İÇİndekiler



Yüklə 210,29 Kb.
səhifə3/4
tarix28.10.2017
ölçüsü210,29 Kb.
#18945
1   2   3   4

1.2.Hz. Peygamber’in Savaş İlgili Hutbesi

Peygamberle beraber gazveye gittik, düşmanımızla karşı karşıya geldik. Hz. Peygamber kalktı. Allah’a hamdu sena ettikten sonra şöyle dedi:

Ey insanlar! Siz yeşil, sarı ve kırmızı mallar arasındasınız. Yüklerinizde daha birçok şeyler var. Siz düşmanınızla karşı karşıya geldiğinizde saldırın. Çünkü Allah yolunda şehid düşen bir kimseye muhakkak ela gözlü cennet hurilerinden ikisi süratle gelir. Şehid düştüğünde onun yere düşen ilk damla kanı sayesinde Allah Teâlâ onun bütün günahlarını affeder. Huriler onun yüzündeki tozları silerek “Kesinlikle biz senin içiniz!” derler. O da cevab olarak “Ben de sizin ikiniz içinim” der.59

1.3.Hz. Peygamber’in Cuma Namazının Önemiyle İlgili Hutbesi

Hz. Peygamber bize hutbe irad ederek şöyle buyurdu: Ey insanlar! Ölmeden Önce tevbe edin ve Allah’a dönün. Meşguliyetler çoğalmamışken, acele salih amel işleyin. Allah’ı çokça anarak, gizli-açık sadaka vererek Allah ile bağınızı güçlendirin ki, size bol rızık verilsin, yardım edilsin. Biliniz ki, şu bulunduğum yerde, içinde bulunduğum günde, içinde  bulunduğum ayda ve içinde bulunduğum şu yılda Allah Teâlâ size kıyamete kadar Cuma Namazını farz kılmıştır.

Kim Cuma Namazını, benim sağlığımda veya benden sonra -adil olsun, zalim olsun- başında bir imam varken, küçümseyerek veya farz olduğunu inkâr ederek terk ederse, Allah onun içini rast getirmesin ve hiç bir işini bereketlendirmesin.

Şunu bilin ki, o kimse tevbe etmedikçe, namazı namaz, zekâtı zekât, haccı hac, orucu oruç ve iyiliği iyilik sayılmaz. Ancak kim tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder. Dikkat edin, bir kadın bir erkeğe, bir bedevi bir muhacir’e bir fâcir bir mü’mine imam olamaz. Eğer o fâcir kılıç ve sopasından korkulan bir kişiyse, o zaman değişir.60

- Hz. Peygamber cuma günü minbere çıkarak “Öyle kimseler olacak ki, evi Medine’den bir mil mesafede olduğu halde cuma namazına gelmeyecektir” buyurdu.

- Hz. Peygamber, ikincisinde de “Öyle kimseler olacak ki, iki mil mesafede evinde oturduğu halde cuma namazına gelmeyecektir” buyurdu.

- Hz. Peygamber, üçüncüsünde de “Öyle kimseler olacak ki, Medine’ye üç mil mesafede olduğu halde cuma namazına gelmeyecektir. Allah Teâlâ böyle kimselerin kalbini mühürlemiştir” buyurdu.61
1.4.Hz. Peygamber’in, Ramazanı Karşılamaya Dair Hutbesi

Allah’ın Rasûlü Şaban’ın son gününde bize bir hutbe irad ederek dedi ki:

