İÇİndekiler sunuş 4 II. TÜRKİYE’de enerji sektöRÜ 5


VIII. ÖZELLEŞTİRME UYGULAMALARI



Yüklə 387,96 Kb.
səhifə8/8
tarix14.02.2018
ölçüsü387,96 Kb.
#42722
1   2   3   4   5   6   7   8

VIII. ÖZELLEŞTİRME UYGULAMALARI

1. Özelleştirme gerekçeleri enerji sektörü için geçerli değildir


Özelleştirme için öne sürülen gerekçeler tüm sektörler açısından gerçekdışı bir özellik taşımakla beraber, bu durum enerji sektörü için çok daha geçerli ve belirgindir. Bu sektörün özelleştirilmesinin doğuracağı sonuçlar ise, taşıdığı stratejik önemden dolayı çok daha yıkıcı olacaktır.

Elektrik enerjisi temel bir maldır. Üretildiği anda tüketilmek durumundadır. Bu nedenden dolayı üretim, iletim ve dağıtım süreçlerinin sağlıklı işleyebilmesi iyi bir eşgüdümünü ve etkin bir planlamayı gerektirmektedir. Elektrik enerjisi büyük ölçüde alternatifsiz bir mal olduğu için, tüm ülkeler bu kaynağın denetimini ilk elden yapmak ve son derece verimli kullanmak eğilimindedirler. Elektrik enerjisinin bir başka özelliği de sanayinin temel girdisi, sanayileşme politikalarının temel bir aracı olmasıdır. Demek oluyor ki, elektrik enerjisi ülkenin sanayileşme politikaları ve bağımsızlığı açısından stratejik özelliği son derece büyük bir metadır. Bu kaynağın kullanımında yapılacak her yanlışlık, ülkenin sanayileşme geleceğini ve bağımsızlığını yakından etkileyecektir.

Tüm bu sayılan faktörlere enerji sektörünün doğal bir tekel özelliği göstermesi ve yüksek bir kamu yararı niteliği taşıması da eklenecek olursa, bu sektörün özelleştirilmesinin ülke ekonomisi üzerinde ne kadar ağır sonuçlar yaratabileceği ortaya konmuş olur. Enerji sektörü yapısı gereği yüksek bir kamusal denetim ve sorumluluk gerektirmektedir. Bu denli stratejik bir sektörle ilgili politikalar oluşturulurken, burada birincil ve belirleyici kriteri kâr güdüsü olmamalıdır. Bu alana dönük yatırımların ve üretimin geleceği özel sektöre ve dolayısıyla “kârlılık güdüsü”ne terkedilemez. Tüm bu özellikler, kâr kriterini temel almadan ve gerektiğinde bu sektöre subvansiyon vermek yoluyla sektördeki üretimin arttırılmasını, bugünün kârına bakmadan büyük ölçekli yatırımlar yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Burada bir gerçekliğin daha altını çizmek gerekiyor. Türkiye, enerji sektörünün özel sektör eliyle yürütüldüğü bir süreçle yeni tanışıyor da değildir. Ülkede uzun yıllar enerji-elektrik sektörü özel sektör eliyle yürütülmüştür. Osmanlı döneminde başlayan, yabancı sermayeli özel kuruluşlara devlet tarafından ayrıcalıklar tanınması yoluyla elektriklendirme faaliyetlerini yürütme uygulaması; Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da uzun süre devam etmiştir. Bu uygulamaların sonucu tam bir başarısızlık olmuştur. Bu şirketler, kendilerine önemli ayrıcalıklar tanınmış olmasına karşın, ancak son derece sınırlı düzeyde yeni yatırımlar yapmışlardır ve bunlar da hemen tümüyle küçük ölçekli yatırımlar olmuştur. Ayrıca özel sermaye kuruluşları elektriği yüksek fiyatlarla satmışlar, verdikleri taahhütleri ise yerine getirmemişlerdir. 1950’den sonra da özel sermayenin elektrik sektörüne sokulması yönünde çabalar olmuş, ancak özel sermayenin bu alana girmesi sorunları çözmediği gibi daha da ağırlaştırmıştır. Kârın belirleyici kriter olarak alınmasının, sektörde sorunları çözmek bir yana daha da arttırdığı yaşanan süreçte somut olarak görülmüştür.

Tüm bunlar bir yana TEAŞ ve TEDAŞ, bugünkü halleriyle bile son derece kârlı kuruluşlardır. Bu kurumların “kamuya bir yük olduğu, zarar ettikleri için kamu açıklarının oluşmasına kaynaklık ettikleri vb. gibi” gerekçeler her açıdan gerçekdışıdır. Özelleştirilmesi düşünülen 10 termik santralin yıllık net kâr toplamlarının 507 milyon dolar civarında olduğu görülmektedir. Nitekim 1996 Bütçe Taslağı’nın 95. sayfasına bakıldığında da TEAŞ ve TEDAŞ’ın kâr eden kuruluşlar olduğunun bizzat devlet tarafından açıklandığı görülmektedir.

Hesaplar ortadayken ve bizzat devletin ilgili kurumları tarafından her yıl TEAŞ ve TEDAŞ “en kârlı KİT’ler” ilan edilirken; özelleştirmeyi meşrulaştırmak için bizzat ilgili bakanlıkça kamuoyuna yanlış bilgiler aktarılmakta, bu kuruluşların her yıl 105 milyon dolar zarar ettiği ilan edilmektedir!

Soruna dağıtım şirketleri açısından bakıldığında da benzer bir tabloyla karşılaşmaktayız. Özelleştirilmesi gündemde olan 25 dağıtım şirketinin 1996 yılı kârı 492 milyon dolar olmuştur. Dağıtım şebekelerinin 1998 yılı kârı sabit kalsa bile 30 yıllık karı 15 milyar doları aşacaktır.

Dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesi için öne sürülen gerçekdışı gerekçelerden bir başkası ise, sektörü rekabete açmaktır. Oysa, dağıtımın özelleştirilmesi rekabete değil, tam tersine özel tekellerin oluşturulmasına yol açar ve açmaktadır. Çukurova Holding’te yaşananlar sektörde nasıl bir özel tekel hakimiyeti kurulduğunu açık biçimde gözlerönüne serecek bir örnek niteliktedir. Rumeli Holding ilk olarak Çukurova Elektrik’in yüzde 11.25’lik kamu payını satın aldı. Ardından borsada hisse senetleri toplayarak payını %30’a çıkardı. Son olarak Sabancı ve İş Bankası’nın elindeki hisseleri satın alarak ÇEAŞ’ı tümüyle kendi denetimi altına aldı. Böylece, Dünya Bankası’nın Sır Barajı ve Berke Hidroelektrik Santrali için ÇEAŞ’a açtığı 401 milyon dolarlık kredi de Uzanlar’ın kontrolüne geçti.

Özelleştirme rekabeti değil tekelleşmeyi getirdiği için, özelleştirmenin verimliliği artırması da olanaklı değildir. Zira, özel sermaye tekel kurduğu alanlarda; verimlilik kaygısıyla hareket etmez. İstanbul’un Anadolu yakasının elektrik dağıtımını üstlenen AKTAŞ, bugüne kadarki pratiğiyle bu durumun en somut örneği olmuştur. AKTAŞ;


  • Standart dışı malzeme kullanmıştır,

  • Faturaları kullanım tarihine göre değil, fatura tarihine göre düzenlemiştir.

  • Yapılan tesis ve onarım bedellerinin maliyeti dolaysız olarak abonelere fatura edilmiştir.

  • TEK’e olan borçlarını zamanında ödemeyerek kendi adına işletmiştir.

Dağıtım işletmelerinin özelleştirilmesinde kullanılan bir başka gerekçe de, yatırımları artırmak ve iletim hatlarındaki kayıpları önlemektir. AKTAŞ örneği bu açıdan da gerçeğin iddia edilenin tam tersi yönde olduğunu ortaya koymaktadır. Dağıtım hattını %16 kayıptan %12’ye indirmek üzere alan AKTAŞ, geçen süre içinde dağıtım hatlarındaki kaybı indirmek bir yana %18’ler düzeyine çıkarmıştır.

