Yıldız Ünver: Hayır, her şey bir yana ben burada hocayım, o ise burada eğitim almak isteyen biri...
Tevfik Bilgiçer: Bu sene daha iyiydi ama sonuç yine olumsuz!
(Işık söner... Televizyonlarda “Konservatuara Giriş Sınavı – III” yazar...)
KARAGÖZ: Nejat Şensoy...Nejat Şensoy...
(Nejat içeriye girer...)
Tevfik Bilgiçer: Nejat,demek yine sen?Bu sene kaçıncı olacak?
Nejat: Evet efendim yine ben, bu üçüncü girişim.
Yıldız Ünver: Niye bu kadar ısrarcısın Nejat?
Nejat: Çünkü artık dönüşü olmayan bir yola girdim.Ya kazanacağım, ya da kazanacağım!
Enis Savran: Başka konservatuarların da sınavlarına girdin mi?
Nejat: Yok hayır, çünkü burayı kazanmam lazım.
Tevfik Bilgiçer: “Lazım?”Nasıl yani, başka bir konservatuara girsen olmaz mı?
Nejat: Olmaz!
Yıldız Ünver: Neden?
Nejat: Çünkü yalan söylemeyi sevmem.
Tevfik Bilgiçer: Bunun yalan söylemekle ne alakası var?
Nejat: Şöyle alakası var. Ben ailemi seviyorum.Ama ailem benim tiyatrocu olmamı istemiyor.
Yıldız Ünver: Yani başka konservatuara girince tiyatrocu oluyorsun da buraya girince tiyatrocu olamıyor musun?
Nejat: Hayır, öyle değil! Yani ben iki sene önce konservatuara girdim aslında.
Tevfik Bilgiçer: O zaman burada ne işin var?
Nejat: Girdim ama aslında girmedim.
Tevfik Bilgiçer: Evladım, girdin mi girmedin mi?
Nejat: Babama göre girdim, ama bana göre girmedim.
Enis Savran: Yani baban seni konservatuara girdi biliyor, ama sen daha girmedin.
Nejat: Evet
Yıldız Ünver: Peki, bununla sadece buranın sınavlarına girmen arasında nasıl bir bağlantı var?
Nejat: Çünkü babam burada okuduğumu zannediyor.
Yıldız Ünver: Ama sen okumuyorsun!
Nejat: Evet, okumuyorum ama okuyor olmam lazım.
Yıldız Ünver: Neden?
Nejat: Çünkü babam beni şu anda üçüncü sınıfa gidiyor biliyor ve bunun için ses çıkartmıyor. Şayet burada okumadığımı öğrenirse ya beni vurur ya da öldürür.
Tevfik Bilgiçer: Hani sen yalan söylemeyi sevmezdin?
Nejat: Ama yalan söylemedim ki!
Yıldız Ünver: Yavrucuğum sen burada okumadığına göre, babana burada okuduğunu söylemen yalan olmaz mı?
Nejat: Olur.
Tevfik Bilgiçer: Öyleyse yalan söylemiş oluyorsun değil mi?
Nejat: Evet ama, mecburen söylenmiş bir yalan.Hoş daha sonra bu yalanı sürdürmek için birkaç yalan daha söyledim ama onların mecburiyeti ilkinin mecburiyetinden daha da mecburiydi.
Enis Savran: Yalan söylemek, yalanı oynamayı gerektirir ve yalan oynamak oyunculuğu geliştirir biliyorsun.Hoş bu yöntem hiçbir zaman tavsiye edilmez çünkü iyi oyuncu olmanın en önemli gereği iyi insan olmaktır.
Nejat: Ben yalan söyledim ama kötü bir insan olduğum için değil. Tiyatrocu olmak için.
Yıldız Ünver: Baban niye izin vermiyordu tiyatrocu olmana?
Nejat: Çünkü okuyordum.Okulu bırakmamı istemiyordu.
Tevfik Bilgiçer: Nerde okuyordun?
Nejat: Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği.
Yıldız Ünver: Niçin bırakmak istedin okulunu!
Nejat: Amerika’ya gitmemek için...
Yıldız Ünver: Bunun ne alakası var?
Nejat: Babam Amerika’da master yapmamı istiyordu, ben ise burada tiyatrocu olmak itiyordum.
Tevfik Bilgiçer: Oğlum madem yalan söylüyordun, büyük yalan söyleyip Amerika’da tiyatro yapsaydın ya. Hem buraya döndüğünde daha rahat iş bulurdun kendine.
Nejat: Ne işim var benim Amerika’da canım! Sonra o yalanın altından hiç kalkamazdım.
Yıldız Ünver: Şimdi bu yalanın altından kalkabilecek misin?
Nejat: Şayet bugün kazanırsam kalkarım. Çünkü babam konservatuarı kazanırsam tiyatrocu olmama izin veriyor.
Enis Savran: Yani baban şayet konservatuarı kazanırsan sana izin verecekti.
Nejat: Evet...Ama kazanamadım.Kazanamayınca da “kazandım” diye yalan söyledim.Sonra bir tiyatroya girdim, amatör olarak.
Yıldız Ünver: Neden?
Nejat: Keyfimden!Neden olacak ki, tiyatro yapmak için!
Enis Savran: Sonra?
Nejat: Sonra, oyun zamanları okulda parça çalışıyoruz demek zorunda kaldım, turne olduğunda da sınavlar var arkadaşlarda kalıyorum demek zorunda kaldım.
Tevfik Bilgiçer: Hepsi bu mu?
Nejat: Yok...Bu kadar olsa iyi. Ama her şey, okul kayıt paraları, ev kirası, kostüm,aksesuar paraları da işin içine girince kontrolden çıktı.
Yıldız Ünver: Ailenden okul kayıt parası mı aldın?
Nejat: Aldım ama mecburen.Yani şimdi okula kayıt olurken her okul para alıyor, inandırıcı olmak için ben de aldım.
Enis Savran: Ne kadar aldın?
Nejat: Azıcık...
Enis Savran: Ne kadar azıcık?
Nejat: Bir milyar kadarcık...
Enis Savran: İyi de evladım bizim kayıt paramız o kadar değil.Allah bilir sen bir milyarcığı dönemlik almışsındır.
Nejat: Evet ama ben almadım, babam verdi.
Yıldız Ünver: Nasıl yani?
Nejat: Babam okul ücreti ne kadar diye sorunca babama “Bir milyarmış” diyiverdim, babam da “Yani senelik iki milyar, öderiz, yeter ki senin istediğin olsun” dedi. Ben de ses çıkartamadım.
Tevfik Bilgiçer: Utanmadın mı hiç?
Nejat: Utandım tabi, zaten utancımdan ses çıkartamadım.
Yıldız Ünver: Peki ev kirası neyin nesi?
Nejat: O da mecburen.Yani babam yüzünden oldu.
Yıldız Ünver: Nasıl yani?
Nejat: Bir gün evde oturuyordum, babam geldi “Oğlum senin hiç ödevin falan yok mu, ne biçim konservatuar bu?” dedi. Ben de “Var, ama evde rahat çalışamıyorum, hem okul çok uzak, eve geldiğimde de çok yorgun oluyorum “dedim; mecburen tabi.
Tevfik Bilgiçer: Bu hiç de mecburen değil evladım, resmen ayrı eve çıkmak için söylemişsin yalanı.
Nejat: Hayır efendim, mecburen. Yani babam ders çalışmadığımı görse konservatuarda okumadığımı anlayabilirdi.. Onun için böyle bir yalan söylemek zorunda kaldım.
Enis Savran: Sonra?
Nejat: Sonra o da “Okula yakın bir ev tutalım o zaman sana.” dedi. Yine utancımdan sesimi çıkartamadım.
Tevfik Bilgiçer: Bunların hepsini anladık da, şu kostüm-aksesuar parası neyin nesi oluyor?
Nejat: Hah, işte o mecburen değil.Aslında mecburen de, bunun mecburiyetinde değil.Yani bu başak mecburen...
Yıldız Ünver: Hangi mecburenmiş bu?
Nejat: Aslında temelinde yine aynı mecburen var, ama..
Enis Savran: Hangisi o?
Nejat: Yani tiyatro yapmak ama bu başka bir tiyatro yapmak mecbureni..
Yıldız Ünver: Nasıl yani?
Nejat: Hani bir amatör tiyatroya girdim demiştim ya, işte o tiyatrodaki kostüm ve aksesuarlarım çalındı. Onlar çaldırdığımı öğrenselerdi kesin beni atarlardı.Onun için babama, yıl sonu gösterisi yapacağımızı, bunun için kostüm aksesuar almam gerektiğini söyledim.
Enis Savran: Peki bu yıl sonu gösterisini izlemeye ailen gelmedi mi?
Nejat: Yıl sonu gösterisi yapılamadı ki?
Enis Savran: Neden?
Nejat: Çünkü bizim sınıftan biri oyundan iki gün önce öldü!
Yıldız Ünver: Aaa!Yazık, genç yaşta?Trafik kazası mı?
Nejat: Yok, intihar etti!
Tevfik Bilgiçer: Sen de inanıyorsun be hocam, sallamış gene!
Nejat: Hocam, rica ederim “sallamış” gibi laflar söylemeyin alınıyorum. Ben mecburiyetten yalanlar söylemiş biriyim.Tamam, belki çok yalan söyledim ama isteyerek değil ki, mecburen.
Tevfik Bilgiçer: İnsanın içine şüphe düşüyor, ya bu tüm söyledikleri aslında yalansa?
Nejat: Yok canım, isterseniz aileme sorun diyeceğim ama sormazsanız daha iyi olur tabi ki!
Enis Savran: Tamam Nejat’çım! Teşekkür ederiz, çıkabilirsin..
Nejat: Esas ben teşekkür ederim, kazanamasam da en azından rahatladım be! Oh!!
(Nejat çıkar...)
Yıldız Ünver: Çocuk çok alışmış yalan söylemeye, her şeyi tamam ama benim ahlak kriterlerime uymuyor.
Tevfik Bilgiçer: Ben bu çocuğun doğruyu bulursa, çok başarılı olacağına inanıyorum. Ama, şu anda inanamıyorum.
Enis Savran: İyi oyuncu, iyi insan ilkesi benim için önemli, onun için maalesef....
Yıldız Savran. O zaman ilk kez oy birliği ile kabul edilmedi...
(Işık kararır...Müzik yükselir. Bir sessizlik,ardından bir telefon çalar, ışık açılır, Nejat sahnededir.)
Nejat: A, Can abi! Sen misin?Hayırdır ne oldu?
( Işık söner...Karagöz girer sahneye...)
KARAGÖZ: Ne eğitimle olur bu iş ne de eğitimsiz...Bazen dökeceksin içindekini bazen de oturacaksın sessiz sessiz. Sabretmeyi bileceksin ama, sıran gelsin diye de oturup beklemeyeceksin. Arkanı sağlam tutacaksın, gördüğün herkese inceden sırıtacaksın.Sevmesen de seveceksin, görmesen de göreceksin...Sonra, çıkacaksın sahneye,televizyona..Paraya para demeyeceksin...Bu meslek zor zanaat ya çıkartır adamı zirveye, ya da süründürür olduğu yerde...Eh, bu nasihatle de sona ersin burada birinci perde...On beş dakika ihtiyaç molası...Molanın ardından başlayacak oyunumuzun ikinci fasılası...
II. PERDE
( Demet Özdilli ve Rutkay Uygur sahneye çıkarlar...Demet Özdilli Afrodit, Rutkay Uygur ise Botoxus rolündedir...Afrodit aynanın karşısında makyaj yapmaktadır.Aynanın sesi mikrofondan gelir.)
Afrodit: (İç çekerek.) Ayna ayna, söyle bana benden güzeli var mı bu dünyada?
Ayna: Valla var dersem yalan olur, yok dersem de doğru olmaz...
Afrodit: Lafı dolandırma ayna!Yoksa yok de, varsa da; sus, söyleme!
Ayna: Vallahi ne yalan söyleyim var!Hem de bir sürü...
Afrodit: (Sinirle) Ne, bir sürü mü? Kim bunlar?Çabuk söyle?
Ayna: Valla kraliçem, saymakla bitmez...Ama isterseniz size çirkin olanlardan bir iki tanesini sayabilirim.Mesela Aysel Gürel, Yıldız Tilbe...
Afrodit: Kes!
Ayna: Bağırmayın efendim, zaten hepi topu bu kadar !Sinirlenmenize gerek yok...Siz de belki takdir edersiniz ki, vücudunuzdaki bu sarkmalar,yüzünüzdeki bu kırışıklıklar yüzünden değil 1. Süper güzellik liginde oynamak , vallahi 3. amatör kümede bile zor oynarsınız...
Afrodit: Peki ya Banu Alkan...
Ayna: Ha, o mu, benden duymuş olmayın ama estetik yaptırmış diyorlar!Taş gibi olmuş desem yeridir.
Afrodit: Ya, demek öyle...Botoxus!Botoxus!
Botoxus: Buyrunuz efendim...
Afrodit: Bak ayna ne diyor?
Botoxus: Ne diyor efendim?
Afrodit: Banu Alkan diyor...Adımı kullandığı yetmiyormuş gibi estetikle benden güzel olmuş diyor...
Botoxus: Aman efendim düşündüğünüz şeye bakın, hallederiz...
Afrodit: Ama artık çok yaşlandım Botoxus, hadi göğüslerime silikon taktırdık diyelim peki ya yüzümdeki bu kırışıklıkları ne yapacağız...Gerilmekten Ajda Pekkan’dan beter oldum...
Botoxus: Siz hiç merak etmeyiniz efendim, sizi dünyanın en güzel kadını yapacağım. Öyle ki sizi gören insanoğlu, bir anda sizi güzellik kraliçesi ilan edecek, adınıza filimler çekecek, yarışmalar düzenlenecek. Zeus sizi inandırsın, bir içim su olacaksınız...
Afrodit: Peki bu bana ne kadara patlayacak Botoxus?
Botoxus: Aman efendim, orası kolay.Bir şeyler yaparız elbet, maksat ayağınız alışsın...Siz şimdi nerenizi nasıl istiyorsunuz onu söyleyin?
Afrodit: Pekala başlıyorum, not al! Bacaklarım Demet Şener, kalçalarım Jeniffer Lopez, belim Claudia Shiffer, göğüslerim Pamela Anderson, dudaklarım Fatih Ürek, gözlerim Bülent Ersoy gibi olsun.Sonra mutlaka Zeki Müren kirpiği isterim..Hah, bir de saçlarıma da Volkan Konak gibi balyaj yapılsın isterim..Tamam mı Botoxus, iyice not aldın değil mi?
Botoxus: Siz hiç merak etmeyin efendim, vallahi cillop gibi olacaksınız. Otobüslerde tüm fordçular sizin arkanıza gelecek...
Afrodit: Ayyyhh...
Botoxus: Sonra Taksim’de yürürken sadece size laf atacaklar...
Afrodit: Ay, deme...
Botoxus: Yüzünüzü gören cennetlik olacak...Tü tü tü, maşallah!
Afrodit: Hadi hemen başlayalım o zaman...
Botoxus: O zaman sizi hemen ameliyat haneye alalım Afrodit hanım!Buyurun...
(Işıklar kararır, televizyonlarda defilelerden görüntüler yayımlanır ve müzik yükselir.Işık açıldığında Afrodit sargılar içindedir.Botoxus sargıları açar.)
Afrodit: Ay, çok merak ediyorum Botoxus, acaba kendimi tanıyabilecek miyim?
Botoxus: Sizi temin ederim, siz bile kendinize aşık olacaksınız...
Afrodit: Çabuk ol Botoxus, çabuk!
Botoxus: (Yüzünü görünce) O ne be?
Afrodit: Ne oldu Botoxus, yolunda gitmeyen bir şeyler mi var?
Botoxus: Yok efendim, olur mu hiç tam istediğiniz gibi...
Afrodit: Çöz o zaman, çabuk çöz beni...Tüm dünya görsün büyüleyici güzelliğimi...
Botoxus: (Çözer) Valla çok güzel olmuş gibi sanki..
Afrodit: Çabuk aynayı getir Botoxus, güzelliğimi görmek için sabırsızlanıyorum
Botoxus: Getirdim kraliçem, buyurun...
(Afrodit aynaya bakmaya çalışır, Botoxus ise iltifatlar ederek sürekli aynayı kaçırmaktadır.)
Afrodit: Ay, sıkıldım ama botoxus.Olduğun yerde dur ve aynayı da sabit tut.
Botoxus: Emredersiniz efendim...
Afrodit: (Kendini görünce çığlık atar...)Bu ne Botoxus!Bu ne!
Botoxus: Bu...Bu şey...Valla ben de bilmiyorum! Ama sizin istediğinizin aynısını yaptığıma emin olabilirsiniz. Bakın işte hepsi burada yazıyor... Bacaklar Volkan Konak, kalçalar Zeki Müren, bel Bülent Ersoy, göğüsler Fatih Ürek, dudaklar Demet Şener, gözler Jeniffer Lopez .Sonra, hah mutlaka Pamela Anderson kirpiği isterim demişsiniz..Bir de son olarak da saçlarınıza da Claudia Shiffer gibi balyaj yapılsın istemişsiniz..Hepsini yaptık, ama sadece Claudia Shiffer’in saçlarında balyaj olmadığından sizi doğrudan sarışın yaptık...Daha ne?
Afrodit: Ama, ama bu, bu hiçbir şeye benzemiyor...
Botoxus: Olur mu hiç kraliçem, bence çok farklı bir imajınız oldu...Düşünsenize dünyanın en güzel insanlarının hiç bilinmedik yönleri sizde toplanmış durumda...
Afrodit: Oldu, gözlerim doldu...
Botoxus: Tamam, canım, istemiyorsanız sizi eski halinize döndürmem beş dakikadan fazla sümez.
Afrodit: Bir zahmet Botoxus! Bir de şu kırışıklıkları da Hallediver...
Botoxus: Onu yeni icadımla düzelteceğim sevgili kraliçem.
Afrodit: Nedir o?
Botoxus: Vallahi daha adını koymadım ama müthiş bir icat...Ham maddesi zehir...Yılan zehri..
Afrodit: Peki canım, ben de salağım süreceğim o zehri yüzüme
Botoxus: Zaten yüze sürülmüyor, iğne ile enjekte ediliyor...Hoş birkaç gün o harikulade kahkahanızdan mahrum kalacağız ama, en nihayetinde kırışıklıklardan da eser kalmayacak.
Afrodit: Napalım, başa gelen çekilir...Kolay mı canım bu devirde Afrodit olmak? Şayet dediğin işe yaramazsa Zeus belamı versin ki senin peşini bırakmam, ama ola ki dediğin doğru çıkar da beni bu kırışıklıklardan kurtarırsan senin adını ölümsüzleştirip bu yeni icadını BOTOX adıyla piyasaya sürerim...
Botoxus: Sizin ağzınızı yerim ben, bu zamana kadar nerelerdeydiniz siz?Kimse inkar etmeyecek, güzel gördüm demeyecek, sizi görmeden...
Afrodit: Botoxus, bu son söylediğin sözleri bir yere yaz, güzel şarkı sözü olur...O işte de iyi para var.
Botoxus: Aman efendim paranın ne önemi var, mühim olan güzellik...Hem hangi para, sizi güzelleştirdiğim için bana vereceğiniz mükafatın yerini tutabilir ki...
Afrodit: Hadi öyleyse Botoxus, bir an önce bitirelim şu işi..Malum akşam Laylada Fedon’nun doğum günü partisi var...
Can D. – Ya... Bu sahne çok içime sinmedi ama...
Genco A – Yok be abi, gayet güzel...
Can D – Kostümler ne alemde?
Müjdat D – Napolyon ile Liraus kostümleri tama zaten...Murat’ın kostümü de hazır sayılır, sadece sarığına bir pervane takılacak..
Nejat Ş – Ama sorun o pervanede...
Can D – Ne sorunu oğlum, gideceksin bir parvane bulacaksın sonra dikeceksin sarığa olacak bitecek..
Nejat Ş – Zaten sorun da orda senin istediğin gibi kocaman bir pervaneyi bulamıyoruz, bulduğumuzu da sarığa dikemiyoruz...İlla o kadar büyük olması şart mı?
Can D- Şart tabi!Koskoca adam küçücük pervane ile havalanacak değil ya!Olmadı kesin, biçin kartondan yapın pervaneyi de...Tekelciyan’ın kostümü ne alemde?
Müjdat D – Bira kapaklarını toplamakta biraz zorlandık ama hallettik.
Can D – Ulan siz de bira kapağı toplamakta zorlanıyorsanız...
Nejat Ş – Öyle deme abi, Tekelciyan kostümünü yapacağız diye zengin ettik Tekel’i...Nerden baksan gecede en az üç bira...
Can D- “Cehenneme Hoş Geldiniz Yazısı” ne oldu?
Müjdat D – Ferhan halledecekti onu. Birazdan gelir, almaya gitti. Hah, iti an çomağı hazırla..
(Salon kapısı açılır Ferhan sırıtarak elinde branda ile gelir.)
Can D – Cehenneme hoş geldin oğlum!Branda tamam mı?
Ferhan E – Tamamdır abi...
Can D – Aç bir görelim malı!
( Ferhan brandayı açar, brandanın altında ULTRASLAN yazmaktadır...)
Can D – Ne o lan maça mı gideceğiz?
Rutkay U – Kesin yanlış brandayı almıştır...
Demet Ö – Tipexle sileriz canım, o kadar da önemli değil bence...
Rutkay U – Oldu, gözlerim doldu...
Müjdat D – Ne yapacağız abi bunu?
Ferhan E – Ne istersen onu yap! İstersen oyunda kullan istersen de kıvır kıvır...
Müjdat D – Ağzını topla, yoksa...
Can D- Kes...Boşuna germeyin ortamı zaten gergin yeterince..Napalım elimizdeki mal bu!
Ferhan E – Daha iyisini bulacak varsa söylesin.
Rutkay U – Aslında fena değil, oyun biraz daha absürd olur böylece...
Can D – Olmasa daha iyi olurdu ama...Neyse,Müjdat şu zebani sesini halledebileceğiz değil mi?
Müjdat D – Onu da bedavaya getireceğiz abi merak etme! Abimin evde mini stüdyosu var,halledeceğiz birlikte.
Can D- Oğlum, o da brandaya benzemesin sonra...
Ferhan E –Aaa! Ver abi şu brandayı, iyilik yapanda kabahat...
Can D – Celallenme aslanım, sana bir şey diyen yok..ellerine sağlık, bizi masraftan kurtardın...Ama bu zebani sesi iyi olacaksa olsun, olmayacaksa başka bir yol bulalım..
Müjdat D – Sen merak etme abi!
Can D – Şimdi hangi sahneyi alıyoruz?
Demet Ö – Bizim sahnemiz var ya, niye sahne alacakmışız ki...Ay, bu seferki şaka , biliyorum yoksa öyle ha demeyle sahne alınmaz. Hem bu sahne de zaten bizim değil ki, kiraladık...
Can D – Neyse sultanım, biz erkeklerin kafası bunlara basmaz, izah etmek için kendinizi boşuna yormayınız(Öper.) Diğer sahnenin oyuncuları sahneye!
( Müjdat Dinçel ile Genco Aziz sahneye çıkar. Genco Aziz Hitler, Rutkay Uygur ise Hans Toplen rolündedir.Hans Toplen gaydir.Hitler dünya haritası önünde durmaktadır.Işık kararır Karagöz sahneye girer.)
Karagöz: Tiyatrocu diye yaratıcı insana derler, yoktan var edemeyene de bu sahnede kolay kolay iş vermezler.Baban ölse çıkacaksın sahneye, aç ayı oynamaz ama iyi oyuncunun açı makbuldür bu işte.Ya idare lambası misali kısık ateşte yanacaksın, ya da aklını kullanıp arkanı sağlam tutacaksın, güney kumsallarında uzanıp bir güzel yanacaksın.Ferhan ile Nejat’ı yakan ateşi gördünüz, izlediniz. Şimdi yanma sırası kimde ? Genco Aziz ile Müjdat Dinçel’de...
MÜJDAT DİNÇEL – GENCO AZİZ
( Sahnede iki tane masa vardır, arkada büyük bir Atatürk resmi asılıdır. Bir masada Genco, diğerinde Müjdat oturmaktadır. Telefon çalar, ışık açılır.)
Müjdat -(Telefonu açar.) Hakimköy Belediyesi Barış Karaca Kültür Merkezi..Cuma Bey ayrıldılar efendim...Nereye mi gittiler?Vallahi tam olarak adres vermemekle birlikte, Robenson diye bir arkadaşının yanına tatile gideceğini söylemiş. Eh ,arkadaşı Robenson, kendisi de Cuma olduğuna göre, gittiği yerin ıssız bir ada olduğundan şüphemiz yok ama inanın hangi ada olduğunu biz de bilmiyoruz...A, kapattı terbiyesiz!
Genco – “A, kapattı terbiyesiz!” Şaşırıyor bir de utanmadan. Tabi kapatacak oğlum, Robenson ile Cuma hikayesini dinleyecek hali yok ya.(Telefon çalar, Genco açar.) Hakimköy Belediyesi Barış Karaca Kültür Merkezi..Kim? Cuma Bey? Cuma Bey yok efendim, ben yardımcı olayım!Ben mi?Bana kısaca Robenson diyebilirsiniz..A, kapattı terbiyesiz!
Müjdat – Devletin kültür merkezi değil de sanki Cuma Bey’in hususi sekreteryası...Sabahtan beri adamı arayanlara cevap vermekten, burayı kalkındıracak projeler üzerinde çalışamıyoruz...
Genco – Sinirlenme abicim. Gel şu dosyalara bir bakalım, geçen sene ne etkinlikler yapılmış, kaç kişi girmiş bu salona, kaçı oynamış, kaçı burayı depo diye kullanmış, geliri ne, izleyicisi ne...Gel, daha işimiz var...
Müjdat – Aç abicim dosyayı...Hah, kim bunlar?
Genco – Avangard Tiyatro...
Müjdat – Kim abi bunlar? Nerden düşmüşler buraya?
Genco- Geçen sezon toplam 32 gün sahne almışlar, 11 gün oynayıp, 21 gün iptal etmişler.Toplam seyirci sayısı 97, bunun 45’i ilk oyundan davetli...
Müjdat – Oyunları çok iyi anlaşılan , adamlar da iyi çalışıyorlar anlaşılan..ara abi şu adamı, söyle seneye sahne falan yok..Ayıp yahu, Dingonun ahırı mı burası...
(Genco Devran Sünger’i arar, Devran Sünger elinde bir telefon boxer ve atlet ile sahnenin solunda gözükür.)
Genco – Alo. Devran Süngerle mi görüşüyorum?Ben Genco Aziz. Barış Karaca Kültür Merkezinden arıyorum...
Devran- A!Merhaba Genco!Ben de sizi arayacaktım şimdi.Hem tebrik etmek hem de önümüzdeki sezonun programını konuşmak için...
Genco –İyi olmuş demek ki aramam.
Devran –Evet..Şimdi Genco’cum biz geçen sene çok verimli olamadık.Ama salonun durumu da malum. Seyirci kapasitesi az, bir tanıtım panosu bile yok. Hem haftada bir gün oynayarak olmuyor tabi...Önümüzdeki sezon için yeni bir projemiz var, onun için Cuma- Pazar oynamak istiyoruz.
Genco – (Eliyle telefonu kapatarak) Haydaaa..Biz adamı salonu vermeyeceğiz demek için arıyoruz, adam bizden bir gün daha istiyor.
Müjdat – Ver abi sen şu telefonu.Merhaba Devran Bey, ben Müjdat Dinçel.Genco önümüzdeki sezon haftada iki gün istediğinizi söyledi ,doğru mudur?
Devran- Evet, doğrudur. Önümüzdeki sezon için yeni bir oyun çalışıyoruz. Evrensel mitlerin dramatik katmanlarını global dünyanın kozmik fonksiyonlarıyla kaynaştırıp, sahnenin parametik türevlerine adapte ederek avangard tiyatroya absürd bir nitelik kazandırmak istiyoruz bu oyunda. Tiyatro sadece komedi değil, değil mi Müjdatçım? Bir sanatçı olarak bizi en iyi sen anlarsın! Dediğim gibi, sen Cuma suare ve Pazar matineyi bizim için not al, sonra yüz yüze yeniden konuşuruz.(Kapatır, ışık söner, Devran çıkar. Müjdat kalakalır.)
Genco – Hayırdır?Ne oldu?
Müjdat – Abi herif resmen lafı tıkadı(sıçtı) ağzıma!ama helal olsun çok entel konuştu doğrusu!Neyse, sonra bakarız bir hal çaresine.Şu dosya kimin?
Genco – Bunlar ağır abi...
Müjdat – Kim yani?
Genco – Demiray Arkasısağlam.
Müjdat –Ulan, o herif gay değil mi? Soyada bak, kendine bak...Neyse, geçen sene kaç kişi gelmiş oyunlarına?
Genco – Fena değil.Toplam 29 gün sahne alıp, 17 oyun oynamışlar. Bu 17 oyunu da toplam194 kişi izlemiş. Avangard’ın tam iki katı.
Müjdat – Avangard’ın iki katı olmasına iki katı,ama194 kişi de biryerden sonra kıçımın kenarı.Ara söyle seneye onlara da salon yok!
Genco- Bu iş arayarak olmaz.
Müjdat – O zaman resmi yazı yazalım.
Genco – Bence yazmayalım.
Müjdat – Neden?
Genco – Abi adamın arkası sağlam.
Müjdat – Neresi sağlam olursa olsun abicim, bize ne! Sen yaz yazını!
Genco – Söylemedi deme bak, adam Akıl Partisi başkanı Derya Hizip’in çocukluk arkadaşı.
Müjdat – Sen doğru bildiğini yap, her zaman üç yanlış bir doğruyu götürecek değil ya.Bu kez de üç doğru bir yanlışı götürür belki. Hem ille de yanlış yapacağım diyorsan, bari onu da yanlışlıkla yap!
Genco – Yazalım bakalım! Sen de bu arada şu Tiyatro Devasa’nın dosyasına bak!
Müjdat – Bu Veli Torpilsizin tiyatrosu değil mi?
Genco- Evet.
Müjdat – Bunlar iyi abi! Baksana 17 gün sahne almışlar, 15 oyun oynamışlar, toplam 1200 kişi izlemiş oyunları. Bunları bir kenara ayırmak lazım!
Genco – 1200 kişi izlemiş ama hiç gişe açmamışlar, hepsi toplu satış. Toplu satış ne demek?
Müjdat – Para demek!
Genco – Para demek, ama harakiri yaparak para kazanmak ister misin?
Müjdat – Nasıl yani?
Genco – Abi düşün şimdi. Sen potansiyel bir izleyicisin. İş yerinde arkadaşlarınla gazeteyi açtınız, ilanlara bakıyorsunuz, hep birlikte hangi oyuna gitsek diye. Benim oyunumu görüyorsunuz, telefon açıyorsunuz, 15.000 peso diyor gişedeki kadın. Tam paraları toplayıp da çaycı çocuğu bilet almaya gönderecekken ben içeriye giriyorum ve başlıyorum “Abilerim ablalarım, iki dakikanızı rica ediyorum..Bakın şu elime görmüş olduğunuz afiş bu hafta sonu izleyeceğiniz Özhan Canaydın’ı bile gülme krizlerine sokan oyunun afişi.Oyunun gişe fiyatı 15.000 peso, ama “Herkese Tiyatro” kampanyası nedeniyle indirime gittik.
Bu oyuna hep birlikte gelirseniz, sizin güzel hatırınız için sadece 10.000 peso...” diyorum ve siz o anda topladığınız paraların üçte birini ayırıp, geri kalanı bana veriyorsunuz. Böylece çaycı çocuk da ta tiyatroya kadar yürümek zahmetinden kurtuluyor.
Müjdat – Sonuçta seyirci geliyor mu gelmiyor mu?
Genco – Geliyor ama bir defa. İkinci sefere gazeteye bakmıyor bile, nasıl olsa sen geleceksin diye. Sonra aralarında para da toplamıyorlar, nasıl olsa sen gelip de indirim yapacaksın diye. Yanlış mıyım?
Müjdat – Ulan şu salonda doğru düzgün bir tiyatro yok mu be!
(İçeriye Veli Torpilsiz girer. Genco’yu öper.)
Veli – Müjdatçım hayırlı olsun!
Genco – Müjdat o abi, ben Genco!
Veli – Aman canım birkaç harf için dert ettiğiniz şeye bak. Sonra sizin isimleriniz de birbirine bu kadar benzemeseydi.Müjdat- Genco...Genco –Müjdat...Yok, bu böyle olmayacak en iyisi senin adın bundan böyle Genco Kemal olsun.(Güler.)
Müjdat – Hayırdır?
Veli – Hayır, hayır. İlhami başkanın selamını getirdim size. Sabah toplantıdaydık. Sizi sordu bana, ben de genç, dinamik, azimli arkadaşlar dedim; destekleyelim hep birlikte dedim.
Genco – Sağ olasın abi...
Veli – Bu sene Cuma-Pazar oynamak istiyoruz dedim, “Tamam Veli’cim sen çocuklara söyle, yardımcı olurlar” dedi.
Müjdat – Cuma- pazar?
Veli – Ya, Cuma –Pazar! İlhami Başkan sizi seviyor, değerini bilin ha... Hadi ben kaçtım, çok öpüldünüz...(Çıkar)
Müjdat – Cuma- Pazar dedi değil mi?
Genco – Maalesef...Neyse Devran Sünger’e cumayı veririz, buna da pazarı...Ayda bir de dönüştürürüz, olur biter!
(İçeriye Demiray Arkasısağlam girer. Evindeymiş gibi rahattır, kimse yokmuş gibi davranır.Bir süre sonra başını kaldırır.)
Demiray – Hanginiz müdür?
Müjdat – Benim.
Demiray – Aferin! Yakışıklı çocukmuşsun! Tiyatrocu musun?
Müjdat – Evet
Demiray – İyi o zaman, anlaşacağız. Şimdi hemen belediyeye git şu kapının önüne iki tane pano istiyorum, aşağıya bir gişeci, bir de benim tiyatromun müdürüne bir oda ayarlayın burada, tamam mı? Ha, bir de unutmadan söyleyeyim bu sene cumartesileri isteyen tiyatroya ver biz sadece Cuma- Pazar oynayacağız...Biliyorsun başkan bu salonu dört yıllığına bana verdi.
Genco – Nereyi size verdi?
Demiray – Nereyi olacak canım, burayı...Hoş biz bu kadar küçük salonlarda oynamayız ama bu salon kazansın istiyoruz. Ne de olsa hepimiz Hakimköylüyüz..Hem Hakimköyün izleyicisi başka izleyiciye benzemez, bir kere sosyal muhafazakardır.
Genco – Ne zaman başlayacaksınız oynamaya?
Demiray – Yeni kadro yapıyorum. Zekai Akasya yönetecek. Ben varım Ayşe Duruda var , Halit var , Sercan Bezgen var...İsimlere bak! Hakimköy kadro görsün istiyorum, yoksa şan- şöhret, para-pul için değil..Allah’a şükür hepsine sahibiz...
Müjdat – Oyun ne olacak?
Demiray – Oyun kolay, önemli olan kadro...Oyun izlemeye kim gelir ayol...Yapacağız elbet bir şeyler...Sen daha gençsin kuzum, yakında öğrenirsin bu yolları..(Gülerek çıkar..)Oyunmuş...Oyun diyor ya...
Müjdat – Böyle giderse üç yanlış iki doğruyu götürecek anlaşılan...Bu da Cuma –Pazar oynayacağım diyor.
Genco – Bulacağız oğlum bir yolunu. Şimdi Veli Torpilsiz İlhami başkandan, bu da Derya Hizip’ten torpilli...Ama Devran Sünger’in torpili yok!
(Devran içeriye girer..)
Devran – Torpili yok, ama azmi var, ortaya koyduğu emeği, yüreği var.Hem bu işler sadece torpille olmaz değil mi? Burada yetkili sizsiniz ve doğrudan yana tavır almak zorundasınız...
Genco – Ama...
Devran – Aması yok...Yetkili sizseniz, bunu yapacaksınız. Çünkü biz burada ekmek paramızın haklı mücadelesini veriyoruz. Hepsi bir yana onlar gibi sanat satmıyor, sanatı toplumsal kalkınmanın parametrik değerlerinden biri olarak algılayarak, direkt olarak söz dizimsel teorileri sahnelemeyi amaçlıyoruz ve şu çok iyi bilinmeli ki, hem toplumla topyekün kalkınmak, hem egosal tatmin ve en mühimi yemek ve barınmak gibi insancıl dürtülerimizin tatmini için yaptığımız bu işte ekmeğimizle oynamaya kalkanın ekmeği ile oynamaktan da korkmayız...
Müjdat – Haklısın tabi abi, ama...
Devran- Haklıysam, haklıdan yana tavır alın... Neyse ben söyleyeceğimi söyledim, şimdi top sizde..(Çıkar...)
Müjdat – Top bende ama, futbol oynamıyoruz ki sıkışınca topu taca atasın...(Telefon çalar)
Genco – Hakimköy Belediyesi Barış Karaca Kültür Merkezi...Merhaba hocam...Teşekkür ederim...Layık olmaya çalışacağız tabi...Buyurun...Peki...Tamam, ben not aldım, ilgileneceğiz...
Müjdat – Kim abi?
Rutkay – Tevfik Enis...
Müjdat – Dur söyleme, tahmin edeyim...Cuma- Pazar oynamak istiyorum diyor..
Genco – Ve ekliyor, İlhami başkanın selamı var...
Müjdat – Sence müdür müdür müdür?
(Demiray içeriye girer...)
Demiray – Müdürdür...Müdürdür..Naber müdür?
Müjdat – Fena değil, biraz asabımız bozuldu o kadar!
Demiray- Neden?
Müjdat – Nedeni var mı hocam, herkes Cuma- Pazar oynamak istiyor...
Demiray – Kimmiş bunlar?
Genco – Siz, Veli Torpilsiz, sonra Tevfik Enis...Bir de Devran Sünger...
Demiray – Siktirsinler, tiyatrocu mu be onlar!
Müjdat- Tiyatrocular ya da değiller, ama sizden sağlam olmasın arkaları sağlam...
Demiray – Kim varmış arkalarında?Başbakan mı?Amerika Başkanı mı?
Genco – İlhami Başkan...
Demiray – İlhami kim be! Onu ben seçtirdim Hakimköye...Herkes karşıydı, ben söyledim Derya’ya da yine onu aday gösterdi burada!Sonra seçimden önce yaptığım o oyun olmasa nah kazanırdı başkanlığı...Sırf Derya’nın hatrı var diye üç kuruşa oynattım o dev kadroyu...
Müjdat – Ne kadar aldınız sorması ayıp...
Demiray – Ayıpsa sorma ulan, sana ne?(Güler) Beş oyuna altmış milyar mı ne aldık, ama kadro müthiş.
Genco – İyi para almışsınız yine...
Demiray – Altmış milyar para mı be! Daha gençsin, öğrenirsin yakında bu yolları.(Yanağından makas alır ve çıkar.) Cuma- pazarı başkasına verme, öldürürüm vallahi seni, tamam mı müdür?
(Müjdat telefon açar...)
Müjdat – Alo, merhabalar, ben Barış Karaca Kültür Merkezi müdürü Müjdat Dinçel. Öğleden sonra için Mustafa Başkan’dan çok acil bir randevu isteyecektim...Tamam...Görüşmek üzere...
Genco – Ne oldu oğlum?
Müjdat – Gidelim, anlatalım abi durumu Mustafa Başkan’a , çözsün şu işi...
Genco – İyi hadi kalk gidelim...
(Müzik çalar, sahnede yürürler.Salondaki iki masa arasına bir paravan konur...Paravanın solunda ki masada sekreter, sağında ise başkan yardımcısı oturmaktadır...Paravan Atatürk resmini ortadan ikiye ayırmaktadır.Sol taraf aydınlık, sağ taraf ise karanlıktır.Müjdat ile Genco sekreterin yanına gelirler.)
Müjdat – Merhaba, Mustafa başkan içerde mi?
Sekreter – Mustafa Başkan? Siz aradıktan sonra çıktı, bugün gelmeyeceğini söyledi.
Genco – Ya...
(O esnada çaycı gelir.)
Çaycı – (Tiz bir sesle) Çaylaaar!!!!
Sekreter- Çay içer misiniz?
Genco – Madem geldik, bir çay içelim de öyle gidelim bari...Bir şeker daha alabilir miyim?
(Çaycı bir çay sekretere verdikten sonra kapıyı tıklatıp, içeri girer. Biraz sonra elinde boş bardakla çıkar.Müjdat koluyla Genco’yu dürter. Çayları bırakıp kalkarlar.)
Müjdat – Neyse biz gidelim, çaylar kalsın!
Genco – İyi günler!
Sekreter -Bekleseydiniz, belki sizi çağırırdı?
Müjdat – Yok biz beklemeyelim, daha önemli işlerimiz var.(çıkarken geri dönerler)Unutmadan geldiğinde şunu kendisine iletirseniz sevinirim.
Sekreter- Nedir bunlar?
Genco – Mektup.
Sekreter – Ne mektubu?
Müjdat – İstifa mektubu...İyi Günler!
Genco – Başkana selamlar!
(Çıkarlar.Işık kararır.Müjdat’ın telefonu çalar.)
Müjdat – A, Can abi! Sen misin?Hayırdır ne oldu?Genco?O da yanımda!
(Işık söner, yandığında Müjdat Dinçel ile Genco Aziz sahnededir. Genco Aziz Hitler, Müjdat Dinçel ise Hans Toplen rolündedir.Hans Toplen gaydir.Hitler dünya haritası önünde durmaktadır.Işık kararır Karagöz sahneye girer.)
KARAGÖZ : Televizyonda bir dizi, bir de güzel filim işi, paraya para demem yanımda varsa bir dişi..Ne dekor eziyeti, ne de oyuncu kaprisi,kızlar gider sen gidersin o partiden bu partiye...Hey! Zor tiyatro...Yok tiyatro...Yoksa işin yap tiyatro! Ah tiyatro...Vah tiyatro...Son çaresin sen tiyatro....
Hitler- Herr hauvusun die bie ein in die bach!(Her havuzun dibi aynı in de bak diye okunur.)
Zavallı dünya, zavallı insanlık...Her yerde savaş tehlikesi var...Bir şeyler yapmak lazım!Toplen!Toplen gel buraya!
Hans Toplen- (yumuşak bir edayla)Hai Hitler!
Hitler: Hay Hitlerine de sana da!Gel buraya gel!
Toplen: Geldim efendimiz!Buyurun...
Hitler: Bak şu haritaya ne görüyorsun...
Toplen: (Dikkatle bakar...) Ülkeler görüyorum...
Hitler: Hangi ülkeleri görüyorsun?
Toplen: Afrika ülkelerini!
Hitler: Orada neler var?
Toplen: Neler var?
Hitler: Dikkatle bak, neler var?
Toplen: (Heyecanla el çırparak.)İri yarı zenci erkekler var...
Hitler: Şimdi bir küfür edeceğim ama sana dua gibi gelecek...Evladım, orada hangi ülkeyi görüyorsun?
Toplen: Somali!
Hitler: Somali de ne var?
Toplen: Ne var?
Hitler: Savaş var değil mi yavrucuğum...
Toplen: Ay, evet savaş var...
Hitler: Peki şimdi çevir kafanı başka bir yere bak...
Toplen: Mesela nereye?
Hitler: Nereye istersen bak evladım, hiç farketmez...Ne görüyorsun orada?
Toplen: Ne görüyorum?
Hitler: Savaş görüyorsun değil mi?
Toplen: Siz öyle diyorsanız öyledir, hünkarım!(Yanağından makas alır.)
Hitler: Yavşama lan, şurada ciddi bir şey konuşuyoruz herhalde. Bak mesela burnumuzun dibinde Irak...Adamın biri almış sazı eline, her yer onun tehdidinde...Ya Sırbistan’a ne demeli!Zavallı Sırpların ensesinde Bosna’nın nefesi...Allah’tan İsaril Filistin’le arasına duvar çekti, yoksa maazallah Filistin hakkı olmayan toprakları işgal edecekti...Ya o melek dünyaya gelmeseydi, ya o mazlumlara kanat germeseydi, o zaman ne olurdu bu insanlığın hali...
Toplen: Allah razı olsun Bush Efendiden...
Hitler: Allah razı olsun ama yazık adama! Somali karıştı, Bush Efendi gel bizi kurtar!Vietnam yandı, Bush Efendi gel ateşi söndür!Artık bizim de bir şeyler yapmamız lazım, değil mi Toplen!Dünya barışına katkıda bulunma günü geldi çattı!Üstelik Dünyaya barışı bizim gibi üstün bir ırk getirmeyecek de kim getirecek, sabun kafalı Polonyalılar mı?
Toplen: Sabun kafalı!(Not alır)Güzel fikir doğrusu!
Hitler: Güzel fikir olan ne?
Toplen: Dünyaya barış götüreceğiz ya, acaba diyorum hazır barış götürmüşken gittiğimiz yerlere sabun da götürsek mi?Savaşın kirlerini temizlemek için...Ne de olsa Polonya yolumuzun üzeri...
Hitler: Aferin lan Toplen, yumuşak mumuşak ama çalışıyor arada bir kafan!
Toplen: E, hadi o zaman sefer emri verin de çıkalım yola...
Hitler: “Sefer emri verin de çıkalım yola.” Dünyaya barışı kılıç kalkanla mı götüreceksin sersem kafalı yaverim benim!
Toplen: Ay, olmaz tabi...Elma soymaya gider gibi...
Hitler: Yeni bir silah bulmamız lazım Toplen...Yeni bir silah....
Toplen: Benim üzerinde çalıştığım bir şey var efendim...
Hitler: Nedir o?
Toplen: Adını daha koymadım ama, böyle uzun, silindir biçiminde, iri başlı bir silah, ucunda da esas merminin attırılacağı bir delik var...
Hitler: Ulan Toplen, hiç öyle silah olur mu evladım?
Toplen: Ay,olmaz mı efendim, olur tabi...Tüm erkeklerde var bu silahtan...
Hitler: Yavrucuğum sinirlendirme beni, biz Dünyaya barış götürmeye mi gidiyoruz yoksa Dünyanın anasını.....Tövbe tövbe...Aklın fikrin hep şeyde!
Toplen: Şimdi bir düşünün karınızla kavga ettiniz, karınızla barışmak için ne yaparsınız?
Hitler: Gidip, özür dileyip, yanağına bir öpücük kondururum...
Toplen: Sonra?
Hitler: Sonra o da beni öper...
Toplen: Sonra?
Hitler: Sonra öpüşürüz...
Toplen: Sonra?
Hitler: Sonra yatağa gideriz...
Toplen: Sonra?
Hitler: Sonra...Sonrasından sana ne!
Toplen: Bana ne olur mu efendim..Aksine esas beni ilgilendiren bölüme geldik...
Hitler: Neymiş ulan seni ilgilendiren bölüm!
Toplen: Aranızda ki savaşın nasıl bittiği bölümü...Siz karınıza barışı nasıl götürdünüz?
Hitler: Nasıl götürdüm?
Toplen: Silahınızı kullanarak!Siz nasıl silahınızı kullanarak karınıza barış götürdüyseniz biz de aynı silahtan yaparak Dünyaya barış götüreceğiz!
Hitler: Biraz ufak olmaz mı?Yani bir kadın için fena sayılmaz ama, ne bileyim koskocaman dünya!
Toplen: Ay, hiç güleceğim yoktu!İlahi Hitler, sen adamı toplama kampına götürürsün!Şu kadarcık şeyle Dünyaya barış mı gider hiç! Onun büyüğünü yapıcaz...
Hitler: Yaptık diyelim, mermi olarak ne kullanacağız...Düşmana sperm fırlatacak değiliz herhalde!
Toplen: Ay, herhalde!Mermimiz böyle kocaman yuvarlak bir şey olacak, içine barut konacak...Silindirin arkasına da bir fitil, fitil söndü mü, yuvarlak mermi yerinden fırlayıp, hop diye düşmanın kafasına konacak.
Hitler: Şayet bu dediğin silahı yaparsan, seni ölümsüzleştirip, bu silaha senin adını veririm...Yok işe yaramazsa o zaman sana transparan kıyafetler giydirip barlarda şarkı söyletmezsem bana da Hitler demesinler...
Toplen: Ay, yani şimdi bu silaha Toplen adını vereceksiniz...
Hitler: Toplen adı güzel olur ama nasıl olsa halk arasında söylene söylene değişir “Top” olur..İyisi mi biz şimdiden o silaha top diyelim gitsin...
Toplen: Ay, çok mutlu falan oldum şimdi.Size söz bundan iyi bir silah bulamazsınız...
Hitler: Vallahi ben anlamam toptan tüfekten, anlamam taştan yürekten...
Toplen: Efendim, bu sözleri bir yana not edin, çok güzel şarkı sözü olur. İyi para kazanırsınız bu işten.
Hitler: Ulan, Toplen beyninde mi yumuşadı ne! Paranın ne önemi var, mühim olan dünya barışı...Dünya barışı (Bülent Ersoy gibi)
Toplen: O ne be?
Hitler: Ne bileyim, Bülent Ersoy beni andı herhalde! Neyse sefere gidiyoruz Toplen, acil toplen!!
Can D – İşte mal bu! Harbiden güzel oldu!
Rutkay U – Abi isimleri değiştirsek mi acaba!Sonra başımıza iş açmasın...
Can D – Ne olacak oğlum, Bush sinirlenip de bizi işgal edecek değil ya...Bir şey olursa değiştiririz, olmazsa canımız sağolsun...
( Nejat Şensoy içeriye girer...)
Nejat – Size bir iyi bir de kötü haberim var..Önce hangisini söyleyeyim!
Can D – Önce kötüyü söyle...
Nejat – Sponsor firma vardı ya...
Rutkay U- Eee?
Nejat – Artık yok...
Can D – Nasıl yani?
Nejat- Yani bizim oyuna para verecek firma vardı ya, artık para falan vermiyor...
Can D- Neden vermiyorlarmış?
Nejat – Söylediklerine göre, şirket bunu vergiden düşemeyecekmiş ve bu açığı kapatmakta zorlanacaklarmış, ama anladığıma göre tek sebep paşa gönüllerinin vermek istememesi.
Can D –Neyse iyi haberi söyle bari!
Nejat – İyi haber de şu, şimdi biz para gelmeyince sahneye içinde alevler yanan sac yaptıramayacağız ya
Rutkay – Evet?
Nejat – Onun yerine bedavaya gelecek bir şey buldum.
Can D – Ne o aslanım, çıldırtma adamı?
Nejat – Benim amcam Gemlik’te. Zeytin ihraç ediyor...
Rutkay U- Sponsor mu olmak istiyor?
Nejat –Hayır, bize istediğimiz kadar teneke yollayabileceğini söyledi...
Rutkay U – Ne için?
Nejat – İçinde ateş yakmak için!Sac yoksa teneke var...
Can D – Napalım, elimizdeki mal bu!Tenekeleri kırmızıya boyarız, bir de cilaladık mı belki bir şeye benzer...Şu zebaninin efekt işi oluyor mu Müjdat?
Müjdat – Abimle çalışıyoruz, merak etme!Genel provaya hazır olur...
Can D – Arkadaşlar!Bir kere çıktık yola, sponsor var ya da yok farketmez...Hepimiz inandık bu işe..Önemli olan oyunculuktur, dekor kostüm palavra gibi saçma laflar etmek istemem ama şu anda elimizde kalan tek şey oyunculuk anlaşılan...Gösterin marifetinizi, samimiyetinizi ve tiyatro aşkınızı...Are you okey?
Hepsi – Okey boss...
Can D- O zaman final parçasını bir görelim...Var mı kıl tüy bir sorusu olan?(Sessizlik) O zaman kim çıkıyorsa çıksın sahneye...
(Işık söner. Karagöz sahneye girer.)
KARAGÖZ: Hayat bir oyun belki doğrudur, ama kim rolünü önceden alıp da okumuştur? Sahneye çıktığında iyi oyna, ama sen sen ol, sakın hayatta oynama! Hayatta kendi kendinin hem yazarı,hem yönetmenisin...İyi yaz rolünü ki oyun kötü bitmesin, iyi yönet ki kendini etrafındakiler seni sevsin ve sakın oynama ki seyircilerin seni izlemeyip de yaşadıklarını farz etsin...Hayatın yok amatörü, profesyoneli...Ama yoktur hiçbir sahnenin de tapusunun sahibi...
RUTKAY UYGUR:
( Sahnede beş kişi yerde yuvarllak halinde oturmaktadır. Ayakta onlardan biraz genç eğitmenleri durmaktadır. Fonda bir yoga müziği çalmaktadır. Müzik biter ve Tufan Karaumut konuşur.Oturanlar hayranlıkla onu dinlerler.Tufan Karaumut devrimci bir kişiliğe sahiptir.)
Tufan: Bu yaptığımız sadece küçük bir meditasyondur arkadaşlar. Tiyatro ruhunuz ile bedeninizin ayrışmasıdır. Bu sebeple bu meditasyon tiyatronun alfabesidir bilmem anlatabildim mi?
Aslı: Evet hocam analdım...
Tufan: Güzel...Onun için çalışmalarımıza tiyatronun alfabesinden başlayacağız ve günümüzn tiyatrosuna gelene dek tüm everelerini pratik olarak çalışcağız ve buralardan elde ettiğimiz bilgilerle de geleceğin tiyatrosunu oluşturacağız.
Cihat: Biz mi yapacağız bunların hepsini?
Tufan: Evet...İnanmak başarmanın yarısı. İnanarak, çalışarak, okuyarak bunu yapacağız...
Ramazan: Siz öğretmeyecek misiniz yani?
Tufan: Elbette ben öğreteceğim ama birlikte çalışcağız.Tarihsel mitleri, ilk insanın arayışlarını ve ilk insan ritüellerini araştıracağız, sonra gelip burada tartşııp, sahneye koyacağız.Ama bundan önce kendimizin ne istediğini bulmamız lazım! Evet, ana soru bu!”Ben ne istiyorum?” Önce kendi öz benliğimize ineceğiz ve kendimizi masaya yatırıp araştıracağız..Mesela sen niçin geldin buraya?
Aytunç: Kendimi ifade etmek ve insanlar tarafından beğenilmek, takdir edilmek için geldim. Her şeyden öte bir üniversite öğrencisinin bir takım sosyal aktivitelerde bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Tufan: Egon yüksek mi?
Aytunç: Herkes kadar yüksek...
Tufan: Bana sanki senin egoların daha yüksekmiş gibi geliyor.Burada egolarınızı atacaksınız bir kenara. Birey diye bir şey yoktur. Önemli olan ekiptir ve ekip ruhu yakalanırsa-ki yakanmalıdır-hep birlikte bir blok olarak yükselinir.Peki sen niçin geldin buraya?
Cihat: Vallahi benim gelişim tesadüfen oldu.Yemakhane kuyruğunda bekliyorduk, o esanada bize tiyatro kulübünün toplantısı olacağına dair broşür verdiler. Biz de atraksyon olsun diye gelidik. Egom da yüksek değildir.
Tufan: Bu işi devam ettirmek istiyor musun peki?
Cihat: Kısmet...(Ellerini oğuşturur.)
Tufan: Peki ya sen ne için geldin Aslı?
Aslı: Yeni insanlar tanımak için...
Tufan: İşte tiyatronun bütünselliği burada yatıyor..Farklı amaçlarla bir araya gelmiş insanlardan bir grup oluştu burada.
Rutkay: Grup...Bakınız herhangi bir sözlük..Sayfa 216...Aynı amaç için bir araya gelmiş birden fazla kişiye verilen ad. Bu tanıma göre biz grup değil topluluğuz! Yani deminden beri susayım diyorum ama, dayanamdım hocam!
Tufan: İşte!Aramızda bir de ukala var...(Herkes güler.)Grubumuz, daha farklı bir alana yayılacak böylece. Sevindim buna!
Rutkay: Kusura bakmayın ama sabahtan beri söylediğiniz şeylerin hepsi vakti zamanında ülkemiz kuzeyinde var olan yerleşim bölgelerinde denendi ve 1990 yılında da çöktü.
Tufan: Nasıl yani?
Rutkay: Yani, etrafımıza şeffaf duavarlar örelim, kendimiz üretelim, kendimiz yükslelelim mantığı artık çöktü. Başarısızlığı ispatlandı. Çünkü insan egosu olan bir varlık.
Tufan: Ya, deme! Gerçekten mi?
Rutkay: Ve tiyatro da bir ego işi...Egosu yüksek olmayan insanın burada işi olmaz, olamaz da...Ruhsal bozuklukları olan insanlar sanatla uğraşır ancak.Ve sanat deliler için bir meslekse, tiyatro zır delilerin mesleği.
Tufan: O zaman bir dinleyelim bakalım sayın zır deliyi..Nedenmiş o?
Rutkay: Çünkü sağlıklı hiçbir insan yaptığı işin karşılığında alkışlanmak istemez. Düşünsenize bir doktorun basit bir apandisit ameliyatından çıktıktan sonra tüm koridordakiler tarafından alkışlandığını, ya da bir pilotun uçağı yere indirdikten sonra havaalanında insanları selama çıktığını. Bu iş, aklı başında insanların yapacağı iş değildir.Bu insanların ya küçükken bir ezilmişlikleri vardır, ya da kendilerini ifade etme güçlüğü çekiyorlardır. Yoksa kim neden sanatçı olmak istesin ki?
Cihat: Karı- kız götürmek için...(Gülerler..)
Rutkay: Tamam, işte o da bir ezilmişliğin göstergesi...Normal hayatta kızlarla iletişim kurma sıkıntısı yaşayan biri için tiyatro, kızlara ulaşmanın en güzel aracı...
Tufan: Hangi bölümde okuyorsun sen?
Rutkay: Psikoloji..
Tufan: Baştan söylesene canım...(Eliyle deli işareti yaparak) Tabi, haklısın Rutkay...Haklısın..(Arkasını dönerek) Fazla üzerine gitmemek lazım...(Herkes güler.Rutkay’ın telefonu çalar.)
Rutkay: Enver Aral arayacaktı, hocam. Konuşabilir miyim?
Tufan: Elbette...
Rutkay: Alo..Efendim hocam...Tamam...Nerdesiniz?Peki beş dakika sonra oradayım...Görüşmek üzere...(Telefonu kapatır.) Enver Saral’ı tanıyorsunuz değil mi hocam?
Tufan: Evet...Gölge oyunu falan yapıyor değil mi?
Rutkay: Hem o işin hem de ortaoyununun ustası...Bizi çalıştıracak bu sene...
Tufan: Bence hiç gerek yok. Çünkü biz zaten tarihsel süreç içinde kukla yapmayı da, ortaoyununun köklerini de, Karagöz’ü de araştıracağız..Köy seyirlik oyunlarını oynayacağız...
Rutkay: Ama bir bilene sormakta fayda vardır, değil mi hocam!(Rutkay çıkar...)
Tufan: Şimdi yapacaklarımızı konuştuk, birbirimizi de tanıdık.Bu çalışma sürecinde kendime bir de asistan istiyorum..Aslı?
Aslı: Ay, ben mi? Bilmem ki...
Tufan: Olur! Olur!
Aslı: Siz olur diyorsanız olur...
Tufan: O zaman benim telefon numaramı al, kendi numaranı da bana ver...Bundan böyle size ulaşmak istediğim zaman Aslı’yı arayacağım, siz bana ulaşmak istediğiniz zaman ise beni bekleyeceksiniz. Çünkü ben zaten haftada iki gün burada olacağım.(Gülerler..)Bir de bu salonda mı çalışyoruz bundan böyle?
Mustafa: Evet, hocam..İki hafta önce sağlık kültür daire başkanlığına dilekçeyi verdim, oradan rektör yardımcısına gidecek, sonra danışman hocanın da imzasından geçerek tekrar sağlık kültür daire başkanının onayına sunulacak.. Oradan onay çıktıktan sonra güvenlik amirliğinden izin alınacak ve rektörün onayına sunulacak.O zamana dek geçici olarak bize tahsis edildi, ama büyük ihtimalle sürekli olarak da alırız salonu.
Tufan: Bu işlerle sen mi uğraşıyorsun?
Mustafa: Bu kadar bürokrasi ile kim uğraşır hocam? Ben deli miyim...
Tufan: O zaman bu işlere de Rutkay bakıyordur...
Aslı: (Güler) Ay hiç güleceğim yoktu hocam, çok espiritüelsiniz!
(Bir sessizlik, bir bakışma) Yani bir zır deli olarak bu işleri Rutkay’dan iyi de kimse yapamaz zaten!
Tufan: Hadi o zaman, bugünkü çalışmamız bitti. Yolumuz açık olsun..Ben gidiyorum. Aslıcım, bir durum olursa ben seni ararım.(Tufan çıkarken, Rutkay ile Ever Saral girer...)
Tufan: İyi akşamlar..
Enver Saral: İyi akşamlar... (Arkasından)Kim bu?
Rutkay: Bu mu? Hocaymış...
Enver Saral: Genç yaşta hocalık mertebesine eriştiğine göre, üstün zekalı biri olsa gerek.
Rutkay: Arkadaşlarla tanıştırayım sizi hocam, buyurun!
Enver Saral: Merhaba gençler...
Hepsi: Merhaba hocam...
Enver Saral: Ne güzel bir şey böyle ışık saçan gençleri bir arada görmek...Aferin size! Bu saatte kahvede oturup pişpirik oynamak yerine gelmişsiniz burada birşeyler öğrenmeye çalışıyorsunuz...
Cihat: Sağolun hocam...Sırf tiyatroyu sevdiğimizden buradayız. Sorması ayıp siz neden buradasınız?
Enver Saral: Para kazanmak için tabi...Öyle bakmayın canım, cebinizdeki harçlıklara el koyacak değilim, ama ne demişler “Emek için yemek, yemek için emek lazım...” Yanlış mıyım?
Aslı: Elbette haklısınız hocam..Ama ben asistanınız olamayacağım baştan söyleyeyim...
Enver Saral: Nedenmiş o?
Aslı: Çünkü daha az evvel Tufan Hocanın teklifini kabul ettim...
Rutkay: O sana başka tekliflerde de bulunacak daha..Sen hiç merak etme...
Aslı: Sen de kıskançlık etme!
Ramazan: Neyse hocam, para işini çözeceğiz bir şekilde...Bize ne göstereceksiniz peki? Neler öğreneceğizi sizden...
Enver Saral: Kitaplarımda yazan herşeyi anlatacağım size...
Rutkay: Karagöz yapmayı da öğrenecek miyiz?
Enver Saral: Tabiki...Zaten ben kitabımda da yazdım. Karagöz yapmayı bizler genç nesillere öğretmezsek, bu sanat yaşayamaz diye. Sonra genç nesil çıkar ortaya, başka şekillerde, başka renklerde Karagözler Hacivatlar yaparlar, bu sanat ancak müzelik olur diye...Ama kimseden ses çıkmadı, en nihayetinde Karagöz de müzelik oldu, biz de..
Ramazan: Karagöz neden yapılır hocam?
Enver Saral: Oynatmak için!
Ramazan: Öyle değil hocam...
Enver Saral: Öğle değilse akşam mı?
Ramazan: Hayır yani Karagöz’ün ham maddesi nedir?
Enver Saral: Karagöz’ün ham maddesini bilmem ama pişmiş maddesi Deve derisidir.
Ramazan: Yani deve derisinden mi yapılır?
Enver Saral: Karagöz deve derisinden, tuluat laf ebesinden yapılır...Bak az evvel küçük de olsa bir gösteri sunduk arkadaşlarına, fark ettin mi?
Ramazan: Evet, evet park ettim...Hırsız girmesin diye kapılarını da bir güzel kitledim.
Enver Saral: Aferin, kaptın bu işi!
Ramazan: Hangi şişi?
Enver Saral: İşi tadında bırak ama evladım!
Ramazan: Fişi kadında mı bırakayım?Allah Allah, hangi kadında?
Enever Saral: Yeter ama...
Ramazan: Tamam, hocam... Sana şaka ettim yahu...
Enver Saral: Ama yeteneğin var bu işe...Aferin sana...
Ramazan: Teveccühünüz...
Enver Saral: Nerde kalmıştık? Hah, Karagöz deve derisinden yapılır, başka türlü yapanlar da var. Ama bir işin aslına sahip çıkmak lazım. Yoksa önce dejenere olur, sonra da yok olur.
Rutkay: Burada Karagöz de yapacak mıyız hocam?
Enver Saral: Yapmasına yaparız ama gerek yok...
Rutkay: Neden hocam?
Enver Saral: Çünkü ben size kendi yaptığım tasvirlerden getirdim.(çantasından çıkartır)
Aslı: A, çok güzel bunlar...
Rutkay: Ama bunlar deve derisi değil, değil mi hocam?
Enver Saral: Evet..Bunlar plastik...Ama şimdilik işinizi görür.
Cihat: Ne kadar bunlar hocam?
Enver Saral: On milyon...Bence alın, elinizde bulunsun...
Ramazan: Ben alacağım valla...(Parayıı verir, ardından diğerleri de para veirp alırlar...)
Rutkay: Bize deve derisinden nasıl tasvir yapıldığını öğreteceksiniz ama değil mi?
Enver Saral: Elbette, zaten kitaplarımda yazıyor...Bu bilgileri aktarmadan bu dünyadan göç edersek, sanatımıza ihanet etmiş oluruz. Onun için anlatacağım...
Rutkay: Peki deve derisini nereden bulacağız hocam?
Enver Saral: O iş çok zor..Yani bulursun, alırsın ama yeteri kadar ince olmaz, kusuru çıkar..Uğraşırsın..En iyisi plastikten yapmak..Ama o ince asetatlardan değil, kalın plastiklerden...
Rutkay: O plastikleri nerden bulacağız hocam?
Enver Saral: Ben vakti zamanında bir fabrikadan almıştım, ta Sarıyerde...Yağmurda çamurda, minibüslerde taşımıştım...
Rutkay: Fabrika nerdeydi hocam?
Enver Saral: Ne yapacaksın fabrikanın yerini?
Rutkay: Gidip biz de alırız...
Enver Saral: Vallahi çok uzak bir yerdi. Minibüsle gidiyorsun, sonra içerilere yürüyorsun. Aralarda ücra bir fabrika...
Ramazan: Birlikte gideriz hocam...
Enver Saral: Yahu verdim ya size Karagöz takımı...Daha ne diye gidecesiniz ta oralara plastik almaya...
Rutkay: Ama bunlar ince plastik hocam...
Enver Saral: A!Şimdiden Karagöze bu kadar takılmayın canım...Daha bu işin kuklası var, köy seyirlik oyunları, medddahları var...Hepsini göreceğiz zamanla...
Ramazan.: Sorması ayıp, size ne kadar para vereceğiz hocam?
Enver Saral: Sorması neden ayıp olsun oğlum...Başta dediğim gibi cebinizden harçlıklarınızı alacak değilim ama haftada iki gün iki satten ayda on altı saat için üçyüz elli milyon...
Rutkay: Yani kişi başı aylık ellişer milyon...
Enver Saral: O da sizin gözlerinizden çıkan o güzel parıltının hatrına...Birşeyler öğretmek için, bu sanatı yaşatmak için...Yoksa paranın ne önemi var, mühim olan gölge oyunu yaşasın...
Ramazan: Napalım, ayarlayacağız bir şekilde...
(İçeriye Tufan Karaumut bekçi kılığında girer...Bekçi Kastamonu ağzı ile konuşmaktadır.)
Seyfettin: İyi akşamla
Rutkay: İyi akşamlar Seyfettin abi...(Seyfettin anlamsızca bakmaktadır, bir sessizlik olur.)Sen bakma iyi akşamlar dediğime Seyfettin abi, “İyi akşamlar”senin gibi iyi akşamları kötü bir hale dönüştürmek için yaratılmış birine söylenebilecek en son söz ! Hoş o söz senin ağzından nasl oluyor da bir çırpıda çıkıveriyor, onu da pek anlamış değilim ama neyse...
Seyfettin: Ulan, yine çok konuştu..Kesin içinde bir bokluk var ama neyse...
Rutkay: Bu güzel akşamı diyorum, nasıl kötü bir hale dönüştüreceksin diyorum?
Seyfettin: Ben dönüştürmeyecem, rektür bey dönüştürecek...
Rutkay: Nasıl yani?
Seyfettin: Yanüsü şu, bundan böyle burada tiyatro yasah!
Rutkay: Nasıl yasah?
Seyfettin: Şöyle izah edeyüm...Yas-sah!
Rutkay: Biz ne yapacağız peki?
Seyfettin: Napacanuz, ders çalışacaksunuz....Bundan böyle zibidiliğe son...
Ramazan: Ne o Seyfettin abi kominist mi oldun bu yaştan sonra..
“Zibidiliğe son...Kahrolsun faişt tiyatro diktatörlüğü...Yaşasın rektörlük”
Seyfettin: (Kulağın çeker, elini tahtaya vurararak) Allah gırusun!Bir gomünüstlüğümüz galmuştu...
Rutkay: Yani sen şimdi bize yavaştan çıkın mı demeye getiriyorsun...
Seyfettin: Yok, demeye getürmüyom...Dürekt söylüyom..Çıkun!
Rutkay: Tamam, abi...Kapattık tiyatro kulübünü falan...Hocam sizden de özür dilemiyorum...Zaten bir bok öğretmeyip, dünyanın parasını alacaktınız....Tufan dallamasına da söyleyin tiyatro öyle yapılmaz,çünkü tiyatro böyle bile yapılamazken, öyle nasıl yapılcak ...
Seyfettin: Kuzma lan hemen Rutgay! Güder konuşursunuz rektör beyle, güçük bağuş yaparsanuz açar belkü size yenüden sahneyü....
Rutkay: Oldu, bir rüşvetimiz eksikti...Benden bu kadar abiler, ablalar...Bu okula tiyatro çok be!Yazık!
(Işık söner...Sessizlik. Telefon çalar. Rutkay telefonu açar...)
Rutkay: A! Can abi sen misin? Hayırdır? Ne oldu?
( Işık söner...Karagöz sahneye girer...)
KARAGÖZ: Bu ülkeye mi bu tiyatro çok, yoksa bu tiyatroya mı bu ülke çok...Bu işi fazla deşmeye gerek yok! Anlayana sivirsinek saz , anlamayana senfoni orkestrası az...Ama delilik sanatınının asli kitabında “pes” etmek yazmaz...İki alkış varsa dünyanın herhangi bir yerinde, gidip alacaksın o alkışı...Gidemeyeceksen şayet dünyanın her köşesine, sileceksin yüzünden o mahzun bakışı...Çalışacaksın,sabahtan akşama...Sonra vuracaksın kendini yollara..Çalışmak dedim de geldi aklıma, ne oldu bizim oyunun provalarında acaba?
( Işık söner, yandığında Ferhan Erkal, Rutkay Uygur ve Nejat Şensoy çıkar sahneye...Ferhan ve Nejat sahnenin kenarında bir koltukta oturmaktadır. Karşılarında Memur rolünde Rutkay bir masanın ardında oturmaktadır. Yüzleri görünmeyecek şekilde ışık verilir.Ferhan Hz. Muhammed, Nejat ise Atatürk adını kullanarak insanlığı kandırmaktan cehenneme gelmiştir. Pişmanlık yasası ile cennete gitmek arzusundadırlar...)
Ata: Vallahi efendim benim bir kabahatim yok...Hepsi kendilerinin abartması.Ben bir söyledim onlar bin yaptı.
Hz: Aynı şeyden ben de muzdaripim efendim...Ben bin söyledim onlar bir milyon yaptı...
Memur: Söyle bakalım sen ne söyledin de onlar ne yaptı?
Hz: Efendim ben bundan yıllar yıllar önce bir adem oğluna “Böyle açık seçik dolaşmayınız,
örtününüz” dedim. Ama nerden bilebilirdim ki bu kadar ileriye gideceklerini!
Memur: Ya sen?
Ata: Vallahi baktım örtünmeyi abarttılar, “Bu kadar örtünmeyin, biraz çağdaş olun, açılın” dedim. Ama nereden bilebilirdim ki bu kadar açılacaklarını!
Memur: Başka ne söyledin?
Hz: O zamanlar yandaki köyle kan davamız vardı, erkeklerin çoğu vurulmuş, köyün kadınları açıkta kalmıştı. Kadınlar başı boş dolaşması, ele güne avuç açmasın diye “ Kendinize birden fazla eş alabilirsiniz” dedim. Ama nereden bilebilirdim ki bunu yılarca sürdürüp de işin bokunu çıkartacaklarını!Kadını başlık parası ile alıp-satacaklarını.
Memur: Ya sen?
Ata: Ben de baktım işin bokunu çıkardılar, “Kadınla erkek eşittir, hem kadın mal mıdır ki alınıp-satılsın?” dedim. Ama nerden bilebilirdim ki kadınların ayaklanacağını, feminizm ile erkeklerin başına çıkacaklarını.
Memur: Başka ne söyledin?
Hz: İnsanlar o dönem çok umutsuzlardı, onun için “Allah’ a dua edin, dualarınız kabul olur” dedim. Ama nerden bilebilirdim ki, dediklerimi saptırıp çalışmadan, koşturmadan sabah akşam sadece dua edeceklerini, duaları kabul olmayınca da her şeyi ret edeceklerini.Yan gelip yatarak büyülere merak salacaklarını, büyü yaparak para kazanacaklarını.
Memur: Ya sen?
Ata: Baktım ülkenin her yerinde tekkeler açılmış, büyü yapmak marifet sayılmış. Dedim ki bundan böyle herkes özgür inancında, ama büyü yapan, para karşılığı dua satan olursa iki elim
olacak yakasında...Ama nerden bilebilirdim ki, dediklerimi saptırıp da yoldan çıkacaklarını. Özgür inanç ayağına, ülkeyi inanalar- inanmayanlar diye ikiye ayıracaklarını.
Memur: Yani şimdi pişman mısınız?
Hepsi: Evet...
Memur: Peki öyleyse ikiniz de cennetten cehenneme yatay geçiş yapmaya hak kazandınız...Söyle bakayım adın- soyadın?
Hz: Berke Ademoğlu...
Memur: Senin adın soyadın?
Ata: Abdulmuttalip Ademoğlu!
Memur: Kardeş misiniz?
Ata: Evet.
Memur: Aslında ikiniz de aynı şeyi söylemişsiniz, ama anlayana sinek vızıltısı saz, anlamayana davul zurna az! Hadi bakalım cennete! Bir daha bir söz daha söylemeyin bu millete!
Ata: Bu son söylediğiniz sözü bir yere not edin, iyi şarkı sözü olur..Sonra iyi para kazanırsınız bu işten...
Memur: O önceki skeçlerdeydi Abdülmuttalipçim...Bu skeçte yok öyle bir espiri...Hem, hiç böyle şarkı sözü mü olur be!
Ata: Ne bileyim, her skeçte aynı espiri olunca...Neyse, bu taraftan değil mi?
Müjdat D – Abi bu skeç yakmasın canımızı?
Can D – Yakmaması lazım...Biz Atatürk’le Hz. Muhammed’i oynamıyoruz ki, onların sözlerini halka anlatan iki elçiyi oynuyoruz. Zaten millet yanlış anlamasın diye adlarını söylettik skeçte...Daha ne?
Müjdat D – Biz öyle yaptık ama, biliyorsun bir takım medya flash haber yapar bunu “Atatürk ile Hz.Muhammed aynı sahnede” diye..Sonra oyunu bilen bilmeyen gelir basar oyunu...
Can D – Korkmayın oğlum, cesur olun biraz...Ne söylendiği değil, ne yaptığımız önemli...
Genco Aziz – Korkmayın, oğlum! En azından oyunun haber değeri olacak, biz de televizyona çıkıp şöhret olacağız.
Rutkay- Sen hevesliysen çık televizyona, ben böyle şöhret istemem vallahi...Herkes seni tanıyor, bir nevi potansiyel ölü durumundasın.
Can D – Kesin lak lak yapmayı! Oyuna birkaç gün kaldı. Müjdat hazır mı şu Azrail’in sesi...
Müjdat – Hazır abi...
Can D- O zaman bir dinleyelim bakalım neye benziyormuş Azrail’in sesi..Hayır yarın öbür gün gelirse, yanlış bir şeyler yapmayalım.
( Müjdat çıkar, birazdan ses gelir.Oldukça güzel bir çekimdir. Birazdan elinde Cd ile gelir.)
Müjdat – Nasıl ama?Abimin şaheseri.. Övünmek gibi olmasın ses de bana ait.
Can D- Eline sağlık oğlum.
Ferhan – Abi şu Cd’yi versene bir daha dinleyelim.
Müjdat – Oğlum bak başka kopyası yok, bir şey olmasın. Yeniden yapamayız...
Ferhan – Ver abi, ver.Cd kullanmayı biliyoruz. Ön tarafı önemli değil, önemli olan arkası çizilmesin. Yani şimdi ben bunun ön tarafını böyle duvara sürtsem bile bir şey olmaz, ama arakasına tırnağım deyse mefta olur.(Bir yandan da Cdnin önün duvara sürter.Müjdat’a verir.)Bak!
Müjdat – Aferin! Abi aferin yani!Ne şimdi bu Cd’nin hali?
Ferhan – Nasıl yani ,arkası da mı çizilmiş?
Müjdat – “Arkası da mı çizilmiş!” Ulan bak şu duvara, tırtıklı değil mi?Ulan hiç buraya sürtülür mü oğlum Cd?Laz mısın?
Ferhan – Evet...
Can D- Sinirlenmeyin diyeceğim ama ortada sinirlenmeyecek bir durum yok. Madem Cd yok, o zaman sahneye kırmızı taytlar içinde bir zebani çıkartmamız gerekiyor. Zebaniyi oynayacak kişi adayım Ferhan, var mı itirazı olan?(Sessizlik.Bir tek Ferhan el kaldırır.)Oy çokluğu ile kırmızı tayt giyip zebani gibi ortalıkta dolaşma görevi sana verildi Ferhan. Umarım bir daha duvara CD sürtmezsin!
Ferhan – Valla, özür dilerim ama...
Can D- Bu vesile ile provaları kapatmış bulunuyoruz...Cumartesi akşamı oyundan önce görüşmek üzere...Kendinize ve malzemenize iyi bakın...Hepiniz çok öpüldünüz...
(Konuşmalar arasında ışık kapanır ve Karagöz sahneye girer.)
KARAGÖZ: Sanat eleştirmenin, yermenin diliyse şayet, tiyatro bu işin en sivri dili...Bugün korkup da kapatırsak çenemizi, enayi yerine koyarız vakti zamanında kelle koltukta eleştirenleri...Namık Kemalleri, Aziz Nesinleri...Bizler birer gölgeyiz bu sahnede, gelir geçeriz , ama sivri sözlerimiz kalır hep baki...Beş oyuncumuzun izlediniz hayat hikayelerini, geriye kim kaldı?Hah, Demet Özdilli...
DEMET ÖZDİLLİ
(Sahnenin ortasında bir yatak vardır.Kırmızı bir ışık yanmaktadır. Örtünün altında kıpırdanmalar vardır, ve sesler gelmektedir. Bir sessizlik olur ve telefon çalar. Demet Özdilli örtünün altından çıkar telefonu açar...)
Demet - A, Can! Sen misin?Hayırdır ne oldu!
(Can örtünün altından kalkar..)
Can – Demetçim, lütfen telefonu kapatır mısın?Telefon yatağın üzerinde kalmış, dolayısıyla da yanlışlıkla aramış bulunmaktayım. Zaten biraz düşünürsen yanımdayken seni telefonla aramamın mantıksız olacağını da anlayabilirsin, değil mi bebeğim...
Demet – Ay, evet..Haklısın galiba..Nerede kalmıştık?
Can D – Sana yeni oyunumun senaryosunu anlatıyordum...
(Örtünün altına girerler, ışık kararır müzik yükselir.Karagöz sahneye çıkar.)
KARAGÖZ: Yönetmenin yatağından geçmez her zaman başrol, kimi zaman kabiliyete de bakılır, sen hemen aldanma her şeye, yine de azimli ol!İki kalas bir hevestir aslında tiyatro denilen, batsak da çıksak da, yoktur asla bu işte bir yenilen. Çalıştık çabaladık, bir oyun çıkardık! Derken...Neler olduğuna bir bakalım, vakit daha erken...
( Müzik çalar, flaşörler yanar. Işık sabitlendiğinde daha önceden provaları alınan sahnelerdeki kostümleri ile oyuncular fotoğraflar verirler...Sahnede üç dört tane teneke kutu içinde ateş yanmaktadır. Sahnenin arkasında “Cehenneme Hoş geldiniz –Ultraslan” brandası asılıdır.Son fotoğraftan sonra Ferhan, Nejat ve Rutkay sahnededir.)
Nejat – (Kısık sesle)Abi isterseniz devam etmeyelim.
Ferhan – (Gerçekten kısık sesle, oynar.)O zamanlar yandaki köyle kan davamız vardı, erkeklerin çoğu vurulmuş, köyün kadınları açıkta kalmıştı. Kadınlar başı boş dolaşması, ele güne avuç açmasın diye “ Kendinize birden fazla eş alabilirsiniz” dedim.
Rutkay – Neden lan?
Nejat – Nedeni var mı oğlum, salonda kimse kalmadı...Bir tek en önde Can abi oturuyor...
Ferhan - Ama nereden bilebilirdim ki bunu yılarca sürdürüp de işin bokunu çıkartacaklarını!Kadını başlık parası ile alıp-satacaklarını.
Nejat – Dur abi, dur. Dursana oğlum...
Ferhan – Ne oldu ?
Nejat – Salona bir bak bakalım ne olmuş!
Ferhan – Aa! Kimse kalmamış...
Can D – Ben adam değil miyim oğlum...
Ferhan – Adamsın da abi, sen zaten oyunu biliyorsun...
Rutkay U- Ne oldu anlamadım şimdi ben?
Müjdat D- Anlamayacak bir şey yok oğlum, daha ilk oyundan battık.
Genco – Yapma ya! Neden ki?
Can D – Ne kaa para o kaa köfte...Bizim paramız bu kadar köfteye yetti, yaptığımız köfte de izleyiciye az geldi...Napalım, canımız sağolsun...Ben kaçıyorum, hadi eyvallah çocuklar, elinize sağlık yine de...
Hepsi – Senin de eline sağlık abi, eyvallah!
( Işık azalır...Fona bir müzik girer. Beş kafadar, sahnenin önüne otururlar.)
Müjdat Dinçel– Ulan kader, ulan kader!Herkese şapır şupur bize yarabbi şükür! Ama na şuraya yazıyorum bir gün gelecek, şöhret olacağım, paraya para demeyeceğim, o zaman kazandığım tüm parayla bir sanat merkezi açacağım. Düşünsenize “Müjdat Dinçel Sanat Merkezi” Ah ulan ah!
Nejat Şensoy – Ben evleneceğim abi! Düzenli hayat, düzenli tiyatro! En az beş çocuk yapacağım. Bunlardan ikisi tiyatrocu olsa, karımla beni de ekle etti mi sana dört kişi...En azından sermaye içerde kalır. Turneyse turne de yaparız, oh ne ala memleket!
Ferhan Erkal – Ben de evleneceğim ama öyle turnelerde uğraşamam.Turneye çıkamam demiyorum tabi, ama en iyisi açacaksın Taksim’in en işlek yerinde bir sahne, kuracaksın ekibini de...Oynayacağın oyunları da kendin yazacaksın, geleneksel tiyatro yapacaksın.Bir nevi orta oyuncu olacaksın...Oh ne ala memleket!
Rutkay Uygur – Siz İstanbul’da kalın, ne yaparsanız yapın! Ben Ankara’ya gideceğim abi! Burası metropol yutar adamı. Gideceksin Ankara’ya, açacaksın orada bir sanat tiyatrosu...Gelenin belli, gidenin belli!İnsanların zevkleri, beklentileri belli!Oh, ne ala memleket!
Genco Aziz – Ben İstanbul’dan bir yere gitmem abi...Sizin gibi ekip de kurmam, en güzeli tek kişilik oyunlar yapmak! Alacaksın Nazım Hikmet’in şiirlerini, derleyeceksin, oynayacaksın..Sonra Gogol’ün oyunları var...Kendin oyna, kendin kazan!Oh, ne ala memleket!
Müjdat D- Vazgeçmek yok yani...
Genco Aziz- Vazgeçmek yok...
Hepsi- Vazgeçmek yok...
Ferhan Erkal – Ama tiyatro zor be!
(Işık kararır ve müzik girer...)
Müzik: Televizyonda bir dizi, bir de güzel filim işi, paraya para demem yanımda varsa bir dişi..Ne dekor eziyeti, ne de oyuncu kaprisi,kızlar gider sen gidersin o partiden bu partiye...Hey! Zor tiyatro...Yok tiyatro...Yoksa işin yap tiyatro! Ah tiyatro...Vah tiyatro...Tek çaresin sen tiyatro....
39 SAYFA
13.905 SÖZCÜK
90.152 BOŞLUKLU KARAKTER
103.324 BOŞLUKSUZ KARAKTER
1.086 PARAGRAF
1.754 SATIR
OKAN METİN
NİSAN 2004
İSTANBUL
BİTTİ
Dostları ilə paylaş: |