miktarın aşıldığı veya edinimin kanunda belirtilen kullanım amacına uygun olmadığı gerekçeleriyle tasfiyesi istenilecektir. Tasfiyeyi yapan Malmüdürlüğü taşınmaz malın bedelini Alman uyrukluya ödeyecektir.
İkinci seçenekte ifade edilen çözüm, tapu sicilinin güvenilirliği, pratikte uygulanılabilirlik ve hak kayıplarının en aza indirilmesi açısından birinci seçenekte ifade edilenden daha uygundur. Zira, karşılıklılık şartını sağlayan, zilyetlikle kazanım koşullarını yerine getiren Alman vatandaşına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak “Zilyetliğini tanıyoruz ve bu taşınmaz için ödediğin parayı koruyoruz. Ancak, kanunlarımıza göre bu taşınmazı edinmen mümkün olmadığından, tescilden sonra tasfiye edip bedelini sana ödüyoruz.” demek, “Bu taşınmazı edinmen kanunlar karşısından zaten mümkün değildi. Onun için senin adına tescil edemiyoruz. Zararını Maliye Hazinesi’nden ya da satıcıdan tahsil et.” demekten daha doğru bir yaklaşımdır. Bu çözüm, 35.maddede belirtilen şartlara aykırı edinilen ve kanuni zorunluluk dışında kullanım amacına aykırı kullanıldığı tespit edilen taşınmazların Maliye Bakanlığı’nca verilecek süre içinde malik tarafından tasfiye edilmediği takdirde, Bakanlıkça tasfiye edilip bedelinin hak sahibine ödeneceğini öngören 35.maddenin son fıkrasına da paralel bir çözümdür.
Dışişleri Bakanlığı’ndan alınacak cevapta Alman uyrukluların zilyetlikle taşınmaz mal edinmelerinin mümkün olmadığı bildirildiği takdirde, karşılıklılık olmadan zilyetlikle taşınmaz edinimini hiçbir şekilde mümkün olmayacağından durumun Kadastro Müdürlüğü’nce değerlendirilerek Maliye Hazinesi veya önceki malik adına tespit yapılabileceği değerlendirilmektedir. Bu uygulama karşılıklılık ve zilyetlik şartının sağlandığı, ama diğer şartların sağlanmadığı durumlarda ortaya çıkabileceği yukarıda ifade edilen sakıncaları bertaraf etmemekle birlikte, kanunun açık hükmü ve çeşitli Yargıtay kararları(Bkz. Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin 23/11/2004 tarih, E.2004/13816, K.2004/13771 sayılı kararı) karşısında mütekabiliyet olmadan Alman uyruklu adına tespit ve tescil yapılmasının mümkün olmadığı düşünülmektedir.
IV. Sonuç ve görüş özeti: Mersin ili, Mut ilçesi, Narlıdere köyünde sürdürülen kadastro çalışmaları sırasında tapu ve vergi kaydı bulunmayan bir taşınmazın zilyetliğe dayalı olarak Alman uyruklu Hort Ludwig Bode adına kadastro tespiti yapılabilmesi için, Ülkemiz ile Almanya arasında zilyetlik yoluyla taşınmaz mal edinimi konusunda karşılıklılık olduğunun Dışişleri Bakanlığı’nca bildirilmesinden sonra 2644 sayılı Kanun’un 35.maddesinde sayılan ve yukarıda ayrıntılarıyla ifade edilen şartların sağlandığının tespit edilmesi gerekmektedir.
Karşılıklılık ve zilyetlik şartları sağlanıyor ancak, 35.maddede belirtilen coğrafi konum, kullanım amacı ve miktara ilişkin şartlar sağlanamıyorsa, kadastro tespitinin yine Alman uyruklu adına yapılmasının uygun olacağı, daha sonra taşınmazın tasfiyesi için Malmüdürlüğü’ne bilgi verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu Ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Şayet, karşılıklılık şartı sağlanmıyorsa, diğer edinim koşulları irdelenmeden tespitin Mut Kadastro Müdürlüğü’nün değerlendirmesine göre, Maliye Hazinesi veya önceki zilyet adına yapılabileceği düşünülmektedir.
Bilgilerini rica ederim.
Ali Ramazan ACAR
I.Hukuk Müşaviri
EKLER:
1) Yargıtay 8.Hukuk Dairesi’nin 21/10/1986 tarih,
E.1986/9681, K.1986/10741 sayılı kararı.
2) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10/04/1989 tarih,
E.1988/8-556, K.1989/69 sayılı kararı.
3) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10/02/1993 tarih,
E.1992/2-717, K.1993/39 sayılı kararı.
4) Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin 11/02/1992 tarih,
E.1992/1217, K.1992/1514 sayılı kararı.
5) Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin 23/11/2004, tarih,
E.2004/13816, K.2004/13771 sayılı kararı.
GENEL MÜDÜRLÜK MAKAMI
T.C
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Sayı : B.09.1.TKG.061-647-03-01-07-205/ / /2007 Konu :
GENEL MÜDÜRLÜK MAKAMINA
İlgi: Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 01/03/2007 tarihli ve 993 sayılı yazısı.
İlgi de kayıtlı olan yazı, 02/03/2007 tarihli derkenar talimatla Müşavirliğimize gönderilmiş olup yapılan inceleme neticesinde;
İlgi yazıda, geçici teminatın gelir kaydedilmesi ve yasaklılık kararı verilmesi ile ilgili olarak 4734 sayılı Kanun ve diğer mevzuat uyarınca gerekli işlemlerin tamamlandığı ayrıntısıyla ifade edildiğinden, bu aşamada ilgili şirket vekili tarafından verilen ve geçici teminatın iadesi talebine ilişkin olan 23/02/2007 tarihli dilekçe üzerine İdaremizce idari yönden yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Bilgilerinize arz ederim.
Ali Ramazan ACAR
Ι. Hukuk Müşaviri
T.C.
BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği
Sayı : B.09.1.TKG.061-647-03-01-07-408/ /…./2007
Konu : Veri Paylaşım Sistemi Alımı.
Dostları ilə paylaş: |