İçindekiler Üçüncü Baskının Önsözü iii Birinci Baskının Önsözü vi


"Son ve en kararlı muhalefet, biriziğe karşı biricik ... tam olarak –ayrılma veya yalnızlık olarak- yok olur."



Yüklə 1,19 Mb.
səhifə7/11
tarix07.01.2019
ölçüsü1,19 Mb.
#91593
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

"Son ve en kararlı muhalefet, biriziğe karşı biricik ... tam olarak –ayrılma veya yalnızlık olarak- yok olur."

Şimdi benim hakkım nedir? Benim hakkım, kendi hak ettiğim, benim için doğru olan her şeydir. Gücümün yettiği yere hakkım da ulaşır.

Hak kafanın içinde bir tekerlektir, oraya bir hayalet tarafından koyulmuştur; güç -benim kendimin, güçlüyüm ve gücün sahibiyim.”

Dünya üzerindeki gücüm onunla ilişkime dayanır.

Stirner kitabının neredeyse üçte birini bu bölüme ayırıyor: Birincisi, Ben 'i bastırmak ve yok etmek için en farklı biçimleri arayan yabancı güçlerin yok edilmesi; ve ikincisi, bizim aramızdaki ilişkilerin bizimle bağlantısının ve çatışmadan nasıl kaynaklandığını ve çıkarlarımıza nasıl uyduğunu anlatma.

Halk -insanlık ve aile (" halkın içindeki halkçıklar") bana, egoiste bağımlı olarak yaşıyor. Ama özgürlükleri benim özgürlüğüm değil; kamu refahı benim refahım değil. Sadece insan taleplerini yerine getirebilirler, benim çıkarıma olanları değil. Ama insanlar benim için kutsal değiller. "Kutsal olan her şey bir bağdır, bir prangadır." Ben, birey, sadece ne kullanabileceğimi düşünürüm. "Halkların ve insanlığın düşüşü beni yükselmeye davet edecektir."

Hıristiyan halkı iki toplum oluşturdu: devlet ve kilise. Bir toplum kuruyorlar ve ortaklığı destekliyorlar. Ailenin ortaklığı dahageniş bir cezaevindeki dar bir cezaevinden başka nedir? Devlet genişlemiş ailedir. Ama "Ben hiçbir devlette özgür değilim." Bireyin özgür aktivitesi onun amacı değildir; o sadece makine işlerini tanır.

Devlete inanan gerçek politikacıdır; vizyonunun çevresi onun partisine dahildir. O, “iyi vatandaş”, “yasallık için adanmış akıl” ı temsil eder ve cezalarına gönüllü olarak boyun eğer. Fakat, örneğin, kilise cezasının düştüğü gibi, diğer tüm cezalar da düşmelidir.

Aileye, partiye, millete hizmet etmeyen kişi, hala "insanlık için yaşar ve ona hizmet eder." "Halk beni şimdiye kadar ezen o egemen kişinin bedenin, ruhun Devletinin adıdır.

"Ben insanlığın sahibiyim, insanlığım ve başka bir insanlığın iyiliği için hiçbir şey yapmam."

İnsanlığın mülkü benimdir. Ben onun mülküne saygı duymuyorum.

Yoksulluk, değerimi istediğim gibi koyamayacağım gerçeğinden kaynaklanır. Beni diğerleriyle doğrudan ilişki kurmaktan alıkoyan devlettir. Özel mülkiyet yasaların lütfuyla yaşar; Sadece belirtilen

sınırlar dahilinde yarışmaya izinliyim; Bana sadece takas aracı olarak verdiği parayı kullanabiliyorum. Devletin biçimleri değişebilir, ancak niyeti her zaman aynı kalır.

Benim mülküm "kendimi onunla güçlendirebileceğim"dir. "Gücün Mülk hakkında karar vermesine izin verin-herşeyi kendi gücümden bekleyeceğim!"

Beni sevgiyle cezbetmiyorsun; beni mal mülk topluluğunun vaadi ile çekmiyorsun. Mülkiyet meselesi sadece herkese karşı savaş yoluyla çözülecektir. Ve "onun kölelerinin zincirlerini kırdıktan sonra ne yapacakaklarını -beklemelisiniz!"

Siz şehir kafası olan insanlar, bana göre rekabet için sebep eksikken neden rekabet özgürlüğünden bahsediyorsunuz? Halkın hayırseverleri bölmelerinizle birlikte vücudumdan uzak durun! İhtiyacım olan şeyi kendim alırım ve gücümün yettiği kadar yalana ihtiyacım var.

Bu yüzden benim sözüm de kendi sözüm ve basın izinlerinin eksik olduğu yerde, "basın özgürlüğünü" kendim için alıyorum. Eğer kendimi basın özgürlüğünü bana vermek ya da benden almak isteyenlere karşı sorumlu hissetmezsem, işte o zaman basın benim mülküm olur.

Hiçbir "Aşk yasası" tanımıyorum. Duygularımın her biri gibi, o da benim mülküm. Onu verdim, ondan bir hediye yaptım, onu hesapsızca tükettim, çünkü bu beni mutlu ediyor. Eğer hakkınız olduğuna inanıyorsanız, onu elde edin. Duygularımın ölçüsünün ya da hedeflerinin belirlenmesine izin vermem. Bizim ve dünyanın sadece bir ilişkisi vardır: fayda ilişkisi. "Evet, dünyayı ve insanları kullanıyorum!"

Gönüllü olarak yol açtığım bir güveni boşa çıkarmayacağım; ama ben "sırrını açana güvenme hakkı vermeli miyim" diye soruyorum. Beni bağlamak istediysen, o zaman şunu öğren: ben senin bağlarını nasıl sıkacağımı biliyorum. Kendi içinde söz, yalanın aşağılık olduğu kadar az kutsaldır.

Toplum bizim doğa halimizdir. Fakat toplumun bölünmesi, ilişki veya birliktir.

"Özgürlüğümün veya kendi-olma bir toplum tarafından kısıtlanmış"olup olmaması meselesidir. İlkinin azalması beni biraz rahatsız ediyor; ama kendi-olma benden alınamaz.

İnsan topluluklarından toplumun yasaları ortaya çıkar. Komünizm eşitlikte ortaklıktır. “Ama insanın merhametlerindense bencilliklerine atfedilmeyi tercih ederim.”

Ortaklığa değil, tek yanlılığa talip olurum. Bir birlik [Verein] olarak kendinize hakim olabilirsiniz; toplumda ise kullanılırsınız. Siz ya da toplum, sahip veya sefil, egoist ya da sosyalist!

Zamanımızın kapısı üzerinde şu duruyor: "Kendi değerini kendin belirle"

Kendi-olmanızı tehlikeye atan kurumlara karşı yönlenin; devrim değil, isyan!

Başkalarına karşı görevim yok, artık kendimi hiç bir gücün önündeaşağılamam.

Ahlak ve insanlık için dünyaya dair talepleri pia desideria [istekli arzular]dır; bununla birlikte, onunla ilişkim, zevk almaktan ibarettir. Bunu kendi zevklerim için kullanırım.

Şimdiye kadar dünya kendi hayatı için endişeliydi; biz hayattan zevk almaya çalışıyoruz. Ne kadar büyük bir boşluk: kendimi aramak ve kendime sahip olmak ve kendimle zevk almak!

Arkamızda asırlar süren özlem ve umutsuzluk yatar; önümüzde de zevk.

İlk insan tekliflerinin acımasızlığı, bir görevin, bir mesleğin uğruna yaşamın kendi arzusu haline geldi. Bu nedenle hayatımız artık bizlere ait değil ve intihar ahlaki bir suçtur. İnsanlık liberalin işidir.

Fakat insanın hiçbir işi yoktur, sadece kendilerini ifade eden güçlü yanları vardır, ve “ kişi ne olabilirse, o da olur”. Onun güçlü yanları kendilerini otomatik olarak ifade eder ve gücünü kullanmak insanın işi ve görevi değildir, ama onun "her zaman gerçek ve var olan eylemi" dir.

İnsanlar olması gerektikler ve olabildikler gibidirler ve akıllı olan onları olması gerektikleri gibi değil oldukları gibi kabul eder.

Dünyadaki papazların ve okul yöneticilerinin süreleri uzadıkça, egoizme karşı düşüncede o kadar hâkimdir. "Tarih şimdiye kadar entelektüel insanın tarihidir." Yüzyıllar onu kültür için eğitti. Onların deneyimlerini kullanıyorum. Ama -"Hala daha fazlasını istiyorum."

"İnsan ne olduğunu şeylerden çıkarır." Ya ben kendi irademimin (kararım) yaratılmasında kendimi kaybederim,ya da (her zaman yeniyi yargılayan) yaratıcı olarak kalacağım.

Özgür düşünce benim düşüncem değil. Özgür düşünme beni yönlendirir; ama ben kendi düşüncemi yönlendiririm. Özgür duygusallık beni tüketir; ben kendi duygusallığımı, zevk alarak memnun ederim.

Düşünce özgürlüğü bana göre ne olabilir ki? Boş bir kelime. Düşünceler, sizinki ve benimkiler, bana göre yaratımlardır.

Konuşma en büyük tirandır: bize karşı savaşan o “sabit fikirler” ordusunun lideridir. Konuşma, düşünce gibi, mülkünüz olmalıdır.

Hakikatler nelerdir? İnananlar için onlar kesin gerçeklerdir. “Hakikatler ifadeler, konuşma biçimleri, kelimelerdir; birbirine bağlandıklarında ya da sıralanmış bir dizi haline getirildiklerinde mantık, bilim, felsefeyi oluştururlar.” Düşüncenin egemenliği sürdüğü müddetçe, hiyerarşi olduğu, papazlar (her formda) konuştukları, prensiplere hâlâ inanıldığı sürece – eleştirecekler. Eleştirinin sırrı her zaman bir çeşit “hakikat” tir.

Benim eleştirim yararlı değil, sadece kendi eleştirim. Düşüncem için "ön varsayım" olmaksızın: "Düşünmeden önce -ben varım." Bu nedenle ön varsayımın kendisini düşünmek mümkündür. Bu benim düşüncem için ne olduğumdur ve böylece düşüncenin sahibiyim; Düşünme benim mülkümdür.

Ben insanın değil, her şeyin ölçüsüyüm. Hakikat, kendi içinde bir değere sahip değildir, ama benim içimde değer bulur. Kendisi için değersizdir ve düşünce gibi bir yaratımdır. "Altımdaki tüm hakikatler benim beğenmemdir." Üstümde bir gerçekle tanışmadım. “Benim olan hakikattir, benim sahibi olmadıklarım hakikat değildir; hakikat yani birliktir; hakikat olmayan ise devlet ve toplum.”

Ve işte fikirle böyledir. Onun gerçekliği "benim, bedensel olanın, ona sahip olduğu gerçeğinden oluşur." Eleştiri, bir fikri sadece bir başkasıyla bitirir.

