RİNDLER MAHFİLİ
O gün gelir ki dergahının toprağı olurum
Canımı terk ederek yüzünün aşığı olurum
Can veren kadehi o’nun lütuf elinden alırım
İki cihandan gafil saçına bağlanırım.
Ölünceye dek kademine baş koyarak öperim
Kıyamet sabahına dek kokusundan mest olurum.
Bir kelebek gibi bir ömür mumunda yanarım.
Bir sarhoş gibi güzel yüzünle mahvolurum.
O gün gelir ki mest rindler mahfilinde
Söylenmeyecek sırlarının sırdaşı olurum
Eğer Yusuf’um yastağıma koymazsa başını
Ben de Yakub gibi kokusunun aşığı olurum.
DOST GAMZESİ
Senin dergahından başka ey dost bir yerim yok.
Başımda kapının toprağından başkasının sevdası yok
Meyhane, Puthane, Mescid ve Manastırın kapısında
Secde ederim ki sen bir teveccüh edesin
Medrese ve şeyhin sohbeti ile bir müşkül hallolmadı.
Bir gamze lutfet ki müşkülün düğümünü çözesin Sufi dervişin dediği bütün bu “ben” ve “biz”
Bir cilve et ki kalbimden silinsin
Yokum, yok ki, bütün varlık yokluktadır.
Hiçim, hiç ki hiçe teveccüh edesin
Gönül hal ve neşat ehlinin peşine düştüm
Meclis gülünden bir mutluluk görmedim.
O münzevinin dergahında itikafa girdim gece gündüz
Ki bir gamzesiyle, damla bir derya olsun.
HASTA GÖZ
Ben ey sevgili, dudağımın benine aşık oldum.
Senin hasta gözlerini gördüm de hastalandım. “Ben”den kurtularak “enelhak” davulunu çaldım
Hallacı Mansur gibi darağacını göze aldım
Sevgilinin gammı canıma bir kıvılcım attı
Ki cana gelerek pazar meşhuru oldum.
Meyhane kapısını gecegündüz açık tutun yüzüme
Ki ben artık mescid ve medreseden usandım.
Zühd ve riya giysisini üzerimden çıkararak.
Harabati pirinin hırkasını giydim ve uyandım.
Şehir vaizi ki vaazlarıyla beni incitti
Meye bulaşmış rindin soluğundan medet umdum
Bırakın ki bir de puthaneyi anayım
Ben ki meyhanedeki putun eliyle uyandım
FENA DERYASI
Keşke bir gün dergahında bir menzilim olsaydı
Ki onda sevinç ve keder, gönlün muradı olsaydı Keşke zülfünden bir düğüm olsaydı avuçta
Ki her müşkül ve ukdenin düğümünü açsaydı
Dün gece, ki gönül hicranından bir zulmethaneydi
Senin yadın o mahfilin yanan meşalesiydi
Dostlar sarhoş, mest ve kendinden geçmiş
Benim gibi bu mecliste aklı olanların nasibi yok
O zaman tüm zulüm ve cehalet zincirim kırma zamanıdır.
O zaman kendinden, tüm varlık ve mekandan
Gaflet zamanıdır.
Gönül ehli olanlara ilim hicabdır, hicab
Hicaplardan, hakkıyla cahil olunduğunda çıkılabilir.
Aşık, şevkinden fena deryasında yüzmektedir.
Sahil zulmethanesinde olanın haberi yok.
İrfan havzasında vecde gelince baktım
Okuduğum ve gördüklerim hep batıl imiş!
AŞK TESTİSİ
Ben mey kadehini dilber dostumdan istemekteyim
Bu sırrı kime diyeyim bu gamı nereye götüreyim
Dostun yüzünü görme hasretinden
Canımdan oldum
Mumun etrafındaki kelebek ve ateşin
Üzerliğiyim
Bu kirli hırka ve riya seccadesini
Acaba meyhane kapısında yırtılabilecek miyim?
Eğer yar aşk testisinden bir damla verirse
Mestane varlık hırkasından canımı çıkarırım
Pirim ama bir gamzeye gençleşirim
Bir lütuf ki ufuklar evinden çıkabileyim.
HÜSNİ HİTAM
Ey saki meyle doldur kadehimi
Ki canımdan döksün çirkin heva ve namımı
Kadehime o meyden dök ki canımı fena kılsın
Dışarı çıkarsın varlıktan hile ve düzenimin
Tohumunu
O meyden ver ki, canımı “ben” zincirinden kurtarsın
Dizginimi eline alsın, makamını yere yıksın
O meyden ver ki, hürmetsiz rindler halvetgahında
Secdemi ve kıyamımı bozup yok etsin.