Ey insanlar! Ramazan ayı büyük ve bereketli bir aydır. Sizin kapınıza dayanmaktadır. Öyle bir aydır ki, onda bir gece vardır, bin aydan daha üstündür. Allah bu ayın orucunu farz, gece ibadetini nafile kılmıştır. Kim ki hayırdan bir hasletle bu ayda Allah’a yaklaşırsa, tıpkı başka aylarda farz vazifesini yerine getiren bir kimse gibi olur. Kim ki bu ramazan ayında bir farzı yerine getirirse başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren bir kimse gibidir. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir. Bu ay yardımlaşmanın, hal hatır sormanın ayıdır. Bu öyle ‘bir aydır ki, mü’minin rızkı bu ayda artar. Kim ki bu ayda oruçlu bir kimseye iftar yemeği verirse, onun günahlarına mağfiret olur. Onun boynunun ateşten azâd edilmesine vesile olur ve onun ecri gibi iftara gelene de ecir verilir, onun ecrinden de hiç bir şey eksilmez. Sahabiler:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Hepimizin yanında birisine iftar yemeği yedirecek güç yoktur!” dediler. Hz. Peygamber:

“Allah bu sevabı bir hurma ile bir insana iftar ettirene, bir bardak su içirene, bir yudum süt içirene de verir. Ramazan ayının başlangıcı rahmet, ortası mağfiret, sonu da ateşten azâd edilmektir. Bu ayda kölelerin vazifesini hafifleten bir kimseyi Allah af eder, ateşten azâd eder. O halde bu ayda dört hasleti çok yapınız; bunlardan ikisiyle Allah’ı razı edersiniz. Diğer ikisine de muhtaçsınız. Allah’ı razı edecek iki şey Allah’tan başka ilah olmadığına şehâdet etmeniz ve Allah’tan af talebinde bulunmanızdır. Son ikisi ise, Allah’tan cenneti ve Allah’tan cehennem azabından korunmayı istemenizdir. Kim ki oruçlu bir kimseye içirirse, Allah benim havzımdan ona öyle bir su içirir ki, artık o cennete girinceye kadar susamaz” buyurdu.62

1.5.Peygamberimizin Veda Hutbesi

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve bağışlanma diler, O'na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden O'na sığınırız. (Yaptığı amellerinden dolayı) Allah'ın hidayet ettiği birisini kimse saptıramaz ve (hak ettiği için) Allah'ın saptırdığı birisini kimse hidayet edemez. Şahadet ederim ki Allah'tan başka bir İlah yoktur; tektir ve şeriki yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Resulü'dür. Ey Allah'ın kulları, size Allah'tan korkmayı ve ona itaat etmeyi tavsiye ediyorum. Hayırlı olanla başlamayı Allah'tan diliyorum.

  Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz; sizlere bazı açıklamalarda bulunacağım. Bilmiyorum; belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bu gününüz, bu ayınız, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal ve saygın ise, Rabb'inize kavuşana dek, canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle saygındır; (her tür tecavüzden korunması gerekir). Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve O sizleri yaptığınız her hal ve hareketten sorguya çekecektir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin.

  Ey insanlar! Artık faiz ve tefeciliğin kaldırılmıştır. Bu durumda sadece sermayenizi alabilirsiniz. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah’ın hükmü gereği faiz ve tefecilik yasaktır. Kaldırdığım ilk faiz ise (amcam) Abbas b. Abdilmuttalib'in faizidir. O devirde güdülen bütün kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da (amcam-oğlu) Rabîa’nın oğlu Amir b. Hars b. Abdilmuttalib'in kan davasıdır. Ka’beye hizmet etmek ve hacılara su dağıtmak dışında, câhiliyye döneminden kalma bütün adetler kaldırılmıştır. Kasten adam öldürmenin cezası kısastır. Kasta benzer biçimde; taş ve sopayla adam öldüren ise 100 deve diyet vermelidir. Bundan fazlasını talep etmek câhiliyye adeti sayılır.

  Ey insanlar! Şeytan, bu topraklarınızda, kendisine tapılacağından umudunu yitirmiş durumdadır. Ancak bunun dışında, önemsemediğiniz bir takım amellerinizde ona uymanıza razı olmuştur.