Başlangıçta, Hıristiyanlığın sonunda, egoizme karşı savaş yürürlüktedir. “Kendimi (bireyi) değil ama fikri, genel olanı saydıracağım.” Savaşın öfkesinin kaldırılması gerekir.

Hepimiz bilinçsizce kendi-olmaya çalışırız. Ama bilinçsiz bir hareket yetersiz bir harekettir ve tekrar tekrar hizmetkâr olarak yeni bir inancın ellerine düşersiniz.

Yinde de savaşı bir gülümsemeyle izlerim. Herkesin sahibi, "Ben mizahın büyük düşüncelerle, yüce hislerle, kutsal inançla oynamasına izin veririm."

Çünkü benim bildiğim kadarıyla hepimiz tümüyle mükemmeliz! Dünya, günahkâr gibi görünen aptallarla dolup taşar. Ancak günahkarlar yalnızca kendi hasta hayal güçlerinin hayalleriyle yaşarlar; Sağlıklı göz asla bir günahkar görmedi. “Siz, insanları sevdiğini düşünenler, onları günahın pisliğine atacak olanlarsınız.”

Ama ben kendi zevkimin bozulmasına izin vermiyorum: artık daha yüksek bir varlığa hizmet etmediğim gibi, hiçbir insana da hizmet etmiyorum, ama yalnız kendime hizmet ediyorum. Böylece "Ben sadece gerçekte ya da varlıkta değil, aynı zamanda bilincim için de -biriciğim."

Çünkü Ben bir başka Ben’in yanında değilim. Benim hakkımdaki her şey biricik ve sadece bu Ben’e göre kendim gibi davranıyorum ve kendimi geliştiriyorum, her şeyi kendimin yaparım.

Bu benim dünya ile ilişkim!

Kitabın son birkaç sayfası hala biricik olana ait. Bir kez daha Hıristiyanlık öncesi dönem ve Hıristiyanlık dönemi hedefleri -kutsallık ve var olma- özetlenir. Bir kez daha gerçek ve ideal arasındaki uzlaşmaz karşıtlık vurgulanır. Bir kez daha her ikisinde de karşıt yolların nasıl Hıristiyan görüşlerin döngüsünün sonunda "insan" - "insan", dünya tarihinin Ben’i olarak döngüyü sonlandıran- kutsal olana çıktığını gösterir. Varoluş ve onların çağrısının büyüsü arasındaki gerilim bozulur.

Birey için dünya tarihi kendisi içindir; hiçbir çağrıyı bilmez; insanoğlunun iyi ve kötü günleri hakkında ilgisiz yaşıyor.

Hiçbir isim beni doğru olarak tanımlamaz; hiçbir kavram beni ifade etmiyor; Ben mükemmelim.



"Benim gücümün sahibiyim ve kendimi biricik olarak tanıdığımda öyle hissediyorum." Benim üzerimde olan her şey, Tanrı ya da İnsan, bu bilincün önünde yok olur. Davamı kendi üzerime, biricik üzerine, "kendini tüketen geçici, ölümlü yaratıcı"üzerine kurdum.

Böylece kitap son bulur.

Ve bir kez daha, başlangıçta olduğu gibi, biriciğin mutlu kahkahası duyulur: "Her şey benim için hiçbir şeydir!"

Goethe'nin şiirnin "Vanitas! Vanitatum Vanitas!" ilk dizesi "Ich hab 'mein Sach auf Nichts gestellt" edebi çevirisi: "Davamı hiçbir şey üzerine kurmadım."]


Böylece Max Stirner bizimle konuşur.

Ona nasıl cevap veririz?

Çalışmasını değerlendirme girişimini, sözlerini tekrarlamaktan öteye geçirmek zordur; yine de en azından bu kitabı bu kadar eşsiz kılan şeyi belirtmeye çalışmalıyız.



Der Einzige'nin önemi bugün yetmiş yıl öncesine göre daha çok şüphe uyandırı ve tanınmaktan çok hissedilir. Gerçekten de o zamana kadar tutmaya çalıştığımız her şeyin sendelediği, eski değerlerin yerine yenilerini koymak için samimi bir çaba gösterdiğimiz, eski bayat şarapların atılmak yerine tekrar terar yeni şişelere konulduğu ve birçok değerin tamamıyle değersizliğine ikna olduğumuz zamanlar başka nasıl olabilirdi?

İnsan ırkı gece ve gündüz arasındadır. Yarı uyanık, hala uykulu ağırlaşmış gözlerimizi ovuyoruz ve yine de ışığa bakmaya cesaret edemiyoruz.

Kendimizi, kavramlarımızın eski meskenlerinden, kafamızın üstüne çökseler de, ayıramıyoruz; Eski vatan ülkesini terk etmek ve kendimizi diğer kıyıya taşıyabilen öz bilinçliliğe güvenmek için çok korkağız; geleceğe karşı henüz gerçek bir güvene sahip değiliz, ya da daha doğrusu, artık kendimize güvenmiyoruz.

Artık Tanrıya inanmıyoruz, kesinlikle inanmıyoruz. Ateist olduk, ama "dindar insanlar" olarak kaldık. Artık kilisenin umacıları için dua etmiyoruz; içimizin kutsal yeri önünde diz çöküyoruz.

Kendimizi daha önce olduğu gibi sarhoş ediyoruz ve uyanıştaki sefaletimiz aynıdır. Sadece biz sık sık uyanıyoruz, ve durumumuz sarhoşluk ve şüphe arasında bir bocalamadır, artık ilk "gerçek" Hıristiyanların kutsal, ebedi sarhoşluğu değildir.

Sonra bu adam aramızda beliriyor.

O, rahibin lütfuyla görünmüyor: Tanrı'nın hizmetinde ya da herhangi bir fikrin içinde durmuyor; öğretmen koşuşturmasıyla değil -söylediklerine inanmayı ya da onları reddetmeyi bize bırakır; bir doktor ilgisiyle değil- yaşamamıza ve ölmemize izin verir- çünkü bizim yanılsamamızın bizim hastalığımız olduğunu bilir. Yeni bir spekülasyon sistemiyle bizi tuzağa düşürmeyi amaçlayan bir filozof olarak ortaya çıkmaz; filozofun, çirkin, karanlık ve anlaşılmaz dilini yalnızca kendi aralarında konuşmak isteyen dilini elinin tersiyle iter; kendisi için kendi dilini yaratır, çünkü anlaşılabilir olmak isterse, tüm bilginin anlaşılabilir olabileceğini bilir.

Bizden bahsetmez; hatta nadiren bize konuşur.

Kendisi ve sadece kendisi hakkında konuşur ve biz, onun Ben‘inin, nasıl, birbiri ardına, kendi egemenliği olarak gördüğü gururlu öz-ustalık içinde, ele geçirilemez olanı en sonunda ele geçirerek, prangaları ortadan kaldırdığın şahit oluruz.

Stirner'in açıkladığı, bireyin egemenlik beyanından, kıyaslanamazlığından ve biricikliğindenen başka bir şey değildir. Şimdiye kadar sadece onun hakları ve görevleriydi ve ikisinin de nerden başladıkları ve bittikleri konuşuldu; fakat kendisini, ikincisinden ve birincisinin buyruğundan kurtarır. Kendimiz için karar vermeliyiz. Ve geceye geri dönemeyeceğimiz için, güne sığınmalıyız.

Artık hepimiz egoist olduğumuzu biliyoruz. İşlerimizi incelediğimizde, bazılarının bizi şimdiden daha uzağa götürdüğünü görüyoruz, bilincimiz kabul etmeye istekli olduğundan daha uzağa, oysa ki diğerleri bizi en çözülmeyen çatışmalara dahil ediyorlar. Kendimizi ve diğerlerini eylemlerimizin gerekçesiyle aldatmaya çalışmak boşuna olacaktır. Şimdi onları tanıdık, elimizde kendimizi buna göre yönlendirmekten başka ne var?

Başarı bize, zaten hayatlarını çoktan böyle yaşamış olanların örneği bize gösterilmediyse, Stirner'e ne için teşekkür etmemiz gerektiğini öğretecek.

Bu bizim son bilgimizdir. Artık direnmeyelim. Gerçekten de, gün çok uzun bir geceden sonra çok erken gelmiyor!

O, bükülmüş boyunları kaldırdı ve felçli ele bir kılıç verdi: bizden itimatı aldı ve bize kesinlik verdi.

Bize gerçek çıkarlarımızı, dünyevi, kişisel, kendi özel çıkarlarımızı hatırlattı ve kendimizi, ideal, kutsal, yabancı çıkarlara –herkesin çıkarlarına- feda etmek yerine, hayatın kaybettiğimiz mutluluğunu geri getirmenin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

Politikacıların durumunu, sosyalistlerin toplumunu, hümanistlerin insanlığını analiz ederek ve onları kendi-olmanın önündeki engeller olarak bilinçlendirerek otoriteye -çoğunluğa, bütünlüğe ve onun ayrıcalıklarına sahip olmaya arzusuyla kırılmış- ölümcül darbeyi vurduve vatandaş, işçi, insanın yerini Ben; entellektüel yıkıcının yerini somutlaşırılmış yaratıcı aldı!

Ama sadece bu değil: işinin diğer bir parçasını, tek başına Ben‘in biricikliğini geliştirebileceği bir konumun çok kapsamlı bir araştırmsına adayarak, onu gücünde, ilişkilerinde, kendi zevkinde gösterir - gücü ve nihai zaferinin anlamı.

Yorgun, işkenceye uğramış, kendi kendini şehit eden ırkımızın yerini, geleceğin sahip olduğu Der Einzige'nin gururlu ve özgür olanı –gelecek ona aittir- alır.

Kendisi için yapabileceğini yaptı, çünkü bu ona zevk verdi.

Teşekkür istemiyor ve biz ona hiçbir teşekkür borçlu değiliz.

Bize sadece kendimize karşı olan suçlarımızı hatırlattı!

Onun yaptığı budur; Nasıl yaptğı takdire şayandır.

Eğer doğallık ve güç, gerçek dehasının izleri ise, Max Stirner şüphesiz ilk sırada olan bir dahiydi. Dünyayı ve onun insanlarını tamamen kendi gözleriyle görüyor ve her şey onun önünde gerçekliğin keskin ışığında duruyor. Hiçbir şey, geçmişin gecesi ya da kendi zamanının arzularının ezilmesi, onun görüşünü rahatsız edemez ya da kandıramaz. Onunki tamamen özgün bir eserdir ve hiçbiri bu kitaptan daha büyük bir nesnellik ve önyargı eksikliği ile yazılmamıştır: Der Einzige und sein Eigenthum. Stirner'ın kendi Ben‘inin olmadığı halde sağlam ve belirli saydığı hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey onu şaşırtmaz ya da kafasını karıştırmaz, en baştan beri hiçbir şey "onu etkilemez". Böylece o kritik zamanın gerçek çocuğu gibi görünüyor, o kadar gerideki diğerlerinin bıraktığı yerden başlıyor. Bu nesnelilik sözlerine, bazılarında bu kadar şaşırtıcı ve diğerlerinde bir zafer kazanmışcasına bir etkiye sahip olan kendine özgü bir kesinlik katıyor.

Düşünürün mantığı kıyaslanamaz. Sonuçlarının katı mantıksal tutarlılığı, herhangi bir sonuçtan geri tepmez. Okuyucunun düşüncelerini kendi mıntıkasının sonuna kadar götürmesine izin vermez; o bunu kendisi yapar. Şimdiye kadar telafi edilemeyen kavramlar onun tarafından birbiri ardına çözülür ve onların çökmelerine izin verir. Doğru olanı kavrayana kadar kelimelerin anlamlarını izler, bunlar genellikle o zamana kadar onlara verilenle tamamen çelişkilidir. O, büyük olanları gösterişlerinden uzaklaştırır ve onları boşluklarıyla gösterir; ve dil kullanımlarıyla kınan, küçümsenenleri tekrar onurlandırır. Bize onlarıngerçek kullanımlarını ilk kez öğretir.

Şimdiye kadar onun tek bir iç çelişkisi gösterilemedi; Gelecek, tüm zaman boyunca kurduğu şeyi daha fazla genişletmekten başka yapacak hiçbir şeye sahip değil. Yeni umutlar bolluk içinde çoğalacak, ama o argümanı burada sonlandırdı.

Onun tanrısal kaygısızlığı ve acımasız mantığında, çalışması tamamen onu yapan insana benzer, günümüzün en keskin düşünürlerinden biri olarak biricik olan "başkalarını memnun etmek için değil, ama ilk önce yaratıcının kendisini memnun etmek için" der. Stirner iradesine göre yaşayamayacağından, onun bu isteksizliği uyandırıldı ve etrafındaki her şey kendisini öfkeli protestolarla ve hoşgörüsüz fanatizmle yorarken o, bütün valığının özgürlüğünü yansıtarak yaşamının eserini yarattı.

Sakinlik, öz-üstatlık, üstünlük, neşe, ironi, ve yücelik gerçek özgürlüğün izleridir; tıpkı telaş, belirsizlik, öfke, duygusallık, kendini düşünen inatçılık ve dar görüşlü küçük işlerle uğraşmak aç-iktidarın izleri olduğu gibi.

Bu kitabın ilk sayfasından son sayfasına ilkbaharın tazeliği bir savaş esintisiyle zevk verir. Stirner’in dileği: gözünün içine bakabildiği ve zapt edebildiği, “cesaretle dolu olan, kendi cesareti“yle alevlenen rakibinin eşit olarak eşleştirilen rakibi olmak, ona karşısında bedensel bir düşman olmak! [Mackay, burada Stirner'in Schiller alıntısını yorumluyor, Wallenstein‘s Tod, Oyun 1, Sahne 4. Sayfa 178’deki nota bakın.]

Ama aynı zamanda orada düşman utangaçça ondan uzaklaşır, onun yerine çılgınlık ve yanılsamanın hayaletleri, geçmişin gölgeleri açılır, kaçakları en uzak saklanma yerlerine kadar takip eder ve onları günün ışığına çıkarana ve onları takıntımızın hayaletleri olarak deşifre edene kadar dinlenmez.

Boş laf ve ağzı bozukluk –her ikisini de dikkate almaz: ilki onun aklını çelmediği gibi ikincisi de onu iğrendirmez; ve entelektüelin boş lafı ve ayak takımının ağzı bozukluğu onun biricikliğinin bilincinde kaybolur.

Cesareti eşsizdir ve herhangi bir rakipten geri çekilmez. Kendisi üzerinde hiçbir otorite tanımaz. Hiçbir şey onun için kutsal değildir. O alaycı ve eleştiriciden daha fazlasıdır. O harika bir kahkahadır. Ve kahkasına kurtuluş denir.

Bu cesaret her zaman aynıdır. Görünüşe göre, yüzyılların temelinde kökleşmiş olan ve “insan


ırkının ebediliği” ne sıkı sıkıya bağlı olan eski kavramlar – bunlara, yeni zamanın, “geleceğin idealleri“ olarak tehdir ettiği, zamanının yeni ortaya çıkan sloganları gibi, cesurca saldırır. Onlara dokunduğunda yeni de eski de çürür ve ufalanır.

Saldırdığı her şey bir bayrak, bir işaret, bir inanç altındaki savaştır. Ama oldukça yalnız savaşır ve Ben’iyle ayakta durur ve onunla düşer – Ibsen’in kelimelerinin en parlak örneklerinden biri: "Dünyanın en güçlü adamı en yalnız olan kişidir" [An Enemy oft he People‘dan (İnsanların Düşmanı), Farquharson Sharp‘ın çevirisi].

Ama cesareti kadar öngörüsü de büyüktür. Zincirlenmiş elin savaşamayacağını ve felçli dilin konuşamayacağını biliyor. Kendisini düşmanın ellerine teslim etmez. İktidar gücünün ahmak aptallığını bilir; tanrısal olarak her şeye gücü yetmesiyle uğultusu uykuyunu bozan sinekleri avlar ve kaleye giden tilkiden haberdar değildir. Stirner'ın sadece "Prusya" demesi gerektiğini ve hayatının tapusunun yok edildiğini bilir; "Çin ve Japonya" der ve her çocuk onun ne demek istediğini bilir. Danimarkalı sınıfları ve civardaki “tüm Ruslarındiktatörü”nü bile sadece ..... ile isimlendirir; ve bir kez "kesin" bir devletten söz eder. Kesinlikle çocuksu bir oyundur; ama güç kördür ve o buna güler. Sadece uzanan ellerin gerçekten ona ulaşabileceğine inandığı zaman, oyunu bırakır ve kendini suçlu bir ithama karşı savunur: Etimolojik anlamından dolayı "öfke" [Empörung] kelimesini seçti ve onu "sınırlı", "ceza hukuku tarafından uygun görülen" anlamıyda kullanmaz.

Düşünürün zırhı kusursuzdur. Görevinin çözümüne ona asla hayal kırıklığına uğratmayacak bir bilgi getirir. Yorulmadan geçmişin tarihinen ihtiyaç duyduğu örnekleri alır. Açıkça en kapsamlı uzman olduğu İncil, ona her zaman gerekli örnekleri sunar. Eski ve yeni zaman insanlarının bu harika açıklaması, kitabının hemen hemen her sayfasının bundan bahsetmese bile, tek başına, insan ırkının tarihini kendi iç bağlantılarında ne kadar derinden kavradığına tanıklık edecektir.

Stirner‘in -Bruno Bauer'a nazaran- biraz okuduğu söylenir. Bu, fikirlerine yönelik kendi eleştirilerini sunmaya çalıştığı kendi zamanının nispeten çok sayıda eserine baktığımızda, şüpheli görünüyor. Sadece zamanının en önemli yayınları olan Feuerbach ve Bauer‘inkilerden değil, sadece Proudhon'un kendisine bu kadar çok hedef sunan ilk yazılarından değil, aynı zamanda bugün tamamen unutulan zamanın geçici yayınlardan da alıntı yapar. Bununla birlikte, bu alıntılar asla hafızadan yazılmaz, aksine yazarlarının sözleriyle sürekli olarak en dikkatli şekilde verilir ve doğrulanır.

Sadece geçmişin ve şimdinin tarihi değil, aynı zamanda gündelik hayat da, renkli zenginliklerine ulaşmak için defalarca şans tanır; her gün kendi iddialarının yanılmazlığını kanıtlamak için, ama çoğu zaman daha inandırıcı örnekler sunarak.

Bu arada, bilgisinin zenginlikleri, gösterdiği özen ve aklı, ama öğrenilemez olan ve yalnızca dahiler için mümkün olan -insan dünyasının resmini içgüdüsüyle, önemliyi önemsizden ayıracak şekilde kavramak için -bu Max Stirner'i ve onun çalışmasını biricik kılan şeydir. Tıpkı birkaç darbeyle biricik bir insan yaşamının ana hatlarını verebildiği gibi, çocuktan adam bütün gelişmesinde somut bir şekilde orada durur, insanlığın yeryüzündeki ve yüzyıllar boyunca gelip giden fikirlerin yolundaki büyük akımlarının selinde gösterir; onları harekete geçirenin ve imha edenin ne olduğu, ilk olarak onun aracılığıyla anlaşılabilir hale gelir. Kaotik kitleler, onun şekillendiren elinin altında form kazanır, böylece onları gerçek formlarında tanırız.

Geçmişin sisi ile aynı kesinliğe sahip olarak, kendi savaş-sarsıntı zamanımızın kırıcılarıyla bizi yönlendirir. Ne uzak ne de yakın onun görüşünü karıştırır, ve yorulmak bilmeden bizleri, tüm hatalrın ormanlarına, sahibinin yüksek ve gururlu figürüyle geleceğimizin kesin zeminini tehdit edene kadar, bizi yönlendiriyor.

Stirner'in -“hayatının en iyi yıllarının zahmetli eseri”- kitabının dili ve stili, düşüncesi kadar orijinaldir. Kendisi bir keresinde "istediği şeyin kısmen sakar ifadesi" diye bahsetmişti. “Filozoflar tarafından bozulan, devlete, dine ve diğer şeylere inananların kötüye kullandığı, bir dil ile çok fazla mücadele etmek zorunda kaldığını ve sınırsız bir kavram karmaşası yapabileceğini” söyledi. Onun dili yine de büyük bir çekiciliğe sahip. Yumuşak ve esnek değil, çünkü cezbedici değildir ve yolsuzluğa yol açmaz; karanlık ve zor değildir, çünkü kafa karıştırmaz ve tehdit etmez. Bu, her şeyden daha çok: kristal berraklığında dürüst, yaşayan ve her ifadeye hakimdir. Boş bir cümle bile bilmez, çelişki ve yarım ölçü yoktur. Hiçbir zaman kendini ipuçlarıyla yansıtmaz ve söylediği her şeyde, hedefe ulaşana kadar gider.

Stirner'in tarzının tekrarları ile yorucu olduğu söylenmiştir. Gerçekte Stirner asla kendini tekrar etmez. İncelemesinin konusuna her zaman yeni bir test yolu ile yaklaşarak, onu her yönden görmeden ve idrak etmeden önce asla terk etmez, ve onun isabetli görüşünü şeyleri ve insanları gerçekten şaşırtıcı bulduğu çok yanlılığı şaşkınlık vericidir. Gerçeklerin asla yeterince sık tekrarlanamayacağı gerçeği dışında, çalışmasının en büyük değeri, tüm itirazlarla ilgilenmesinde, Ben'in egemenliğine yönelik çeşitli saldırıları göz önünde bulundurmasında yatar. Gerekli gördüğü yerde, idrak edilecek kavramın (ör. Devlet, toplum, vb.) etimolojik kökenini ortaya çıkarır. Bir kelimenin anlamını izlemeye karşı olağanüstü bir sevgisi vardır ve sıklıkla iki anlamlılığı kelimeyi son derece esprili bir şekilde kullanarak ortaya çıkarır, bu da çoğu zaman kendi cümlelerinin başka bir dile çevrilmesini imkansız kılar. Dahası, bütün uzlaşmazlıkları kanıtlamak için karşıtların keskin bir şekilde yüzleşmesini tercih eder ve yarı-ölçü ya da güzel adlandırma kullanan herkes - her ilerlemenin en kötü düşmanları - bu yüzden şimdi onu önceden olduğu gibi "aşırılık" la suçlar.

Keskin, kesin, açık tarzını herhangi bir güvenilmezlikle suçlayamadıklarından, onun soğuk olduğunu söylediler.

Suçlama, onu ortaya çıkaranlara geri döner: kendilerini yalnızca yapay coşkunun ateşiyle ısıtabilenler, asla yaşamın saf aleviyle değil. Bu kitabın derinliklerinde ölçülemez bir hiddet parlaması gibi, yaşamın sıcaklığı da onun diliyle parlıyor. Zaman zaman sıkıcı ve geniş olduğu ve ancak tekrarlanan girişimlerle üstesinden gelmek için üstlendikleri şeylerle başa çıktığı doğrudur, fakat bunun başka birisinin dağınık kavramları ve kurak soyutlamaların ormanları boyunca, , Hegelyanların diyalektiği ve o günlerin liberalizminin jargonu aracılığıyla bu şekilde işlemesi Stirner'in bir hatası değildir. Bir kez daha ustasının kendi düşüncelerinin ifadesi haline geldiğinde rahatlamayla nasıl da nefes alır, hangi hafiflikle onları takip eder - üst düzey alaydan iğneli küçümsemeye kadar, şen kahkahadan en ağır ciddiyete! Düşüncelerinin gücünü gereksiz yere zorlaştırmaz, ve sadece nadiren yüce emosyonelizme yükselir. Ama tutkulu hale geldiğinde, hespini daha güçlü kavrar ve ilk sıradaki bunlarla birlikte masumların karşılıksız özlemden eridiği ,bir sanatçıya layık şekilde tarifler yaratır. Bu Stirner'in satırlar kulağında, "sevgili Almanya'mızın bin yıllık var oluşunun festivalinde" çalan çanlar, çalmaya başladığında yazdıklarına aittir. Bu kitabın soğuk olması mı gerekiyor? Küçümseyenler gençliğin “gerçek baştan çıkarıcıları” nının aleyhine konuşan, “ kendini küçük görerek ve saygıyla Tanrı'ya gönül vermeyi yaymakla meşgul olanlar, genç kalpleri çamur ve genç kafaları aptallıkla dolduranlar”dır ! Ve hangi acımasızlık, demirden gurur dünyadaki büyük tımarhanenin tanımından ve mahkumlarının çılgın davranışından, intikam için şehvetten, korkaklıklarından geliyor?

Bu dil, çok zengin bir şekilde hareket eden ve böylesine tükenmez bir ifade kaynağı olan, hala şeffaf bir açıklığa sahiptir. Bu biricik kitabın düşünmeyi bilen herkes tarafından okunmasını mümkün kılar. Bu nedenle, profesyonel filozoflar en baştan bunu reddederler. Ama bu bütünüyle ehemmiyetsiz değildir. Bilim sanatın bugün olmak isteyip de olduğu gibi özgürleştiğinde, Max Stirner

de hak ettiği yeri alacaktır. Bu arada onun kitabı, düşüncelerinin tohumlarını yeryüzüne dağıtarak

binlerce elden geçecektir.

Bir oturuşta okunabilen bir kitap değildir. Aynı zamanda sadece yaprakları çevirerek okunacak bir kitap da değildir. Tekrar ve tekrar bırakılmak üzere tekrar tekrar ele alınacak, böylece uyandırılan düşünceler sakinleşebilecek, kızgın duygular durulacak. Her yeni yaklaşımla,onun izlenimin üzerimizde daha kalıcı ve çekiciliğinin daha yoğun bir etkisi olacaktır. Böylece yaşam boyunca bize eşlik edecek ve ikincisiyle sonuna kadar yaşayamayacağımızdan, birinciyi asla tüketemeyeceğiz.

Çünkü bu kitap hayatın kendisidir.

"Eleştiri" nin taraftarları, çalışma karşısında bir kayıptaydılar.

Muhtemelen duyguları çeşitli şekillerde hareket ettiren bir yayın ile kendilerini meşgul etmekten kaçınamayacaklarını hissettiler. Ama kısmen görevlerinden geri çekildiler, kısmen de üzerlerinden atmaya çalıştılar. Sebepleri güzsüzlüklerine yakındır.

Bu nedenle detaylı ve ciddiye alınabilecek gözden geçirmelerin sayısı nispeten çok küçüktür; yine de, hak etse bile, buradaki tek bir tanesini dahi daha yakından inceleyebilmek için çok fazladır.

Doğal olarak tam olmayan genel bir bakış bile yukarıda verilen resme gelen genel tepkiyi bir ölçüde açıklığa kavuşturmak için gereklidir

En önemli incelemelerin, Stirner'in bizzat kendisinin cevaplandırdıkları olduğu şüphesizdir; Bu nedenle, hak iddia edebilecekleri çıkarları hemen sağlayacaklarıdr.

Birincisi, büyük günlük gazeteler - onun bağlantısını gözden geçirebildikleri kadarıyla - kitap hakkında tamamen sessiz kalıyorlardı. Dikkatlerini, günün ilginç tartışmaları ve boşluklarıyla daha iyi- daha kolay- doldurabilecekleri boşluklar yaratan, önemli bir yayına vermektense yapacak daha


önemli şeyleri vardır. Hallisches Jahrbuch ve Deutsches Jahrbuch'un zamanı geçmişti ve önemli ve ciddi olan şey, feodalların daralmakta olan boşluğuna gittikçe daha kalabalıklaşmasıydı.

Dergiler ve yorumlar daha az olumsuz etkilendi. 1846 tarihli Blätter für litterarische Unterhaltung, bu konuyla ilgili her şeyi gözden geçirdi, "biricik olanın" ["der Einzige"] temeline inmek için uzun bir makale yazdı. Onlar için “ölmekte olan bir okul felsefesinin abartısı” dır; entelektüel kavramı tamamen yanlış ve materyalisttir; O, “yalnız peygamber” dir ve Hegelcilik'in ders kitabı çözümlemesinin, buradan daha iyi ve daha net bir şekilde yansıtıldığı hiçbir yer yer yoktur.

Leipzig'deki Die Grenzboten, Stirner ile tekrar tekrar meşgul oldu. İlki kitabının yayınlanmasından hemen sonra yazılmış bir incelemeyle oldu. Yazarı, W. Friedensburg, "son teorinin, insan beynindeki herhangi bir ilgiyi, bugünün bale'sinde yeni bir ifade bulduğu gibi, en düşüncesiz bıkkın tutumundan daha fazla kabul etmediği" görüşünde. Ama gerçekten de Stirner’in çalışmasıyla kendini olduğundan daha fazla meşgul etmemeye özen gösterecektir. “O zaman bana kim, bu Ben‘in benimle dalga geçmediğinin ve geleneksel olanı, gerçeklik duygusunun son derece ciddi bir tarafı olarak gören aptala alaycı bir şekilde gülmediğini garanti edecek!”

Birkaç yıl sonra Der Einzige, cahil ve zevksiz hayatının, tarihin ve bir amaç için çalışmanın tekdüzeliğinden sıkılmış güzel bir ruhun derin, coşkulu iç çekişi olarak adlandırıldı! Daha önce de olsa, bu “güzel ruh” için bir gelecek kehanetinde bulunuldu ve Stirner'in “liberalizme karşı başarısız isyanından sonra eski bayrağına geri döneceği”ne dair umut dile getirildi. Sanki o bayrağı kabul edecekmiş gibi!

Teolojik açıdan Hengstenberg, 1846'nın sonunda ünlü Evangelische Kirchenzeitung'unda yanıt verdi. Das Verstandesthum und das Individuum kitabının yayınında oldu [Rasyonellik ve birey; Karl Schmidt tarafından anonim olarak yayınlanmıştır]. Stirner, kitabından daha yeni bahsedilirken, önemini kaybetmiş olarak görüldü.

Birçok kez, Stirner'in kendisinin cevap verdiği ve daha fazlası aşağıda söylenecek olan makaleler dışında, Wigand’s Vierteljahrsschrift ve onun devamı Die Epigonen'de Der Einzige'den bahsedildi. Adı geçen derginin üçüncü cildinde "Charakteristik Ludwig Feuerbachs" adlı makalenin "Feuerbach und der Einzige" adlı bir bölümü, "uygun rakip" e adanmıştır; Die Epigonen'in dördüncü cildinde Bettina von Arnim'in kaleme aldığı "Auflösung des Einzigen durch den Menschen" [İnsan yoluyla biriciğin çözülmesi] adlı bir makale vardır.

Sadece 1847 tarihli Revue des deux Mondes'deki ayrıntılı inceleme unutulmamıştır. Başlığı "De la crise actuelle de la Philosophie Hégélienne. Les parts en Allemagne,"ydi ve yazarı, Alman ilişkileri üzerinde uzman M. Saint-René Taillandier’di. Bu ortak olarak Ruge ve Stirner’e adanmıştır. Yazarı, kitabın başlığının tercümesinin "L'individu et sa propriété" değil, "L 'unique et sa propriété" olduğu kanaatindedir. Kendisini tamamen Stirner'in tarafında görür ve biz [Alfred Julius] Becher ile birlikte Viyana'da Neutor'dan önce [ateş etme ekibi tarafından] idam edilen [Hermann] Jellinek'in Alman çevirisiyle olağanüstü çalışmasının bazı bölümlerini tekrarlıyoruz: “Max Stirner'deki sertliği, mutlak keskinliği görün! Hiçbir şey onu güçlü bir şekilde bir araya getirdiği fikirleriylele sarsamaz. Şanslı adam! Hiç bir şaşkınlığı, tereddütü, pişmanlığı yok. Hiçbir zaman bir mantıkçı, doğasının hayal gücü eksikliğini bu kadar iyi savunmamıştı. Kalemi titremez; gösterişten uzak zariftir, önyargıdan uzak nazıktır. Başkasının üzüleceği yerde o doğal bir şekilde gülümser. Ateizm onun için hala çok dinsel olduğu için şüphelidir; egoizmle ateizmi desteklemek yerine getirdiği görev budur ve ne rahat,ne denli sakin bir ruh! " [«Heureux homme! il n'a point de scrupules, point d'hésitation, nul remords. Jamais dialecticien n'a été mieux défendu par la sécheresse de sa nature. Sa plume meme ne tremble pas; elle est élégante sans affectation, gracieuse sans parti pris. Là où un autre serait agité, il sourit naturellement. L'athéisme lui est suspect, comme trop religieux encore: compléter l'athéisme par l'égoisme, voilà la tâche qu'il remplit, et avec quelle aisance, avec quelle tranquillité d'âme! », S. 259]. Ve dahası: "Onları böyle soğuk kanlı bir biçimde, bu kadar doğru bir zarafetle yazmış olan kalem

akıl almaz bir sırdır. Kitabın var olduğuna ikna olmak için kişi kitabı kendisi okumalıdır." Ve: "Bir Fransız okuyucu için hiçbir şey hakkındaki bu coşku nasıl anlaşılır hale getirilir?”

Daha sonra Fransız, çalışmayı kendi tarzında ayrıntılı olarak değerlendirir ve inceleme sırasında, başlangıçta olduğu gibi, tamamen Stirner’in tarafında olmadığı sonucuna varır: "kendinden vazgeçmek için aptal takıntı"ya karşı sözler yağdırır. Bunlar daha önce değerlendirmesinde kullandıkları kadar tutkululardır. Ancak, çalışma için hayranlığını belirten ilk ve neredeyse tek sıcak kelimeyi bulan ve onun cesurluğu ve büyüklüğü hakkında adil olmayı amaçlayan kişinin bir yabancı olması dikkat çekicidir.



Der Einzige ile ilgili bağımsız makalelerin sayısı olağanüstü derecede azdı: ayrıcalıklı felsefe ve yayınları doğal olarak tüm hareketin üzerinde ölü sessizliğini korudu. Ama o yıllarda "eleştirel" felsefenin hemen hemen her düşüncesinde bahsedildi.

"Post-Hegelyanlar" ile ilgili bir makaleye rastlayan kişi, Strauss, Feuerbach ve Bruno Bauer'dan sonra bahsedilen Stirner'i bulabilir, bazen alaycı bir kelimeyle geçiştirilir; 1851 tarihli Brockhaus'un Die Gegenwart'ın altıncı cildinin anonim bir makalesindeki gibi “Die deutsche Philosophie seit Hegels Tode” (Hegel'in ölümünden bu yana Alman felsefesi) daha çok nadiren ona karşı adil olmak için ciddi bir çaba harcayarak. Orada, tüm kurbanlarının arkasında, büyük yok ediciyi kutladılar, bu küstah ruha bir yer buldukları için mutluydular. Stirner bugün hala bu köşede yer alıyor - “zamanının felsefî radikalizminin, cesur ve dahiyane bir olumsuzlukla ortaya çıktığı en uç nokta olarak sayılabilecek yazısıyla”, gerçekten de dikkate değer, tümüyle her şeyi bilen insanların büyük ansiklopedilerimizi duyurduğu, birbirlerini kopyaladığı gibi.

Doğrudan kurbanlar kısmen sessiz kaldılar, kısmen de kendilerini savunmaya çalıştılar. Bu “Eleştiri” tarafında Stirner'in cevap verdiği Szeliga'nın ağzından gerçekleşti. Oysa ki Bruno Bauer’ın yazılarında Stirner ismi bile geçmedi (bu konuda, Bauer o zamanlar çoktan “egemen, mutlak”

eleştiriden Tarihsel araştırmalara geçmiştir) - Yakında Feuerbach'ın konumunu göreceğiz. -Sosyalistler ve Komünistler hiçbir detaylı cevap vermedi. Emin olmak gerekirse, Marx ve Engels hemen birine giriştiler, ancak "Hegelci okulun şubelerine karşı" çalışmalarının elyazması, sadece ışığı "farelerin yemediği kadarıyla" bir altmış yıl sonra 1903'te gördü. Buna zevkle "Saint Max" başlığı koyuldu ve kesinlikle bu zamanın diyalektik kavgalarının ürettiği son derece aptal ve boş bir kelime oyunuydu. Sadece salt tarihsel değere sahip bu son polemiği bulmak için yeterince ilgi ve anlayışı olan kişi için okunabilirdi. Daha sonraki yayıncısı bile, artık olması gerektiği gibi onun arkasında durmadı. Stirner post-Hegelyan okulunun jargonunu nasıl bitirdiğini ve bunu kendi girişine göre onun için ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Ama onu yaşamın diline dönüştürürken, Marx ve yankıları onun içinde sıkışmaya devam etti ve daha sonra onu bugün hala –maalesef özgürleştirilmemiş emek için- partilerini yöneten soyutlamalara yönlendirdi ve onun eski, katı formda durmasına izin verdi. - Stirner'in eski bir rakibi olan Moses Hess'in tesadüfen yer aldığı- çalışma,her halükarda, Der Einzige'nin kendisi kadar geniş kapsamlı bir cevabı ona ithaf ettiği zaman, Marx'ın Stirner'in çalışmasına ne kadar değer kattığını gösterir.

Ruge kolayca etkilendi: Der Einzige'nin yayınlanmasından sonra, yazışmaları kanıtladığı gibi, Stirner'i samimi bir şekilde tanımadan ("Almanya'da okunabilir ilk felsefi kitabı", " kişi onu desteklemeli ve propaganda etmelidir") onun en nefret edilen rakibinin, Kuno Fischer, eleştirisini coşkuyla karşılamaya ilerledi. Stirner’in, “son on yıl”ı (" Der Egoismus und die Praxis: Ich und die Welt "[Egoizm ve deneyim: Ben ve dünya]) dikkate alışında cesurca “uyuyan teorisyenlerin kampındaki uyandırma çağrısı” olan kitabına hatrı sayılır bir yer verdiği Zwei Jahre in Paris'inde (Paris’te iki yıl), onunla tartışmaya çalıştı. uyku teorisyenlerinin kampındaki cesur “uyandırma çağrısı” na önemli bir yer verdiği, onunla birlikte tartışmaya çalıştı.

Felsefe tarihinde –ulusal olduğu kadar Alman da olan- Stirner'in çalışmalarına yer olacak, her

ne kadar her zaman ve her yerde -yeni bir dönemin başlangıcı gibi- ya da ona uygun bir boşlukta olomasa da – kavramlardan konuya yönelmeyen yeni bir düşünme biçimi olarak, onu boyun eğdirmek için, fakat ikincisinden başlayarak nesneyi, onu altüst etmek için ele geçirir. Evet, felsefe tarihinde, yüzyılın entelektüel yaşamının tarihinde, Stirner isteksizce küçük bir yer alacaktır.

Tüm tarih yazıları bugün insanların çoğunun gözüne yansıtılan başarının bir açıklaması olmaktan çok daha fazlasıdır.

Bununla birlikte, bu eleştirinin pozisyonun daha da içine girmek, güncel eleştirileriden ve sonrasından geliştirildiği gibi, bizi çalışmalarımızın sınırlarının ötesine götürecektir.

Stirner iki kez çalışmasının eleştirmenlerine cevap verdi. En yüksek ilgi ve en büyük öneme sahip olan Stirner'ın bu yanıtları, aynı zamanda yaşam görüşünün son ifadeleri ve (bir istisna hariç), dergilere yönelik bilinen son katkılarıdır.

İlk cevap, 1845 yılında Der Einzige'ye yapılan en dikkate değer ve önemli üç eleştiriye de karşı çıkıyor. Onlar Stirner tarafından en keskin şekilde saldırıya uğrayan üç taraftan geldi: Sosyalist taraftan gelen komünist Musa Hess cevapladı; eleştiriler yanıtını Szeliga aracılığıyla verdi; bir cevap vermeye tenezzül eden üçüncü kişi Feuerbach'ten başkası değildi. Bu eleştiriler muhtemelen Stirner'I onaylana en dikkate değerlerdi. Bu üçü ile ilgili tercihi, elbette bir sorun olarak ortaya çıktı ve bir kez daha onun yıkıcı hamlelerini her yöne doğru yapması için bir fırsattı. Stirner'in ikinci cevabı çok daha sonra geldi ve çalışmalarını duyulmamış gösterişli bir moda ve cüretkârlıkla ele alma girişiminde olan ve okul çalışmaları unutulmaktan Stirner’in cevabıyla kurtulan genç adamın gözden geçirmesini hedef almıştı.

Stirner'in Der Einzige'nin eleştirisine verdiği ilk yanıt, 1845 yılında Wigand's Vierteljahrsschrift'inin üçüncü cildinin neredeyse elli sayfasını kaplıyordu. Başlığı, "Recensenten Stirner’s"dir [Stirner’in eleştirmenleri] ve imzası baş harflerini "M. St."yi taşıyan yazar hakkında hiçbir şüphe bırakmaz.

Szeliga’nın “Der Einzige und sein Eigenthum” eleştirisi, Bauers, Fränkel, L. Köppen ve Szeliga'nın “Beiträge zum Feldzuge der Kritik” [Eleştiri kampanyasına katkılar]olarak yayınladığı Norddeutsche Blätter’in Mart sayısındaydı. Szeliga (asıl adı farklıydı), genç bir subaydı, " düşünme ve konuşmada kesin, agresif, eleştiriye karşı askeri bir eğilimi olan, devrimci ya da muhalif olarak değil, pratik-dar bir bakış açısı olan askeri bir figürdü. Onu bütün burjuva düşüncelerden kurtaran sadece tek bir felsefe sorusu sordu. ” Büyük olasılıkla konumundan dolayı Hippel'in “Özgürler”ine sık sık dahil olamdı, ancak Charlottenburg'daki Bauers'ın çevresine aitti ve "Kutsal Aile" den biri sayıldı ve Bauers'in edebi günlüğüne uzun soluklu, önceden bahsedilmiş olan Les Mystères de Paris eleştirisiyle girmişti. Boş zamanlarında günün felsefi sorularıyla gayretli uğraşı daha fazla broşür, örneğin Die Universalreform und der Egoismus [Evrensel Reform ve Egoizm] meydana getirdi. Hakkında dar bir çevreye zaten bir konuşma yapmış olduğu Stirner'in çalışmasına dair eleştirisi, olağanüstü derecede detaylıdır. Silahını burada savuran Bauer’in okul kritiğidir. "Der Einzige,"der, "eleştiriye kendiliğinden tamamlanma konusunda yeni bir çalışma fırsatı sunar", ki bu da diğerinin yükselişinden dolayı ötekinin devrilmesidir. "Biricik olanın yaşamı" nın tam bir incelemesinden sonra, "tüm hayaletlerin hayaleti" olduğu ilan edilir ve bu hayalete yönelik eleştirinin konumu uzun uzadıya ele alınır. Bu durumda olduğu gibi, aşağıda Stirner'in cevaplarının incelemesi de Stirner'in kendisi tarafından böyle kabul edilen ve yalanlanan en önemli noktalara gitme fırsatı vermektedir.

Der Einzige‘nin ikinci önemli eleştirisi sosyalist taraftan Moses Hess aracılığıyla yapılan

Darmstadt'ta yayınlanan ve Die letzten Philosophen başlığını taşıyan bir broşürü şeklindedir. Hess, o zamanlar hala sosyalizmin genç hareketindeki en aktif savaşçılardan biriydi. Stirner gibi, Rheinische Zeitung'un daha önceki ortaklarından biriydi. Tepeden tırnağa komünist olarak, Herwegh‘in dergisi Einundzwanzig Bogen aus der Schweiz’da makaleler yazdı ve 1845'te, “o zamanlar Rheinland'daki sosyalist hareketin merkezi ", Gesellschaftsspiegel dergisinde kapitalizme tam bir ayna tuttu. “ Son filozoflar" onun için Bruno Bauer ve Stirner‘di, "yalnız" ve "biricik"; yine de eleştirisini neredeyse tamamen ikincisine yöneltir. Girişine, “ kişinin Alman filozofların yayınladığı yazıların son zamanlarda tepkiyle kışkırtıldığı kanaatinde” olduğu şüphesiyle başlıyor; o zamandan beri sosyalistlerin her liberal düşünüre karşı tatsız bir şekilde tekrarladığı bir şüphe. Ne Bruno Bauer’in ne de Stirner’in kendilerinin “dışarıdan” belirlenmesine izin vermediklerini açıklayarak iğneyi hemen çıkarmış oluyor. Ama onun görüşüne göre, “bu felsefenin, yaşamdan geri çekilen içsel gelişimi, bu 'saçmalık' haline dönüşmek zorundaydı,” iç tepkisinin suçlanmasına izin verdi, aynı zamanda bununla amaçladığı kitlelerin gözlerine girme başarısını kazanmayı hedefledi.

Daha sonra, Hıristiyan felsefesinin dualizmine, “teori ve praksis arasındaki çatışma” ya baktıktan sonra, Hıristiyan Devletinde modern Hıristiyan Kilisesini, bu dünyada da Cennet'i bulur. Diğer taraftan, devletin vatandaşlarında gerçek insanları değil, sadece onların ruhlarını bulur. Bu ruhların bedenleri burjuva toplumundadır. Almanya, bu modern, özgür devlete henüz ulaşmadı, ki bu da birey ile ırk arasındaki karşıtlığı bir kez daha sona erdirdi, ancak en son filozofları bu modern kilisenin teorik gerçekliğine ve birbirleriyle olan çelişkilerine, devletin burjuva toplumuyla ilişkisine değinerek ulaştılar. Böylece Hess felsefi okulun ardıl teorisyenlerine geliyor.

Bauer'e eleştirisi, ayak takımını denetlemek isteyen yüksek devlet polisinden başka bir şey olmadığı için sitem de bulunuyor; Stirner'in kendisiyle ilgili oldukça özel bir sözü olacak. İkincisine

karşı itirazlarının ne tür olduğunu ve ne kadar önemsiz olduğunu, Stirner'in cevabından göreceğiz.

Zorunlu ittifaktaki üçüncü kişi Ludwig Feuerbach'ın kendisi. Stirner’e kısa yanıtı, “Über das ‘Wesen des Christenthums‘ in Bezug auf den 'Einzigen und Sein Eigenthum'“'[ Hıristiyanlığın özü üzerine , Biricik ve Mülkiyetine referansla] 1845‘te Wigand‘s Vierteljahrsschrift’in ikinci sayısında yayınladı ve hemen ardından Sämmtliche Werke‘nin [Toplanan eserler] ilk cildinde, Erläuterungen und Ergänzungen zum Wesen des Christenthums'da, [Hıristiyanlığın özüne yapılan yorumlar ve eklemeler]sadece bir dipnot olarak ekler: burada başka bir yerde olduğu gibi, sadece kendi yazısını, çok kritik bir ilişkiye sahip olduğu, ve sadece onun konusu, doğası ve ruhuyla uğraşması gerektiği, alfabetik harfleriyle uğraşısını Tanrı’nın ya da Şeytanın çocuklarına bıraktığı, bir görüş yazısı olarak alır.

Feuerbach'ın bu cevabı, Stirner’in ilgisini -ve bizim ilgimizi- diğer tüm eleştirilere göre daha fazla çekmelidir. İçinde, Bruckberg'in geri çekilmesi, Stirner'ın tam olarak üzerine düşmüş hararetli darbelerini savuşturmaya çalıştı, ama maalesef sadece çok kısa, vecize olarak yazılmış ve birkaç sayfaya sıkıştırılmıştı.

Feuerbach rakibinin çalışmasına en yüksek hayranlıkla bakıyordu ve bunu açıkça dile getirdi. Yayınından hemen sonra onunla tanıştı ve 1844 “sonbaharında” kardeşine şöyle yazmıştı: “Çok zekice ve ustaca bir çalışmadır ve egoizmin gerçekliği hakkında söyleyecek bir şeyi vardır - ama eksantrik, tek taraflı, yanlış tanımlanmış. Antropolojiye karşı, yani bana karşı, polemiği yargının ya da düşüncesizliğin eksikliğine dayanıyor. Ona bir yere kadar katılıyorum; özünde bana dokunmuyor. Yine de bildiğim en usta ve en özgür yazar. ” Eğer bu birkaç satırdan Feuerbach'ın rakibine -dürüstlüğü

yaralı gururuyla sürekli savaşan - karşı iç güvensizliği duyuluyorsa o zaman bu güvensizlik ona adamakıllıca, "en usta ve en özgür" ile sözlerini bitirebileceğine dair inandığı yolu gösteriyor. İlk baştaki düşünceleri son biyografi yazarı, Wilhelm Bolin gibi, açık bir mektup olarak bildirmekti. Başlangıcına dair karalamalar yapmıştı. O günümüze ulaşmıştır ve okur: "Sevgili 'etkisiz' ve 'eşsiz' egoist! Tamamen yazın gibi, özellikle de beni yargılaman gerçekten 'kıyaslanamaz' ve 'biricik'tir. Her ne kadar orjinal olsa da, ben uzun bir süre bu yargıyı bekledim, ve arkadaşlara şöyle dedim: Şimdi Hıristiyanlığın 'fanatik, tutkulu' düşmanı olan ben, bu beni o kadar tanımayacağım ki ondan özür dileyenler arasında bile sayılacağım. Bu çok yakında olacaktı, zaten gerçekleşmişti, -itiraf ediyorum-beni şaşırttı. Bu, senin gibi 'biricik've 'kıyaslanamaz'. Artık ne kadar az zamanım varsa bana dokunmadyan ama sadece benim gölgeme dokunan yargıları çürütmek için arzum da vardır, ben yine de 'Biricik Olan', 'Eşsiz Olan'ın durumunda bir istisna yapıyorum.

Çok şükür Feuerbach, Stirner'e bu tarzda atıfta bulunmaya devam etmekten vazgeçti, ama maalesef, tam bir cevap vermek için cesaretini toplamak ve zaman harcamak yerine kısa “açıklamaları”nı sürdürdü. 13 Aralık 1844'te kardeşine yazdığı bir başka mektupta, bir kez daha kendinden özür dilemeye ve kendini aptalca, ama ahlaki küstahlığı için “Stirner’in saldırıları, sanki benim üzerimden isim yapmak istercesine, belirli bir gurura ihanet ediyor.” sanısıyla rahatlatmayı amaçlamaktadır. Böylece o, “anî bir zaferin çocuksu neşesi” ni cömertçe zavallı adsıza bırakıyor. Gerçekte, zeki adam Stirner’in zorlu bir rakip olarak ortaya çıkmış olduğundan, zaferinin kendisinin tamamen yokedilmesinden başka bir şey ifade etmediğinden şüphe duymaktadır ve bu nedenle de zafer şöhretine yeni yenilgilerle ihanet etmemek için daha fazla savaştan kaçınmayı tercih etmiştir. Muhtemelen benzer nedenlerden dolayı, her yönüyle beklenen tartışmaya evrensel ilgi çekmiş olan Wigand's Vierteljahrsschrift'teki sözlerine imza atmaktan kaçınmıştır. Tesadüfen, burada Feuerbach ve Stirner'in asla şahsen tanışmadığı söylenebilir; Feuerbach asla Berlin'e gelmedi, ve Stirner oradan

hiçbir zaman ikisinin de ilgisini çekecek bir toplantı varken ayrılmadı.

Söylendiği gibi, Feuerbach, Hess ve Szeliga, Stirner'e birlikte yanıt verdiler. Söz konusu eleştirinin ortaya çıkmasından hemen sonra ve neredeyse acele ederek "Recensenten Stirners" [Stirner’in eleştirmenleri] cevabını yazmış olmalı. Feuerbach gibi, o da kendinden üçüncü kişi olarak bahseder.

Yazarların kısaca tanımlanmasından sonra: Sosyalist olarak Hess, eleştirmen olarak Szeliga ve anonim olarak -Feuerbach- ilk olarak üçünün de aynı fikirde olduğu "Biricik Olan"ın ve "Egoist"in derinen iner.

Onlara göre, “Biricik Olan” “kişinin kafasından çıkarması gereken kutsal birey” ve düpedüz “palavracı”, “hayaletlerin hayaleti” olarak görünür.

"Biricik Olan"ın içi boş bir ifade, hiçbir şey ifade etmeyen bir ifade olduğu varsayılır. İnsan, ruh, gerçek birey, vb. gibi kutsal ve yüce ifadeler ile ilgili olarak, hala sadece "boş, kültürsüz ve ortak ifade" lerdir. İçeriği düşünce içerikli olmayan biricik olan bu nedenle de anlatılamazdır ve "anlatılamaz olduğu için, tamamıyla ve aynı zamanda- böyle bir cümle yoktur" diye. Ama bu Szeliga'nın kendi cümle içeriğidir, Feuerbach’ın Cennet'teki (Tanrı) Biricik Olan hayali cümle sahibi olmayan bir ifadedir ve Hess, bu biricik Hess, -bu üçünün de kavrayamadığı- sadece övünür.

Onların Egoist nitelendirmeleri çok popüler ve çok basittir. Seçtikleri örnekler, kutsallıklarından sıyrılır: fahişeyle sevgiliyi karşılaştıran Feuerbach'ın dokunaklı örneği: zengin kız ve çekişen kadının Szeliga'sı; ve Stirner'in Hess için kullandığı Avrupalı ve timsah -onların hepsi, kutsal çıkarlarla kıyaslandığında, kişinin kendi çıkarlarının doğasını her

yönden inceleme fırsatı veriyor. Cinsiyetler, hizmet gururu, iş ve insan sevgisi hukuku arasındaki bağlantının kutsallığı, bıraktıkları izler kadar derin olan keşifler hakkında bir fikir vermektedir; onlar, çıkarlarının istediğinden daha uzun sure var olmasına izin verdikleri basit bağlantılı ilişkiler kutsallık getirmenin ne kadar saçma olduğunu ( “insanların birbirlerine olan ilgileri sona ermektedir, ancak ilgisiz olan bağ var olmaya devam etmektedir; kesinlikle genel olarak ilginç olanı kişinin kendi ilgisi üzerinde tutmak ne kadar da saçmadır”) ve bireye onun için en kullanışlı olanı yapmayı bırakmak yerine “daha ​​yüksek” yasaları takip etmenin ne kadar verimli olduğunu gösterirler.

Stirner, genel yanıtını, çalışmasının, egoistin dünya ve birliklerle olan ilişkilerini yoğun bir şekilde ele aldığı en uzun bölümüne, üçünün de “anlayış göstermediği” ne dikkat çekerek bitiriyor. Yani bu da, bu bölümü her birinin görmezden geldiği anlamına gelir. Her bireye bir kaç kelime ithaf ederek sona gelir. Onların, egoizme karşı yavan ve kaba öfkeli saldırılarını göz ardı eder.

Szeliga'nın “saf” eleştiri bile yapmadığı açıktır: yaptığı şey, “saf” değil, tamamen ben merkezci bir eleştiridir.

Feuerbach önemli olan noktaya bile değinmedi, yani "insanın özünün Feuerbach'ın ya da Stirner'in ya da başkasının özü olmaması"na. Buna dair hiçbir fikri yok. Stirner, “O cins ve birey, Ben ve sen, insan ve insan doğası kategorilerinde takılı kalıyor” der. Feuerbach'a verilen diğer cevaplar, Feuerbach'ın “açıklamaları” kadar burada gereken özlülükle tekrarlamaya meydan okur; her ikisi de anlaşılmak için, bütünüyle okunmalı ve incelenmelidir. Bu nedenle, sadece bu kadarı -Feuerbach'ın itirazlarının, Stirner'in her birini tek tek çürüttüğü, acımasız mantıktan önce adım adım geri çekilmesi gerekir.


Stirner, Hess'e, insan olarak kendisinden daha çok tam olamayacağını kanıtlayarak sonuca varır: bütün insan cinsi, onun içinde, Hess'de bulunur ve bir insanı insane yapan şeyin eksik olduğu hiçbir şey yoktur. Ayrıca ona kendi aralarında birleşmiş olan egoistlerden ne kadar anladğını, burjuva toplumunun onun için herhangi bir şekilde önemli olacağını düşünmenin ne kadar saçma olduğunu gösteriyor. Daha sonra, Stirner'in Devlete karşı koymasını “liberal burjuvaya oldukça muhalefet” olarak adlandıran ifade gibi, haklı küçümsemeleri olan başlaraını görmezden gelerek bir dizi itirazı karşılamaya çalışmaktadır; "Stirner'in kitabını okumamış olan herkes bunu hemen anlar." Son olarak Stirner Hess'e birkaç basit, açık örnekle "egoistlerin birliği" ni anlatıyor. (Hess bunu çok gizli bir şekilde “egoist birlik” olarak adlandırdı.) Stirner için bu, bazılarının diğerlerinin pahasına hile yapmasına izin veren bir egoistlerin birliği değildir, aksine, birinin çıkarının geçici bir süreliğine bile olsa diğerine de dokunduğu ve bu nedenle bir araya gelmeye motive eden bir birliktir.

Son olarak Stirner, üç eleştirmenine Feuerbach'ın "Kritik des Anti-Hegels" adlı küçük makalesinden bir pasajı hatırlatıyor. Unutulan tez, sadece çok az elde bulunduğundan, burada alıntı yapalım. Feuerbach, her zaman felsefi sistemlere girmiş olan iki tür eleştiriden söz eder: Tanıma eleştirisi ve yanlış anlama eleştirisi. İkincisi hakkında, yukarıda bahsettiğimiz pasajda şöyle diyor: “Eleştirmen, burada felsefeyi filozofdan ayırmaz; kendini varlık ile özdeşleştirmez, kendini diğer Ben’e dönüştürmez ... Her zaman kafasında rakibinin kafasındakilerden başka şeyler vardır; fikirlerini özümseyemez ve dolayısıyla anlayışıyla onları anlamlandıramaz; epikür atomları gibi boş uzayda dolaşır, ve onun kavrayışı, görünürde uygun özel dış kancalarla bir bütünü bir araya getirme şansıdır. Her yerde olan ruhun en yüce çelişkilerindeki, biricik, geçerli, objektif ölçüm, sistem fikri, hala bugünki.

birliktir, ya kendi kendine yapılmış ya da hiç yapılmamış bir nesnedir, kötü kopyadır. Bu yüzden, kendisini, rakibinin alanına, manevi bir alana her şeyin ona zorunlu olarak mükemmel geldiği 'Yeni Hollanda' [Avustralya'nın daha eski adı] aktarmıştır. bu 'görme ve işitme onu başarısız yapar', kendisinin artık uyanık mı, yoksa rüyada mı olduğunu bilmediği ve belki de bazen, sadece kendi kısacık intervalla lucida [berrak aralıklar] anlarında bile, onun kimliği ve kavrayışının doğruluğu hakkında şüpheleri vardır. Harmonik olarak birbirine bağlanmış en soylu formlar, geçmişte en maceracı karışıklıklarda, kafası karışmış gözlerinin önünde tutarsız, garip bir figür gibi dans eder. Aklın en yüce ifadeleri kulaklarına anlamsız masallar gibi gelir. Kafasında muhtemelen felsefi fikirlere benzeyen fikir veya kavramlar bulur ve bunlardan birkaç yetersiz ipucu elde eder, ancak sadece filozofu çaprazlama ile ortak bir suçlu olarak enseleme amacına sahiptir. Çünkü bu kavramları sadece oldukça sınırlı ölçüde biliyor ve bu kapsamı geçerlilik kanunları olarak kabul ediyor. Bu dar sınırın ötesine uzandıklarındaysa, onları görmezden geliyor. Fantaziler gibi mavi sisin ulaşılamazlığında kaybolurlar. Filozof, şimdiye dek henüz açıklanamayan gizli bir hileyle, aklının second sight’ının ​(orijinalinde İngilizce, ikinci görüş) varlığını kabul eder.

Feuerbach'ın bu sözleri, Stirner'in, sadece bu yanlış anlaşılma eleştirisini tanıyan eleştirmenlerinin büyük çoğunluğuyla uyuşmaktadır.

Ancak Feuerbach, muhtemelen, kendi sözlerinin bir başkası tarafından kendisine hatırlatılacağını, onları yazarken asla düşünmemişti.

Stirner'in, verdiği umut -daha sonraki dönemde, burjuva toplumu, emeğin kutsallığı, vb. gibi ele alınan bazı sorular hakkında daha kapsamlı bir şekilde konuşabileceği- toplumsal soruna daha fazla ilgi duyma konusunda ne kadar ciddi olduğunu gösterir. Ancak yine de yerine getirilmemiş olarak kaldılar.

Sadece bir kez daha, ikinci ve son kez, Stirner çalışmasının eleştirisine cevap verdi. Bu neredeyse iki yıl sonra oldu. Wigand, Die Epigonen ile kısa bir süre sonra bastırılmış olan Vierteljahrsschrift'i takip etmişti. Burada, 1847'nin dördüncü cildinde, kitabının önceki ciltleri birkaç kez konuşulduktan sonra, Stirner, G. Edward takma adıyla Kuno Fischer'e bir cevap yazdı.

İkincisi, o zamanlar Halle'de yirmi yaşında olan bir öğrenciydi. Kısa bir süre önce Leipziger Revue'de “Moderne Sophisten” [Modem sofistleri] adlı uzun bir makale yayınlandı. Bu makalede bütün modern felsefe okulunu, yüzeysel olduğu kadar küstah, ama hayal ürünü olmayan bir eleştiriye maruz bıraktı. Bu dergi hemen kapandığı için, makalesinin Die Epigonen'in beşinci cildinde, Wigand'ın isteğiyle ve söylediği gibi, onu bir corpus delicti haline getiren rakibine olan saygısından, tekrar basılmasına izin verdi.

Bu arada Stirner ona cevap verdi. Onun el yazısı Fischer’e ulaşmış olmalı, çünkü onun karşılığıyla Fischer tarafından bir cevap ortaya atıldı. Her ikisi de aynı başlığı taşıyordu "Die philosophischen Reactionäre" [Felsefi gericiler]; Stirner'in sözleri altyazılıydı; "Die modernen Sophisten. Von Kuno Fischer" [Kuno Fischer tarafından modem sofistler]; Fischer'ın cevabı söyleydi: "Ein Apologet der Sophistik und ein 'philsophischer Reactionär'" [Bir sofistlik savunucusu ve bir 'felsefi gerici'].

G. Edward'ın cevabının yakın bir incelemesi yapıldığında bu Stirner'in kaleminden gelmemiş gibi görünebilir. Bunun sebebi yazarın doğal olarak Stirner‘den üçüncü şahıs olarak bahsetmemesi değildir, aksine kısa çalışmanın tarzı Stirner’in her zaman aksi iddia edilemez karakteristik tarzını göstermez. Ancak Fischer, kesinlikle yazarın Stirner olduğunu iddia eder. Bu iddiayla, bütün bir ihtiyatlılıkla bu, pek çok konuda olağanüstü derecede önemli olan, Stirner’in çalışması gibi olan makaleyi incelemede haklı olduğumuzla, çelişen küçük bir girişimde bulunur,

Kuno Fischer‘in "Die modernen Sophisten"i, "sofistiğin prensibi" ile başlar. Ardından "modem sofistliğin felsefi önkoşulları" na, Hegel'de ("insanın teorik ve pratik enerjisinde mutlak ruhun tezahürü"), Strauss‘ta (mutlak ruhun panteist olarak tanınması), Bauer‘de (her bir nesnenin saf keyfilikte ortadan kalkması) ve Feuerbach‘ta (gerçek hümanizmin bakış açısı) gördüğü gibi girer. İlk önce Stirner'de "modem sofistiği" görür: "mutlak egoizm ya da manevi hayvan krallığı." Tezin en büyük kısmı ona adanmıştır. Stirner, her yerde hayaletler gören egoizmin yalancı sofusu ve dogmatistidir; biricik olan "dogmatik keyfi - ilke haline gelmiş- hayalet inancına dayanan bir monomaniadır." Yakında Stirner'in buna nasıl cevap verdiğini göreceğiz. Makalenin son bölümü iki kitapla meşgul olur; Fischer bunların içindeki sofistliğin Stirner’den öteye, egoizmden bireye ve ondan da ironiye doğru gittiğini iddia eder. Bunlar da yakında konuşulacak. Sonunda modem sofistliğin antitezi,- hümanizm, "özgür insanlık" olarak adlandırılır.

Stirner yazdığı cevapta Fischer'ın "modem eleştirisinin yourucu Titan-işini" ile bitirdiği şaşırtıcı çeviklikle alay eder. Tıpkı daha önceki cevabtan daha kişisel olduğu gibi, aynı zamanda zengin bir espritüelliğe ve fikir anlatımına sahiptir. Fischer'ın modeline göre, her düşünür bir sofist olarak adlandırılabilir: ya bu şekilde bakılır ya da onun bir “filozof” veya “sofist” olduğu varsayılır. Bir sonraki sözler, sadece kısaltılmamış halleriyle tekrarlanırlarsa ve birkaç kelimeye indirgenmezlerse tekrar anlaşılabilirler. Fischer tarafından kullanıma katılan kavramlar, örneğin “dünyanın objektif güçleri”, “düşünme“, “ahlaki dünya” yeni yönleriyle açıklanmıştır. Onun tarihte sofistik tanımı incelenmiştir: Cizvitler, Romantikler (“özel” özneler), “saf eleştiri”. Çıkar ve ilke arasındaki çelişkiye değinilir. Stirner'in egoizminin, Bauer‘in kendi bilincinin bir sonucu olarak geliştirdiği varsayımı,

Stirner'in, Bauer hala Kutsal Kitap eleştirisi çalışmasında takılı kalmışken, işini çoktan bitirmiş olmasıyla çelişir. Bu nedenle Stirner, "mutlak eleştiri" nin ilanını yalnızca bir ekte anımsatır. Fischer, Stirner'in Feuerbach’la polemiğini bilmiyor gibi görünüyor. Eğer bunu bilseydi, Stirner'in “egoizminde” “kesin buyruğu“, dogmayı “görmemmeliydi“. Stirner egoisti, insandışı olanı, “insan olmanın”, hümanizmin,“gerekliliğiyle” -“Ataraxie”si [durgunluk], uzlaşmazlığı, her insana karşı yaptığı terörizmle- karşılaştırır. Stirner'in bu nedenle, tüm insan toplumundan vazgeçmek istediği, kendi örgütlerinin tüm özelliklerinden onları reddederek geri çekildiğini düşünme yanlışığı ne kadar aptalcadır?

Bu cevap, Stirner'in çalışmasının güçlü sonucunun göstergesi ve esprili bir karşılaştırmayla kapanıyor. Stirner tarafından yazılmamış olsa bile, onun öğretisinin özünü o zamandan çoktan kavramış olduğundan dolayı övünç duyabilen bir adamdan geldi. Sonunda Kuno Fischer'i, tezi prix [herhangi bir şekilde] meşhur olan bir adamla karşılaştırdığı zaman da haklıdır.

Fischer'ın kendisine verdiği çağdaş yanıt, onun varsayımının doğruluğu için yeni bir kanıttır.




Der Einzige'nin yayınlanmasından bir yıl sonra, aynı zamanda Wigand'ın yayınevinde, anonim bir eser olan Das Verstandesthum und das Individuum [Rasyonellik ve birey] ortaya çıktı; bunu çok kısa bir süre sonra Liebesbriefe ohne Liebe [Aşk olmadan aşk mektupları] başlığıyla, daha az kapsamlı ikinci bir çalışma izledi. Yazarın kendisi kendine Karl Bürger derdi. Gerçekte, her ikisinin de yazarı, bir süre Hippel çevresinin ve daha sonra Köstener Kellergesellschaft [Köthen’in (şarap) mahzen toplumu]’unun bir üyesi, gerçek adı Dessau’lu Dr. Karl Schmidt olan genç bir filozoftu. Daha sonra teolojisine geri döndü, çok sayıda pedagojik esere imza attı ve kendini özellikle çok-ciltli Geschichte der Pädagogik [Pedagoji Tarihi] aracılığıyla tanıttı.

Kuno Fischer'ın "manevi" den "doğal hayvan dünyasına" ve "ironiye" geçişini ne kadar ustaca algıladığı, ismi geçen iki yazıda yer aldı. Bu sebepten ötürü değil ama, bu insanların, çoğu kez, büyük bir telaşla karalanmış, Stirner'in son bir devamı olan bu anlaşılması zor yapımları gördüklerine inandıkları gerçeğinden ve onu onlarla alay edecek hale getirebileceklerinden, burada görmezden gelinebilirler. Ancak Stirner, rakibinin Verstandesthum'daki bir sayfadan daha fazlasını “okumasını ummayacak ondan umulmayacak kadar dürüst olacağına” inandığından, biz de kendimizi bu bir sayfa ile memnun edeceğiz.

İçinde özetlenen, yazarın "eğer kişi bir kere mantıklı olursa tek gerçeğin" bulunabileceğini gösterme çabası olabilir. Der Einzige'ye bağlı olarak dışa doğru çizilen Das Verstandesthum und das Individuum iddiaları sonuçlandıracak gibi görünür: “Kişi atomist, tek şeyleri düşünmez, aksine onlara gözlerini diker, onları incelemer ve kavramar.” Liebesbriefe ohne Liebe, Schlegel'in Lucinde'sinin oldukça akılsız bir parodisidir; bununla bir sayfa bile devam edemeyebiliriz.

Stirner'in çalışmalarına karşı büyük bir heyecanla dolu genç bir şair tarafından ziyaret edildiği 1846 yılıydı -"tersine, zıt anlamda olsa da". Başta, daha önce bitirmiş olduğu bir şiiri sunmaya geldi. Genç şair Alfred Meissner olarak adlanırıldı ve eseri Ziska başlığını aldı. Meissner'in bağlantılı olduğu Stirner'in cevabı, onun ağzından çıkan ve bize kalan birkaç kişisel ifadeden biridir. Ama onun burada tekrarlanmasının sebebi başkadır.

Stirner el yazısını şu sözlerle geri gönderdi: "Ziska'yı komik bir kahramanlık şiirine dönüştürmeliydin. Bir çeşit Batrachomyomachia'ya!" [Su birikintisinde bir fırtına; hiçbir şey hakkında bir sürü gürültü. Söz, Yunanca benzer bir kahramanlık şiirinin adıdır. Pigres of Cari tarafından yazılmış olmalı ve anlamı Kurbağalar ve Fareler Savaşı’dır.] Hıristiyan kilisesinin mitleri, putperestlerin sahip olduğu gibi, kadere köle haline gelmişlerdi. Papalığın ve Protestanlığın karşıtlıkları öylesine tamamen geçmişin meselesi haline gelmiştir ki bu içeriğe sahip bir şiirin, sadece ilahiyatçıların ilgisini çekebileceği söylenebilir. Kiliseye karşı daha fazla muhalefet olmamalıdır. Bu bizim için tamamıyla alakasız olmuştur: artık kişi üstesinden

gelinmiş pozisyonlara karşı savaşmaz. Evet, bunu açıkça hissediyorum: bu komik bir kahramanlık şiiri olmalıydı. ”

Bu cevap onun için o kadar karakteristiktir ki, bu ileride Der Einzige und sein Eigenthum'un etkisinin ve sonuçlarının son bir görünüşü için başlangıç ​​noktası olarak alınabilir. Çünkü, kendisi ve kendi içinde küçük olduğu kadar, Stirner'in mücadelesinde üstlendiği pozisyonu da gösterir. Bu mücadele, Hıristiyan dünya görüşünün dışa dönük biçimlerine, bugünün küflü ve çürümüş kilisesine karşı değildi, aksine bu mücadele, en yeni biçimlerden en yeni kalelerde güç toplayan ruha, geçmişte yatan kasvetli sis gibi Hıristiyanlığın ruhuna karşıdır.

Bu ruhun kutsallığını ortadan kaldırmak ve onu hayal gücümüzün hayali hayaleti olarak açığa çıkarmak Stirner'in başarısıdır. Zamanının en radikal zihinleri -Strauss, Feuerbach, Bauer- kutsallık kavramları üzerinde hâlâ eleştirel, ama korkulu hisler taşırken, o onları çözüyor ve parçalarına ayırıyor.

Son sonuçlarında Hıristiyanlığın üstesinden gelir. O yok edilir. Binlerce yıl süren aşağılamasi, kardeşlik pisliği, tarihi lekelediği sayısız korkuları, yalanları, her bir gururunu, kendi-olmayı, gerçek eğlenceyi ve güzelliği kendi elinden almasıyla arkamızda yatar;ve bugün hâlâ son etkilerini gösterse bile, Stirner yine de onu bizden almadı- bir lanet gibi!

Böylece o iki dünya arasındaki sınırda duruyor ve insanlığın hayatında yeni bir dönem onunla başlıyor: Özgürlük dönemi!

Ona hala anarşiden daha iyi bir isim bulamadık: bir önceki düzensizlik gücü yerine karşılıklı çıkarlar tarafından belirlenen; bireyin boyun eğdirilmesi yerine, kişiliği üzerindeki münhasır egemenliği; bağımlılığı yerine onun eylemlerinin öz sorumluluğu - onun biricikliği!
Çünkü, Hıristiyan dünya görüşünün temellerinde, iktidarı elinde tutan tüm bu kavramların önemli destekçileri yatar; Stirner onların zeminini çektiğinde düşmek zorunda kaldılar ve onlarla birlikte destekledikleri şeyler de düştü.

Tüm yaşam ilişkilerinin bu kansız geri dönüşü o kadar güçlü ki – ve nispeten hızlı olduğu da kesin- ölümsüz kitabının sonuçları bir gün Mukaddes Kitap ile karşılaştırılacak.

Nasıl ki Hıristiyan takviminin başlangıcında, bu kutsal kitap, iki bin yıl boyunca, yaşadığı dünyanın en uzak köesine kadar bu felaket getiren etkisini taşıyorsa, ilk, öz-bilinçli egoistin kutsal olmayan kitabı da aynı şekilde ilk işaretlerini yaşadığımız bu yeni zamanın başlangıcında, bu "Kitapların Kitabı" kadar faydalı bir etki yaratmak için duracak.

Bir kez daha bunun ne olduğunu, onu kendi yaratıcısının kendi sözlerinden daha iyi nasıl yapabileceğimizi söylemek istersek, onlar: Her otoritenin kutsallığına karşı işlenmiş" Güçlü, umursamaz, utanmaz, vizdansız, gururlu- bir suç"turlar! Ve Max Stirner ile, onun neden olduğu arındırıcı ve özgürleştirici fırtınanın patlak vermesini sorguluyoruz: "Uzak şimşeklerde gümbürdemiyor mu ve gökyüzünün sessiz ve kasvetli öngürülü bir şekilde bir şekilde nasıl büyüdüğünü görmüyor musunuz?"

Sayfa 53’e Not:
Stirner'in, The Ego ve His Own'da Steven T. Byington tarafından verilen, Schiller’in Wallenstein’s Tod, Oyun 1, Sahne 4'ten alıntıları:
Her düşman ile tanışmaya cesaretim var
Gözlerimle görebildiğim ve ölçebildiğim,
Hırs kavga için hırsımı ateşliyor.
Ya da Samuel Taylor Coleridge'nin klasik çevirisinde:

Her bir savaşçıya cesaretle karşı koyarım,


Gözlerimi sabitleyip bakabileceğim,
Cesaret dolu her savaşçıya, şefkatsiz cesaret
de benim içimde.

Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin