İnsan hayatını ilgilendiren işlerde ahit ve sözleşme kaçınılmazdır. İnsanların kendi aralarında ahit ve sözleşmeleri vardır. Aileyi oluşturan ve şehir ve ülkeleri birbirine bağlayan ahit ve sözleşmelerdir. İnsanlar bu söz ve ahitlere güvenip yaşamlarını bu ahitler üzerine kurarlar.
Sözü yerine getirmek ve ahde vefa etmenin fıtri bir kökü vardır. Dolayısıyla her insan fıtri olarak bunu anlar, sözünde durmamayı çirkin sayar. Birisiyle sözleşen, ahitleşen bir kimse, ondan, sözünde durmasını bekler. Sözüne sadık kalan bir toplumun sosyal işleri iyi bir şekilde idare edilir, birbirlerine olan güven ve iyimserlikleri sebebiyle psikolojik bir huzur ve rahatlığa sahip olurlar. Aralarında aşırı derecede kavga ve çekişme olmaz. Asap zaafına ve psikolojik rahatsızlıklara daha az tutulurlar. Mutlu ve mesut olurlar. İnsanlar her ne kadar sözlerinde dursalar bir o kadar huzur ve refah içinde olurlar. Aksine; insanları sözlerinde durmayan bir ülkede doğru-dürüst bir düzen olmaz; insanlar daima kavga ve çekişme halindedirler. Aralarındaki psikolojik rahatsızlıklar, ıstırap ve endişe haddinden fazladır. Birbirlerine karşı güvenleri sarsılmış ve kötümserdirler.
Söz ve ahdine bağlı olan herkes ve her toplum birbirlerinin yanında saygın ve güvenilir olur, ahdine vefa etmeyen insanlar ise birbirlerinin yanında değersiz ve düşüktürler.
Fıtri bir din olan kutlu İslam dini, bu hayati mesele hakkında bir çok tavsiyelerde bulunmuş, ahde vefayı farz ve imanın nişanelerinden saymıştır. Örneğin: Allah Teâla Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Ahitlerinizde durun, şüphe yok ki ahidlerden sorumlusunuz siz."[178]
Başka bir ayette ise şöyle buyurmakta: "Ve onlar öyle kişilerdir ki emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler."[179]
Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Ahdine vefa etmeyenin dini yoktur."[180]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurur: "Allah'a ve ceza (kıyamet) gününe imanı olan ahdine vefa etmelidir."[181]
Hz. Ali (a.s) Malik Eşter'e şöyle buyurmuştur: "Ahdi bozmak Allah'ı ve halkı gazaplandırır."[182]
Hz. Ali (a.s) buyurur ki: "Sözünde duramayacağın bir yerde söz verme ve kefaletine vefa edemeyeceğin yerde kefil olma."[183]
Ahde vefanın ihya edilmesi ve genel bir vazife haline gelmesi için bu beğenilir özelliği çocukların beynine çocuklukta yerleştirmek gerekir. Böylece sözüne sadık kalmayı alışkanlık haline getirmeli ve sözünde durmamayı fıtrat kanununa aykırı bir davranış bilmelidirler. Çocuk anne ve babasına saygı duyar ve onların söz ve hareketlerini taklit eder. Anne ve baba çocuğa örnektirler. Çocuğun beyni çok hassas ve dakiktir. Anne ve babasının davranışlarının dakik bir şekilde fotoğrafını çeker ve ilerdeki yaşamında onlardan yararlanır. Çocuk tabii ve fıtri algısıyla sözünde durmanın gerekliliğini anlar. Anne ve baba bir söz verdiler mi onların sözlerinde durmalarını bekler. Onlar da sözlerinde dururlarsa, çocuk ameli olarak onlardan sözünde durma ve ahdine sadık kalma dersi almış olur ve eğer sözlerinde durmazlarsa onların bu hareketine kızar, anne ve babasını yalancı sayar.
Bir ailede anne ve baba sözlerinde durur, kendisine, evlatlarına ve diğer insanlara karşı sözünde durmazlık etmezlerse, böyle bir ailede yetişen çocuklar da sözünde durmaya alışkanlık kazanırlar. Tam aksine, bir ailede anne ve baba sözlerinde durmazsa ve ahdine sadık kalmamayı çirkin bilmezse, böyle bir ailede yetişen çocuklar da sözlerinde durmazlar. Bana ve annenin ahidlerine vefa etmediklerini gören çocuklar, ahde vefaya önem vermemekle kalmaz ve hatta boş vaadlerde bulunmayı güzel kabul eder, uyanıklık sayarlar.
Anne ve babaların kendileri sözlerinde durmaz, yalan sözlerle çocukları aldatır ve ahidlerine sadık kalmazlarsa doğru olmayan bu hareketleriyle masum çocuklara sözünde durmama dersi vermiş olur ve hareketleriyle onlara, insan kendi çıkarları doğrultusunda söz verip daha sonra sözünden cayabileceğini öğretmiş olurlar. Bu masum çocuklar, anne ve babalarının yüzlerce yalanına ve sözünde durmayışlarına tanık olurlar. Böyle çocuklardan sözlerinde durmaları beklenebilir mi hiç?!
Bazen anne, çocuğu susturmak, acı ilacı yedirmek, doktor ve iğneciye götürmek ve bir işi yaptırmak için bazı vaadlerde bulunur: Sana tatlı, dondurma, şeker, meyve, ayakkabı, oyuncak alırım. Seni misafirliğe götürürüm. Bazen de şöyle tehditler savurur: Falan işi yaparsan döverim, öldürürüm, polise veririm, evden dışarı atarım, bodruma hapsederim, artık seninle konuşmam, sana cep harçlığı vermem, bayram elbisesi almam, misafirliğe götürmem, babana söylerim... Ailelerin günlük yaşamına ve kendi yaşamınıza dikkat edecek olursanız her gün o temiz çocuklara ne kadar vaadler verildiğini ve onların bir çoğuna amel edilmediğini görürsünüz. Anne ve babalar verilen bu yalan vaadlerin, çocukların hassas ruhunda ne kadar kötü etkileri olduğunu ve bu hareketleriyle onlara karşı ne kadar büyük bir cinayet işlediklerini biliyorlar mı hiç?! Çocuk, anne veya babasından duyduğu veya gördüğü çirkin bir hareket karşısında öyle bir etkilenir ki ömrünün sonuna kadar onun etkisinden kurtulamaz.
Bu bilinçsiz anne ve babalar, sözlerinde durmamakla günah işledikleri gibi, bu yalan vaadlerle sözünde durmamayı da çocuklara öğretirler; bunun günahı ise sözünde durmamadan daha büyüktür.
Bu yüzden İslam dini, baba ve annelerin vermiş oldukları sözlerine kesinlikle sadık kalmalarını emretmiştir. Örneğin:
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Çocukları sevin, onlara karşı şefkatli olun ve onlara söz verecek olursanız kesinlikle sözünüzde durun. Çocuklar, sizin onlara rızk verdiğinizi sanırlar."[184]
Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmaktadır: "Çocuklara söz verdiğinizde kesinlikle sözünüzde durun."[185]
Malikiyet
Mal sevgisi insanın zatında vardır. İnsan, ihtiyacı olduğu şeylere sahip çıkar ve kendini onların sahibi bilir. Başkalarından da kendi malikiyetine saygı göstermelerini, onu rahatsız etmemelerini bekler. Malikiyet eğilimi insanın içine öyle yerleşmiştir ki, onu tamamen kazıyıp çıkaramaz. Ona karşı hangi taraftan mücadele edilirse diğer taraftan ve başka bir şekilde ortaya çıkar. Malikiyet itibari bir şey olmasına rağmen hakikileşmiş, insanın içinde kökleşmiştir ve onsuz yaşamak imkansız olmuştur. Çocuk kendini tanıyıp ihtiyaçlarını anladığı ve eşyalarla meşgul olduğu andan itibaren onda bu duygu oluşur.
Çocuk, yerden veya birisinin elinden aldığı şeyi kendine ait bilir, onu sımsıkı kavrar ve kolay kolay kaybetmek istemez. Kendisini ayakkabısının, elbisesinin ve oyuncaklarının sahibi bilir ve hiç kimsenin onları kullanmasına müsaade etmez. İzni olmaksızın birisi onları kullanacak olursa, onu gasıp ve mütecaviz bilir ve mücadele eder.
Çocukların, kendilerine ait oyuncakları ve hatta değersiz şeyleri nasıl savunduklarını, onun üzerinde nasıl kavga ettiklerini görmüşsünüzdür. Elbette hakları da var; çünkü onların sahibidirler ve kendi haklarını savunuyorlardır. Kendi hakkını isteyen kimseye "kötüdür" söyleyemeyiz. Malikiyet duygusu yanlış bir şey değildir, bilakis, her insanın tabiatı bunu gerektirmektedir. Anne ve babalar çocuğun bu tabii duygusunu dikkate almalı ve onu kırmamalıdırlar.
Çoğu zaman çocuklar birbirlerinin mülkiyet alanına girerek başkalarına ait olan şeyleri kullanmak veya onları gasbetmek isterler. Anne ve babalar buna müsaade etmemelidirler. Aksi durumda güçlü olanlar diğerlerinin haklarına tecavüz etmeye alışkanlık kazanır, güçsüz ve küçükler ise mazlum ve kin besleyerek yetişirler. Anne ve baba bu durumda zalimi savunacak olurlarsa onun suçuna ortak olurlar, zulme uğrayan çocuk da onlara karşı kötümser olur. Ses çıkarmayacak olsalar da, susmalarıyla hem suçlunun bu hareketini desteklemiş ve onu teşvik etmiş olurlar ve hem de ses çıkarmamayı ve kendi hakkını savunmamayı çocuklara öğretmiş olurlar; bu ise büyük bir suçtur. Anne ve baba buna müdahale ederek haksızlık etmek ve bir başka çocuğun oyuncağını zorla almak isteyen çocuğa engel olmalıdır. Ancak dayak ve küfürle değil, bilakis ilk önce güzel ve yumuşak dille o şeyin kardeşine veya başkasına ait olduğunu ve onlara ait olan bir şeyi kullanmaya hakkı olmadığını anlatmalıdır. İkna olmazsa daha sonra sert bir şekilde "izin almaksızın başkasının malını kullanmana müsaade etmem" söylemelidir ve eğer bu da etkili olmazsa daha sert bir şekilde tehdit ederek onun önünü almalı ve haksızlığa uğrayan çocuğu savunmalıdır.
Evet, malikiyet duygusuna saygı duyulması ve meşru olduğu miktarca ondan taraftarlık edilmesi gerekir; ancak, onu kayıtsız ve tamamen serbest bırakmak da doğru değildir. İnsanın nefsani istekleri daima genişler, yeni boyutlar kazanır ve hiç bir zaman belli bir yerde durmaz. Kontrol altına alınmazsa insanın bedbaht ve helak olmasına sebep olunur. Malikiyet, insanın ihtiyaçlarını gidermesi ve onun çabasına saygı duyulması için meşru kılınmıştır.
Meşru çerçevede mal sevgisi sakıncasız olmakla birlikte insan için tabii bir şey sayılmaktadır. Fakat, tamamen serbest olacak olur ve ona uyulursa bu malperestliğe dönüşüverir. Mal ve servete gönül kaptıran, ihtiyacı olmadığı halde gece-gündüz hiç durmadan çalışarak servetini daha bir artıranlar çoktur. Mal toplamak için her şeylerini vermeye, hatta huzur ve rahatlıklarını, şeref ve vicdanlarını, din ve imanlarını, saygınlık ve haysiyetini feda etmeye hazırdırlar. Böyle kimseleri akıllı ve normal insan sayamayız; ne kendileri yer ve ne de başkalarına verirler. Sadece mal toplayarak bir kenara bırakırlar; böyle insanlara akıllı söylenemez.
Buna binaen, anne ve baba çocuğun malikiyet duygusuna saygı göstermeleri ve bununla birlikte onların genişleme ve yayılma düşüncesine kapılmalarına da engel olmalıdırlar. Oyuncakları gerektiği kadar olmalıdır, fazla değil. Oyuncakları, onlarla oynayıp ve bir şey öğrenecek miktarda olmalıdır, bir kenara bırakıp diğer çocukların karşısında övünecek miktarda olmamalıdır. Bu miktarda malikiyeti savunmak gerekir. Fakat, bir kenara bıraktığı ve ihtiyacı olmayan, gereğinden fazla oyuncağı varsa, anne ve baba onları, ihtiyacı olan diğer çocuklara vermeye teşvik etmelidirler. Güzel ve yumuşak dille onlara demelidirler ki: Bu oyuncaklar senindir; ama senin onlara ihtiyacın yoktur. Oysa bunlara muhtaç olan diğer çocuklar vardır, onların oyuncağı yoktur. Onları bir köşede biriktirerek başkalarına vermemen yakışmaz. Senin için gerekli olmayan oyuncakları, onlara muhtaç olan çocuklara ver ki, hem onlar sevinsinler, hem Allah Teâla ve hem de anne ve baban.
Çocuk da sade ve saf olup, tabiatı açısından hayırsever olduğu ve anne ve babasını memnun etmek istediği için onların sözünü dinleyecek, bağışlama ve infak huyuna alışkanlık kazanacaktır. Çocuk kendi oyuncaklarına ihtiyacı olduğunda ve diğer çocuklar da onlarla oynamak istediğinde anne ve baba yumuşak dille çocuklarını, oyuncaklarını birazcık oynaması için onlara vermeye teşvik etmelidir. Bu yolla çocuk yardımlaşma ve fedakarlığa teşvik edilebilir. Çocukların yardımlaşma ve dayanışma duygularını güçlendirmek için onlara ortak oyuncaklar alınır ve beraberce oynamaya teşvik edilirler.
Kısacası; anne ve baba bütün terbiye merhalelerinde, çocuklarda normal haddi göz önünde bulundurmalı, malikiyet hissi ilkesini savunmalı ve buna bir engel varsa engeli kaldırmalıdır. Ancak, o hissi kontrol etmeye çalışmalı, bilinçsiz olarak mal ve servete gönül vermelerine, malpe-rest olmalarına engel olmalıdırlar.
Dostları ilə paylaş: |