Türkiye’de elektrik dağıtım şebekesinin fazlasıyla sorunlu olduğu, voltaj değişmelerinin, iletim hattındaki kayıpların ülke ekonomisine ciddi zararlar verdiği açıktır. Ama, bu sorunların çözümü özelleştirmeden geçmediği gibi, kamu mülkiyetinin bu sorunların çözümüne engel oluşturduğu iddiasının da hiçbir bilimsel geçerliliği yoktur. Nitekim, Avrupa’da uzun yıllar bu sektör kamunun elinde olmuştur ve bu ülkelerde voltaj değişmelerinden kaynaklanan sorunlar çözüldüğü gibi, kayıp oranları %6’lar seviyesine çekilmiştir.

Özelleştirme açısından ileri sürülen bir başka iddia da kamu mülkiyeti nedeniyle ülkenin bir enerji darboğazı ile karşı karşıya kalmış olmasıdır. Öncelikle bugünlerde bu konuda çeşitli çarpıtmalar yapıldığı için, ülkenin yakın bir gelecekte herhangi bir enerji darboğazı ile karşı karşıya olmadığını belirtmek bir zorunluluktur. Enerji iletim hatlarında kayıpların giderilmesi, bu kayıpların yüzde 6-7 ile Avrupa ülkeleri ortalamasına çekilmesi koşullarında bile, Türkiye’nin yakın gelecekte “karanlıkta kalmaması” sağlanmış olacaktır. Bunu Türkiye’nin kendi öz kaynaklarıyla ve kısa bir sürede gerçekleştirmesi mümkündür.

Soruna ülkenin bir sanayileşme hamlesi yapabilme ihtiyacı açısından bakıldığında, bir enerji problemi ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. Ne var ki, bir kez daha belirtecek olursak bu problemin enerji sektörünün kamusal mülkiyette olmasıyla herhangi bir nedensellik ilişkisi yoktur. Bu durumun birbiriyle bağlantılı bir kaç önemli nedeni bulunmaktadır. Özelleştirmeci mantıkla atılan adımlar ise enerji sektöründeki bu temel sorunları çözmek bir yana, daha da ağırlaştırmıştır, ağırlaştıracaktır.

Türkiye’de son on-onbeş yıldır özelleştirmeci mantık nedeniyle enerji alanına yönelik kamu yatırımları yapılmamıştır. Yeni yatırımlar yapılmadığı gibi, kapasite kullanımını artıracak, kayıp ve kaçakları önleyecek tedbirler de alınmamıştır. Bunun arkasındaki temel neden de özelleştirmecilerin “özel sektör yapsın” anlayışıdır. Enerji sektöründeki yatırım politikası YİD ve Yİ modelleriyle özel sektöre havale edilmiştir. Ama, bu mantıkla gelinen aşama son derece olumsuzdur. Özel sektör, yüksek maliyet gerektiren enerji yatırımı alanına ilgi göstermemiştir. Ancak, yabancı sermaye ortaklığıyla ve çok büyük imtiyazlarla özel sermaye bu sektöre talip olmaktadır. YİD’le 1984’te çıkarılan kanunla ilgili 10.000 megawatlık bir başvuru yapılmış fakat 1995’e kadar ancak 35 MW’lık bir uygulama hayata geçirilmiştir. Kamu kesimi de bu alandan el çekince, enerji sektöründe yeni yatırımlar gerçekleştirilememiştir. Bu nedenle 1990 öncesinde oluşmuş bulunan fazlalık giderek daralmaya, azalmaya başlamıştır. Termik santrallerin işletme haklarını alan firmaların bu alana ne kadar yatırım yapacaklarının da kamuoyuna açıklanmamış olması ilginçtir. Dikkat edilirse bugün de özel sektör yeni yatırımlara yönelmekten ziyade, hazır kurulu olan santralleri (üstelik de kelepir fiyata satılması koşullarında) devralma eğilimindedir.

Ayrıca, neo-liberal saplantıların bir ürünü olarak, özel sektörden vergi alınmaması nedeniyle de, kamu kesimi ciddi bir finansman sorunuyla yüzyüze kalmış, enerji alanına bu nedenle de yeni yatırımlar yapılamamıştır. Türkiye 1980’li yıllarda çok tehlikeli bir kamu finansmanı anlayışına yönelmiştir. Bu tarihten sonra Türkiye’de, sermayeden vergi alınmasından vazgeçilmiştir. Bu nedenle kamu harcamalarında oluşan açık ise, borçlanmayla finanse edilmek istenmiştir. Sıfır faizle vergi olarak alınmayan kaynaklar, yüzde 180-200 faizle borç olarak alınmıştır. Türk ekonomisi böylece borç ve faiz bataklığına sürüklenmiş, sonuç olarak da devlet altyapı, enerji, eğitim, sosyal güvenlik vb. gibi yatırımları yapamaz konuma sürüklenmiştir. En kolay vazgeçilen kamu yatırımlarının başında ise enerji yatırımları gelmiştir. Bu politikaların sonucu olarak 1989 ile 1995 yılları arasında birincil enerji tüketiminin yüzde 27.2 oranında artmasına karşın, üretim yalnızca yüzde 7.4 oranında artmıştır. Enerjiye yönelik istatistikler ve araştırmalar gösteriyor ki sektöre her yıl 3-5 milyar ABD dolarıyla yatırım yapması gereken Türkiye, son sekiz yılda yalnızca 1 milyar dolarla yetinmiştir.

Bu anlatılanlar aynı zamanda kaynak olmadığı için kamunun bu alanlara yatırım yapmadığı iddiasının nasıl büyük bir aldatmaca olduğunu ortaya koymaktadır. Özelleştirmeci mantıkla sermayeden vergi alınmasından vazgeçilmiştir. Kamu bu nedenle kaynak sorunuyla yüzyüze bırakılmış ve bu kez de kaynak yokluğu özelleştirmenin gerekçesi olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Hem suçlu hem güçlü tabirine son derece uyan bir durumdur bu. Fakat, kaynak yetersizliği gerekçesinin yanlışlığı bununla da sınırlı değildir. Zira, sektörün tümünün özelleştirilmesiyle kamunun vazgeçtiği bir yıllık gelir bile, Türkiye’nin sektöre yapması gereken yatırımın iki katına yakındır. Devlet bu denli büyük kaynaklardan bir çırpıda vazgeçer ve bu kaynakları yerli ve yabancı sermayeye aktarırken, kamunun kaynak yetersizliği nedeniyle alana yatırım yapamadığından söz etmek, özelleştirmenin tam da bu nedenle zorunlu olduğunu iddia etmek hiç de inandırıcı değildir.

İşin çok daha ilginci “kaynak yok”, “kamu beceriksiz” gerekçelerini inandırıcı kılmak için, yıllardır sektöre yatırım yapılmaz, kayıpları önleyecek tedbirler alınamazken; tam da özelleştirme öncesi, TEDAŞ 29 dağıtım şebekesinin bakım ve onarım işlemlerini tamamlamak için sektöre yatırım gerçekleştirmektedir. Böylece, özelleştirmeye gerekçe olarak sunulan “yeni yatırımlar yaparak enerji kaybının önlenmesi” işini, özelleştirme öncesi bizzat TEDAŞ, bir başka deyişle kamu sektörü gerçekleştirmiş olacaktır. TEAŞ’ın yatırımları ile birlikte bu rakam 2 milyar dolar olup, bu yatırımlar devam etmektedir.



2. Enerjide Özelleştirme Sektördeki Sorunları Daha da Ağırlaştıracaktır


Enerjide özelleştirme sorunlarını çözmek bir yana daha da ağırlaştıracaktır. Enerji sektörünün temel sorunları olarak vurguladığımız bütün alanlarda özelleştirmenin yaratacağı etki, düzeltici değil tam tersine bozucu bir nitelik taşıyacaktır.

2.1. Özelleştirme plansızlığı derinleştiriyor


Enerji alanında yaşanan sorunları aşmak için TEK, DSİ, TKİ vb. gibi kuruluşlar arasında çok verimli bir işbirliği zorunlu iken, bu alandaki dağınıklığın hızla aşılması gerekirken, özelleştirmeci mantıkla, tersine çok tehlikeli bir dağılmanın önü açılmış, enerji sektörü paramparça olmuştur. TEDAŞ, TEAŞ bölünmesi TEK’i dağıtmıştır. TEDAŞ içindeki şirketleşme olayı, ayrı ayrı genel müdürlüklerin oluşması eşgüdümü giderek daha da olanaksız hale getirmiştir. Bu aynı desorganizasyon süreci petrol işkolu için de, iletişim işkolu için de geçerlidir. Petrol sektöründe her kuruluş birbirinden kopuk ve ayrı ayrı iş yapar, birbirinden farklı hedefler gözetir hale getirilmiştir. TPAO’nun ana sözleşmesinde yapılan değişiklikle rafinaj, pazarlama ve boru hatları ile petrol taşımacılığı TPAO’nun faaliyet alanları arasından çıkarılmış; BOTAŞ, DİTAŞ, TÜPRAŞ ve Petrol Ofisi, TPAO’dan ve birbirlerinden bağımsız kuruluşlar olarak faaliyet yürütür hale getirilmiştir. TPAO’nun yatırım bütçesi 170 milyon ABD dolarından peyderpey yapılan kesintilerle 70 milyon ABD doları sınırına kadar geriletilmiştir. Özelleştirmeci mantığın bir ürünü olan bu desorganizasyon, enerji sektörünün planlanmasını olanaksızlaştırdığı gibi; yarattığı finansal parçalanma nedeniyle kurumları ekonomik bakımdan da güçsüzleştirmiş; yatırım olanaklarını daraltmıştır.

Özelleştirmeci mantık enerji kurumlarını parçalayarak, bu kurumlar arasındaki koordinasyon eksikliğini daha da derinleştirerek planlı bir enerji politikası yürütülmesi olanaklarını ortadan kaldırdığı gibi, özelleştirme aracılığıyla, şu anda Türkiye'de "enterkonnekte sistem"e bağlı olarak tek merkezden idare edilen sistem de bozulmaya başlamıştır. Bu durumda barajlardaki su düzeyine göre termik ya da hidroelektrik santrallerinin devreye sokulduğu bugünkü sistem yerine, tüketim bölgeleri termik santraller temelinde oluşacaktır. Termik santrallerin özelleştirilmesi, "mevsimlik kaynaklar" olan hidroelektrik santrallerinin fiili olarak devre dışı kalması sonucunu yaratacaktır. Termik santraller, yeni sahiplerince azami kâr hevesiyle barajlardaki su düzeyine bakılmaksızın, yüzde yüz çalıştırılacak, bu arada hidroelektrik santrallerindeki milyonlarca metreküp su boşa akacaktır.



Tüm bu anlatılanlar özelleştirmenin enerji sektöründe tam bir plansızlığın hakim olmasına yol açacağını, dolayısıyla da özelleştirme aracılığıyla koordineli bir enerji politikası imkanının tümüyle yok edileceğini ortaya koymaktadır.

2.2. Özelleştirme sektörü tümüyle ticarileştiriyor


Özelleştirme öncesi süreçte de, sektör özel sektörün kâr güdüsününün basıncına tabiydi. Enerji politikasının, ülkenin kaynakları ve sanayileşme öncelikleri temelinde saptanan bir plan ekseninde yürütülmesi gerekirken, kâr güdüsüyle hareket eden yerli ve yabancı sermayenin tercihleri, enerji politikasının tespitinde belirleyici olabiliyordu. Özelleştirme, bu sorun alanında da düzeltici değil, tam tersine bozucu sonuçlar yaratacaktır. Yerli ve yabancı özel sermayenin enerji alanına doğrudan girmesiyle, enerji sektörü artık doğrudan doğruya kâr güdüsünün basıncına göre şekillenecek, yalnızca yatırımların önceliği değil, artık bizzat yatırım yapılıp yapılmaması, enerji fiyat politikası vb. gibi kâr güdüsü üzerinden belirlenecektir. Bu durum enerji sektörünün bir yıkımla karşı karşıya kalmasına yol açacak kadar önemlidir. Zira enerji sektörüne yönelik politikalar, ancak ve ancak orta vadeli projeksiyonlar ışığında kamu ve ülke yararına olacak şekilde kararlaştırılabilir. Oysa, özel sermaye bugünün maliyetine ve bugünün kârına bakarak hareket eder, soruna uzun vadeli planlama ve ülkenin bütünsel enerji ihtiyaçları gibi makro kriterler üzerinden yaklaşmaz. Böyle yaklaşılmadığı koşullarda da, enerji sektörü bir çöküşle karşı karşıya kalır. Enerji projeleri büyük yatırım tutarı ve uzun yatırım süreleri gerektirir. Doğalgaz santralleri ortalama 2-3 yıl, kömür santralleri 5-6 yıl, hidroelektrik santraller 7-8 yılda tamamlanabiliyor. Nükleer santrallerde ise, bu süre 8-10 yıla kadar çıkabiliyor. İlk yatırım tutarları doğalgaz’da 680 dolar/KW, hidroelektrik 1200 dolar/KW, ithal kömür 1450 dolar/KW, linyit 1600 dolar/KW, nükleer 2700 dolar/KW’dir. Kâr güdüsüyle hareket eden özel sermayenin, ilk yatırım maliyeti yüksek olan, yatırım süresi de son derece uzun olan enerji sektörüne (hele büyük ölçekli yatırımlar söz konusuysa) yatırım yapmak konusunda isteksiz davranması son derece büyük olasılıktır. Bu koşullarda ya yerli sermaye sektöre yatırım yapmaktan kaçınacak ya da ancak uluslararası tekellerin ortaklığı ve finansörlüğüyle bu yatırımlar yapılabilecektir. Bunun anlamı ise, ya yatırımsızlık nedeniyle enerji açığıyla karşı karşıya kalmak, ya da enerji sektöründe uluslararası sermayenin denetimine girmektir. Öte yandan, özelleştirme ile birlikte, enerji tüketen bütün kesimler, yüksek kâr amacı peşinde koşan özel tekellerin fiyat politikasına mahkum edileceklerdir. Enerji sektöründe özelleştirme, fiyatlandırmada bir kaç kademenin oluşmasına neden olacak, bu da, elektrik enerjisinin tüketiciye çok daha yüksek bir fiyata satılması sonucunu doğuracaktır.

2.3. Özelleştirme dışa bağımlılığı artırıyor


Özelleştirme süreci, aynı zamanda Türkiye'nin enerji alanındaki dışa bağımlılığını derinleştiren sonuçlar yaratıyor. Bilindiği gibi, dışa bağımlılık açısından bugünkü tablo son derece olumsuzdur. Halihazırda Türkiye toplam enerji tüketiminin ancak %41.6'sını yerli kaynaklarla, geri kalanını ise ithalat yoluyla karşılamaktadır. Bu tablo Türkiye'nin kaçınılmaz "mukadderatı" değildir, tam tersine izlenen yanlış politikaların bir ürünüdür. Dolayısıyla bu olumsuz tablonun değiştirilmesi hem mümkün hem de zorunludur. Ne var ki Türkiye, enerji alanında dışa bağımlılığı azaltıcı adımlar atmak zorundayken, özelleştirmeci siyasi iktidarlar tarafından tam tersi bir istikamete sürüklenmektedir.

Uluslararası sermayenin bizim gibi ülkeleri, özelleştirme doğrultusunda özel olarak teşvik ettiğine çok şaşmamak gerekir. Uluslararası sermayenin yapısal uyum politikalarının yürütücülüğünü üstlenen Dünya Bankası, özellikle altyapı alanında (iletişim, ulaşım, enerji vb.gibi) özelleştirmenin hızlandırılması ve enerji idaresinin desorganizasyonu amacıyla krediler vermektedir. Türkiye’de enerji sektörü Dünya Bankası'nın bu krediler sayesinde, önce sektör ticarileştirilmiş ve ardından da buna uygun kurumsal adımlar atılarak, Dünya Bankası’nın dolaylı denetimine sokulan TEK paramparça edilmiştir.

Türkiye enerji politikaları alanında kaderini gittikçe uluslararası sermayenin ellerine terketmektedir. Bu süreç adım adım örülmüştür. 1980’li yılların sonunda Özal tarafından imzalanan “Avrupa Enerji Şartı” anlaşması ve ABD ile yapılan anlaşmalar bu sürecin kilometre taşlarıdır. Bu anlaşmanın Türkiye’yi enerji alanında ne tür olumsuz yükümlülüklerle karşı karşıya bıraktığı ise, anlaşmanın o tarihlerde Meclis’ten bile kaçırılmış olmasından bellidir. Daha sonra Dünya Bankası’nın ve ABD’nin Türkiye’ye enerji alanıyla ilgili krediler açtığı döneme gelinmiştir; bu krediler o günkü siyasi iktidarlar tarafından kamuoyuna büyük bir “gurur”la açıklanmış; aynı günlerde basında ise, ABD’nin ve Dünya Bankası’nın Türkiye'den enerji alanına yönelik bir dizi “taahhüt” aldığına ilişkin haberler bolca yer almıştı.

Nitekim enerji sektöründe talanın başladığı günlerde, Türkiye'yi bir dizi ABD heyeti ziyaret etmektedir. ABD Enerji Bakanı Frederico Pena'nın yaptığı ziyaretin üzerinden henüz bir ay geçmeden, ilk önce ABD Enerji Bakan Yardımcısı Robert W. Gee ve ardından da ABD Ticaret Bakanı William M. Daley başkanlığında bir heyet Türkiye’yi ziyaret etmiş ve enerji sorunu bu ziyaretlerin temel konuları arasında yer almıştır. Bu girişimlerde “Hazar petrolleri ve doğalgazın Türkiye üzerinden taşınması” konusunun yanısıra, enerji santralleri ihalelerinde ABD’li firmalara öncelik tanınması konusunun da gündeme geldiği basında ayrıntılı biçimde yer almıştır.

ABD Ticaret Bakanı William Daley, ABD'nin santral ihalelerine duyduğu ilgiyi Türkiye'ye gelirken yanında ABD'li enerji tekellerinin temsilcilerini de getirerek göstermiştir. Bu ziyaret sırasında ABD tekelleri ile, çeşitli santral ihalelerine ilişkin sözleşmeler imzalanmıştır. ABD'li Ticaret Bakanı bununla da yetinmeyerek, imtiyaz sözleşmelerinde Danıştay denetimini şart koşan Anayasa'nın 155. maddesinin kaldırılmasını istemiş, "uluslararası hakemlik" koşullarının uygulamaya sokulmasını önermiştir.

Türkiye'nin yakın tarihe kadar enerji alanındaki dışa bağımlılığı büyük ölçüde petrol kaynaklarındaki dışa bağımlılıktan kaynaklanmaktaydı. Petrolün ithal edilen kaynaklar içindeki payı %70’ler oranındadır. Yapılması gereken ise, doğal olarak ithal petrol kullanımını azaltıcı önlemler alarak, dış bağımlılığı kaldırmak ya da hiç olmazsa asgariye indirmektir.

Dışa bağımlılık açısından mevcut olan bu olumsuz tabloya karşın, Türkiye hiç olmazsa elektrik enerjisi üretimi alanında çok büyük ölçüde kendi kaynaklarına, hidroelektrik santrallere ve yerli linyitlere dayanmalıdır. Ama, son on-onbeş yıldır uygulanan neo-liberal özelleştirmeci politikalar bu alanda da dışa bağımlılığı artıran sonuçlar üretmiştir. Özellikle son on yılda, elektrik üretiminde ithal kömür ve doğalgaz kullanma eğiliminin ağır basması sonucu, ithal kaynaklara dayalı elektrik enerjisi üretiminin payı, %20’ler seviyesine çıkmıştır. İşin daha da ilginç ve önemli yanı ise, Türkiye’nin enerji politikasını saptayanların 2020 yılına kadar elektrik üretiminde dış kaynak kullanımını %56 seviyesine çıkarmaya “kararlı” olmalarıdır (ETKB, TEAŞ, DEKTMK, Şubat 1997).

Elektrik üretimi alanına da yayılan ve giderek de artacağı görülen dışa bağımlılığın en önemli nedenleri; 1)Elektrik üretiminde giderek daha fazla doğalgaza ve ithal kömüre ağırlık verilmesi, 2) Nükleer enerji santrallerinin inşa edilmek istenmesi ve 3) YİD ve Yİ modelleriyle bizzat santral yapımı ve işletimi işinin uluslararası tekellere havale edilmesidir.

Doğalgazın kullanılması Türkiye açısından bir zorunluluk olmadığı gibi ekonomik de değildir. Bu tümüyle uluslararası sermayenin tercih ve dayatmalarının bir ürünüdür ve özelleştirmeci neo-liberal mantığın enerji sektöründe dışa bağımlılığı nasıl daha da derinleştirdiğine ilişkin çarpıcı bir örnektir.

Elektrik üretimi alanında dışa bağımlılığı artıracak uygulamalardan biri de, elektrik üretim alanında nükleer santrallerin gündeme getirilmesidir. 2010 yılına kadar yapılması planlanan 1000 MW gücündeki 2 nükleer santralin ülkemiz toplam kurulu gücü içinde payı yüzde 2; 2020 yılına kadar devreye alınması düşünülen toplam 10 santralin o yılki kurulu güç içindeki payı ise yüzde 10 olacaktır. Dolayısıyla, insan hayatı ve çevre üzerindeki yaratabileceği büyük tehlikeleri şimdilik bir yana bıraksak bile, nükleer santrallerin kurulmasının Türkiye’ye 2020 yılına kadar ciddi bir üretim katkısı olmayacaktır. Türkiye, nükleer santrallerden elde etmeyi hedeflediği %10’luk bu enerjiyi, her halükarda kendi kaynakları ile sağlayabilir. Ne var ki, ülkenin enerji politikasını uluslararası sermayeye bağımlı kılmaya kararlı gözüken neo-liberal politikacılar, ilk yatırım maliyeti ve elektrik enerjisini üretim maliyeti diğer santral tiplerine göre daha yüksek olan, teknoloji ve yakıt bakımından tümüyle dışa bağımlı olan nükleer santralleri ısrarla Türkiye’ye sokmaya çalışmaktadırlar. Mersin Akkuyu Nükleer Santral yapımı için verilen şu tekliflere bakıldığında, enerji sektörünün geleceğinin giderek uluslararası sermayeye devredilmekte olduğu daha net olarak görülebilir:



  1. AECL (Kanada), Kuarner John Brown (İngiltere), Hitachi (Japonya), Gür-İş, Gama, Bayındır (Türkiye).

  2. Westinghouse (ABD), Mitsubishi (Japonya), Enka-MNG (Türkiye).

  3. NPI (Fransa-Almanya), Siemens (Almanya), Framatome GEL-A (Fransa-Almanya), Campenon Bernard-Hoctief (Fransa-Almanya), Simko, Garanti Koza, STFA, Tekfen (Türkiye).

Dışa bağımlılığı artıracak olan faktörlerden bir başkası da, santral inşası işinin özel sermayeye devridir. YİD ve Yİ ve İşletme Hakkı Devri modelleri ise büyük ölçüde çok uluslu tekellerin sektöre girmesine ve sektörü denetler hale gelmesine yol açmaktadır. Altyapı yatırımları büyük finansman gerektirmektedir ve dolayısıyla, ancak uluslararası dev tekellerin altından kalkabileceği bir iştir. Bu nedenle, YİD modeli çok uluslu firmaların faaliyet alanı olarak belirmekte, bu model pratikte çok uluslu tekellerin yerli firmaları taşeron olarak kullandıkları projelere dönüşmektedir. Sonuçta, altyapı hizmetlerinin yatırım, üretim ve satışının YİD modeline terkedilmesi, satış ve fiyat garantileri ile donanmış çokuluslu şirketlerin tekelci pazar egemenliği kurarak, sektörü tam denetler hale gelmesine yol açmaktadır. Örneğin, 29 Ağustos 1996 tarihli Resmi Gazete’de ilan edilen 13 adet termik santral ihalesinde oluşturulan 56 konsorsiyumun 14’ü ABD kökenli çokuluslu şirketlerin önderliği bulunmaktaydı. Bu tablo, altyapı hizmetlerinin özelleştirilmesinde çokuluslu firmaların belirleyici bir rol oynayacağının somut kanıtıdır. ENKA-İntergen Konsoriyumu, Mobil, Mariberi, Amaco, Enron, Power Son, Arco- Tumca- CEA, KMR Power-Stone Webster gibi uluslararası enerji tekelleri, bu santral ihalelerini elde etmek için yoğun bir çaba içindedirler.

3. Enerjide özelleştirme yöntem ve politikası


Enerjide özelleştirme, İşletme Hakkı Devri, YİD (Yap-İşlet-Devret), Yİ (Yap-İşlet) ve Otoprodüktör uygulaması aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Şu ana kadar geçen süreç, bu modellerin enerji sorunun çözümüne katkı getirmediğini; işlevinin ise daha çok kamudan özel sektöre kaynak aktarmak olduğu görülmüştür.

3.1. İşletme hakkı devri


İşletme hakkı devri şu ana kadar ağırlıklı olarak gündemde olan yöntemdir. Özel sermaye (özellikle yerli özel sermaye) onca teşviğe rağmen yüksek maliyet gerektiren enerji sektörüne yatırım yapmakta pek istekli davranmamaktadır. Oysa, işletme hakkı devri yöntemiyle zaten hazır kurulu olan ve yüksek kâr elde eden kuruluşlar, özel sermayeye devredilmektedir. Elektrik seçeneksiz bir mal olduğu için, ayrıca santraller bir kaç yıllık kârları karşılığında adeta kelepir fiyatına satışa çıkarıldıkları ve hatta hammadde kaynakları da bedava olarak bu şirketlere devredildiği için, işletme hakkı devri ile yapılan özelleştirme uluslararası ve yerli sermaye açısından çok cazip olmaktadır.

Dünya Bankası, işletme hakkı devri uygulamasının fiili devir anlamına geldiği kanısına vararak, 24 Ocak 2000 tarihli raporunda elektrik santralleri ve dağıtım bölgelerinin işletme hakları devir ihalelerinin iptal edilerek bu işletmelerin kendilerinin belirlediği çok uluslu şirketlere mülkiyetiyle satılmasını önermiştir. TEAŞ’ın ve BOTAŞ’ın üç ayrı Genel Müdürlüğe dönüştürülmesi önerisi de sözü edilen raporda yer almıştır.



Nitekim, işletme hakkı devri yöntemiyle yapılan santral ihalelerinde, toplum büyük bir zarara uğratılmaktadır

10 termik santralin 20 yıllığına devir bedeli; 1.2 milyar dolar olarak açıklanmıştır. Oysa bu santrallerin yıllık net kâr toplamları 426.225 milyon dolardır. Devlet 1.2 milyar doları, 2.5 yıl bile dolmadan kendisi kazanacakken, santralleri 20 yıllığına devretmeye kalkmaktadır.

12 santralin devir bedeli olarak 1.6 milyar dolar saptanmıştır. Buna karşılık devredilecek santrallerde TEAŞ’ın yapımını üstlendiği arıtım tesisi vb. gibi yatırımların tutarı 2 miyar dolardır. Ayrıca 2.2 milyar dolar dış borcu da devlet üstlenmektedir. Bu durumda santraller düşük bir fiyatla bile değil, zararına satılmış olmaktadır. Zira devlet bu durumda üstlendiği yatırımları tamamlayabilmek ve dış borçları ödeyebilmek için, alacağı paranın üç katını harcamak zorunda kalacaktır.

İşletme hakkı devredilen 10 santralin bugünkü fiyatlarla kuruluş maliyeti 8.5 milyar dolardır. 10 santralin devir bedeli ile bugün, bir tek büyük ölçekli santral kurmak bile mümkün değildir.

Bugünkü fiyatlarla kuruluş maliyeti 450 milyon dolar olan Çatalağzı ve 450 milyon dolar olan Kangal santralleri 75 milyon dolara, maliyeti 450 milyon dolar olan Çayırhan 85 milyon dolara; yine bugünkü fiyatlarla maliyeti 66 milyon dolar olan Soma-A 15 milyon dolara; maliyeti 1 milyar 485 milyon dolar olan Soma-B 240 milyon dolara; maliyeti 643 milyon dolar olan Tunçbilek Santrali 100 milyon dolara; maliyeti 945 milyon dolar olan Yatağan Santrali 160 milyon dolara; maliyeti 945 milyon dolar olan Kemerköy 150 milyon dolara; ve maliyeti 630 milyon dolar olan Yeniköy Santrali de 100 milyon dolara 20 yıllığına devredilmektedir.

Santrallerin devir bedelinin, santrallerin 20 yıllık gelirine oranı hesaplanacak olursa; bu oranların Çatalağzı için yüzde 9, Çayırhan için yüzde 11, Soma-A için yüzde 11, Soma-B için yüzde 9, Tunçbilek için yüzde 12, Yatağan için yüzde 10 ve Yeniköy Santrali için yüzde 9 olduğu görülmektedir.

İşletme hakkı devirlerinde, şirketlerce önerilen fiyatlar açısından da çelişki vardır.

Örneğin Yatağan Termik Santrali’nde üreteceği enerjiyi 2.40 cente satmayı taahhüt eden şirket yerine, 2.47 cent teklif eden şirket tercih edilmiştir.

Yeniköy Termik Santralinde üreteceği enerjiyi 2.44 cente satmayı taahhüt eden şirket varken, 2.49 cent teklif eden şirket tercih edilmiştir.

Kangal Termik Santrali’nde üreteceği enerjiyi 2.19 cente satmayı taahhüt eden şirket yerine, 2.69 cent teklif eden şirket tercih edilmiştir.

Burada şunu da belirtelim ki bu şirketlere kömür sahaları ücretsiz olarak hediye edilmiştir.

İşletme hakkı devri yoluyla yapılan elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmelerinde, santral ihalelerinden farklı bir görüntü bulunmamaktadır

25 dağıtım şirketinin 1996 yılı kârı 73 trilyon 799 milyar 652 milyon 322 bin liradır. Dağıtım şebekelerinin 1998 yılı kâr hedefi ise 14 milyar 700 milyon dolar olarak öngörülmektedir. Bu şirketlerin 30 yıllığına devir bedelleri ise 2 milyar 625 milyon dolar olarak saptanmıştır.

İhaleyi kazanan firmaların devlete devir parası olarak ödeyeceği 1 milyar 610 milyon doların, 950 milyon dolarının peşin, kalanın da ikişer yıllık taksitlerle ödeneceği gözönünde bulundurulacak olursa, dağıtım şirketleri ihalesinin kamuyu nasıl zarara sokacağı daha iyi anlaşılacaktır.

Şu ana kadar dağıtım şirketleri ihalelerinden A grubu ve B grubu ihaleleri sonuçlandırılmış bulunuyor. A grubu ihaleleriyle 30 yılda 1.5 katrilyon lira kâr edecek olan 7 bölgenin dağıtım şebekeleri 30 yıllığına 310 trilyon liraya özel sektöre devredildi. B grubundaki ihalelerde de 13 ili kapsayan 5 bölgedeki dağıtım şebekeleri 32 aylık kârları karşılığında 30 yıllığına özel sermayeye armağan edildi. Yalnızca 1996’daki kârları toplam 98.5 milyon dolar olan B grubundaki 5 dağıtım bölgesinin 30 yıllık devir bedeli ise yalnızca 275 milyon dolar. 1996 kârları baz alındığında bu beş bölgedeki dağıtım şebekelerinin 30 yıllık kârları 2 milyar 955 milyon dolar olarak hesaplanabiliyor. Böylece bu özelleştirme aracılığıyla devlet, 30 yıllık bir sürede 2 milyar 680 milyon dolar zarara uğramış oluyor.




3.1.1. Özelleştirilmesi planlanan dağıtım şebekeleri , teklif veren ve kazanan şirketler


Elektrik santralleri ve dağıtım şebekelerindeki ihaleler, şirketler arasındaki mücadele alanına dönüşmüştür. Bazı dağıtım bölgelerinin ihaleleri yenilendiğinden ihaleyi daha önce kazanan şirketlerle yeni kazanan şirketler mahkemelik olmuşlardır.

5 nolu görev bölgesi (Balıkesir - Çanakkale),

6 nolu görev bölgesi (İzmir - Manisa)

7 nolu görev bölgesi (Aydın - Denizli - Muğla),

8 nolu görev bölgesi (Eskişehir - Bilecik - Kütahya),

14 nolu görev bölgesi (Konya - Karaman).



Bu bölgelerde şirketler arasında çekişmezlikler ve ortaklık yapılarından kaynaklanan sorunlar devam etmektedir.

A. Grubu 3 nolu şebekeye bağlı Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne: Devir bedeli: 145 milyon dolar. Kar: 37.4 milyon dolar (1996 ortalama dolar kuru 4000 TL.dir). İhaleyi TEKAŞ Elektrik Dağıtım ve Ticaret A.Ş. kazanmıştır.

A. Grubu 4 nolu şebekeye bağlı Bursa-Yalova:Devir bedeli: 165 milyon dolar. Kar: 54.1 milyon dolar. İhaleyi BURYAL BURSA YALOVA EN. DAĞ. SAN. VE TİC. LTD ŞTİ kazanmıştır

A. Grubu 6 nolu şebekeye bağlı İzmir ve Manisa: İzmaş, Süzer Holding. Devir bedeli: 300 milyon dolar. Kar: 85.7 milyon dolar.

A. Grubu 7 nolu şebekeye bağlı Aydın, Denizli ve Muğla: Korona Mühendislik, Makine Tarım Endüstrisi, Güç Enerji, Er Bakır, Bereket Enerji, Nokta Dış Ticaret, Modern Elektrik, A. Vedat Şen, Oktay Elektrik, Alke İnşaat, Andaş. Devir bedeli: 110 milyon dolar. Kâr: 53.2 milyon dıolar..

A. Grubu 11 nolu şebekeye bağlı Kocaeli ve Gebze: Devir bedeli: 155 milyon dolar. Kâr: 37 milyon dolar. İhaleyi İLET DAĞ. SAN. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

A.Grubu 13 nolu şebekeye bağlı Ankara ve Kırıkkale: devir bedeli: 175 milyon dolar. Kâr: 58.4 milyon dolar. İhaleyi AKEDA ANKARA KIRIKKALI ELK.DAĞ. A.Ş. kazanmıştır

A. Grubu 29 nolu şebekeye bağlı İstanbul (Trakya yakası): Devir bedeli: 500 milyon dolar. Kâr: 226.3 milyon dolar. İhaleyi İSEDAŞ İSTANBUL ELK. DAĞ. SAN. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 5 nolu şebekeye bağlı Balıkesir ve Çanakkale: Süzer Holding, Korona Mühendislik, Sabancı Holding, Best, İhlas, Birleşik Enerji Kon., Cıngıllıoğlu. Devir bedeli: 90 milyon dolar. Kâr: 32.5 milyon dolar.

B. Grubu 8 nolu şebekeye bağlı Eskişehir, Bilecik ve Kütahya: Devir bedeli: 90 milyon dolar. Kâr: 39.6 milyon dolar.BEK Enerji Dağıtım A.Ş.

B. Grubu 9 nolu şebekeye bağlı Afyon, Uşak, Isparta: Isparta Ticaret Odası, Yıldızlar, Öz-Taş, Ali Şener, Özerler Holding, Şa-Ra, Rumeli Elektrik. Devir bedeli: 60 milyon dolar. Kâr: 26.5 milyon dolar.

B. Grubu 12 nolu şebekeye bağlı Sakarya ve Bolu: Devir bedeli: 70 milyon dolar. Kâr: 16.5 milyon dolar. İhaleyi SBD SAKARYA BOLU ELK. DAĞ. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 14 nolu şebekeye bağlı Konya ve Karaman: Sertler Örme Ticaret, Kedaş, Koçoğlu İnşaat Ahmet Yıldız, Özkaynak, Konsan, Cıngıllıoğlu, Bayteks. Devir bedeli: 60 milyon dolar. Kâr: 14.4 milyon dolar.

B. Grubu 15 nolu şebekeye bağlı Amasya: Torunlar, Ar Enerji, Korona Mühendislik, Galkon, Ceylan İnşaat, Kaylon İnşaat, Evren Malzeme Tic., Astaş, Eltes, Çorum Elektrik, Kastamonu Holding, Erko İnşaat. Devir bedeli: 40 milyon dolar. Kar: 12.4 milyon dolar.

B. Grubu 17 nolu şebekeye bağlı Samsun, Ordu ve Sinop: Devir bedeli: 50 milyon dolar. Kâr: 19.2 milyon dolar. İhaleyi PARKUR ELK. DAĞ. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 18 nolu şebekeye bağlı Kırşehir, Nevşehir, Niğde ve Aksaray: Devir bedeli: 40 milyon dolar. Kâr: 17.7 milyon dolar. İhaleyi ANDAŞ ANADOLU ELK. DAĞ. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 19 nolu şebekeye bağlı Yozgat, Sivas ve Tokat: Devir bedeli: 50 milyon dolar. Kâr: 12.1 milyon dolar. İhaleyi KIZILIRMAK ELK. DAĞ. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 20 nolu şebekeye bağlı Trabzon, Rize, Artvin ve Gümüşhane: Devir bedeli: 60 milyon dolar. Kâr: 14 milyon dolar. İhaleyi ZİGANA ELK. DAĞ. SAN. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 21 nolu şebekeye bağlı Erzurum, Ağrı, Kars, Ardahan, Erzincan, Bayburt ve Iğdır: Astaş, Söksa, Dedaş. Devir bedeli: 30 milyon dolar. Kâr: 14 milyon dolar.

B. Grubu 22 nolu şebekeye bağlı Elazığ, Malatya, Tunceli, Bingöl: Devir bedeli: 60 milyon dolar. Kâr: 16.6 milyon dolar. İhaleyi GAP ELK. DAĞ. VE SAN. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 23 nolu şebekeye bağlı Kahramanmaraş ve Adıyaman: Devir bedeli: 60 milyon dolar. Kâr: 17.2 milyon dolar. İhaleyi AKEDAŞ ADIYAMAN K.MARAŞ ELK. DAĞ. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 24 nolu şebekeye bağlı Gaziantep ve Kilis: Torunlar, Korona Mühendislik, Demirören, Gedaş, Astaş. Devir bedeli: 60 milyon dolar. Kâr: 29.3 milyon dolar.

B. Grubu 25 nolu şebekeye bağlı Şanlıurfa: Devir bedeli: 45 milyon dolar. Kâr: 13.6 milyon dolar. İhaleyi ŞUREDAŞ ELK. DAĞ. TİC. VE SAN. A.Ş. kazanmıştır.

B. Grubu 26 nolu şebekeye bağlı Diyarbakır ve Mardin: Aziz İnşaat. Devir bedeli: 60 milyon dolar. Kâr: 9.2 milyon dolar.

B. Grubu 27 nolu şebekeye bağlı Van, Hakkari, Muş, Bitlis, Siirt, Şırnak ve Batman: Erkan İnşaat. Devir bedeli: 30 milyon dolar. Kâr: 3 milyon dolar.

B. Grubu 28 nolu şebekeye bağlı Zonguldak, Çankırı, Bartın ve Karabük: Devir bedeli 60 milyon dolar. Kâr: 24.6 milyon dolar. İhaleyi BATI KARADENİZ DAĞ. VE TİC. A.Ş. kazanmıştır.

3.2. Yap-işlet-devret yöntemi


YİD modeli kamunun altyapı yatırımları için uygulanan bir özelleştirme ve finans modeli olarak bilinmektedir. Resmi tanıma göre YİD “ileri teknoloji ve maddi kaynak ihtiyacı duyulan projelerin gerçekleştirilmesinde kullanılmak üzere geliştirilen bir özel finansman yöntemidir. Modelde elde edilecek kâr da içinde olmak üzere yatırım bedelinin sermaye şirketine, şirketin işletme süresi içerisinde ürettiği mal veya hizmetin idare veya hizmetten yararlananlarca satın alınması suretiyle ödenmesi” öngörülür.

YİD modeli 18. ve 19. yüzyıllarda kanallar, yollar ve demiryollarının özel şirketlere yaptırılması ve belli imtiyaz süresi boyunca işletilmesi ile ortaya çıkmış bir uygulamadır. Bu yıllarda İngiltere’de, Almanya’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bu uygulamalara rastlamak olanaklıdır.

Daha sonra, bu modelin yarattığı sorunlar ve artan altyapı yatırım ihtiyacı, sosyal devlet anlayışının egemen olması gibi nedenlerle, altyapı hizmetlerinin üretimi kamu kesimine kaymıştır.

Bir çok ülkede uygulanan neo-liberal politikalar sonucunda kamu kesiminin büyük miktarda ve yüksek faizle borçlanması sonucu kamu açıkları artmış, kamu kesimi giderek altyapı yatırımlarını finanse edecek kaynak ve kredi bulmakta zorlanmaya başlamıştır. Bu durum ise YİD’in yeniden gündeme gelmesinin en önemli nedenini oluşturmuştur.

Türkiye’de YİD modelinin uygulanması için seçilen ilk sektör ise enerjidir. Bu durum Dünya Bankası’nın tercih ve dayatmalarının dolaysız bir sonucudur. 1980-1984 yılları arasında Dünya Bankası Türkiye’ye kamu iktisadi teşekküllerinin yeniden yapılandırılması için beş yapısal uyum kredisi vermiştir. 1987 yılında enerji sektörünün yeniden yapılanması, 1992 yılında da TEK’in yeniden yapılanması için sektörel uyum kredileri verilmiştir.

Yap-İşlet-Devret modelinde özel sermaye için oldukça cazip olanaklar sunulmaktadır. Her şeyden önce Türkiye'de elektrik fiyatları üretim maliyetlerinin çok üzerinde ve dünya fiyatlarının iki katı düzeyindedir ve Yap-İşlet-Devret modelinde üretim maliyeti ile satış fiyatı arasındaki fark santrali kuran ve işleten şirkete bırakılmaktadır. Devletin bu şirketlere verdiği satın alma güvencesi, bu şirketlerin en küçük riske girmeden büyük kârlar sağlamalarını garanti etmektedir. Ayrıca devlet, bu projelerde yatırımcıların buldukları dış kredilere "Hazine garantisi", üretim sırasında "hammadde garantisi" vermektedir. Böylece, yatırım yapmak için gerekli kaynağa sahip olmadığı iddia edilen devlet, çok daha büyük bir kaynağı yerli ve yabancı sermaye sahiplerine aktarmaktadır.

Devletin enerji alanında, YİD modeli aracılığıyla özel sektöre yaptığı kaynak aktarımları bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Bu açıdan bir başka ilginç örnek de, 1996 Kasım'ında "devletin mali sıkıntı nedeniyle tamamlayamadığı 18 HES'in Yap-İşlet-Devret modeliyle yaptırılması için” ihale açılmasıdır. Oysa bu 18 santral %60-98 oranında, bunlardan 6 tanesi ise %96-98 oranında tamamlanmıştır. Nisan 1997'de üretime alındığı halde Ekim 1998'de açılışı yapılan Çatalan Barajı ve HES'i de bunlardan biridir ve bu projenin YİD'e girebilmesi için baraj gövdesinin 15 m. yükseltilmesine karar verildiği ileri sürülmüştür.

Sektörde YİD modeli bu denli öne çıkartılmış, teşvik edilmiş olmasına karşın, özelleştirmeci siyasi iktidarların YİD modelinden beklediklerini elde edebildiklerini söyleyebilmek mümkün değildir. 1984'te, “TEK dışındaki kuruluşların elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticareti ile görevlendirilmesi hakkında kanun ve yönetmelikle” önü açılan bu model, 10 yıl sonra tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. 10 yıl sonra YİD modeliyle yalnızca 16 MW'lık Aksu, 5.6 MW’lık Kısık hidroelektrik santralleri işletmeye alınmıştır. 672 MW’lık Birecik hidroelektrik santralinin inşasına da ancak başlanabilmiştir. Bunun temel nedeni ise, tüm teşviklere rağmen özel sektörün bu alana yönelmemesi, daha kolay kâr alanlarını tercih etmesidir. YİD modeli beklenenleri vermediği için, 10 yıl sonra YİD modelinin devret kısmından vazgeçilerek Yap-İşlet yöntemi devreye sokulmuştur.



Tüm YİD modellerinde ortalama 30 yıl olan sözleşme süresinin uzatılması seçeneği vardır ve sözleşme süresi sonunda kamunun tesisi geri alıp işleteceğini kimse beklememektedir. Kaldı ki, eğer devredilecekse bile, devir zamanı yaklaştıkça santrallere gerekli bakım ve yenileme çalışmalarının yapılmaması ve hurdaya çıkarılmış olan santrallerin devlete teslim edilmesi olasılığı çok yüksektir.

İŞLETME HAKKI DEVİR PROJELERİ



Projenin Adı

Firma Adı

Yeri

İHD-Bedeli

Aliağa Motorin Termik santrali

Aliağa Elk. üretim ve tic. A. Ş

İzmir Aliağa

20 MİO USD

Kangal Termik santrali

KANEL- KANGAL Elk. Ltd. Şti.

Sivas Kangal

125 MİO USD

Orhaneli termik santrali

SOREL-SÜZER Orhaneli Elk. Şti.

Bursa Orhaneli

90 MİO USD

Yatağan termik santrali

Güney Ege İşletmeleri Ltd. Şti.

Muğla Yatağan

160 MİO USD

Çatalağzı B termik santrali

Çatalağzı Elk. Üretim A.Ş

Zonguldak

75 MİO USD

Yeniköy-Kemerköy termik santrali

Güney Ege İşletmeleri Ltd. Şti.

Muğla

100 MİO USD (Y) 150 MİO USD (K)

Soma A-B termik santrali

Süsel-Süzer Soma Elk. Üretim Ltd. Şti.

Manisa

225 MİO USD

Tunçbilek termik santrali

TEMZET Elk. üretim A.Ş

Kütahya

100 MİO USD

Çayırhan termik santrali

Park termik Elk. sanayi ve Tic. A.Ş

Ankara

185 MİO USD

Seyitömer termik santrali

KOÇ Hold. NRG.PEABODY.EGEM DEMİR EXPORT

Kütahya

200 MİO USD

TOPLAM







1.460Milyar USD


YİD PROJELERİ


Projenin Adı

Başvuran Firma

Yeri

Top.Yat. Tutarı

Karadeniz Ereğlisi doğalgaz santrali 206MW 1.3 MİA.KWH

Atam Elektrik

K:Deniz Ereğlisi Alaplı

195MİO USD

Eskişehir doğalgaz santrali 199MW 1.3 MİA KWH

Esel enerji+GVA (Generation vetures ASS.)

Eskişehir

163.5 MİO. USD

Yalova doğalgaz santrali 306.7 MW 1.99 MİA:KWH

Ak Enerji A.Ş.

Yalova

242 MİO USD

Konya Ilgın Linyit santrali 425 MW 2.7 MİA KWH

PSEG-GLOBAL (Public Service Enterprise group)

Konya (kömür sahası Akpınar madenciliğe ait)

804.8 MİO USD

Afşin-Elbistan Linyit santrali (YİD) 680MW.4MİA KWH

ERG.VERBUND Elk.üretim ve tic. A.Ş.

Afşin

5 ve6. üniteler 1.1 MİA S

Aliağa LPG santrali 685 MW 5.3MİA.KWH

Total- SEİ(Select Enterpase int)

Aliağa

660 MİO USD

Aliağa Fueloıl santrali 650 MW 4.146MİA KWH

XENEL

Aliağa

897MİO USD

Adıyaman Gölbaşı Linyit santrali 125 MW 815 MİO KWH

Nurettin SOYKAN Grubu A.Ş.

Adıyaman Gölbaşı

237.5 MİO USD

Iğdır doğalgaz santrali 500MW 3.5 MİA KWH

UNT INTERNATIONAL

Iğdır

295.8 MİO USD

TOPLAM







4.5956 Milyar USD



3.3. Özelleştirmede otoprodüktör uygulaması


Otoprodüktör uygulaması da, özelleştirme türlerinden biri olarak son dönemde daha yoğun olarak uygulamaya sokulmuştur. Bu uygulama şirketlerin enerji ihtiyaçlarını kendi kurdukları santrallerle karşılamaları temel mantığına dayanmaktadır. 1995 itibariyle otoprodüktör santral olarak kurulan 1344.6 MW gücündeki santraller işletmeye alınmıştır. Bu tarihte 861.1 MW gücündeki otoprodüktör santral inşası ise (Bu rakamlar güncelleştirilmeli....) sürmektedir. Devlet bu santrallerde üretilen elektrik enerjisi fazlasını satın alma garantisi vermektedir. Otoprodüktör uygulamasının temel amacı, işletmelerde baca gazı vb. gibi biçimlerde açığa çıkan enerjinin elektrik enerjisi olarak değerlendirilmesi vesermaye sahiplerini yüksek fiyatlı elektriği satın almaktan kurtarmaktır. Ne var ki bu uygulama, işletmelerde birincil enerji kaynaklarına (örneğin doğalgaz) dayalı elektrik üretiminin yaygınlaşmasıyla, enerji üretiminde bir verimsizlik ve israf kaynağı olan küçük ölçekli yatırımları artırmakta, yüksek maliyetli elektrik üretilmesine yol açmakta, dolayısıyla toplumsal kaynakların israfına da neden olmaktadır.

4. Enerji sektöründeki özelleştirmelerde medya da yer aldı


İhaleye katılan ve kazanan holdinglerin arasında büyük radyo ve televizyon tekelleri de bulunmaktadır.

Herşeyden önce RTÜK Yasası’na göre, televizyon kuruluşlarında yüzde 10’dan fazla hisseye, sahip olan kişi ve kuruluşların doğrudan ve dolaylı olarak devlet ihalelerine katılması mümkün değildir. Dolayısıyla bu medya tekellerinin tekliflerinin yok sayılması gerekmektedir. Ama, böyle yapılmamış, bunun yerine, hükümet, Meclis’e, RTÜK Yasası’nın değiştirilmesini öngören bir tasarı sunmuştur. İhale sonuçlarının açıklanması için bu tasarının yasallaşması beklenmiş, ancak bir aylık gecikmeye karşın meclisten karar çıkmayınca, ihale sonuçları açıklanmıştır. Şimdi de sözleşmeler imzalanmadan önce RTÜK yasasının değiştirileceği söylenmektedir.

Medyanın kamu kaynaklarını ele geçirme isteği, siyasi iktidarlarla bu türden hukuk dışı çıkar ilişkileri geliştirmesi, basın özgürlüğü çerçevesinde de oldukça olumsuz sonuçlar yaratacaktır. Medyadaki korkunç boyutlara ulaşan tekelleşme zaten “haber yazılabilecek ve okunabilecek”, “haber verilebilecek ve izlenebilecek” medya kuruluşu sayısını oldukça azaltmış bulunmaktadır. Medyanın bir de siyasi iktidarlarla bu türden çıkar ilişkileri içerisinde yer alması, olumsuz tabloyu daha da vahim bir hale getirecektir.

SONUÇLAR


1.Kafkasya ve Orta Asya’daki doğalgazın Türkiye üzerinden boru hatlarıyla taşınması ve Türkiye pazarına yüksek miktarlarda doğalgaz sunulması konuları dışa bağımlılığı oldukça artıracaktır.

2.Ulus ötesi şirketlerin kontrolünde olan gaz ve petrol taşımacılığı konuları bölgedeki uluslararası siyasi gelişmeleri etkilemekte ve etkilenmektedir.

3.Sanayi üretiminde enerji verimliliğinin sağlanması ve enerji yoğunluğunun düşürülmesi, yeni teknolojilerin yaratacağı potansiyelden yararlanma ile ilgilidir. Türkiye sanayide verimliliği düşük, yüksek enerji tüketen ve çevreyi kirleten teknoloji kullanmaktadır. Bunun yerine verimliliği yüksek yeni teknolojilere geçilmesi yönünde sanayileşme tercihlerine öncelik verilmemiştir.

4.Enerji sektöründe arz-talip uyumunu gözönüne almayan arz yönlü planlar öne çıkarılmaktadır. Enerji kullanımı açısından sektörlerin verili durumu üzerinden gerçekçi planlar yapılmamıştır.

5.Sektörde farklı alanlarda faaliyet gösteren tüm kamu kurumları arasında koordinasyonun sağlanması, DPT ile işbirliği sağlanarak kalkınma planlarıyla ilişkilendirilmesi gerçekleşmemiştir.

ORTAK BİLDİRİ

Bizler, Türkiye’nin enerji kaynakları, üretim ve dağıtım alanlarında çalışanlar olarak, aşağıdaki noktaları halkımızın ve kuruluşlarınızdaki üyelerin dikkatine sunmayı ödev biliyoruz.


1- Yeni dünya düzeninin koşullarında uluslararası ilişkilerle ekonomik ve toplumsal konular hep güçlülerin çıkarları ve istekleri doğrultusunda çözülmekte, kar oranlarındaki düşüşü durdurmak amacıyla emek üzerindeki sömürü yoğunlaşmaktadır. Özelleştirme ve devleti küçültme girişimlerindeki temel amaç da, büyük sermayenin etki alanını genişletmek ve kar oranlarındaki düşüşü engellemek içindir.

2- Uluslar üstü ve sınırlar ötesi sermaye, çözümü her zamankinden daha çok zengin ülkelerin dışındaki ve çevresindeki ekonomilere, Avrasya ve Ortadoğu ülkelerini, özellikle de enerji yatırımları açısından Türkiye’ye dikmiştir.

Enerji kaynakları sınırlı olan Türkiye ise, mevcut kaynaklarını en verimli biçimde kullanmak ve enerji kaynakları konusundaki ithalatın dış bağımlılık yaratmayacak biçimde düzenlemeye mecburdur.

3- Şimdiye kadar doğru dürüst yapılamayan enerji planları mutlaka yapılmalı, sanayide verimliliği düşük, fazla enerji tüketen ve çevre kirleten teknolojilerden vazgeçilerek, verimliliği yüksek yeni teknolojilere yer veren sanayileşme tercihlerine geçilmelidir.

4- Türkiye’nin elektrik enerjisi üretiminde kaynakların kullanım payları hatalıdır. Ülkelerin çoğunda elektrik üretiminde doğal gazın payı Türkiye’dekinden azdır. İthal edilen bir enerji kaynağı olarak, doğal gazın elektrik enerjisi üretimindeki payını daha da artırmak akıllıca bir tutum değildir. Kömür özellikle de linyit kömürü rezervleri bakımından zengin bir ülke olan Türkiye’de linyit madenciliği geliştirilip linyitin çevreye uyumlu elektrik üretimindeki payı arttırılmalıdır. Hidrolik potansiyel daha iyi değerlendirilmeli, jeotermal, güneş ve rüzgar gibi kaynaklar, yeni teknolojileri devreye sokarak elektrik enerjisi üretiminde daha geniş paya sahip kılınmalıdır.

5- Türkiye’de enerji krizi yok, enerjide yönetim krizi, çokbaşlılık ve eşgüdümsüzlük vardır. Bu dağınıklığa vet yönsüzlüğe son verirken, aynı zamanda, elektrik enerjisindeki kayıp ve kaçak oranları gelişmiş ülkelerdeki düzeye indirilmelidir.

6- Bizler asla yeni teknolojilere ve bu arada nükleer teknolojinin insanlık yararına kullanımına karşı değiliz. Ancak, bilinmelidir ki, nükleer santrallerde uygulanan teknoloji, yaygın kanının tersine, geçmişin geri teknolojisidir. Nükleer santral satın alınarak nükleer teknolojiye sahip olunmaz. Bu bakımdan, ülkede nükleer santral yapımını savunmak, teknik bir zorunluluk değil, siyasi bir tercih konusudur. Üstelik, nükleer santraller yoluyla elektrik üretimi, genellikle söylendiği gibi ucuz olmayan, ilk kuruluş ve işletme aşamalarında pahalı bir yöntemdir. Radyasyon güvenliği de sorun olacaktır.

7- Enerji sektöründeki politikalar ve özelleştirme uygulamaları yalnız yerli ve yabancı sermaye çevrelerinin çıkarlarına göre belirlendiği için, halkın, çalışanların, onları temsil eden örgütlerin görüşleri dikkate alınmayıp tek yanlı uygulamalar ısrarla yürütülmektedir. Bu tutuma ve halk kesimleri arasındaki bölüşüm dengelerini bozan, bölgeler arası uçurumları derinleştiren, dışa bağımlılığı artıran enerji politikalarına şiddetle karşıyız.

8- Enerji sektöründeki özelleştirmelerde hukuk devleti zorlanmakta, Anayasa’ya aykırılıklar yaratılmakta, sosyal devlet ilkeleri açıkça çiğnenmektedir. Devleti ve toplumu kemiren bu durum daha fazla devam edemez.

9- Enerji sektöründeki uygulamalara ilişkin hukuki süreçlerde bir dizi ihlaller yaşanmıştır. Anayasaya aykırı yasalar çıkarılırken, idari mahkeme kararları hükümetlerce uygulanmamıştır. Ulusal devleti devre dışı bırakan uluslararası tahkim Anayasa maddesi haline getirilmiş ve uluslararası tahkimin geriye yürütülmesine olanak tanınmıştır

Ayrıca, özelleştirme sırasında, çalışanların kazanılmış haklarını (iş güvencesi, özlük hakları, kıdem tazminatı) koruyucu bir düzenleme yapılmamış, gelecek kaygısı içinde bir belirsizliğe itilmişlerdir.

10- Enerji konularındaki büyük özelleştirme ihalelerinde medya sahiplerinin yer alması, kamuoyunu oluşturan basın ve yayın araçlarını nesnel değerlendirme yapamaz duruma getirmiş, taraf durumuna sokmuştur. Bu sonucu halkın gerçekleri öğrenme ve bilgilenme hakkı açısından son derece sakıncalı buluyor, büyük üzüntü ve derin kızgınlıkla kınıyoruz. Ancak, şunu belirtmek isteriz ki, böyle bir durum, enerji sektöründe çalışan ve ülke enerji sorunları üzerinde düşünen bizleri, doğrulara bağlı kalmaktan, doğruları savunmaktan ve yanlışlara karşı çıkarak çok daha aydınlık bir Türkiye için olanca gücümüzle mücadele etmekten vazgeçirmeyecektir.







Yüklə 387,96 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin