تِلْكَ ايَاتُ الْكِتَابِ الْحَكيمِ )2 هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنينَ )3(
اَلَّذينَ يُقيمُونَ الصَّلوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكوةَ وَهُمْ بِالْاخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ )4(
اُولئِكَ عَلى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُولئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ )5(
Tercüme
2- Bunlar o çok hikmetli Kitab’ın ayetleridir.
3- İyilik ve güzellikte bulunmayı (faydalı iş yapmayı) huy edinenlere doğru yol ve rahmettir.
4- Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar.
5- İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
Kur’an ayetlerinin incelenmesi sonucu açıkça ortaya çıkmaktadır ki İslam dinî evrenseldir ve dinlerin en sonuncusu ve bu dinin peygamberi ise peygamberlerin sonuncusudur. Bu konuda Kur’ân’da oldukça fazla ayet mevcuttur. Bunlardan sadece iki tanesini naklediyoruz.
“De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim.”[1]
Bu ayet açıkça İslam dinin evrensel olduğunu ve belli bir bölgeye ihtisası olmadığını vurgulamaktadır.
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.”[2]
Allah (c.c) onun risaletinin evrensel oluşunun ispatı için onun kitabı (Kur’an) hakkında konuşurken onu tüm insanların kılavuzu olarak tanıtmaktadır.
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır.”[3]
Bu ve benzeri ayetler Hz. Peygamber’in (s.a.a) risaletinin umumi ve evrensel olduğunu ortaya koymaktadır. Hatta Kur’ân’ın hidayet ve kılavuzluk olan manevî feyzi bile belli bir gruba mahsus değildir. Ama mevzu bahis konusu olan ayetlerden üçüncüsü açıkça şöyle buyurmaktadır: Kur’ân’dan faydalanan tek grup ihsan sahipleridir. Nitekim şöyle buyurmaktadır:
“İhsan sahiplerine bir hidayet ve bir rahmettir.”
Şimdi akıllara şöyle bir soru gelmektedir: Eğer Kur’ân’ın manevî feyzi çok geniş kitlelere ve umuma yönelikse mevzu bahis edilen ayette bu feyiz neden sadece ihsan sahiplerine mahsus kılınmıştır? Aslında bu sorunun cevabı oldukça açıktır; Kur’an herkesin hidayeti için nazil edilmiş saadet reçetesidir. Hz. Peygamber’in (s.a.a) gönderilmesinin hedefi de sadece budur. Ancak sadece kendisini hidayete açıp istifade etmeye hazır olan grup bundan faydalanabilir. Kur’ân’ın, hidayet olmaya hazır olmayan ve bundan istifade etmek istemeyen hiçbir ferde faydası olmayacaktır. Örneğin: Allah’ın rahmeti olan yağmur dağa, taşa ve çöle yağmaktadır. Bu yağmurdan tarlasını ekin için hazırlayan çiftçiden başkaları da istifade etmektedirler. Buna göre şöyle söylememiz doğru olur; Kur’ân herkesin hidayeti için nazil olmuştur. Zira Kur’ân’ın nüzul sebebi tüm insanların hidayet bulmasıdır. Diğer taraftan şöyle söylememiz de doğrudur: Kur’ân’ın hidayetinden sadece ihsan sahipleri faydalanmaktadır. Özetle; hidayet bulmaya hazır bir grup olsa da Kur’ân’ın nüzul sebebi herkesin hidayet bulmasıdır.
Bu esasa göre Allah’ın Kur’ân’ı neden sadece iman sahipleri için şifa ve rahmet kaynağı beyan etmektedir sorusunun cevabı da ortaya net bir şekilde çıkmaktadır.
“Biz Kur’ân’ı müminlere şifa ve rahmet olarak indiriyoruz.”[4]
Kur’ân bireysel ve toplumsal hastalıklara şifa ve kurtuluş kaynağı olduğu gibi tüm insanlar için rahmet kaynağıdır. Ancak bundan sadece faydalanmaya amade olanlar istifade etmektedir. Ancak hazır olmayanlar sadece istifade etmemekle kalmayıp Kur’ân ayetlerini duymaları ve haktan yüz çevirmeleri hasebiyle ondan daha da uzaklaşmaktadırlar. Nitekim Allah (c.c) bir ayette şöyle buyurmaktadır:
“Biz Kur’ân’da sözü türlü biçimlerde anlattık ki, düşünüp anlasınlar. Fakat bu, onların sadece kaçışlarını artırıyor.”[5]
İşte bu nedenle Kur’ân, kendisini iman sahipleri için şifa ve rahmet kaynağı olarak niteledikten sonra zalim ve imanı olmayan kimselerin zarar ve ziyan göreceklerini açıkça beyan etmektedir. Zira Kur’ân açık delillerle yoldan sapmış kimselere hücceti tamamlamış ve kıyamet günü onların dillerini bağlamıştır. Artık kıyamet günü, “İlahi! Bizi mazur gör, biz görev ve mükellefiyetlerimizi bilmiyorduk” diyemeyecekler. Zira onlara şöyle bir hitap gelecektir:
“Allah, ‘Evet, öyle. Ayetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün de sen unutuluyorsun’ der.”[6]
Kur’ân-ı Kerim bir kez daha başka bir ayette bu hakikati açıkça beyan etmektedir.
“Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır.”[7]
Mevlana bu gerçeği bir misal ve örnek şeklinde şöyle açıklamaktadır:
“Kur’ân kuyudaki ip gibidir. Bir kısım bu ip vesilesi ile kuyudan çıkar diğer bir grup ise bu iple kuyunun içine iner. Bu ipin suçu değildir. Bilakis suç ipi yanlış kullananındır…”
Nükteler
1- İkinci ayette “Hikmet dolu kitap” diye bahsedilmektedir. Hepimiz biliyoruz ki hekim, Allah’ın sıfatlarından biridir. Kur’ân-ı Kerim defalarca Allah’ı bu sıfatla nitelemektedir. Hekim, her işi belli ilkeler ve belli bir hedef doğrultusunda yapan ve boş işlerden uzak duran demektir. Ancak bu ayette Kur’ân’ın kendisi bu sıfatla nitelenmiştir. Bunun sebebi ise Kur’ân’ın makamının yüceltilmesidir; öyle ki sanki kendisi hekimdir ve konuşmaktadır.
2- Ayette ihsan sahipleri aşağıdaki üç sıfatla beyan edilmişlerdir:
A- Namazlarını dosdoğru kılanlar.
B- Zekâtı verenler.
C- Ahirete kesin olarak inananlar.
Ahiret gününe iman, dinî terbiyenin temeli ve tüm semavi kanunların icra garantisidir. İhsan sahiplerinin sıfatları bu üç sıfatla münhasır değildir. Tüm sıfatlar arasından en üstün sıfatlar seçilerek zikredilmiştir. Yani kimde bu üç sıfat bulunursa aslında ihsan sahiplerinin tüm sıfatlarına sahiptir. Beşinci ayette ise şöyle bir sonuç alınmaktadır. Mezkûr sıfatlara sahip olanlar gerçek hidayet bulanlar ve gerçek hidayete kavuşanlardır. Nitekim şöyle buyurmaktadır:
“İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.”[8]
[1] Araf, 158
[2] Ahzab, 40
[3] Bakara, 185
[4] İsra, 82
[5] İsra, 41
[6] Taha, 126
[7] Bakara, 26
[8] Bakara, 5
Dostları ilə paylaş: |