İnsanca bir yaşam için gerekli koşullardan biri yoksullukla mücadeledir. Yoksulluk, bireylerin belli bir gelir düzeyine erişmesinin yanında özgürlük, saygınlık, kendine güven gibi kavramları da kapsamaktadır. Bu bölümde öncelikle gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluğun insani kalkınma ile olan ilişkisi araştırılacaktır. Diğer taraftan, uluslararası düzeyde ve Türkiye boyutunda yoksulluk sorunları tartışılacaktır.
5.1. Adil Olmayan Gelir Dağılımının ve Yoksulluğun İnsani Kalkınmaya Etkileri
Yoksulluk, insani kalkınma yaklaşımı kapsamında ele alındığında, bu kavramın insan yaşamını devam ettirebilmek için gerekli olan seçenekler ve olanaklardan öte çok boyutlu bir süreci ifade ettiği söylenebilir. Yoksulluk, maddi refah için gerekli olan olanakların yokluğundan çok daha fazlasını içermektedir. Bu kavram, uzun ve sağlıklı bir yaşam, yaşamı kontrol edebilme gücünün varlığı, yeterli yaşam standardına erişim, özgürlük, saygınlık, kendine güven gibi insani kalkınmanın temel bileşenlerinden yoksun olmak anlamına gelmektedir. Bu nedenle, karar mekanizmaları, yoksulluğu önleme çabaları içinde yalnızca gelir yoksunluğunu değil, aynı zamanda, güçlendirme (empowerment) stratejilerini ve toplumdaki her kesime sağlanan olanakların artırılması politikalarını uygulamaya çalışmalıdır.
Yoksullukla mücadele ve insani kalkınma yaklaşımlarına göre, insan üretim sürecinde hem araç hem de amaç konumundadır. Her iki yaklaşım boyutunda gerçekleştirilecek olan çalışmalar, öncelikle daha iyi beslenme, sağlık, eğitim gibi olanaklarla tek tek bireylerin ve toplam olarak işgücü verimliliğinin yükselmesine neden olacaktır. Bununla birlikte, bebek ölümlerinin azalması, sağlık standardının yükselmesi nüfus artışını ve doğurganlığı azaltacaktır. İnsani kalkınma ve yoksulluğun önlenmesi yönündeki çabalar, temel olarak çevrenin korunmasına yol açacaktır. Ayrıca, sağlıklı bir sivil toplumun, demokrasinin sağlanması ve insan hakları ihlallerinin ortadan kalkması bu kapsamda uygulanacak olan başarılı politikalara bağlıdır (Streeten, 1995: 31-4).
Yoksulluğun farklı boyutlara sahip olması nedeniyle, çok kapsamlı bir tanımlama yapmak gerekmektedir. Bu nedenle, öncelikle yoksulluğun farklı boyutlarını incelemekte yarar görülmektedir.
1. Maddi Yoksulluk: Bu tür bir yoksulluk hem maddi hem de maddi olmayan olanaklara ilişkindir. Maddi olmayan olanaklar içinde, bir bireyin amacını karşılama gücüne sahip olamaması, kaderini belirleyememesi, kendine güveninin olmaması, diğerlerinin gözünde saygın olmaması ve sevilmemesi, ihmal edilmiş ya da terk edilmiş olması gibi faktörler yer almaktadır. Maddi olanaklar ise eşitsizlik, politik ya da farklı türde baskılar, hak ve yetkilerden yoksun olmak, ekonomik ya da biyolojik yaşamın devamı için gerekli minimum olanaklara erişememek, özel bir kültür için tanımlanabilen, aynı zamanda, yoksunluğun, mahrumiyetin, açlığın, kötü beslenmenin, evsizliğin, sağlıksızlığın ve eğitim olanaklarına erişememenin tüm diğer formlarını kapsamaktadır (Rahnema, 1995: 169).
2. Bireylerin Konumlarına İlişkin Sahip Olduğu Duygular: Yaşanan farklı duygular nedeniyle yoksulluğun nasıl anlamlandırıldığına ilişkindir. Bu şekilde, sözcüğe özel anlamlar ilave edilmiş olmaktadır. Duygular kişisel ve sosyo-kültürel ilişkilere oldukça yakındır.
3. Diğerlerinin Yoksulluğu Nasıl Gördüğü: Yoksulların kendi durumları ile ilgili duyguları kaçınılmaz olarak diğerlerinin ona nasıl baktığından etkilenmektedir. Ancak, bu iki olgu ender olarak benzeşmektedir.
4. Yoksulluğun Farklı Algılanmalarından Etkilenen Sosyo-Kültürel Boş Zaman: Boş zamanın değerlendirilmesinde yukarıda sözü edilenlerin hepsinin etkisi vardır. Kalkınma sürecinde, farklı zaman ve mekanlarda değişen normlar ve farkındalık düzeyinde oluşan değişim, kişilerin duygularını ve yoksulluğa bakış açılarını etkilemektedir (Rahnema, 1995: 161).
Yukarıdaki farklı kriterlerden yola çıkarak farklı yoksulluk tanımları yapılabilir. Yoksulluk kavramı farklı anlamlar içerdiği için, yoksulluğu ölçmenin evrensel bir tanımını bulmak zordur.
Yoksulluk tanımında geçimlik düzeydeki yoksulluk ya da mutlak yoksulluk ile göreli yoksulluk birbirinden ayrı tutulmaktadır. Göreli yoksulluk, refah dağılımında toplam nüfusun mağdur olan kesimine bağlı olarak tanımlanmaktadır. Görece yoksul olanlar ortalama gelir ve tüketim düzeyinin altında gelire sahiptir ve genellikle nüfusun düşük gelirli %30’u ile açıklanmaktadır. Ancak, bu tanımın başlıca iki dezavantajı vardır. İlk olarak, göreli yoksulluk zaman ve mekana bağlı olarak incelenmek istendiğinde çok kullanışlı değildir. Toplam nüfusun yaşam standardı zaman içinde yükselse bile, en alt %30 her zaman vardır. Diğer taraftan, bu yaklaşım bölgeler arasındaki yoksulluğun karşılaştırılması için uygun değildir. İkinci olarak göreli yoksulluk düzeyini açık bir şekilde belirlemek zordur (Lanjouw, 1997: 9).
Geçimlik düzeydeki yoksulluk ilk olarak Charles Booth tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: “Fiziksel bakımdan sağlıklı bir varoluşu sürdürmek için gerekli ya da bedenin fiziksel olarak etkin işleyişini olanaklı kılacak yeterlilikteki yiyecek ve barınma gereksinimlerini karşılayabilecek miktardaki temel maddelerin yoksunluğudur” (Giddins, 2000: 288). Bu yaklaşımda yoksulluk kavramı mutlak bir standarda bağlanmaya çalışılmıştır. Ancak, yoksulluğun belirli bir gelir düzeyi ile tanımlanması birtakım yetersizliklere yol açabilir. Toplumların yoksulluk düzeyi ile ilgili düşünceleri ülkeler ve bölgeler arasında değişim gösterebilmektedir. Bu değişim, ekonomik ve sosyal gereksinimler ile birlikte psikolojik farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Örneğin, yoksul ülkelerde, birçok insan tuvaleti ve kanalizasyon sistemi olmayan evlerde yaşarken, gelişmiş ülkelerde tüm evlerde sıcak su sistemine geçilip geçilemediği tartışılmaktadır.
Benzer şekilde, Amartya Sen, yaşamını sürdürebilmek için yeterli besini sağlayamayan hane halkının mutlak yoksul kabul edilebileceğini, bununla birlikte, gıda sepetinin içeriğinin ve maliyetinin, farklı gruplara, bölgelere ve ülkelere ait hane halkları arasında değişim gösterebileceğini savunmuştur (Lok-Dessallien, 2002). Yoksulluğun ölçülmesi için öncelikle yoksulluk sınırının belirlenmesi gerekmektedir. Burada iki sorun ortaya çıkmaktadır: yoksulluk sınırı gelir düzeyi üzerinden mi, yoksa harcama düzeyi üzerinden mi tanımlanacaktır? Başka bir sorun da yoksulluk sınırının birey düzeyinde mi, yoksa hane halkı düzeyinde mi belirleneceğidir. Mutlak yoksulluk sınırının gıda bileşenlerinin hesaplanmasında, “minimum gıda maliyetli yoksulluk sınırı (least-cost food poverty line)” ve “gıda harcamaları merkezli yoksulluk sınırı (expenditure-based food poverty line)” olarak ifade edilen iki farklı yöntem benimsenmiştir. Minimum gıda maliyetli yoksulluk sınırı, ekonominin farklı bölge ve grupları için, önceden belirlenmiş minimum kalori ihtiyacına göre, gıda maddelerine yapılacak harcamalar tutarının hesaplanması yoluyla saptanmaktadır. Gıda harcamaları merkezli yoksulluk sınırı, en az maliyetle öngörülen kalori düzeyini almayı sağlayacak ve temel gereksinimleri içeren mal sepetinin değeri olarak tanımlanmaktadır. (Lanjouw, 1997: 12). Gıda harcamalarına dayanan mutlak yoksulluk tanımlaması dar kapsamlıdır. Bu nedenle, ekonomistler yaşamı sürdürebilmek için gerekli olan barınma, giyim ve temel sağlık hizmetleri gibi temel gereksinimlerin karşılanması için yapılan harcamaları da dikkate almışlardır. ILO’nun ilk kez öne sürdüğü ve Seers, Streeten gibi ekonomistlerin geliştirdiği Temel Gereksinimler Yaklaşımı bu süreçte en çok kabul gören görüş olmuştur. Araştırmanın birinci bölümünde bu yaklaşımdan söz edilmiştir.