Yok etsin meyhane gül yüzlülerinin mukaddes hareminde
Ki her nereden gelsem bir gül tutardı dizginimden
Kendinden habersiz pirler arasına gideyim
Belki tüm ham fikirlerimi canımdan çıkarırlar
Sen ey yokluk deryası huzurlularının elçisi
O vadinin kaptanına selam ve medhimi ulaştır.
Kadehle bitirdim bu yokluk içinde yokluk
Mektubunu
Mabed pirine de ki, gör bu hüsni, hitamımı
İMAM MEHDİ (AS)
Üzülme hicran günleri neredeyse sona eriyor
Bu mahmurluk biz mestlerden uzaklaşıyor
Perdeyi kendi nur yüzünden çekiveriyor.
Bir tek gamzesiyle can ve gönülden gamlar siliniyor
Bülbül gül dalları içinde zuhur ediyor
Karga yüz, mahcubiyetle gülistandan çıkıyor
Mahfil onun yüzünün nuruyla nur saçıyor
Yarin zikrinden başkası rindlerin yadından çıkıyor
Bulutlar güneş yüzünün nurundan saklanıyor
Perde o servi boylu nazlının yüzünden kalkıyor
Görüşme zamanı yakındır dostlar, müjdeler olsun
Kavuşma günü geliyor, hicran sona eriyor
BAHAR
Müjde ey çayır kuşu, bahar faslı geldi yine
Mey içme, öpücük ve birliktelik mevsimi geldi yine
Solukluk ve hüzün vakti bitti artık
Yarin eteğine tutunma günü geldi yine
Ölülükler ve döküntüler gitti artık.
Hayatlar bin bir desenle geldi yine
Sarılık çayırdan ayrılıp gitti
Gül dalı güneş nuru ile tomurcuklandı yine
Saki, meyhane, neşat ve oynamak
Yarin zülfünün aşkı için geldi yine
Eğer medrese kapısından geçersen şeyhe de ki
O lale yanaklı sana ders vermek için geldi yine
Zühd dükkanını kapatın bu neşat faslında
Ki can kulağımıza saz nağmesi geldi yine
5-PİRİ AŞK’IN MEKTUPLARI
Piri Aşk’ın bu yetim ümmete bıraktığı değerli mirastan biri de şüphesiz ki onun oğlu Ahmed Humeyni ile gelini Fatıma Tabatabai’ye hitaben kaleme aldığı mektuplarıdır. Pir-i Aşk’ın bu mektupları çok sevdiği iki insana hitaben özel olarak kaleme alınmış olduğundan onun hayattaki en büyük tecrübelerini, derkettiği nihai gerçekleri kalbinde sır olarak sakladığı sayısız irfanî gizleri ihtiva etmektedir. Bu yüzden bu mektupları Pir-i Aşk’ın siyasi toplumsal veya ilmi boyutuyla değil baba oğul ve baba gelin ilişkisi içinde düşünülmeli ve bu merhamet abidesi aşk pirinin sevgi dolu cümleleri dikkatle okunmalıdır.
Bismillahirrahmanirrahim
Sana ulaşmanın nefhası, içimde şevklinin ateşini yaktı.
Gamından göğsümde istediğin gibi yanmayan çok az ateş var.
Sen insanlara ne ayetsin ki kudsilerin feryad sesi mekansızlık
Zirvesinden geçer ki ne güzel, cemali ezel ne güzel
Aziz İmam’ım, mürşidim ve muradım,
Senin eserlerini neşretmekle görevli olan kardeşler benden senin arifane şiirlerin huusunda bilgi isteyerek, senin varlık boyutlarından birine aşıkların için küçük bir pencere açmamı taleb ettiler. Ama her defasında kalemi elime aldıysam da senin yoklum hüznün bir türlü eman vermiyor. Hicranın beni bırakmıyordu. Zira evimizin sensiz ne bir nuru, ne de bir ışığı kalmadı. Evin her köşesi senden bir iz ve nişane taşıyor. Senin vücud kokun her yeri doldurmuş, küçük Ali her zaman seni arıyor ve nerede olduğunu soruyor, ona göklerde olduğunu söyledim. O da her zaman seni görebilmek için göklere bakıp duruyor.
Şu anda sen ruhani sefere çıkalı tam üç ay oldu. Hergün senin müştak ve aşığın olan kimseler Huseyniye ve evinde bir araya toplanıyor, aşıkane inliyor, acizane ağlıyor, evden Hüseyniye’ye gittiğin yolu güllerle süslüyorlar.
Babacağım! Sen ki kendi aşıklarının halini biliyordun, sen ki benim aşık ruhumdan haberdar idin. Ve çok iyi biliyordun ki ben senin şeyda’nım ve sensiz yaşayamam, öyleyse beni nasıl terkedip gittin? Bir ömür senin vücud nurunda yaşayan bir insan, şimdi zülumat ve karanlıklarda nasıl yaşayabilir?
Bu siyah gecemde kaybolmuş maksud yolu
Bir köşeden çıkıver ey hidayet yıldızı.
Bu hicran ve ciğer yarasının içler acısı şerhini başka bir zamana erteliyor ve benden istenilen mevzuya geçiyorum.
Marifet erbabının kıssası ruhu eğitir
Git bir remiz sor ve gel bir hadis söyle.
Branşım gereği felsefe kitaplarından birini okurken bazı zor ve mübhem yerleri münasib bir zamanda İmam’a (kuddise sırruhu) soruyordum. Bu soru ve cevap daha sonra yirmi dakikalık bir ders celesesi haline dönüştü. Nitekim günün birinde sabahleyin ders için huzuruna vardığımda şu rubai ile beni kınayarak ihtar etti:
Fatıma ki felsefe fennini okuyor
Felsefeden sadece Elif lam ve sin’i biliyor
Ümid ederim ki Allah’ın nuruyla
Kendini felsefe hicabından kurtarsın
Bu rubaiyi duyduktan sonra yeniden ısrar etmeye ve kendisinden başka beyitler istemeye başladım. Bir kaç gün sonra da şöyle buyurdu:
“Fatıma, dost yoluna sefer etmek gerek
Kendi kendinden geçip göçmek gerek
Senin varlığını kokan her marifet
Bir şeytandır ki bırakıp kaçmak gerek.”
Benim sürekli ısrarım oldukça etkiliydi. Nitekim birkaç gün sonra da şöyle buyurdu:
“Fatıma sen ve marifet hakkı, yani ne?
derken sıfatsız zat, yani ne?
Elif okumadan Ye’yi okuyamazsın
Suluk etmeden mevhibe, yani ne?”
İmam’ın bu rubai ve icaz kalıbında şekillenen nasihat, öğüt ve aydınlatıcılığını candan kabullendim ve kulağıma küpe yaptım. Halavet ve şirinliğinden mest oldum. Aniden farkına vardım ki marifet babında hasret duyulan böylesi mesajlar, önceden olduğu gibi gizli ve söylenmemiş olarak kalacaktır.
Bu yüzden utanmayı bir kenara bırakarak O’ndan bu kelam ve masajlarını sürdürmesini istedim. O azizin sonsuz lütfu adeta bana ısrar cüreti veriyor ve gittikçe istek ve arzularımı çoğaltıyordu. Nitekim bir defasında bana gazel söylemesinı istedim ama beni itab ederek “ben şair miyim?” dedi Ben bu ısrarımı olduğu gibi sürdürdüm, nitekim birkaç gün sonra şöyle dedi:
Dost olduğu müddetçe sana bir zarar gelmez
O olduğu müddetçe nitelik ve nicelik tozu olmaz
Herşeyi bırak ve sadece O’nu seç
Bu iki harften daha güzel öğüt bulunmaz
Bir namın var ise aşık olmamışsın
Bir mesajın var ise divane değilsin
Uyanık kalmış isen mestliği tadmamışsın
Bizleri ağırla, bir kadehin oldukça
Günler geçiyordu ve İmam benim candan istek ve taleblerime, ya bir gazel veya yazı ile karşılık veriyordu.
Bu merhalede artık gecikmeyi reva görmedim, ilk önce rubailerin tümünü eşim Ahmed’e gösterdim. O da büyük bir şevkle beni bu işi sürdürmeye teşvik etti. Sonunda bir defter alıp îmam’ın huzuruna vardım. Ve kendisinden şiirler, nasihatler ve arifane işaretlerini bu deftere yazmasını rica ettim.
İşte o kerim de benim bu isteğimi kabul ederek, kendi marifet ve keramet sofrasından çok az bir nimetim bana lütfetti. Bana, bir gazelle biten bir mektup bağışladı.
İşte bu hakikatte benim ısrarlı isteğimin bir cevabıydı.
İşte o telaşlarınım neticesini, yani bu değerli mirası O’nun kitaplarını meşretmekle görevli muhterem müessesenin ihtiyarına bırakıyorum Onlar da bu kitabı İmam’ın aşıklarına hediye edip asıldan bu çeşmenin saf ve tatlı suyuna kandırsınlar. Bu hususta söylenecek çok şey var. Eğer Allah izin verir de fırsat olursa münasib bir zamanda söyleyeceğim.
O’nun gamında günler zamansız oldu
Günler acılarla yoldaş oldu
Günler gidecekse, “git” de, korku yok
Sen kal ey paklıkta eşi olmayan
Dostları ilə paylaş: |