14. Lokman ve Allah’ı Anmak
يَا بُنَیَّ اَقِمِ الصَّلوةَ وَاْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلى مَا اَصَابَكَ اِنَّ ذلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ )17(
Tercüme
17- Evladım! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır ve başına gelene sabret! Çünkü bunlar kesin olarak yapılması gereken işlerdendir...
Lokman Hekim ahlak ve eğitim mektebinin temellerini dâhice atmıştır. Sözlerini ve öğütlerini tıpkı bir matematik işlemi gibi biri diğerine temel olacak şekilde sıralamıştır. Sözlerine ilk önce tevhitten başlamış ve değerli evladını bütün ahlak ve eğitim ilimlerinin temeli olan Allah’ın birliği konusuyla tanıştırarak şöyle buyurmuştur:
“Allah’a şirk koşma…”
Sözlerinin ikinci bölümünde Allah’ın sıfatlarından bahsetmiş ve sıfatlar içerisinden de Allah’ın ilminin her şeyi kuşatma özelliğinden, âlemdeki her zerreyi ihata ettiğinden ve onların hesabından haberdar olduğu konusundan bahsederek şöyle buyurmuştur: “…bir hardal tanesi ağırlığınca bile olsa…” Ruhun temizlenmesi hususunda sadece Allah’ın bütün her şeyden haberdar olduğuna inanmanın yeterli olmayacağı gayet açıktır. Bu inancın peşinden bedensel olarak da bir takım görevlerin yerine getirilmesi gerekir. O görevleri yapınca doğru bir eğitim üslubu gerçekleşmiş olur. Bu yüzden Lokman, amelle alakalı görevleri hatırlatarak bu ayette üç amele değinmiştir:
1- Namaz kılmalıyız.
2- Fesada karşı mücadele etmeliyiz (iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak)
3- Sıkıntılar karşısında mukavemet göstermeliyiz (Sabır)
Namaz insanın yüce Allah ile kalp ve amel ile gerçekleşen tek irtibatıdır. Bu açıdan Lokman, bu görevi diğer iki görevden önce hatırlatmıştır. Biz de şimdi namaz hakkında konuşup, diğer iki vazifenin tefsirini sonraki bölüme bırakacağız.
Namaz En Eski İbadettir
Put kıran ve tevhit kahramanı olan, Rahman’ın halili Hz. İbrahim (a.s) Allah’ın emriyle Kâbe’yi yaptı. İşi bittikten sonra ilahi dergâha yönelerek şöyle dedi: “Rabbim! Çocuklarımı bolluk içindeki o topraklardan suyu ve havası kötü olan bu kurak yere putperestlerin yönetiminden uzak bir ortamda sana tapmaları ve evinin yanında namaz kılmaları için getirdim:
“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namaz kılmaları için…”[1]
Bu ayet Hz. İbrahim (a.s) döneminde yapılması gereken görevlerden birinin de namaz olduğunu ve Kâbe’nin yapılma nedenin de bu olduğunu göstermektedir. Kur’ân’da Hz. İsa (a.s) hakkında onun beşikte konuştuğu, Allah tarafından kendisine bir takım emirler verildiği ve onlardan birinin de namaz olduğu bildirilerek, şöyle buyrulmaktadır:
“Bana yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.”[2]
Hz. İsmail (a.s) Kur’ân’da şöyle tanıtılmıştır:
“Ailesine namazı ve zekâtı emrederdi.”[3]
Günümüzde Müslümanlar arasında kılınan namazın her açıdan aynısı Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İsa (a.s) zamanındaki namaz olduğu iddia edilemez. Namazların nicelik ve nitelik açısından farklı olduğu kesindir. Ancak bu ayetlerden anlaşıldığı üzere namaz en eski ibadettir ve peygamberler insanları ona yönlendirmişlerdir. Dinlerin kemale ermesiyle namazın da uygulaması ve şartları zamanla kemale ermiştir.
Namazın Sırları
Namazın sırları bu sayfalara sığacak bir iki şeyden ibaret değildir. Bilakis toplumsal, siyasî, ahlakî ve sıhhî sırları burada anlatılmayacak kadar çok olan bir ibadettir. Bu yüzden İslam âlimleri namazın adabı ve namaz kılanların görevleri hakkında birçok kitaplar yazmışlardır. Bazıları da daha büyük adımlar atarak namazın sırlarıyla ilgili kitaplar yazmışlardır. Bazen bu iki konu karıştırılıyor. Namazın adabı ve namaz kılanların görevleri konusuyla namazın sırları konusu birbirinden çok farklı konulardır. Nice kitaplar vardır ki, namazın sırları diye meşhur olmuştur fakat gerçekte namazın adabını açıklamaktadır. Büyük üstadlarımızdan biri şöyle diyordu: Merhum Şehid-i Sani’nin ve Merhum Meliki’nin namazın sırları adlı kitapları aslında namazın adaplarıdır. Namazın sırları hakkında yazılmış olan vecize dolu en güzel kitap, Merhum Gazi Said Kummî’nin kitabıdır.
Burada namazın bazı manevî ve sosyal yönlerine değinip, karmaşık konulara girmeyeceğiz. İrfan ehlinin bu bölümde bizi mazur görmelerini ümit ederiz. Kur’ân’da namazın sırlarından biri, Allah’ı anmak olarak bildirilmiştir:
“Beni anmak için namaz kıl…”[4]
Allah’ı anmanın insan ruhunda birçok fazileti ihya ettiği tartışılamaz. Birçok eğitim ve ahlak yöntemlerinin asıl kökü, Allah’ı anmaktır. Şöyle diyebiliriz; adaleti ve hakkı yaymak ve kişisel-toplumsal haklara tecavüzden kaçınmak için gereken uygulamanın hakiki garantisi Allah’a inanıp O’nu anmaktır. Allah’ı anmak, yaratanın öfkesini gerektiren birçok kötü işten insanı alıkoyan bir zincire benzer. Bir genç nefsanî isteklerine ulaşma yönünde gereken donanıma sahiptir. Tuğyan eden içgüdülerin saltanatının temelleri onun vücudunda oldukça sağlamdır ve cinsel istekler ile diğer nefsanî istekler doğrultusunda bir sınır tanımamaktadır. Onu kontrol etmenin tek yolu ise Allah’ı anmak ve âlemlerin yaratıcısını hatırlamaktır. Allah’ı anmak, evliyaların makamını anmak, Salihlerin derecelerini anmak, günahkârların cezalandırılmasını ve azabını anmak ve kıyamet gününün dakik ve hatasız hesabını anmak nefsanî istekleri dengelemektedir. Başka örnekler de farz edebilirsiniz. Mesela mal biriktirmek örneğinde mal biriktirme içgüdüsü sınır tanımamaktadır. Yahut bir zalimi düşünün ki makam perestliği gün geçtikçe artmaktadır ve hiçbir şeyi engel olarak görmemektedir. Şüphe yok ki Allah’ın rahmetini ve azabını hatırlamak bu tür insanların dengelenmesinde etkisiz değildir. İslam dinî her zaman beşerin saadetini arzulamaktadır.
İşte bu yüzden herkesi yirmi dört saat içerisinde beş kez belli şartlarıyla namaz kılması için görevlendirmiştir. Yani insan, bu saatler içerisinde beş defa Allah’ı anmakla sorumludur. Bu manevî amel için seçmiş olduğu vakitler her açıdan hassas vakitlerdir. İnsan uykudan uyanır uyanmaz dünyevi işlerle meşgul olmaya başlar. Öyle ki ruh sadece maddeye ve madde perestliğe, servete ve servet biriktirmeye, makama ve makam perestliğe yönelir. Öğlen vaktinde müezzinin sesi böylesine bir ortamda yankılandığı vakit kalpleri öylesine sarsar ve nurlandırır ki bir süre onun manevî etkisi ruhta kalır. O vakit namaz kılmak her açıdan gaflet gereksinimlerinin var olmasıyla birlikte ruhu cilalamaktadır. İnsani duygular ve Ahlaki değerler Allah’a teveccüh etmenin gölgesinde canlanır ve nefsi emmareyi taşkınlık etmekten alıkoyar.
Namazın Toplumsal Sırları
Elbette namazın yukarıda söylenenlere ilaveten bir takım toplumsal sırları da vardır ki her biri genişçe bahsedilmeye değerdir.
1- Belirli vakitlerde namaz kılmak yüce İslam milletinin birliğinin ve vahdetinin bir örneğidir. Bütün Müslümanlar özel vakitlerde kıbleye dönerek kendine has hazırlıklarla âlemlerin Rabbine ibadet ediyorlar. Bunun kendisi de bu milletin birliğinin büyük örneklerindendir; ibadet ipiyle herkesi birbirine bağlamıştır.
2- Belirli vakitlerde namaz kılmak, maddeci toplumlarda meydana gelen ve sınıfların geneline mesafeli bir şekilde hüküm süren mesafenin yok olmasına sebep olur. Herkes belirlenmiş olan vakitlerde bu önemli görevi yerine getirmelidir. Bu konuda üst düzeyle alt düzey ve zenginle fakir arasında en ufak bir fark yoktur. Bu namazlar cemaatle kılındığında bahsedilen sırlar daha açık bir şekilde kendini gösterir. Namaz kılanların sıkı saflarındaki birlik ve eşitlik, yabancı olan herkesin dikkatini üzerine çeker.
3- Namaz kılan kimse, namazının kabul olması için birçok günahtan sakınmak zorundadır. Namaz kıldığı yeri ve elbiseyi helal yolla elde etmek zorundadır. Gusül ve abdest için kullandığı suyun parasını helal paradan ödemeye mecburdur. Bu tür taklit insanın işini gücünü gözden geçirmesine ve onları şer’i ölçüler doğrultusunda yapmasına sebep olur. Namaz kılan kişiyle, haramdan sakınmak arasında bir bağ olmadığı düşünülebilir. Zira namaz kılan kimse, namaz kılacağı yeri ve elbiseyi helal maldan elde edip namaza has kılabilir ve diğer işlerinde şer’i vazifelerine de bağlı olmayabilir. Ancak bu düşünce doğru değildir. Çünkü binlerce kişiden belki de sadece bir kişi bu şekilde yaşayabilir. Yani sadece namaz kılacağı yer ve elbise, gusül ettiği ve abdest aldığı suyun parası konusunda helallere uymuş olabilir. Fakat helal ve haramı ayırt etmeyen sorumsuz kimseler, namaz konusunda şer’i kanunlara uyup diğer işlerinde uymamazlık yapamazlar. Belki de bu ayette bu konuya değinilerek şöyle buyrulmaktadır:
“Gerçekten namaz hayasızlıktan ve günahtan alıkoyar.” [5]
Burada konuya başka bir açıdan da bakılabilir. O da şu ki, namazın insanı günahtan alıkoymasından maksat, namazın kesin çözüm olduğu değildir. Maksat, namazın bizim ruhumuz üzerinde bıraktığı etki, iman ruhunun takviyesi ve Allah’a yönelmektir. Bu yönelmenin dereceleri vardır. Allah’ı anmak, birçok günahı işlemekten çekinmeyen kimseler hususunda kesin çözüm değil, sadece bir alt yapıdır. Diğer bir ifadeyle Kur’ân ayetinin “Gerçekten namaz hayasızlıktan ve günahtan alıkoyar.” cümlesinden maksadı, her namaz kılanın günahlar karşısında masum olduğu değildir. Maksat, namazın Allah’ı anmaya ve Rabbin makamına teveccüh etmeye neden olduğudur. Böyle bir teveccühün doğal sonucu ise insanda itaat ve günahları terk etme ruhunun oluşmasıdır. Buna rağmen Allah’a teveccühün zayıflaması sonucu, daha güçlü etkenlerin onun doğal etkisini yok etmesi de mümkündür.[6] Kısacası eğer namaz, namaz olsa herkeste günaha karşı bir etki bırakır. Bu etki bazen oldukça güçlüdür ve bazen de zayıftır. Bu da namazlara göre değişir. Namaz ne kadar canlı ve kâmil olursa, eğitim ve günahlardan alıkoyma özelliği daha güçlü olacaktır.
4- Namaz, itaat duygusunu insanda canlandırmaktadır. İtaat duygusu veya büyüklere itaat etme alışkanlığı büyük insanî faziletlerden biridir. Bu özellik, tıpkı diğer faziletli özellikler gibi sürekli yapılan uygulamalarla insanda oluşmaktadır. Komutanlar, tıpkı ikinci bir alışkanlık ve fıtrî olan doğal bir durummuş gibi askerlerde disiplin ruhunu oluşturabilmek için uzun süre zahmet çekmektedirler. Namazın, gece ve gündüz belirli aralıklarla kılındığında bu duyguyu insanda oluşturacağı gayet açıktır. İnsan bu duygunun sayesinde otomatik olarak büyük emirlere ve hikmet dolu öğütlere uyacak ve kendinde bir rahatsızlık duygusu hissetmeyecektir.
5- Namaz kılan kimse belirli durumlarda bütün bedenini yıkamalı, bazı vakitlerde abdest almalı, beden ve abdest yerlerinin temizliğine her açıdan dikkat etmelidir. Bu yolda ağıza ve buruna su almak, elbiseyi ve secde yerini temizlemek gibi sünnetlere uyarsa beden sağılığının gereksinimlerini yerine getirmiş olur.
6- Namazın kabul olmasının şartı, insanın ihlaslı olması ve başkalarının hoşnutluğu gibi kötü olan maddî hedeflerden uzak olmasıdır. İhlastan maksat, ibadetin Allah’ın emrini yerine getirmek hedefi üzere olması ve hatta O’nun zatının ibadete layık olduğu hedefi üzere olmasıdır. İhlasın varlığı, yüce bir sıfat olarak insanda ubudiyet ruhunu yetiştirmektedir. Bu özellik de birçok ahlaki faziletin ve değerli özelliklerin kaynağıdır. İhlaslı bir toplum, işini Allah için toplumun maslahatını gözeterek yapar. İşin iç yüzüne zahirinden daha çok dikkat eder. Zahiri süslemek yerine, işin sağlamlığına ve değerli sonuçlarına odaklanır.
İmam Sadık’ın (a.s) Namaz Hakkındaki Bir Sözü
Namazın önemini beyan etmek için Ebu Basir’in İmam Sadık’dan (a.s) naklettiği şu hadis yeterlidir: İmam Sadık’ın (a.s) şehadetinden sonra baş sağlığı dilemek için onun evine gittim. İmam Kazım’ın (a.s) annesi Ümmü Hamide beni görünce ağlamaya başladı. Bunun üzerine ben de ağladım. Ümmü Hamide şu olayı bana anlattı: “Ebu Basir! Sen İmam Sadık’ın (a.s) son anlarında yoktun. Çok ilginç bir şey gerçekleşti. İmam Sadık’ın (a.s) gözleri kapalıyken bizler yavaş yavaş ümidimizi kesmeye başladık. İmam birden bire gözlerini açtı ve bütün yakınlarını çağırmamızı emretti. Biz de hemen harekete geçip, hepsini İmam’ın yatağının başında topladık. Herkes İmam’ın bu son anlarında hangi önemli konudan bahsedeceğini merakla bekliyordu. İmam, herkesin toplanmış olduğunu gördüğünde şöyle buyurdu:
“Bizim şefaatimiz namazı hafife alana ulaşmayacaktır.”[7]
Bir Sorunun Cevabı
Bazen bu konuda, esasen neden Allah’a ibadet etmeliyiz? diye sorulmaktadır. Allah’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var? Bu sorunun cevabı yukarıdaki açıklamalarla verilmiş oldu. Çünkü Allah’a ibadet, bizim kemalimizin sebebidir ve ibadet etmenin asıl sebebi de sadece budur. Başka bir ibaretle, bu soruyu biri genel ve diğeri detaylı olmak üzere iki yolla cevaplamak mümkündür:
Genel cevap şudur: eğer ibadetin hedefi Allah’ın ihtiyaçlarını gidermek ve kendi ibadetimizden O’na bir fayda ulaştırmak olursa, bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: Sonsuz bir varlığa sahip ve bütün noksanlardan münezzeh olan Allah-u Teâlâ’nın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var? Fakat ibadetin hedefi bizim tekâmülümüz olacak olursa bu durumda ibadet, bizim tekâmül ve saadet vesilemiz olur. Allah’ın ibadet emri vermesi de bir çeşit lütuf, rahmet ve bizleri uygun kemale ulaştırması için kılavuz olacaktır.
Detaylı cevaba gelinc. O da şu ki, ibadet ve Allah rızası için yapılan her türlü işin, bir takım kişisel ve toplumsal etkileri vardır ve gerçekte en yüce eğitici ve ahlakî değerlerdendir. Çünkü ilk olarak: Allah’a tapma ve ibadet etme, insandaki takdir ve şükran duygusunu canlandırır. Büyük ve çok değerli nimetleri insana sunan bir makama teşekkür etmek, teşekkür eden kimsenin kendisine karşı yapılan lütuflara karşı liyakatinin göstergesidir. Allah’a teşekkür edip, şükranda bulunmak teşekkür eden kimsenin teşekkür ve vazifeyi yerine getirerek, kendisine karşı yapılan iyiliklere nispet kulluğunu zahir etmesinin göstergesidir. İkinci olarak ise Allah’a ibadet etme ve tapma, insanın ruhi olarak kemale ermesine sebep olur. Ruhumuz ve canımızın mutlak kemal olan Allah ile irtibata geçmesinden, kulluk görevlerini yerine getirmesinden ve sonsuz ve sınırsız kudretten yardım dilemekten daha büyük bir kemal olabilir mi? Öyle ki insan sonunda Allah ile sohbet etme liyakati ve kabiliyetini elde edecektir.
Detaylı cevapta açıklanan şeyler, namaz, oruç ve hac gibi bütün İslami ibadetlerin geneli için geçerlidir. Buna ilaveten bu ibadetlerden her birinin kendisine ait maslahatı ve nüktesi vardır ki, bunlardan bir kısmı namaza özel olarak açıklandı ve orucun, haccın ve diğer ibadetlerin felsefesi başka bir zamana bırakıldı.
[1] İbrahim, 37
[2] Meryem, 31
[3] Meryem, 55
[4] Taha, 14
[5] Ankebut, 45
[6] el-Mizan, c.16, s.141
[7] Biharu’l-Envar, c.11, s.105
Dostları ilə paylaş: |