Yoksulluk sınırının belirlenmesinden sonra, uygun bir endeks seçimiyle yoksulluğun ölçülmesi aşaması gerçekleştirilmektedir. Yoksulluk ölçümünde en yaygın olarak kullanılan endeks, yoksulluk sınırı altındaki kişilerin toplam nüfusa oranını gösteren “yoksul kişi oranı”dır. Bu endeks, yoksulluk sınırı altındaki kişiler arasında ayırım gözetmediği için eleştirilmiş ve “yoksulluk açığı endeksi” oluşturulmuştur. Bu endeks, yoksulların gelir ve tüketimlerinin yoksulluk çizgisinden uzaklığının ortalamasının yoksulluk sınırına oranını göstermektedir. Bu endeksin yoksullar arasındaki gelir dağılımını dikkate almaması, yeni bir endeks olan “yoksullararası gelir eşitsizliği” ölçümünün doğmasına neden olmuştur (Şenses, 2001: 65-66). Bu üç ölçümden her birinin eksik yanlarını gidermek ve daha kapsamlı bir endeks hesaplamak amacıyla, Amartya Sen, bu üç yoksulluk endeksini bir arada kullanmıştır. Bu ölçüt “Sen Yoksulluk Endeksi” olarak bilinmektedir (Dağdemir, 1999: 28).
Yoksulluk ölçümünde kullanılan kapsamlı çalışmalar içinde en anlamlı katkı Foster, Greer ve Thorbecke tarafından geliştirilen FGT endeksidir. FGT endeksi aracılığı ile yoksulların sayısı, yoksulluğun derinliği ve değişik gruplar arasındaki göreli yoğunluğuna ilişkin bilgilere ulaşılmaktadır (Şenses, 2001: 67).
Yoksulluk, yalnızca maddi refah için gereksinim duyulanların yokluğu değildir. Yoksulluk, aynı zamanda, insani kalkınmanın temel bileşenlerinden (uzun, sağlıklı ve yaratıcı yaşama erişim, yeterli yaşam standardı, özgürlük, saygınlık, bireyin kendisine olan saygısı ve diğerlerinin ona saygısı gibi) de yoksunluğu ifade etmektedir (undp.org, 2002(b)). 1997 yılında yayımlanan İnsani Kalkınma Raporunda İnsani Yoksulluk Endeksi hesaplanmıştır. Bu endeks gelir düzeyi ile birlikte yoksunluğun şu temel boyutlarını da dikkate alarak hazırlanmıştır: kısa bir yaşam, temel eğitimin olmayışı ve kamu ve özel kaynaklara erişim yoksunluğu. UNDP, HPI’ni ülkeler arasındaki farklılıkları dikkate alarak iki ayrı şekilde hesaplamıştır. Çizelge 24’de her iki endeksin hesaplanmasında kullanılan göstergeler yer almaktadır. Gelişmekte olan ülkeler için hesaplanan insani yoksulluk endeksi (Human Poverty Index for Developing Countries-HPI-1), az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanan yoksunlukları göstermektedir. Bu nedenle, ölçümde kullanılan bileşenler okuryazar olmayanlar, 40 yaşına kadar yaşamda kalmayı bekleyemeyenler, güvenilir su kullanamayanlar ve kötü beslenen çocukların oranlarıdır. Buna karşılık, seçilmiş OECD ülkeleri için hesaplanan insani yoksulluk endeksinde (HPI-2) yaşam beklentisi 60 yaş altında olanların, fonksiyonel okuryazar olmayanların, uzun zamandır işsiz olanların ve yoksulluk düzeyinin altında yaşayanların yüzdesi dikkate alınmaktadır.
Çizelge 25. UNDP’nin İnsani Yoksulluk Endeksi Tanımları
Endeks
|
Uzun ve Sağlıklı Yaşam
|
Bilgi Düzeyi
|
Yaşam Standardı
|
İnsani Yoksulluk Endeksi
(HPI-1) Gelişmekte Olan Ülkeler İçin
|
Doğumda 40 Yaşına Kadar Yaşamda Kalma Beklentisi
|
Okuryazar Olmayan Yetişkin Oranı
|
1.Güvenilir Su Kullanamayan Nüfusun Yüzdesi
2.Beş Yaşın Altında Kötü Beslenen Çocukların Yüzdesi
|
İnsani Yoksulluk Endeksi
(HPI-2) Seçilmiş OECD Ülkeleri İçin
|
Doğumda 60 Yaşına Kadar Yaşamda Kalma Beklentisi
|
1.Fonksiyonel Okuryazarlık Becerisi Olmayan Yetişkin Yüzdesi
2.Uzun Dönem İşsizlik Oranı
|
Yoksulluk Düzeyinin Altında Yaşayan Nüfusun Yüzdesi
|
Kaynak: Human Development Report 2001, UNDP, s.239.
UNDP’nin hazırladığı İnsani Kalkınma Raporlarında, HDI’ne paralel olarak HPI-1 ve HPI-2 endekslerine göre yapılan ülke sıralamaları da yer almaktadır. Bu endekslerin yoksulluğun boyutları hakkında önemli ölçüde bilgi verdiğini söyleyebiliriz. Ancak, 1997 raporunda HPI ölçümünün veri ve kavram yönünden zayıf olduğu, insani yoksulluğun tüm boyutlarını veremediği belirtilmiştir. Buna karşılık bu basit yoksulluk endeksinin, genel bir değerlendirme için uygun olduğu vurgulanmıştır.
Çizelge 26. Seçilmiş Gelişmekte Olan Ülkelerde İnsani Yoksulluk Endeksi ve Bileşenleri
|
İnsani Yoksulluk Endeksi HPI-1
|
Yaşam Beklentisi
|
Bilgi
|
Yaşam Standardı
|
Ülkeler
|
Sıralama
|
Değer (%)
|
40 Yaşına Kadar Yaşam Beklentisi Olmayanların Yüzdesi
1995-2000
|
Okuryazar Olmayanların Oranı
1999
|
Güvenilir Su Kullanamayan Nüfusun Yüzdesi
1999
|
5 Yaşın Altında Kötü Beslenen Çocukların Oranı
1995-2000
|
Uruguay
|
1
|
4.0
|
5.1
|
2.3
|
2
|
5
|
Şili
|
3
|
4.2
|
4.5
|
4.4
|
6
|
1
|
Meksika
|
10
|
9.5
|
8.3
|
8.9
|
14
|
8
|
Türkiye
|
19
|
12.9
|
9.6
|
15.4
|
17
|
8
|
Çin
|
24
|
15.1
|
7.9
|
16.5
|
25
|
10
|
Hindistan
|
55
|
34.3
|
16.7
|
43.5
|
12
|
53
|
Nijer
|
90
|
63.6
|
41.4
|
84.7
|
41
|
50
|
Kaynak: Human Development Report 2001, UNDP, s.149-151.
2001 İnsani Kalkınma Raporu’nda, HPI’nin verilerine ulaşılabilen 90 adet ülke ile ilgili göstergeler yer almaktadır. Çizelge 26’da bu doksan ülke içinden seçilen bazı ülkelere ait temel değerler bulunmaktadır. Sıralamada 1. sırada yer alan ülke Uruguay, 90. sırada yer alan ülke ise Nijer’dir. Türkiye 19. ülkedir. Söz konusu ülkeler arasındaki uçurum oldukça çarpıcıdır. Örneğin, Nijer’de 40 yaşına kadar yaşam beklentisi olmayanlar %41.4 iken, bu oran Uruguay’da yalnızca %5.1’dir. Benzer şekilde, Uruguay’da okuryazar olmayanlar %2.3, güvenilir suya erişemeyenler %2, kötü beslenen çocuklar %5’dir. Nijer’de aynı oranlar sırasıyla %84.7, %41 ve %50’dir. Söz konusu temel yoksunluk göstergeleri, gelişmekte olan ülkeler arasında oldukça büyük farklılıklar olduğunu açığa çıkarmaktadır. Yoksulluk endeksi yardımıyla gerçekleştirilen bu sıralama, yoksulluğun önlenmesine yönelik politikaların uygulanması aşamasında, önceliklerin belirlenmesine katkıda bulunacaktır.
Çizelge 27. Seçilen OECD Ülkelerinin İnsani Yoksulluk Endeksi (HPI-2) Sıralaması
1. İsveç
|
7. Lüksemburg
|
13. Belçika
|
2. Norveç
|
8. Fransa
|
14. Avustralya
|
3. Hollanda
|
9. Japonya
|
15. İngiltere
|
4. Finlandiya
|
10. İspanya
|
16. İrlanda
|
5. Danimarka
|
11. Kanada
|
17. ABD
|
6. Almanya
|
12. İtalya
|
|
Kaynak: Human Development Report 2001, UNDP, s.153.
UNDP’nin hazırladığı bir diğer yoksulluk endeksi OECD ülkelerine yöneliktir. Çizelge 27’de OECD ülkelerinin HPI-2 sıralamasını gösterilmiştir. Gelişmiş ya da sanayileşmiş ülkeler, kalkınmaya yönelik göstergelerde genel olarak diğer ülkelerin üzerinde değerlere sahiptir. Ancak, kalkınmış ülkelerin kendi içinde bir karşılaştırma yapıldığında bu ülkeler arasında da farklılıklar olduğu görülmektedir. Bu HPI-2 sıralamasında Kuzey Avrupa ülkeleri üst sıralarda yer almaktadır. Buna karşılık, İngiltere ve ABD alt sıradadır. Örneğin 1. sırada yer alan İsveç’de 60 yaşına kadar yaşam beklentisi olmayanların oranı %8, fonksiyonel okuryazarlık becerisi olmayanlar %7.5, uzun dönem işsizlik oranı %2.8’dir. Buna karşılık, ABD’de aynı oranlar sırasıyla %12.8, 20.7, 0.3’dür (UNDP, 2001(a): 152). Ülkeler arasındaki farklılık, yaşam beklentisinin ve eğitimin niteliğinin görece düşüklüğünden kaynaklanmaktadır.
İnsani kalkınma ve insani yoksulluk arasında bazı yönlerden karşıtlık söz konusudur. Bu karşıtlık, kalkınmanın değerlendirilmesinin iki farklı yönünü göstermektedir. Birincisi, “kümeleme perspektifi (conglomerative perspective)”, her toplulukta yoksuldan zengine tüm grupların kaydettiği ilerleme üzerine odaklanmıştır. Farklı bir bakış açısı içeren “yoksunluk perspektifi (deprivational perspective)”, kalkınmayı farklı topluluklardaki yoksunluklar açısından açıklamaktadır. Bu nedenle, birçok yoksulluk göstergesinin az gelişmişlik ölçütleri ile aynı olması sürpriz değildir (Lok-Dessallien, 2002). HDI’nin hesaplanmasında göstergelerdeki iyileşmeler temel alınmıştır. Buna karşılık, HPI ülkelerin mevcut yetersizliklerini ve bireysel yoksunlukları ön plana çıkarmaktadır.
Son yıllarda İnsani Kalkınma Raporlarında, yoksulluğun azaltılmasından çok, yoksulluğun ortadan kaldırılması üzerinde durulmuştur (Oyen, 1999: 459). Gerçekten yoksulluk bir kader değildir. Sürdürülebilir insani kalkınma, herkesin temel gereksinimlerini karşılamasını ve herkes için en iyi yaşamı hedeflemektedir. BM Çevre ve Gelişme Komisyonu’na göre nüfus çoğunluğunun sefalet içinde yaşadığı ülkelerde, temel gereksinimleri karşılamak için ekonomik kalkınma yanında, en yoksul kesimin ülke kaynaklarından adil bir pay almasını da sağlamak gerekmektedir. Böyle bir adaletin sağlanmasında, halkın katılımını güvence altına alan politik sistemler ve etkili bir demokrasi rol oynayacaktır (Kaboğlu, 1996: 33).
Geçimlik düzeydeki yoksulluk İsveç gibi ülkelerde tamamen ortadan kalkmıştır. Ancak, bunun için yüksek vergileme ve büyük bir güce erişebilen bürokratik hükümet kuruluşlarının ortaya çıkması gibi bir bedel ödemek gerekmiştir. Diğer taraftan, İngiltere’de 1980’lerde olduğu gibi ülkedeki gelir dağılımı piyasanın mekanizmalarına bırakıldıkça maddi eşitsizlikler artmaktadır (Giddins, 2000: 290).
Çizelge 28. Dünyada Bölgelere Göre Gelir Yoksulluğu Göstergeleri (1987-1998)
Bölgeler
|
Günde 1$’ın Altında Geliri Olan Yoksul Kişi Sayısı (milyon)
|
Günde 1$’ın Altında Gelirle Yaşayanların Toplam Nüfusa Oranı (yüzde)
|
|
1987
|
1993
|
1998
|
1987
|
1993
|
1998
|
Doğu Asya ve Pasifik
|
417.5
|
431.9
|
278.3
|
26.6
|
25.2
|
15.3
|
Çin Hariç
|
114.1
|
83.5
|
65.1
|
23.9
|
15.9
|
11.3
|
Avrupa ve Orta Asya
|
1.1
|
18.3
|
24.0
|
0.2
|
4.0
|
5.1
|
Latin Amerika ve Karayip
|
63.7
|
70.8
|
78.2
|
15.3
|
15.3
|
15.6
|
Orta Doğu ve Kuzey Afrika
|
9.3
|
5.0
|
5.5
|
4.3
|
1.9
|
1.9
|
Güney Asya
|
474.4
|
505.1
|
522.0
|
44.9
|
42.4
|
40.0
|
Güney Sahra
|
217.2
|
273.3
|
290.9
|
46.6
|
49.7
|
46.3
|
Toplam
|
1,183.2
|
1,304.3
|
1,198.9
|
28.3
|
28.1
|
24.0
|
Kaynak: World Development Report 2000/2001 Attacking Poverty, World Bank, Oxford University Press, s.23.
Çizelge 28’de, yoksulluk düzeyinin dünyanın farklı bölgelerine göre değişimi gösterilmeye çalışılmıştır. 1998 yılı itibariyle dünyada yoksulların en yoğun şekilde yaşadığı bölge, Güney Asya’dır ve 1987 yılından bu yana bölgenin yoksul sayısı artmıştır. Güney Sahra’da da aynı şekilde 1987-1998 yılları arasında yoksul sayısı artmıştır. Buna karşılık, 1987 yılında Doğu Asya ve Pasifik’teki yoksul sayısı 417.5 milyon iken, 1998 yılında 278.3 milyona düşmüştür. Bu düşüşte Çin’deki yoksul sayısının azalmasının önemli bir payı vardır. Çin’de aynı dönem için yoksul sayısının yaklaşık yarıya düşürüldüğü görülmektedir. Diğer taraftan, her ne kadar sayı düşük olsa da Avrupa ve Orta Asya’da yoksul sayısının 1987 yılında 1.1 milyondan 1998 yılında 24 milyona yükseldiği görülmektedir. Bu bölgede yoksulluğun boyutlarının giderek yükselmesi bazı eşitsizliklerin artmasına işarettir. Buna karşılık, dünya çapında yoksul sayısının azaldığını ve 1998 yılında 1,199 milyon olarak gerçekleştiği görülmektedir.
Yoksulların toplam nüfusa oranına ya da diğer bir deyişle yoksulluk oranına baktığımızda, bu oranın Güney Asya’da bir miktar azaldığını, Güney Sahra’da ise en yüksek boyutlarda olduğunu görmekteyiz. Güney Sahra’da yoksulluk oranı 1998 yılı itibariyle %46.3’dür. Bu oran bize bölgede nüfusun yaklaşık yarısının yoksul olduğunu göstermektedir. Yoksul sayısının ve yoksulluk oranının en düşük olduğu bölge Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dır. 1998 yılında bu bölgede yoksul sayısı 5.5 milyon, yoksulluk oranı %1.9’dur (Çizelge 28).
Dünyada farklı ülkeler arasında büyük boyutlarda gelir eşitsizlikleri yaşanmaktadır. Bununla birlikte, ülkelerin kendi ekonomilerinde de bölgeler ve sınıflar arasındaki gelir eşitsizlikleri önemli miktarlardadır. Gelir adaletsizliği ya da en düşük ve en yüksek %20’lik gruplar arasındaki gelir farklılığı, yoksulluğun boyutlarını gösterebilmektedir. Gelir farklılıkları yükseldikçe toplumlardaki korunmasız kesimlerin daha çok zarar görmesi söz konusu olmaktadır. Gelir dağılımının adil olmadığı ülkelerde sağlık ve eğitim gibi sosyal harcamaların artırılması savunmasız, yoksul kesimlerden çok varlıklı grupların gereksinimlerini karşılayacaktır.
Yoksulluğun önlenmesi, gelir eşitsizliğinin azalması ile aynı anlama gelmemektedir. Örneğin, yoksullar dahil tüm kesimlerin gelirlerindeki artış sonucunda zenginlerin geliri göreceli olarak daha fazla artacaktır ve böylece gelir dağılımı kötüleşecektir. Diğer taraftan, yoksulların gelirlerinde bir artış olmaması, buna karşılık, zenginlerin gelirlerinde bir azalma sonucunda olması sonucunda, gelir dağılımı iyileşebilir, ancak, bu durumda da yoksulluğun boyutları değişmeyecektir (Lal, 1997: 89).
Gelir adaletsizliği, yoksulluk ve ekonomik büyüme arasında belirgin bir ilişki yoktur. Bazı dönemlerde ekonomistler bilinçli olarak eşitsizliği artırarak ekonomik büyümenin yükseleceği beklentisini taşımışlardır. Ancak, nispeten eşitlikçi dağılıma sahip ülkeler, ekonomik açıdan daha başarılı olmuştur. Çünkü bu ülkeler sosyal çatışmalardan uzaktır. Ayrıca, yatırımcılar tasarruflarını kendi ülkelerinde yatırıma dönüştürebilmektedir ve bu ülkelerde rant arayışı içindeki çıkar grupları baskıcı bir tutum izleyememektedir (Noman, 1998: 28-9).
Çizelge 29. Seçilmiş Ülkelerde Kişi Başına Gelir Düzeyi ve Gelir Dağılımı
|
|
Gelir Dağılımı
|
|
Kişi Başına GSYİH
|
Ülkeler
|
Sayım Yılı
|
En Yoksul %20
|
En Zengin %20
|
Gini Katsayısı
|
SAG$ (1999)
|
Norveç
|
1995
|
9.7
|
35.8
|
25.8
|
28,433
|
Japonya
|
1993
|
10.6
|
35.7
|
24.9
|
24,898
|
Fransa
|
1995
|
7.2
|
40.2
|
32.7
|
22,897
|
ABD
|
1997
|
5.2
|
46.4
|
40.8
|
31,872
|
İngiltere
|
1991
|
6.6
|
43.0
|
36.1
|
22,093
|
Şili
|
1996
|
3.4
|
62.0
|
57.5
|
8,652
|
Rusya
|
1998
|
4.4
|
53.7
|
48.7
|
7,473
|
Brezilya
|
1997
|
2.6
|
63.0
|
59.1
|
7,037
|
TÜRKİYE
|
1994
|
5.8
|
47.7
|
41.5
|
6,380
|
Çin
|
1998
|
5.9
|
46.6
|
40.3
|
3,617
|
Mısır
|
1995
|
9.8
|
39.0
|
28.9
|
3,420
|
Hindistan
|
1997
|
8.1
|
46.1
|
37.8
|
2,248
|
Kenya
|
1994
|
5.0
|
50.2
|
44.5
|
1,022
|
Pakistan
|
1996-7
|
9.5
|
41.1
|
31.2
|
1,834
|
Bangladeş
|
1995-6
|
8.7
|
42.8
|
33.6
|
1,483
|
Etiyopya
|
1995
|
7.1
|
47.7
|
40.0
|
628
|
Kaynak: Human Development Report 2001, UNDP, s. 178-181, 182-185.
Genel olarak kişi başına gelir düzeyi yüksek olan ülkelerin gelir dağılımının daha adil olduğu gözlenmektedir. Ancak, kişi başına gelir düzeyi her zaman gelir dağılımının bir göstergesi olmayabilir. Örneğin, Çizelge 29’da sanayileşmiş ülkeler (Norveç, Japonya, Fransa, ABD ve İngiltere) yaklaşık aynı kişi başına gelir düzeyine sahiptir. Ancak, ABD ve İngiltere’de diğer ülkelere göre gelir adaletsizliği çok daha yüksektir. Gini katsayısı ABD’de 40.8 ve İngiltere’de 36.1’dir. Buna karşılık, ABD (31,872$) ve İngiltere’ye (22,093$) göre oldukça düşük gelire sahip olan Mısır (3,420$), Pakistan (1,834$) ve Bangladeş’te (1,483$) gini katsayısı daha düşüktür. Bu ülkelerde gini katsayısı sırasıyla 28.9, 31.2 ve 33.6’dır (Çizelge 29).
Çizelge 29’da görüldüğü gibi seçilmiş bazı ülkelerin gelir dağılımlarında önemli farklılıklar vardır. Norveç, Japonya, Fransa, Mısır, Bangladeş gibi ülkeler nispeten adil bir gelir dağılımına sahipken, Brezilya, Şili, Rusya ve Kenya’da kötü bir dağılım söz konusudur.
Dünya gelirinin nüfusa göre dağılımı incelendiğinde üç ayırım yapılabilir: düşük ve orta gelirli ülkeler ile sanayileşmiş ülkeler. Düşük gelirli ülkeler dünya nüfusunun ortalama %60’ını oluşturmasına rağmen, dünya gelirinin yalnızca %6’sını almaktadır. Orta gelirli ülkeler dünya nüfusunun %15’ini oluşturmaktadır ve gelirdeki payları %17’dir. Sanayileşmiş zengin ülkeler ise, dünya nüfusunun %25’idir ve gelirin %77’sine sahiptir. Dünya ekonomisi için ortalama gini katsayısı 0.6’dır (Griffin, 1989: 14).
Çizelge 30. Uluslararası Yoksulluk Düzeyine Göre Bazı Ülkelerde Yoksulluk Oranları
Ülkeler
|
Sayım Yılı
|
Günde 1$’ın Altında Geliri Olanlar (%)
|
Günde 2$’ın Altında Geliri Olanlar (%)
|
Bangladeş
|
1996
|
29.1
|
77.8
|
Çin
|
1998
|
18.5
|
53.7
|
Etiyopya
|
1995
|
31.3
|
76.4
|
Gana
|
1998
|
38.8
|
74.6
|
Hindistan
|
1997
|
44.2
|
86.2
|
Mısır
|
1995
|
3.1
|
52.7
|
Nijerya
|
1997
|
70.2
|
90.8
|
Ruanda
|
1983-85
|
35.7
|
84.6
|
Sri Lanka
|
1995
|
6.6
|
45.4
|
TÜRKİYE
|
1994
|
2.4
|
18.0
|
Zimbabwe
|
1990-91
|
36.0
|
64.2
|
Kaynak: 2001 World Development Indicators, World Bank, s. 64-66.
Günde 1$’ın altında gelir elde edenlerin toplam nüfusa oranı, bir ülkenin yoksulluk boyutlarının araştırılmasında önemli bir göstergedir. Dünya çapında yoksulluk sınırının altında yaşayanların miktarı oldukça yüksektir. Günde 1$’ın altında gelir elde edenlerin oranına bakıldığında gelişmekte olan ülkeler arasında bazı farklılıklar görülmektedir. Bu oran Türkiye’de %2.4, Mısır’da %3.1, Zimbabwe’de %36, Nijerya’da %70.2’dir. Diğer taraftan, günde 2$’ın altında geliri olanlara bakacak olursak oranın büyük boyutlara yükseldiği görülmektedir. Örneğin, Türkiye’de %2.4’den %18’e, Mısır’da %3.1’den %52.7’ye, Zimbabwe’de %36’dan %64.2’ye, Nijerya’da %70.2’den %90.8’e yükselmiştir (Çizelge 30). Ülkeler arasındaki farklılığın çok olması ve bazı ülkelerde yoksulluğun %90’ları aşması, bu konunun dünyanın en önemli sorunlarından biri olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, Çizelge 30’da görüldüğü gibi, HDI’nde Türkiye’den daha yüksek bir değere sahip olan Sri Lanka’da 2$’ın altında yaşayan sayısı %45.4’dir. HPI-1’nde Türkiye 19. sırada yer alırken, Sri Lanka 31. sıradadır. Burada Türkiye’nin kişi başına gelir düzeyinin Sri Lanka’dan yüksek olması önemli bir etkendir.
Gelir dağılımındaki eşitsizlik, yoksulluk sorununun açıklanmasında önemli bir göstergedir; ancak, mutlak yoksulluğun genişliği hakkında fazla bilgi vermemektedir. Mutlak yoksulluk düzeyinde yaşayanların çoğu, gelir dağılımı adil olmayan ülkelerden çok ortalama kişi başına gelir düzeyi düşük ülkelerde bulunmaktadır. Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Sri Lanka’da toplam nüfusun %55’i 50$’ın altında gelir almaktadır (Ghatak, 1995: 246). Yoksulluk genel olarak ulusal gelirin ortalama düzeyine bağlıdır.
Sosyal bilim araştırmacıları, ülkeler ya da bireyler arasında kaynakların eşitsiz dağılımını objektif bir şekilde açıklayabilmektedir. Ancak, eşitsizlik yoksullukla benzeşmemektedir. Yoksullukla ilgili normlar sosyal yaşamı ifade etmemektedir. Bu nedenle, yoksulluk kavramı bilimsel araştırmalar için uygun değildir. Yoksulluğun ölçümü daha çok subjektif deneylerle yapılabilmektedir. Bu bağlamda, Amartya Sen’in söylediği gibi, yoksunluk istatistikleri üzerinde araştırmacıların kişisel değerleri önemli bir rol oynayacaktır (Boltvinik, 2002).
Yoksulluk, yoksunluğun çeşitli boyutlarını (gelir, temel gereksinimler, insan kapasiteleri gibi) içermektedir. Eşitlik ise toplumun farklı kesimlerine dağılımla ilgilidir. Yoksulluk ve eşitlik göstergeleri çok sayıda farklı yöntemle biraraya getirilebilir: ayırım (birçok gösterge cinsiyet, ırk ve bölge düzeyinde ele alındığında farklı çıkabilir), diğer yoksulluk göstergeleri ile dağılım ölçümlerinin birleştirilmesi (kişi başına ulusal gelir ve Lorenz eğrisi gibi) ve matematiksel formüller (Atkinson methodu gibi) (Lok-Dessallien, 2002).
Dünyada her gün 68 bin insan, günde 1$’dan az bir gelirle geçinmek zorunda olan yoksul kitleye katılmaktadır. Yoksulluk artış hızı, gelişmekte olan ülkelerin nüfus artış oranları (%8) ile hemen hemen aynıdır. Dünya çapında ele alındığında yoksulluğun çok tehlikeli boyutlara ulaştığı ve giderek hacminin genişlediği gözlenebilmektedir. Yoksulluk, gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş Afrika ülkeleri için önemli olduğu kadar birçok gelişmiş ülke için de sorun teşkil etmektedir. Yoksulluğun nedeni kaynakların yetersizliğinden çok, bu kaynaklara yalnızca küçük bir grubun sahip olmasıdır. Örneğin, dünyanın en zengin 358 milyarderi, dünya gelirinin %45’ine sahiptir (Van Hanswijck De Jonge, 1998: 14).
Son yıllarda, yoksullukla mücadele politikalarının artış göstermesine rağmen, ne yazık ki yoksulluğun boyutlarının giderek arttığı görülmektedir. Uluslararası yoksulluk sınırı 370$ (1985 $ değeri ile) şeklinde sabit bir değerde belirlenmiştir ve 1990’ların başında dünya nüfusunun %23’ü, yaklaşık 1.25 milyar insan mutlak yoksulluk düzeyinde yaşamaktaydı (Todaro, 1997: 43). 1997 İnsani Kalkınma Raporuna göre, günümüzde yaklaşık 1.3 milyar insan günde 1$’ın altında gelire sahiptir. Yaklaşık 1 milyar insan okuma-yazma bilmemektedir ve yine 1 milyarın üzerinde insan güvenilir suya erişememektedir. 840 milyon aç ve sağlıksız beslenme düzeyinde insan vardır. Bununla birlikte, az gelişmiş ülkelerdeki nüfusun 1/3’ü 40 yaşına kadar yaşama beklentisine sahip değildir.
Dostları ilə paylaş: |