İçindekiler Sunuş 6



Yüklə 1,14 Mb.
səhifə9/29
tarix25.10.2017
ölçüsü1,14 Mb.
#12736
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   29

Öcalan’a İkinci Mektup


Sayın Abdullah Öcalan,

Size avukatlarınız aracılığıyla yolladığım teorik ve programatik yazılar ve bu yazılara ilişkin mektup vesilesiyle gösterdiğiniz yankıları ve yaptığınız önerileri gazetelerde ve internette yayınlanan “Görüşme Notları”ndan öğrendim.

Öncelikle nazik selamlarınız için çok teşekkür ederim.

Bu vesileyle öncelikle, görüşme notlarından edindiğim izlenime göre, size aktarılan bilgilere ilişkin bir düzelteme yapmam gerekiyor. Bu düzeltme basit bir ayrıntı gibi görünse de, sizim de şikayet ettiğiniz, gelişmelerden tam ve doğru olarak haberdar olmamanın tipik bir örneğidir.

Görüşme Notları”na göre:

Avukatlara “gazetede yazıyor değil mi?” diye soruyorsunuz.

Ve onlar da “Evet” diye cevap veriyorlar.

Siz de bu bilgiye dayanarak bazı öneriler yapıyorsunuz.

Avukatların bu cevabı yanlış değildir ama doğru da değildir. Bunu biraz açıklamak gerekiyor.

Türkiye’de çıkan Gündem gazetesine iki haftada bir, bir buçuk sayfayı aşmayan bir yazı yazdığım göz önüne alınırsa, biçimsel olarak gazete yazdığım söylenebilir. Ancak, aşağı yukarı altı aydan beri, Avrupa’daki Özgür Politika’ya yazmıyorum.

Kısaca bunu ve nedenlerini açıklama ve bu olgunun bir çözümlemesini yapmanın her bakımdan yararlı olacağını düşünüyorum.

Ben milliyetçiliğe karşı ve kendini hiçbir milletten görmeyen sosyalist inançta bir insanım ama, tıpkı ırkların varlığına ve ayrılığına inanmayan ama sadece beyaz olduğu için ırkçı bir baskıya maruz kalmayan ve istemeden de olsa beyaz olmanın imtiyazlarını yaşayan bir insan gibi, elinde olmadan Türk, dolayısıyla egemen ulustan olmanın imtiyazlarını yaşayan bir insan olarak, Kürtlerin ulusal baskıya karşı mücadelesini bir Türk sıfatıyla desteklemenin daha düşündürücü; PKK’nın halkların kardeşliğine dayanan politikalarını destekleyici ve tamamlayıcı olduğunu düşünerek, Kürt organlarında, ulussuz bir sosyalist olarak ve ulusçuluğa karşı değil; egemen ulusun içinden ezilen ulusun ulusal hareketini destekleyen bir insan olarak yazdım. Keza yine bu yaklaşımla örneğin davranış alanında “Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Türk Girişimi” gibi girişimlerin kuruluşunda ve içinde yer aldım.

Dolayısıyla hem bu sıfatla yazışın bizzat kendisi; hem de yazılarımın içeriği egemen ulustan bir insanın ezen ulusa bir desteği olmakla sınırlıydı.

Ne var ki, son yıllarda Güney Kürdistan’da ortaya çıkan gelişmeler, özellikle son beş altı aylık dönemde, Kürtler arasında, hatta -son ayrılıkların da gösterdiği gibi- PKK’nın üst düzey yöneticileri arasında bile, Barzani ve Talabani’nin temsil ettiği çizgiye doğru muazzam bir kayış yaratmıştı. İşte bu kayışa bağlı olarak sizin çizginize ve politikalarınıza karşı bir tavır geliştiriliyordu. Ama bu doğrudan sizin eleştiriniz biçiminde size yönelik olarak değil, Gazetede yazmaya hala devam eden ve sembolik olmaktan öte bir anlamı da olmayan Türk solundan kişilere ve bizlerin çapsızlığından hareketle solculuğa ve sosyalizme yönelik olarak yapılıyordu. Yani, aslında gazetede yazan Türk solcularına yapılan saldırılar size ve sizin temsil ettiğiniz çizgiye yapılan saldırılardı.

En ileri PKK kadrolarının önemli bir kısmı bile, bunu bildiği ve gördüğü; bu defalarca doğrudan ve dolaylı olarak ifade edildiği halde, sanki böyle değilmiş gibi yaparak, fiilen bu saldırıları teşvik ediyorlardı. Bu da tüm eğilimlerin kendini ifade etmesi ve demokrasi olarak tanımlanıyordu.

Bu durumda Kürtleri desteklemek için Kürt basınında yazan, zaten topu topu birkaç tane kalmış Türk solcusu, PKK’nın resmen izlediğini söylediği politikaları savunduğu takdirde, bu politikalar Türklerin kendi egemen sınıf konumlarını korumaya hizmet ettiği için Türk solcuları tarafından savunulduğu ve dolayısıyla yanlış olduğu söylenebiliyordu. Bu zımnen, sizin ve PKK’nın politikalarının Kürtlüğe değil, Türk devletine hizmet ettiği şeklindeki eleştirilerin kabulü veya doğrulanması anlamına geliyordu.

Bu durumda, Kürt devrimci, demokrat ve sosyalist arkadaşların, eski çağın feodal kabadayıları kadar olsun, yiğitçe davranmadığı görülüyordu. Aslında onların bizlere, hele siz şöyle geriye çekilin deyip, bu eleştirilere yapanlara, söyleyen bakalım ne demek istiyorsunuz? Ben sosyalistim, demokratım, bu söylediklerin aynı zamanda benim eleştirimdir, PKK’nın eleştirisidir; Öcalan’ın eleştirisidir demeleri ve bu sağa savruluşu kendilerinin göğüslemeleri gerekirken, böyle bir tavrı hiçbir şekilde göstermeyip, onlarla Türk sosyalistlerini sürekli karşı karşıya getirerek aslında, sanki farklı görüşler arasında dengeyi ve demokrasiyi savunurmuş gibi yaparak, yapmaları gereken bu davranıştan kaçınıyorlardı.

Görünüşte Türk sosyalistlerini ama aslında sizin temsil ettiğiniz çizgiyi daha baştan ve yenik, savunulmaz bir duruma düşürüyorlardı. Yani sizden yüz çevirme ve size karşı mücadele, Türk sosyalistleri üzerinden yapılıyordu. Tabii Türk sosyalistlerinin zaten savunulacak bir durumda olmamaları nedeniyle, Türk sosyalistlerinin şahsında sizin temsil edip savunduğunuz çizgi yerden yere vurulmuş oluyordu.

İşte durum böyle olunca, egemen ulusun içinden bir insan olarak Kürt organlarında yazmanın devrimci demokrasi mücadelesine yarar değil, zarar verdiğini görünce, bundan sonra Kürt medyasında yazmamaya karar verdim. Ve Kürt devrimci demokrat ve sosyalistlerine de ama Kürtleri desteklemek için yazmaya devam edeceğimi, eğer isterlerse yazılarımı alıp bana sormadan yayınlayabileceklerini söyledim.

Yani onlara şunu deme imkanını da sundum. “Evet işte o yazmıyor, ama onun dediklerini biz alıp yayınlıyoruz. Bir hesabın varsa gel benle gör” demeleri fırsatını sunmuş oluyordum. Ben yine düzenli olarak İnternet’teki sayfamda yazılar yazmaya devam ettim, bunların bir kopyasını her zaman Kürt basınına da yolladım ama hiçbir zaman bir tek yazım bile alınıp yayınlanmadı.

Bu kararımdan sonra aslında Türkiye’deki Gündem gazetesine de yazmamayı düşünüyordum. Ama Türkiye’nin ortamı farklıydı ve buradaki tartışmalar orada bilinmiyordu. Bu nedenle, buradaki bir tartışmaya bağlı olarak orada da yazmamanın doğru olmayacağını, yanlış anlaşılabileceğini düşünerek, zaten iki haftada bir, bir buçuk sayfa yazmanın sembolik bir destek olmaktan öte bir anlamı olmadığını da düşünerek, Türkiye’den bana bir şey söylenmedikçe normal olarak yazımı yollamaya devam ettim. Hatta isterlerse daha sık da yazabileceğimi bile belirttim.

Türkiye’deki gazeteye yazmaya devam etmemin dolaylı bir nedeni de şuydu: burada gazetede yazmama kararımı açıklarken, aslında kendileri alıp yayınladıkları takdirde yazılarımın daha bile fazla olarak gazetede yer alabileceğini söylemiştim. Ama olur da İnternet sayfasından almak istemeyebilirler veya gazeteden ayrılmış bir yazarın, başka yerde yayınlanmış bir yazısını alıp yayınlamayı bir gurur sorunu vs. falan yapabilirler diye, Türkiye’deki benzer bir gazetede yayınlanan bir yazıyı daha kolaylıkla, basından yankılar vs. biçiminde, fazla bir komplekse kapılmadan iktibas edebilmenin kapısını da açık tutmak istedim. Ama bu açık kapıya rağmen, kapıdan içeri kimse girmedi ve bir tek yazım bile iktibas edilmedi.

Her neyse, işte o Avukatlarınızın size söylediği “yazıyor” sözü, biçimsel olarak doğru gibi görünmekle birlikte hiçbir şekilde sorunun özünü ve gerçeği yansıtmıyor. Bu bağlamda Avukatlarınızın kasıtlı olarak site yanlış bilgi verdiği gibi bir iddia veya imada bulunmak istemiyorum. Gerçekten de Türkiye’nin ortamında bu bilinmeyebilir ve muhtemelen bilinmiyordur da.

Ama daha geniş anlamda bunun bilinmemesi de politik dar görüşlülüğün, olaylar hakkında kuş bakışı bir bakışın bulunmamasının dolaylı bir soncudur. Gazetenin topu topu üç beş tane kalmış Türk solu kökenli yazarlarından biri ayrılıyor ve bu sizin avukatlarınızın ufku ve bilgisine bile girmiyor.

Bunun şöyle bir vahameti de var. Çünkü ben yazmayarak, aynı zamanda alarm zili çalıp sizi uyarmayı da hedefliyordum. Gerçekten, avukatlarınızdan birinin en azından size gelişmeleri anlatırken, Demir Küçükaydın artık Gazetede yazmıyor, diye aktarmada bulunacağını da beklemedim değil. Çünkü daha önce, yine tesadüfen karşılaştığım bir avukatınız aracılığıyla, değişen ruh halini anlatmıştım ve Avukatınız bunu size iletmişti. Sizde örgütlü bir şey var mı diye bir reaksiyon göstermiştiniz. Bu arka plana dayanarak, böyle bir gelişmenin de aktarılabileceğini ummuş ve böyle bir bilgilenmenin durumun ulaştığı kritik boyutlar hakkında sizi belki uyarıcı olabileceğini de düşünmüştüm.

(Bu vesileyle, yeri gelmişken burada bir parantez açarak, Avukatlarınızın size aktarmaları hakkında dışarıdan, uzun süredir İnternet’ten izleme olanağı bulduğum "Görüşme Notları"ndan edindiğim bir izlenimi aktarayım.

Avukatlarınız size, sizin hoşunuza gidecek şeyleri sizin hoşunuza gidecek biçimde aktarıyorlar. Bunu kasıtlı yaptıklarını sanmıyorum ama böyle. Bu sadece benim de değil birçok kişinin de izlenimidir. Sanırım onları hoşa gitmeyecek şeyleri söyleme konusunda sık sık cesaretlendirmeniz ve reaksiyonlarınızla da bu cesareti pekiştirmeniz gerekmektedir.

Bu konuda çok fazla örnek var ama ben yine kendimle ilgili gibi görünen bir örnek vereyim.

Biliyorsunuz, bir tarihte sizin “Sümer Rahip Devletinden...” adlı kitabınızla ilgili, hem susuşa gelen bu kitabı susuş kumkumasından kurtarma amacına yönelik olarak; hem de konuyu bilimsel olarak tartışma k ve karşılıklı düşünsel gelişime katkıda bulunmak amacıyla bir yazı yazmaya başladım. Elbette yazının ilk başında kitabın tartışılmadığından, tartıştığı konuların öneminden, tartışılmamasının nedenlerinden söz ettim. Avukatlarınız sadece bu ilk yazıyı aktardılar. Ondan sonra yazdıklarımdan, ki onlar artık kitabın içeriğine giriyorlar, gerçek bir bilimsel tartışma başlatmayı amaçlıyorlardı, hiçbir şekilde söz edilmedi.

Bunun nedeninin ne olduğu üzerine epeyce düşündüm. Çünkü o kısımda artık kitap üzerine övgü değil, bilimsel ve felsefi değerlendirmeler başlamıştı. Ve bunlar aktarılmıyordu.

Ama bu sadece Avukatların tavrı da değil. Kitabınızı yayınlamışsınız. Bu kitapta tartıştığınız konularda, Türkiye’de bir şeyler söyleyebilecek insanlardan biri bir tartışmaya girişiyor, kitabınız üzerine bir yazı, hatta bir kitap yazmaya başlıyor. Bu durumda normal olarak, kitabı susuştan kurtarmak, tartışılır kılmak ve bir yan ürün olarak daha iyi anlaşılmasını ve kadroların eğitilmesini sağlamak için, bunun üzerine balıklama atlayıp, böylece tartışmayı teşvik edip, susuş kumkumasına son vermeye çalışmak için Kürt organlarında yayınlamak gerekirken, hiç biri yayınlamadı bile. Sadece sizinle ilgili Avukatınızın aktardığı övgüleri yayınladılar. Eh durum böyle olunca, ben de baktım bizzat Kürt hareketinin organları bile yayınlama eğilimi göstermeyip hatta gözlerden gizlemeye çalışınca, eh yazdıklarımızı da Türkler zaten, bunlar Kürtlere satılmış diye okumadığından, bütün motivasyonum kayboldu ve üçüncüsünü yazdıktan sonra bıraktım. (Bu vesileyle bu yazdığım ilk üç yazıyı da ilişikte iletiyorum.)

Özetle, gerek PKK içinde gerek çevresinde, sizin her hangi bir görüşünüzün, eleştiriye açılıp tartışılması mümkün değildir. Bu da eleştirinin, yukarıdaki Türk yazarlar örneğinde olduğu gibi, dolaylı biçimlerde ifade edilmesine, bu da herkes niyeti ve kaygıları bildiğinden, ancak erbabının anlayabileceği çok özel bir dilin konuşulmasına, birçok ifade ve sembolün özel bir anlam kazanmasına yol açmaktadır. Bu durumda da fikirlerin özü tartışılmamakta, var olan dengelere göre o özel anlam kazanmış sembollere göre tavırlar alınmaktadır.

Eserlerinizin anlaşılmadığından yakınıyorsunuz. Bence de anlaşılmıyor. Ama bunun nedeni, onların gerçekten tartışılmamasıdır. Ama bunun ortamı da yoktur. Bunlar hakkında en küçük bir eleştirinin ifadesine imkan tanınmadığı bir ortamda, tartışma olmaz ve dolayısıyla kavrama da gelişmez.

Bu nedenle, aslında insanları hoşa gitmeyen şeyleri aktarma konusunda cesaretlendirmek gerektiği gibi, açık bir tartışma yönünde de fiili davranışlarla cesaretlendirmek gerekmektedir. Ancak o takdirde dedikleriniz gerçekten kavranıp uygulanabilir. Bunu yapabilecek tek kişi de sizsiniz. Ancak bu takdirde, demokrasi üzerine onlarca kitap yazmaktan daha değerli işler yapılmış olur. Son savunmanızda giderek daha da büyük önem verdiğiniz Demokrasinin özü, her şeyden önce, özgür bir eleştiri ve düşün ortamı, hiçbir şeyin eleştiri dışı kalmamasıdır. Bu olmadığı sürece kitaplarınız Kuran-ı Kerim gibi tekrarlanacak, ezberlenecek, özünden kavranılmayacak dolayısıyla da anlaşılamayacaksınız demektir.)

Parantezleri burada kapatarak, Kürt basınında yazmama konusuna geri dönersek.

(Bu yazmama sürecinde yazdığım yazıları da yine ilişikte iletiyorum. Bunlar konunun daha iyi anlaşılmasını sağlarlar. Bunların okunduğunu var sayarak bu günkü duruma gelelim.)

Kürt basınında yazmama kararımı gözden geçirmem için bir neden bulunmuyor. Ama bu Kürt basınında yazılarımla daha fazla katkıda bulunmayacağım anlamına hiç gelmiyor. Bunu kısaca açıklayayım.

Kürt basınında egemen ulusun içinden ezilen ulusa bir destek olarak yazıyorum, dolayısıyla gerçek teorik ve siyasi görüşlerimi tüm çıplaklığıyla yansıtmıyorum ve zaten yansıtamam da. Çünkü burada ortaya sürekli yaşadığım bir paradoks çıkar: bir ulusal hareketin organında ulusçuluğa karşı yazmak. Ne bunun yeri orasıdır ne de oradakiler bunları yayınlamak isterler.

Artık, kendi siyasi ve teorik görüşlerimi doğrudan ifada etmenin ve bu yönde kat edilecek yolun genel olarak demokrasi ve sosyalizm mücadelesine, dolayısıyla da aynı hedeflere yöneldiği için Kürtlerin mücadelesine daha fazlı katkı yapma olanağı vereceğini düşünüyorum.

Sembolik egemen ulus içinden desteklerin artık eskisi kadar değeri ve önemi bulunmuyor da zaten.

Ama diğer yandan, Kürt basınında yazmamam, Kürt basınında yazılarımın yer almayacağı, hatta daha fazla katkı yapmayacağım anlamına gelmiyor. Yazılarımı her zaman kendilerine de yolluyorum ve eğer oradaki fikirlerin yayılması gerektiğini düşünüyorlarsa, bana sorma gereği duymadan istedikleri yazımı istedikleri gibi iktibas edebilirler. Yani, Biçimsel olarak Kürt basınında yazmamam, gerçekte Kürt basınına daha fazla katkı yapmam anlamına da gelir aslında. Çünkü ben haftada en azından yirmi otuz sayfa, doğu bilimlerinden sanata, politik gelişmelerden tarihe kadar, o verili durumda politik veya teorik olarak önemli gördüğüm, akla gelebilecek her konuda yazılar yazıyorum. Özetle, Kürt basınına daha fazla katkıda bulunup bulunmamam, benim değil Kürt basınındaki sorumluların bir seçimi olur.

Ayrıca bu benim elimi kolumu da serbest bırakır. Bir gazetenin yazarı olduğunuzda, kafasında sayfanın nasıl düzenleneceği ve yazıların kaç vuruştan oluşacağından başka bir kaygı bulunmayan bir teknik elemanın, veya yazınızdaki bir ifadeyi kendi kafasına göre yanlış bulup onu sansür etmeye kalkan bir görevlinin sınırlamalarına göre hareket etmeye ve onları kırmamaya çalışarak yazıyorsunuz veya yazamıyorsunuz. Ama bu biçimde, fikirleri özgürce yazma olanağı vardır bu özgürce yazılmış fikirleri beğenenler iktibas edebilirler.

Ayrıca, her ne kadar gerek sizin müdahaleniz, gerek son zamanlarda ABD’nin Türk, İran ve Arap ülkelerini öyle kolay çiğnemeyip Barzani ve Talabani'yi gereğinde kendi çıkarları için harcayabildiği görüldüğü; buna karşılık Türkiye’de Kürtçe yayın ve DEP millet vekillerinin serbest bırakılması gibi küçük ama sembolik gelişmelerin de etkisiyle, o ilkel milliyetçiliğe savruluş bir ölçüde durulmuş hatta gerilemiş gibi görünüyorsa da, ben bunun geçici bir durum olduğunu, o eğilimlerin şimdilik sipere yatıp rüzgara ayak uydurduğunu ve dengelerin ilk değişiminde tekrar aynen ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Bu Orta Doğu hamuru daha çok su götürür. Yani ortada belki de daha onlarca yıl sürecek çalkalanma ve savrulmalar dönemi var. Bütün güçler ve eğilimler ortada aynen durmaya devam ediyor.

O zaman aynı filmi bir daha seyretmek; Medya TV veya gazete sayfalarında, her söylediğime egemen ulustan olduğun için böyle diyorsun diyerek daha baştan yenik durumda ve elleri kolları bağlı kalmak istemiyorum: yani size yapılacak saldırılar için Türk solcusu olarak kum torbası olmak ve Türk solcusu olarak sizin konumunuzu zorlaştırmak istemiyorum. Bu nedenle yazar olarak yer almadan yazılarımın Kürt basınınca gerek görüldüğü takdirde alınması en doğru yol olmaya devam etmektedir.

Toparlarsak, ben Türkiye’deki Gündem’e yazdığım yazılar haricinde Kürt basınına yazmıyorum. Ama aynı zamanda Kürt ulusunun mücadelesine destek için de çok daha fazla yazıyorum. Bu yazılarımın Kürt bazını tarafından alınmasıyla hem nicelikçe daha fazla katkıda bulunmuş olurum hem de bu yazlar nitelikçe daha iyi olur.

Olur da yarın yine durumlar çok kötüleşir, Kürt basınında ezen ulustan bir yazar olarak yer alma daha fazla katkı sağlayabilirse, elbette tekrar yer almak ve yazmakta tereddüt göstermem. Ama verili durumda, bu biçimin, gerek Kürtlerin mücadelesine, gerek demokrasi ve sosyalizm mücadelesine daha büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum. Yani paradoksal bir ifadeyle Kürt basınında yer almayarak, Kürt basınına gerek nicelik gerek nitelikçe daha büyük katkıda bulunabilirim.

*

Sayın Öcalan,



Bu mektuplarla değerli zamanlarınızı alıyor ve sanki kendi sorunlarımla sizi meşgul ediyormuş gibi görünüyorum, ama biraz düşünülünce, aslında genel sorunları dile getirdiğim, bunları dile getirmek için kendi başımdan geçenleri, gözlemleri konu ettiğim görülür.

Böylece, aynı zamanda, sizin son görüşme notlarında yapmaya çalıştığınız gerçek durumun daha doğru bir fotoğrafını edinme girişimlerine dolaylı bir katkı yaptığımı da düşünüyorum. Dışardan ve aykırı bir gözlemcinin dedikleri dolaylı da olsa çok daha farklı renkleri içeren bir veri tabanı sunar.

Bu vesileyle, bir noktaya daha açıklık getirmek isterim. Yine “Görüşme Notları”nda şu ifadeler okunuyor:

Demir Küçükaydın TV’de , gazetede benim demokrasi ve sosyalizm anlayışımı açıklayabilir. (...) Daha aktif katılabilir. Benim demokrasi ve sosyalizm anlayışımı geliştirebilir.”

Güveniniz ve teveccühünüz için çok teşekkür ederim.

Ancak bu sözlerinizin sembolik bir anlamı olduğun düşünüyorum.

Sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi kimse kimsenin görüşlerini, geliştirmek bir yana doğru dürüst anlayıp açıklayamaz bile. Siz bile onlarca yıldır birlikte hareket ettiğiniz yoldaşlarınızın sizi anlamadığından yakınıyorsunuz. Yani onların anladığının sizin kendi anladıklarınızla denk düşmediğini ifade etmiş oluyorsunuz.

Sizin yaşadığınıza benzer tecrübeleri ben de yaşadım. Bir dönem, yetmişli yılların sonlarında ben de cezaevindeyken fiilen kendimi bir örgütün yöneticisi durumunda buluvermiştim. Yazdıklarımın ve söylediklerimin, onları en iyi anladığını düşündüğüm arkadaşların elinde ve dilinde nasıl değişip hiç tanınmayacak hale geldiğini, kendimi nasıl söylediklerimi tanıyamaz halde bulduğumu ve duyduğum çaresizlikleri gayet iyi hatırlıyorum.

Aslında herkes, başkalarını anlıyor ve açıklıyorum derken kendi anlayışını dile getirmiş olur. Bu nedenle, eğer sembolik değil gerçek anlamda anlaşılırsa benden mümkün olmayan bir şeyi istediğinizi düşünüyorum. Ne ben bunu yapabilirim ne de kimse.

Kaldı ki ben bunu yapmaya kalksam bile sizin görüşlerinizi değil, kendi görüşlerimi anlatmış olurum. Hasılı mümkün değildir

Kaldı ki, böyle bir şeye gerek de yoktur. Görüşleriniz, biraz okuduğunu anlayan insan için son derece açıktırlar. Görüşlerinizin kavranması için gereken şey kanımca, görüşlerinizi açıklayacak ve geliştirecek insanlar ve aracılar değil; onların özgürce, hiçbir politik veya örgütsel kaygı duyulmadan özgürce tartışılmasıdır. Bu takdirde onların ister kabul etsinler ister karşı çıksınlar, herkes tarafından çok daha iyi ve doğru anlaşıldığı ve daha yaratıcı ve inisiyatif gösterilerek daha başarılı bir şekilde uygulandığı görülebilecektir.

Ama eğer geniş düşünülürse, örneğin şu an bu mektupları yazarak, sizin görüşlerinizi, kendi anladığım şekilde, ki dolayısıyla bu benim kendi görüşlerim de demektir, uygulayıp geliştirmeye çalıştığım, fiilen bunu şu an yaptığım da düşünülebilir. Ve bu da, eğer sizin görüşlerinizi açıklamak ve geliştirmek mümkün olsaydı, şu satırların bizzat kendisi, olacak şeyin ne olacağı hakkında somut bir fikir verir.

Bu mektupla birlikte, size ayrıca, çeşitli tarihlerde Kürt ulusal hareketinin sorunları hakkında yazdığım, bir kısmı da Gazetelerde yayınlanmış birkaç yazımı da iletiyorum.

Çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Sağlıcakla kalın.

Selamlar ve Saygılar

Demir Küçükaydın

15 Haziran 2004 Salı

Ekler:


  1. Gazetede yazmama konusunda, o süreçte yazılmış yazılar.

  2. Sümer Rahip Devletinden ...” kitabı hakkında yazılmış ve sonra devam edilmemiş üç yazı.

  3. Kürt ulusal hareketinin sorunları üzerine yazılmış yazılardan bazı seçmeler.



Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin