HAKİKİ MÜRTECİ KİMDİR?
Bu memleketin gerçek sahiplerini devre dışı bırakarak âdetâ “el çabukluğu marifet” iyle birde suçlu duruma düşürmeye çalışan zındık dinsizleri tesbit eden ve müslümanları ikaz eden Said Nursi Hazretleri şöyle der:
«Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat’iyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa154 çalışan ve hamiyet maskesini155 başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile;156 ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle157 değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi’ yapmakla;158 tâ İslâmiyet’in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım, zalim Avrupa’nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara, pek haksız olarak irtica159 damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri,160 yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 81)
AVRUPA KANUNLARINDAN MEDET UMMAK YANLIŞTIR !
Evrensel hukuk adı altında Avrupa ve Dünya ile beraber olacağız diye sahte tuzaklara düşen Müslümanları, Bediüzzaman Hazretleri şiddetle ikaz eder ve kendi şeriat kanunlarımıza dikkati çekip der ki:
«Onüç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden,161 ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen162 namaz kılmak gibidir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 89)
«Kâfirler, hususan Avrupalılar ve bilhassa İngiltere şeytanları ve Firenk iblisleri, müslümanlara ve ehl-i Kur’ana ebedî can düşmanı ve daimî muannid hasımlardır.»163 (B. Mesnevi-i Nuriye: 179)
«Bil ey müslüman! Kâfirlerin medeniyetiyle mü'minlerin medeniyeti arasında fark budur ki:
Kâfirlerin medeniyeti; dış içe, iç dışa çevrilmiş bir vahşet-i mahzadır. Zâhirîsi süslü püslü, bâtınîsi çirkin ve pistir. Sureti me'nus, sîreti muvahhiştir.164
Amma mü'minlerin medeniyeti ise bâtını zâhirinden165 daha a'lâ ve ahsendir. Manası, suretinden daha tam ve kâmildir. İçinde bir ünsiyet, bir sevgi, bir muavenet saklıdır.
Bunun sırrı budur ki: Mü'min, sırr-ı iman ve tevhid ile bütün kâinatın mevcudatı arasında bir uhuvvet ve eczaları mabeyninde -hususan Benî-Âdem arasında ve bilhassa müslümanlar ortasında- bir ünsiyet ve mütekabil bir sevgi görüyor. Hem asıl mebde' ve mazi itibariyle yine her şeyde bir uhuvvet ve sonunda bir mülâkat ve kavuşmak ve müstakbelde neticenin varlığını biliyor ve görüyor.
Fakat kâfir ise, küfrün hükmüyle her şeye karşı bir yabanilik ve ayrılık, belki bir nevi düşmanlık görür ki, âdeta hiç bir şeyde hattâ kardeşinde de kendisi için herhangi bir menfaati yok görür. Çünki kâfir; uzanıp giden ezelî bir ayrılış ve sonsuz ebedî bir ayrılık ortasında yalnız nokta kadar bir buluşma anındaki bir uhuvvetten başka bir uhuvveti görmüyor. Yalnız bir nevi hamiyet-i milliye yahut gayret-i cinsiye cihetiyle o az zamandaki kardeşliği şiddet peyda eder. Halbuki o kâfir, zâhiren sevdiği kimseyi de samimî ve kardeşane bir muhabbet ile değil; belki ancak nefsinin ondaki menfaatini sever. Amma kâfirlerin medeniyeti içinde görülen bazı insanî güzellikler ve ruhî yücelikler ise, yine İslâm medeniyetinin sızıntılarındandır. Ve Kur'anın sayha ve irşadatının in'ikaslarındandır. Veya semavî dinlerin bâkiye kalan parıltılarındandır.
Eğer bu mezkûr hakikata müşahhas bir misal istersen, hayalin ile "Nurşin" karyesindeki "Seyda" (K.S.) Hazretlerinin meclisine git! Ve o zâtın sohbet-i kudsiyesi ile orada izhar edilen İslâm medeniyetine bir bak! O Zât-ı Kerim'in irşadiyle fukara elbisesine bürünmüş sultanları veya insan libasını giymiş melaikeleri gör.
Sonra bu hakikatı müvazene etmek üzere Paris'e de git. Ve onların büyüklerinin localarına gir, bak! Göreceksin ki, onlar insan elbisesine bürünmüş birer akrep veya benî-Âdem166 suretine girmiş birer ifrittirler.167» (B. Mesnevi-i Nuriye: 195)
İleri devletler seviyesine gelmek hatta onlara yol göstermek için müslümanlığı ve kaidelerini tam yaşamalıyız.
1934 yılında meydana gelen Akdeniz Meselesi münasebetiyle, Avrupa devletlerinin buradaki hükümeti sıkıştırmasına ve dolayısiyle dindarlara şiddetli baskı uygulayan bura hükümetinin, bu baskısını hafifleteceğine dair sorulan suale Bediüzzaman Hazretlerinin cevabı şöyledir:
«Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı168 ve kuvve-i mâneviyesinin menbaı169 olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle170 şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına171 ve bid’aların172 bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini dua ettin ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin173 hükûmetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir.
Elcevap: Biz ferec ve ferah174 ve sürur ve fütuhat175 isteriz—fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki,176 münafıkları ehl-i imana musallat177 ettiler ve zındıkları178 yetiştirdiler.
.....
Her neyse... Kadîr-i Külli Şey, bir dakikada, bulutlarla dolmuş cevv-i havayı179 süpürüp temizleyerek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz180 bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız181 verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.» (Lem’alar sh: 104)
Dostları ilə paylaş: |