  Ey insanlar! Haram ayları ertelemek ancak küfrü artırır. Bununla kâfirler büsbütün sapıklığa düşerler. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısını denkleştirmek için, erteledikleri o ayı bir yıl helal, bir yıl haram sayarlardı. Zaman, göklerin ve yerin yaratıldığı günkü gibi dönmektedir. Gerçekten Allah katında (kamerî) ayların sayısı, Allah indine, gökleri ve yeri yarattığı gün, Allah'ın kitabında 12 ay olarak belirlenmiştir. Bunların dördü haram aylardır: üçü peşpeşe gelir ki Zilka’de, Zilhicce ve Muharrem'dir; birisi ise Cemaziyelevvel ve Şa'ban'ın arasında yer alan Recep'tir.

  Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır: Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı bir başkasına çiğnetmemeleri, izniniz olmadan yuvanıza hoşlanmadığınız birisini almamaları ve bir ahlaksızlıkta bulunmamalarıdır. Böyle bir şey yaptıkları takdirde, Allah size, onlara öğüt verme, yataklarını ayırma ve onlara hafifçe vurma izni vermiştir. Böyle bir şey yapmadıkları sürece, onların da sizin üzerinizdeki hakları, güzel bir biçimde nafakalarını ve giyimlerini temin etmenizdir. Onlar sizin nazik yaratılışlı yardımcılarınızdır. Siz onları Allah’ın birer emaneti olarak aldınız ve yine Allah adına onların ırz ve namuslarını helâl edindiniz. Kadınlar hakkında Allah'tan korkun (onların haklarını gözetin) ve onlara hayrı tavsiye edin.

  Ey insanlar! Mu'minler kardeştirler; hiçbir kimseye (mu'min) kardeşinin malı, rızası olmadan helal olmaz. Sakın benden sonra eski günlere dönüp de birbirinizin boynunu vurmayın. Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim. Bunlar havuz başında benimle buluşuncaya kadar, birbirlerinden asla ayrılmazlar.

  Ey insanlar! Rabb'iniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O’na saygıda en üstün olanınızdır. Arab'ın Arap olmayana, Allah’a göstereceği saygı dışında, hiçbir üstünlüğü yoktur. Unutmayın burada olanlar, olmayanlara da bunları iletsin.

  Ey insanlar! Allah her hak sahibine mirastaki payını vermiştir. Onun için vârise 1/3’ten fazla vasiyet hakkı yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zinâ eden taşlanarak öldürülmelidir. Kim babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder, efendisinden başkasına intisâba kalkarsa; Allah’ın, meleklerin ve bütün lanet edenlerin laneti onun üzerine olsun. Allah böyle kimselerin ne farz, ne de nâfile ibâdetlerini kabul eder. Kölelerinizin haklarına da riayet edin; onlara yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Bağışlayamayacağınız bir hata işlerlerse elinizden çıkarın, ama cezalandırmayın.

  Ey insanlar! Bu anlattıklarımı burada bulunanlar bulunmayanlara da ulaştırsın. Çünkü burada bulunamadığı için sözlerimi dinleyemeyen nice kimseler, burada bulunup ta dinleyenlerden daha kavrayışlı ve anlayışlı olabilir.

 Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar; ne diyeceksiniz?"

Orada bulunan ashâb: “Allah’ın elçiliğini îfâ ettin. Vazifeni yerine getirdin. Bizlere tavsiyelerde bulundun, diye şâhitlik edeceğiz.” Diye cevap verdiklerinde, Allah’ın Rasûlü (s.a.a) şehâdet parmağını kaldırdı ve kalabalığın üzerinde gezdirerek üç defa şöyle buyurdu:

"Allah'ım Şâhit ol! Allah'ım Şâhit ol! Allah'ım Şahid ol!"63



HUTBENİN SİYASİ FONKSİYONU

Resul-i Ekrem'den sonra hutbe dini fonksiyonu yanında siyasi hâkimiyetin sembolü olarak da önem kazanmıştır. Hz.Ebû Bekir halife seçildiği zaman takip edeceği siyasetin temel prensiplerini açıklayıcı mahiyette veciz bir hitabede bulunmuş64 diğer üç halifede bu geleneği sürdürmüştür. Valiler de göreve başladıklarında benzer konuşmalar yaparlardı. Öte yandan ilk zamanlarda cuma hutbesini halife okur, namazı da o kıldırırdı. Daha sonra hutbe ve namaz için görevliler tayin edilmeye, hutbe sırasında hâkimiyet ve istiklalin sembolü olarak halifenin ve sultanın ismi zikredilmeye başlandı.

İbn Haldun'un kaydettiğine göre halife adına ilk hutbe okuyan kişi Hz. Ali'nin Basra valisi Abdullah b. Abbas'tır. Hz. Ali ile Muaviye b. Ebu Süfyan arasında ortaya çıkan anlaşmazlık sırasında Hz. Ali'nin adının hutbede okunması onun hilafetinin bir alameti sayılmış, halkın da sukut ederek dinlemesi kendisine biat olarak kabul edilmiştir.65 Muhtemelen Muaviye de bu uygulamayı sürdürmüştür. Ancak halifenin göreve başlarken hutbe irat etmesi âdetinin Emeviler devrinde ne ölçüde korunduğu kesin olarak bilinmemektedir. Abbasiler döneminde İslam topraklarının genişlemesi, devlet teşkilatında Sâsânî menşeli geleneklerin etkili olması ve resmi meşguliyetlerin artması, halifelerin halktan uzak kalmalarına ve dolayısıyla cuma namazını bizzat kıldırma geleneğini terk etmelerine yol açtı. Bunun yerine bir din âlimi hatip olarak tayin edildi ve Abbasi devri boyunca hutbede halife adının anılarak kendisine dua edilmesi hilafetin sembolü oldu.

Bir halife başa geçtikten sonra hilafet merkezinde ve ülkenin diğer yerlerinde adına hutbe okutur, ilk hutbede maiyetiyle birlikte camiye giderek hatibe hil'at giydirir ve mükâfat verirdi. Özellikle camide veya sarayda halktan biat alma âdeti terkedilince umumi biatin yerini alan hutbenin önemi daha da arttı.

Hutbede bir kimsenin adının halife olarak anılmasına halkın tepki göstermemesi bir onay kabul edilirdi. İkinci hutbede halifenin isim ve lakabı zikredilerek dua edilir, zaman zaman da halife ve sultanlar övgü dolu uzun lakap ve vasıflarla anılırdı.

Kur'ân ve Sünnete bağlılığıyla tanınan Nureddin Mahmud Zengi, hatiplere gönderdiği bir fermanda kendisinin hutbede layık olmadığı vasıflarla anılmamasını, hatiplerin övgüde aşırı gitmemesini emrederek kendi belirlediği sade dua cümlelerinin okunmasını istemiştir.66

İslam devletlerinde bir hükümdarın meşruiyet kazanması onun saltanatının halife tarafından tasdik edilmesiyle mümkün olurdu. Bunun ilk şartı da hükümdarın kendi ülkesinde halife adına hutbe okutmasıydı.

Doğu İslam dünyasında genellikle Abbasi, zaman zaman da Fatımi halifeleri adına hutbe okunmuştur. Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu hükümdarlarında Sünnilerin hamisi sıfatıyla birkaç istisna dışında Abbasi halifeleri adına hutbe okutmuşlardır.

İslam tarihi boyunca bazı kadın hükümdar ve yöneticilerin de kendi adlarına hutbe okuttukları bilinmektedir. Eyyûbi Hükümdarı el-Meliku's-Sâlih Necmeddin'in hanımı olup Mısır'da Memluk tahtına gecen Şecerud’dur, Kutluğhanlılar Hükümdarı Türkan Hatun, İlhanlılar'dan Olcaytu Han'ın kızı Satı Bey Hatun ve Celayirliler'den Dondu Hatun bunlardan bazılarıdır.67

Siyasi bakımdan hutbenin bir önemi de halife ile sultan veya eyalet valileri ve mahalli hanedanlar arasındaki güç dengesinin bir işareti olmasında ortaya çıkmaktadır. Horasan valisi ve Tahiriler hanedanının kurucusu Tahir b. Hüseyin, bağımsızlık işareti olarak Halife Me'mun'un yerine hutbede kendi adını okutup eyalet valileri içinde bu uygulamayı başlatan ilk kişi olmuştur. (207/822). Saffari Emiri Amr b. Leys, bazı yetkilerinin elinden alınması üzerine (276/889) Abbasi hanedanının önde gelen simalarından Muvaffakın adını hutbelerden kaldırdı. Halife Razi-Billah'ın emiru'l-umeralığa getirdiği (324/936) Basra ve Vasıt Valisi İbn Raik ile Bağdat Sahibu’ş-şurtası Muhammed b. Yakut'un adlarının hutbede kendi adından sonra okunmasına müsaade etmesi bir başka örnektir. Hamdaniler'den Nasiru’d-devle'nin ismi ve lakabı cuma hutbelerinde zikredildi. Ancak bu bir kural halini almadı.68

Halifelerin güçlerinin zayıflaması ve hükümdarlıkları tanınan bazı müstakil yöneticilerin adlarının halifenin adıyla birlikte anılmaya başlanması diğer taşra hanedanları için bir problem teşkil etti. Bir halifeyi tanıma, hutbede adı onunla birlikte anılan taşra yöneticisinin üstünlüğünü de kabul etme anlamına geldiğinden bazen halifeyi de tanımama yoluna gidildi. Mesela Samaniler, Buveyhiler'in üstünlüğünü kabul etmiş olmamak için Muti'Lillah'ın (946-974) halifeliğini tanımadılar. Ancak kendi yönetimlerini meşrulaştırmak amacıyla onların hal'ettiği Mustekfi-Billah'a biatlarını sürdürdüler; hatta ölümünden sonra bile adını hutbede anmaya devam ettiler.

Büveyhiler devrinde görüldüğü üzere siyasi alandaki güçlerine bağlı olarak hutbede bazen halifenin adıyla birlikte taşradaki bir hanedanın hükümdarı, onun naib veya önemli bir valisi yahut başka bir hanedanın hükümdarının adı da anılıyordu.

Büveyhi hükümdarı Adûdu’d-devle (978-983), hutbede halifeden sonra kendi adını zikrettirmekle yetinmeyip69 naibi İzzu’d-devle'nin adını da zikrettirmiştir. Yine Büveyhiler'den Bahau’d-devle (989-1012), hutbelerde kendi adından başka Büveyhiler'in Musul emiri Haccac, Ukayli emiri Ali ve kardeşi Mukallid'in isimlerini de okutmuştur.

Gazneliler Devleti topraklarında Abbasi halifesinin adı İslam toplumunun manevi lideri olarak anılırken Gazneli Mahmud hâkimiyeti altına aldığı Müslüman ülkelerde hutbeyi kendi adına okuttu. Böylece devlet yapısında halifeyi manevi, hükümdarı siyasi lider olarak tanıma temayülü ortaya çıktı. Halifenin izni alınarak veliahdın adının hutbede anılması Gazneli Mahmud'un başlattığı bir uygulama olup devlette istikrarın sağlanması amacını taşımaktaydı. Gazneli geleneği Selçuklular tarafından devam ettirilmiştir.

İslam tarihinde devletler arasındaki güç dengesi de zaman zaman hutbelere yansımıştır. Özellikle taht kavgaları sırasında Abbasi halifeleri Bağdat'a hâkim olan taraf adına hutbe okutmuşlardır. Mesela 492'de (1099) Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar adına hutbe okutarak onu meşru hükümdar ilan eden Halife Mustazhir-Billah, ertesi yıl Berkyaruk'un ordusunun Bağdat'a yaklaşması üzerine onu meşru sultan ilan ederek adına hutbe okutmaya başlamıştır. Taht iddiacıları Bağdat'ta adlarına hutbe okutmak istemeyen halifeleri tehdit ettikleri gibi bazen de halifeleri dikkate almadan kendi adlarına hutbe okutmaktan çekinmemişlerdir. Hatta mahalli emirler bile diledikleri kişiler adına hutbe okutmuşlardır.70

Selçuklular, Gazneliler'in Horasan ve Mâveraunnehir'deki hakimiyetlerine son verip onları tabi devlet haline getirince Gazne'de hutbe sırasıyla Abbasi halifesi, Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar, Melik Sencer ve Gazne Sultanı Behram Şah adına okunmaya başlandı.

514 Muharreminde (Nisan 1120) Bağdat'ta Büyük Selçuklu hükümdarı Sencer ile yeğeni ve Irak Selçuklu Sultanı Mahmud b. Muhammed Tapar adına hutbe okunmuştur.71

Abbasi hilafetine rakip olan Fatımiler, hâkimiyetleri altına aldıkları topraklarda yalnız kendi halifelerinin adını okuttular. 370 (981) yılından itibaren Mekke'de Abbasi halifesi yerine Fatımi halifesinin adı hutbede anıldığı gibi Fatımiler ‘in Rahbevalisi olan Arslan el-Besasiri Bağdat'ı ele geçirdiğinde (1059) Fatımi halifesi adına hutbe okuttu. Ebu Ali Ahmed b. Efdal ordunun desteğiyle vezir olunca Fatımi Halifesi Hafız-Lidinillah'ın (1131-1149) adını hutbelerden çıkarıp kendi adının zikredilmesini emretti.

Selahaddin-i Eyyubi'nin Fatımi hilafetine son vermesi üzerine Mısır'da tekrar Abbasi halifeleri adına hutbe okutulmaya başlandı (7 Muharrem567/10 Eylül 1171). Bu arada 316'dan(928) itibaren Endülüs Emevi hükümdarı III. Abdurrahman, daha sonraki dönemlerde Muvahhid ve Hafsi hükümdarları halife unvanıyla cuma hutbelerini kendi adlarına okutmuşlardır.

Abbasi hilafetine son veren Moğollar'ın İslamiyet'i kabul etmeleri hutbe konusunda yeni bir uygulama getirdi. Mısır'daki Abbasi hilafetini tanımayan Moğollar, kendi yönetimlerinin meşruiyetine bir temel olarak Sünni çevrelerde Hulefa-yi Raşidin'in, Şii çevrelerde ise on iki imamın adını hutbede okuttular.

Memluk hükümdarları, herhangi bir siyasi gücü bulunmayan Mısır Abbasi halifelerinin adını hutbede kendi adlarıyla birlikte okutuyorlardı.

Hindistan’da Baburluler Hulefa-yi Raşidin'in yanında kendi hükümdarlarının adlarını anarken Adilşahiler ve Kutubşahiler gibi Şii hanedanları on iki imam ve kendi hükümdarları adına hutbe okuttular.

İran'da Safevi Devleti'nin kurulmasından sonra bu yönetimin manevi önderliğine bağlılıklarını ifade için hutbeye Safevi hükümdarının adını da dâhil ettiler. Baburlu Hükümdarı Evrengzib 1665'te Kutubşahiler ile bir antlaşma yapınca on iki imamın ve Safevi hükümdarlarının adının hutbede anılmamasını şart koştu. Ancak Evrengzib'in oğlu I. Bahadır Şah (1707-1712) Şii mezhebini benimsediğinde hutbede on iki imamın adının anılmasını emrettiyse de halkın tepki göstermesi üzerine bu uygulamadan vazgeçti.72

OSMANLI DEVLETİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE HUTBE’NİN UYGULANIŞI

Anadolu beyliklerinden bağımsız olanlarda hutbe bey adına okunurdu. Karacahisar Osman Bey tarafından fethedilip kilisesi camiye çevrilince (1291) ulemadan Dursun Fakih ilk defa hutbede Osman Bey'in adını andı. Bu sırada Osmanlı Beyliği henüz Selçuklu Devleti'ne tabi idi. Osman Bey'den sonra da bu uygulama sürdürüldü.

Devletin güçlü olduğu dönemlerde çok uzak bölgelerde bile himaye edilmesini isteyen Müslüman devletlerde hutbe Osmanlı sultanı adına okunmuştur. Ace, Cava, Seylan, Batavya, Sumatra gibi Hint Okyanusu'ndaki küçük Müslüman devletler bunlardan bazılarıdır.

Devletin elinden çıkan bir kısım topraklarda da zaman zaman hutbe Osmanlı hükümdarı adına okunmuştur. Mesela Küçük Kaynarca Antlaşması ile (1774) Kırım'ın bağımsızlığı tanınırken ülkenin dini yönden Osmanlı Devleti'ne bağlılığını teyit çerçevesinde cuma ve bayram hutbelerinin padişah adına okunması kabul edilmiştir. Özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısında, bir taraftan eski gücünü kaybeden Osmanlı Devleti'nin dünyanın çeşitli yerlerindeki Müslüman topluluklarla dini bağlarını kuvvetlendirerek Batılı güçlere karşı siyasi destek elde etme arzusu, diğer taraftan sömürgeci güçler karşısında İslam dünyasının tek hamisi görülen Osmanlı Devleti'nin himayesini temin yönündeki çabalar sonucunda İngiliz yönetimindeki Hindistan'da ve Kaşgar'da (Doğu Türkistan)olduğu gibi Uzakdoğu'da ve Afrika'nın çeşitli ülkelerinde de hutbe Osmanlı sultanı adına okunmuştur.

II. Abdülhamid’in İslamcılık siyasetiyle daha çok önem atfedilen bu durum Osmanlı Devleti'nden sonra da uzun yıllar devam etmiştir.

1876 anayasasının 7. maddesinde padişah adına hutbe okunması onun hakimiyet hakları arasında sayılmıştır. Ancak son halife Abdülmecid’in sürgün edilmesinin ardından Cumhuriyet hükümeti ve İslam milleti adına dua edilmeye başlandı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetimi zamanında hutbenin dili konusunda değişiklik yapıldı ve ilk olarak 24 Kasım 1922 tarihinde Abdülmecid’in Büyük Millet Meclisi'nce hilafet makamına seçilmesinden sonra murahhaslar heyeti başkanı Müfid Efendi tarafından Fatih Camii'nde Türkçe hutbe okundu. 23 Şubat 1925'te birçok milletvekili hutbenin Türkçe okunmasını ve aynı yılın sonbaharında hutbede geçen duaların hem Türkçe hem Arapça olarak okunmasını teklif etti.

1926 yılı Ramazan ayında İstanbul'da Göztepe Camii imamı Cemaleddin Hoca dua ve ayetlerle birlikte hutbenin tamamını Türkçe okudu, bu yüzden de bir sure görevden uzaklaştırıldı. Daha sonra oluşturulan komisyon 1926'da Diyanet İşleri Reisliği’ne yeni bir teklif sundu. Başkan Rıfat Börekçi’nin imzasıyla yürürlüğe giren talimatta (1927) ayet ve hadis metinlerinin dışında kalan bölümlerin Türkçe okunması istendi.

1928 yılı Nisan ayının sonunda İstanbul müftüsü Fehmi Efendi, hutbeye halkın iman ve ahlak konularında aydınlatılacağı Türkçe bir kısmın ekleneceğini bildirdi. 5 Şubat 1932 tarihinde İstanbul'da Süleymaniye Camii'nde tamamı Türkçe olan bir hutbe okunduysa da bu uygulama devam ettirilmedi.73

SONUÇ

Peygamber efendimiz (s.a.v)’in ashabı bilgilendirmek için farklı zaman ve mekânlarda yapmış olduğu hutbeler/konuşmalar, Mekke’den Medine’ye hicret sırasında farz kılınan Cuma namazı ile ayrı bir öneme sahip olmuştur.

Hz. Peygamber (AS), Mekke’de karşı karşıya kaldığı baskılardan sonra ilâhî tebliğ vazifesini devam ettirebilmek için, Mekke’de kalma konusunda ısrar etmekten çok daha stratejik bir yol benimsemiş ve akrabalarının yaşadığı, Mekke’ye çok da uzak olmayan Medine’ye hicrete karar vermiştir. Mekkelilerin bu yeni davet karşısında takındıkları menfî tavır nedeniyle, Müslümanların Mekke’de rahat ibadet edebilmesi bir yana, yaşam hakları dahi kısıtlanmıştır. Bu sebeple Mekke’de Hz. Peygamber (AS)’in Müslümanlara yönelik herhangi bir hutbesinden bahsetmek mümkün olmadığı gibi toplu halde ibadet edilebilecek mekânlardan bahsetmek de mümkün değildir.

Gerçekleştirilen hicretin hemen ardından Hz. Peygamber (AS)’in Müslümanlara toplu şekilde namaz kıldırması ve hutbe vermesi, hem Mekke’de elde edilen trajik tecrübelerin izlerinin silinmesi hem de müşriklere karşı birlik mesajı verilmesi açısından önem taşımaktadır. Nitekim daha Medine’ye girilmeden önce Hz. Peygamber (AS)’in verdiği hutbe de bunu göstermektedir. Hz. Peygamber (AS)’in hicretten hemen sonra Müslümanlara ‘Aranızda selâmı yayın!’ şeklindeki uyarısının ardından hutbesinde de ‘Ahrette insan dünyada yaptığı güzel amellere muhtaç olur!’ şeklinde bir söyleminin olması, vefâtından sonra ümmetin karşılaşabileceği problemleri halletme hususunda önemli ipuçları sunmaktadır. Hz. Peygamber (AS), mezkûr hutbede ‘Allah’a ve Resûlü’ne itaat eden doğruyu bulmuştur. Onlara isyan eden dalalete gitmiş, doğrudan uzak bir sapıklığa düşmüştür.’ diyerek, Müslüman toplumun sıkıca sarılması gereken prensipleri ortaya koymuştur. Ayrıca bu hutbe, siyasal çerçevede icraatın nasıl olacağını göstermesi açısından da önem arz etmektedir.74


Hutbe, peygamber efendimiz (s.a.v)’in vefatından sonra Hz. Ali döneminde ilk defa halife adına okunmuş ve bundan sonra da halifeler, padişahlar, sultanlar veya emirler bağımsızlıklarını göstermek maksadıyla kendi adlarına hutbe okutmaya başlamışlardır.

Bu geleneği devam ettiren Osmanlı Devleti’nde hutbe 1876 anayasası ile padişah adına hutbe okunması onun hâkimiyet haklan arasında sayılmışsa da son halife Abdülmecid’in sürgün edilmesinin ardından hutbede cumhuriyet hükümeti ve İslam milleti adına dua edilmeye başlandı.

Cumhuriyet ilan edildikten sonra hutbenin dili konusunda tartışmalar ve farklı görüşler olmuş ve hutbenin ayet ve hadisler dışında kalan yerlerin Türkçe okunmasına karar verilmiştir.


Yüklə 210,29 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin