İKİNCİ baski



Yüklə 1,91 Mb.
səhifə19/40
tarix25.11.2017
ölçüsü1,91 Mb.
#32827
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   40

- Herkes, Ecevit'in hükümet kurmak için görevlendirilmesini bekliyor. Acaba bu umutlar ne zaman gerçekleşecek?

*

Yenimahalle'de oturan Mehmet Karaca, "Ankara Notları" üslûbuna da uydurduğu bir fıkrayı yolladı. Karaca'nın Anadolu fıkralarını derlediği bir kitabı da varmış zaten. Yeni fıkrası şöyle:



"İki köylü pazardan kararlama usulüyle ortaklaşa bir parça çökelek almışlar, sıra aralarında bölüşmeye gelince de "seninki çok oldu, benimki az oldu" diye tartışmaya girişmişler. Yanlarından geçen kentli bir esnaf, onların yüreğine su serpmiş:

- Kavga etmeyin. Getirin, benim terazide çökeleğinizi yarı yarıya bölüvereyim...

Kentli, çökeleği terazinin iki kefesine bölüp denkleştirirken, az ağır gelen yandan yemeye başlamış ve fazlaca da kaçırmış olacak ki, bu kez de kefenin öbür yanı ağır basmış. Haydi öbür kefeden yemiş bu sefer. Bu taraf ağır, şu taraf hafif derken, köylüler eline yapışmışlar kentlinin. Şöyle demişler:

- Yok arkadaş, biz kendi çökeleğimizi kendimiz böleceğiz..."

Karaca, fıkrasının yorumunu da yapmış: Ulustan vekâlet alıp gelmiş bazı liderlerin şimdi kendi çıkarlarına düştüklerini belirtiyor. Kendisi hakkında da kısaca şu bilgiyi vermiş:

"1947 yılında Demokrat Parti'ye girdim. DP'ye dâvamızın takibi için vekâlet verdik. Bilinen sonuca uğradı. Ondan sonra AP'ye geçerek Divriği'de 6 yıl ilçe başkanlığı yaptım. Ona da dâvamızı izlemesi için ik kez vekâlet verdik. Bizden aldıkları vekâletle kendi dâvalarını takip ettiler ve bizlerin dâvalarını tamamen unuttular. Kendi çıkarlarını ve yakınlarını koruma yönüne gittiler. Dâvamızı takip etmedikleri halde, yine vekâlet istediler. Bu kez direndik. "Vekâletimizi Karaoğlan'a vereceğiz" dedik. Gelgelelim, bizim eski vekiller "İllâ da biz" diyorlar ve Karaoğlan'ı hükümet kurması için rahat bırakmıyorlar..."

*

Gelen yılbaşı ve bayram kartlarının çoğunda ya Yılmaz Güney'in ya da Karaoğlan'ın fotoğrafları var. Kartalların çoğu da Eylem'le Özlem'e. Muğla'nın Yatağan ilçesinin Eskihisar köyünden Mehmet Kaya, "Özlem ile Eylem sanki bizim de birer parçamız. Onları yazmadığınız an inanın özlüyoruz. Şimdilik sizler bizim Özlem ile Eylem'imizden habersizsiniz ama bütün çalışmalarımız Özlemlere, Eylemlere, ak günler yaratabilmek için" diyor. Eskihisarlı kadınlardan derlediği bir dörtlüğü de yazmış kartına. Şöyle:



Eskihisar'da yetişir

Yeşil bakla,

Allah'ım, Ecevit'i

Nazardan sakla...


Bu gün bayram. Anladığım bayram boyunca da eş-dost görüşmelerinde sorulan aynı soru olacak:

- Yahu, ne oldu hükümet? Ne zaman kurulacak?..

Elbette, sorandan sorana farklı olacak. Bir yandan, hükümet kurulmasın da, Ecevit'in seçimle getirdiklerini iyice yalama edelim, o da bize dönsün diyenler kurnaz kurnaz üzülecekler:

- Yahu, şu hükümet de kurulamadı ki... diyecekler.

- Ecevit'in hükümet kurmasına o kadar itiraz etmeseniz. Hani "azınlık hükümeti kurarlarsa başlarına yıkarım iktidarlarını" da demeseniz... Yanut da, siz kuracaksınız, işte sağ... Kursanız...

Biten, umut olmaktan çıkan Süleyman Bey, kendini pahalıya ödetmek istiyor Türk politikasına. Kolay değil biten, tükenen adamın bunu teslim edip köşesine, müteahhitliğine çekilmesi.

Süleyman Bey'e göre, Ecevit'in kazanması, Karaoğlan filân bunlar birer balondan ibarettir. Şöyle bir yıl geçirebilse, rahat kendini toparlayacaktır. Erken seçim için vakit erkendir.

Bakalım öküzün başı nasıl çıkacak küpten?

(4 Ocak 1974)

KARAOĞLAN'IN PROGRAMI HAZIR, FAKAT...


Anadolu halkı, yer yer Türkçe sözcükleri ne güzel değiştirerek kullanır. Çok sözcük eş-anlamlıdır. Örneğin demek, söylemek aynı zamanda istemek, yakınmak anlamına da gelir. "Akşam seni babana söyleyeceğim" demek. "Senin yaptıklarını anlatacağım, şikâyet edeceğim" demektir.

Bizim ilçede, oldukça varlıklı müftünün köylü yardımcıları da vardı. Müftüye sözgelimi "ağa" derlerdi. "ağa" bir çeşit saygı deyişiydi. Yoksa, ortalığı kasıp kavuran ağa demek değil. Ancak, elinde avucunda hiçbir şey olmayan kişiler için, biraz rahat yaşantısı olan herkes ağadır gerçekte. Kimi yardımına, çiftinin çubuğunun kalkınmasına koşar, yer yer yararlanırlar da. "Ağa" dediğiniz de fazla öfkelendirmeyeceksiniz ha, kızıverir.

Bir gün, böyle zor durumda kalan biri, okumuş ağanın yani müftünün yanına gelir.

- Söyle bakalım ne var?

- Ağa, iznin olursa sana bi eşek demeye geldiydim...

- Ne? Yıkıl karşımdan, kerataya bak...

Neye uğradığını şaşıran köylü, ağanın öfkesi karşısında bocalar ve daha fazla kızdırmamak için de sıvışır oradan.

Sonradan çok düşünmüştüm. Müftü bilmez miydi, deme sözcüğünün isteme anlamına geldiğini. Belki eşeğini vermek istemedi de ondan kızar gibi yaptı.

*

AP'liler, ne kokteyllerde ne ortalıkta görünmüyorlar. Irak elçisinin önceki akşam verdiği kokteylde tek AP'li yoktu. Haydi Genel İdare Kurulu toplantısı vardı, üyeler gelemediler, öbürleri de yoktu. Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ve yüksek rütbeli generaller, kokteyldeydiler. CHP'lilerden Kâmil Kırıkoğlu göze çarpmaktaydı. Sonra tabiî senatörler, Ekrem Acuner, Sami Küçük ve Çinliler. Çinliler bir yolunu bulup, Sancar'la fotoğraf çektirdiler. Keyifliydiler... Hükümetten, Dışişleri Bakanı Bayülken ile Dışişlerinden Kaya Toperi ordaydı. İsveç elçiliği müsteşarı Sune Danielsson, Türkiye'nin sorunları ile ne kadar yakından ilgili...



Her köşede konuşmalar:

- Ne olacak şimdi? Ecevit'e kurduracaklar mı hükümeti?

- Başka da yol yok galiba.

*

Karaoğlan'ın -sessiz sessiz- hükümet programını bile hazırladığını biliyordum. Ta, 15 Ekim günü uzmanlarını toplayıp "tez işler programı" na girişmedi mi? MSP'yle ilk koalisyon denemesi olmayınca, yeni tur için hazırlıklarını yapmaktaydı. Önemli sorunlar var, başa nasıl çıkılacağı da daha belli değil ya, örneğin yurtta başırı sağlayacak genel af, hayat pahalılığı ile savaşa olsun girişme ve haksızlıkların, yolsuzlukların önlenmesi girişimleri...



Belki de hükümet kurma görevi verilir verilmez, ilk hazırlıklardan sonra televizyona, radyolara geçip Türk kamuoyuna gerçek durumun anlatılması gerek. Hatta, neye zam yapılacaksa onların bile önceden açıklanması.

Karaoğlan'ın bu kez de rahat bırakılmayacağını söyleyebilirz. Geçenki denemede, nasıl başlamıştı haberler? Yok, filân yerde toprak işgali. "Biz demedik mi, Ecevit gelir gelmez işgaller başlayacak" haberleri. Bir sendika genel greve gidilmesini önerdi de, Türk-İş hemen bunu desteklemedi mi? Arkasından yumurta fiyatlarının kaça çıktığı sütun sütun açıklanmadı mı?

Bekleyin yine bunları...

Tekelci sermaye çevreleri, Ankara'nın büyük otellerine taşınırlar mı yine?

Süleyman Bey ne yapar? Oturup muhalefette partiye çekidüzen mi verir, yoksa "İktidarlarını başkalarına yıkarım" mı der?

Dalgalarına taş atılanlar, bir ağızdan bağırırlar mı?

- Ne? Yıkıl karşımdan... Kerataya bak...

(10 Ocak 1974)

KASKETLİLER MECLİS'TE...
Meclisin birinci kapısından çıkarken karşılaşıp tanıştık. İstanbul Milletvekili Mimar Mehmet Emin Sungur kasketini geçirdi başına. Yanında Gümüşhane Milletvekili Erol Tuncer. Meclis yakınındaki dolmuş durağına kadar yürüdük. Çıkış kapısında nöbetçi selâm versem mi, vermesem mi diye durdu bir an. Geçtik. O konuşuyordu:

- İstifa edip gitmek geçiyor içimden. İstanbul gecekondularına ne diyeceğim ben? Saat ücretimiz nerdeyse bin lirayı aştı. Hep böyle mi gidecek?

Durun bakalım, diyorum, içimden. Karaoğlan hükümeti kurdu kuracak, boş durmadı AP hükümet sorununu oyalarken.

Süleyman Bey ne düşünüyordur?

- Bana hükümet kurdurmaz mısınız, ben de böyle oyalar, ırgalar bırakıveririm işte. Siz Talû'yu onurlandırmak mı istiyorsunuz, üst üste hükümetler kurdurmak isteyerek? Doğrudan, Talû'ya karşı çıkalım da görün...

Talû başkanlığında hükümet, hem Demirel'in hem AP'nin aleyhineydi zaten. Baştan biliyordu bunu herkes. Sorunu on gün sallamaktan Süleyman Bey ne kaybedecekti ki? Bu kadar yıpratılan hükümet koltuğuna, Bülent bey geçsin de kurulsun artık. Amaç bu muydu gerçekte?

Kulislerde konuşmalar:

- Demirel'in kardeşinin ortağı Hilmi Bey ne demiş?

- Ne demiş?

- Ben haber aldım, demiş. Çankaya, Süleyman Bey'in işi biraz daha geciktirmesi havasındaymış...

Kim nerede, ne iş yapar anlayamam bir türlü, Ancak, birçok işler hükümetler giderken görülür:

- Telefon müracaatını hemen yapın, hükümet değişmeden alırsınız, hükümet değişirse ı-ıh...

Yönetim kurulu üyeliklerine atanan atanana. "Sizi istifa eden hükümet atamış, görevinizden alacağım" deseniz, buyurun çıngarı. Danıştay kapılarına gider mi ki?

Yitirilen zaman, doğru - dürüst hükümet kurulamayışı, barışı geciktirdiği kadar, bakanları, devlet kuruluşlarını da lâçkalaştırdı.

*

Sovyet elçiliğinde verilen kokteylde, Bulgar Basın Ateşesi İvan Yordanov'la, konuşuyoruz. Sordum, karşıdaki Çinlilere bakarak:



- Çinlileri nasıl buluyorsunuz?

- Çinli gibi...

Esprisi olan kişi İvan Yordanov, Bulgarlar gerçekte, çok neşeli, güler yüzlü insanlar. Bulgaristan'a gittim ama, Gobrova'daki "güldürü" törenlerini görmedim. Kuyruğu kesilmiş bir kedi çeker başı törende, bilirsiniz. Geçen yıl bizim sanatçılarımız da oradaydılar, bildiğim.

Kokteyllerde ne konuşulur? Havadan, sudan. Her yerde olduğu gibi, orda da yer yer "Ankara Notları"nı eleştirenler olur. Yordanov da sordu:

- Yazı üslûbunuz dolaşık haylice. Bir ustalık belki.

Diplomat yanında insan diplomat oluyor galiba...

*

Bu ayki dergilerin bir kısmını aldım. "Yeni A" dergisi "işkence özel sayısı" yapmış. İşkenceleri ilk Yeniortam ortaya atmıştı. Sıkıyönetim döneminde. "Yeni Halkçı" izledi sonra onu. Yeni Halkçı, işkenceler konusunu bir kitapta da topladı.



"Yeni A"da, Erdal Öz'ün "Çağdaş işkenceler üzerine notlar"ı, Tuncer Tuğcu'nun, Ergin Atasü'nün, Fikret Otyam'ın yazıları, Ahmet Arif'in ve Ergin Günce'nin şiirleri var. Dolu bir sayı. Ergin Günce'nin "Bir cellâdı tanımak için ilk akla gelen sorular"'ı şöyle:
"Cellâdın arkasında kimler var?

Maaşını hangi kapılardan alır ve para birikimi nedir?


Amerika'da kursu kaçıncılıkla bitirmiş?

Dönerken buzdolubı ve araba getirmiş mi?

Gümrüğünü ödemiş mi bunların?

İşte günün soruları bunlar...

Yoksa bu cellâdın çift ödeneği mi vardır?

niye olmasın, bu bir bütçe oyunu değil midir?

Kızını kolejde mi okutuyor, keman dersi aldırıyor mu?

Oğlu hayırsız mı çıkmıştır, esrar da kullanıyor mu?


İster misiniz karışı kaçmış olsun?

Çok mu dayak yemiştir çocukluğunda?

İşte günün soruları bunlar...
Kaçıncı kuşak, kaçıncı (dan)* Hitlerolojide?

Hımmler'e mi benzer ağzı, alnı Franco'ya mı benzer?

Kaç nutuk ezbere bilir Mussolini'den?

Hayran mı Yunan subaylarına, gazete okur mu?

Yoksa öğretmenin her çeşidine mi düşman?

İşte günün soruları bunlar...


Cellâd olmasa, nasıl kazanırdı ekmeğini?

Uzmanlığı her alanda ve her yerde geçerli mi?

Yoksa aç mı kalır bu işinden atılsa?

Bu yüzden mi çalımı: Büyük bir korkuyu örten?

Bir gece onun da kapısı çalınacak mı?

İşte günün soruları bunlar...

(11 Ocak 1974)

KULİSLERDE NELER VAR?


- Fuat Bayramoğlu, Vehbi Koç'un nesi olur?

- Vehbi Koç'un bacanağının damadıdır.

Parlamento kulislerinde, her konu gündemdedir. Konuşulur. Zaman zaman Çankaya'nın tutumu eleştirilir. Bazı çevrelerin, bu arada Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu'nun Korutürk'ü etkilediği ileri sürülür. Yok neymiş? Fuat Bayramoğlu, CHP-AP koalisyonundan yanaymış, onun için uzun zaman verilmemiş Ecevit'e hükümeti kurma görevi. Bir de, 12 Mart sonrasına benzer hükümetler olsa daha iyi olur mu dermiş? Örneğin Naim Talû'ya hükümet üstüne hükümet kurdurma girişimlerinde, uzaktan da olsa etkisi mi olmuş?

Ben pek tanımam Fuat Bayramoğlu'nu. O, 1946-1950 yılları arasında o zamanki CHP bakanlarının örneğin bir Şükrü Saraçoğlu'nun özel kalem müdürlüğünü yaparken, ortaokul yahut lise sıralarında var, yoktum. O yıllardan birinde, CHP'den aday da olmuş. Ancak, artık CHP kaybetme dönemine girdiğinden, 1950'de galiba CHP ile birlikte kaybedip diplomatlığa dönmüş. Adaylığı da konsolosluğuna rastlarmış...

Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram Veli sülâlesindenmiş. Menderes'in müsteşarlarından Ahmet Salih Korur'un da kayınbiraderi. Rübailer yazar, şair yaradılışlı anlaşılan. Pek çok meziyetleri olan Bayramoğlu'nun belki bir kusuru da vardır. Örneğin, pek vefalı değil miymiş? 1960 İhtilâlinde eniştesi Ahmet Salih Korur, Yassıada'ya gittiğinde -kurulu düzene saygısından mı ne- pek ilgilenmemiş kızkardeşiyle.

Söylentilere göre, CGP'liler de onun kanalıyle Çankaya ile bağ kurarlarmış. Emin Paksüt'le arkadaşlığı neredendir bilmiyorum. Bayramoğlu 1941'lerde Afyon'da savcıymış. Emin Paksüt'le eski Afyon Milletvekillerinden Ali Çetinkaya'nın damadı, oradan mı?

Neyse, kulisleri bir an için bir yana bırakalım. Fuat Bayramoğlu halen, Türkiye'de oldukça önemli bir görevdedir. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteridir. Kulislerde bile olsa böyle söylentilerin çıkmaması için çok titiz davranmak zorundadır. Kendine çekidüzen vermek zorundadır yani.

Benim aklıma Bayramoğlu'nun Sayın Korutürk'ü etkileyecek yapıda bir kişi olmadığı da gelir. Diplomattır ama, öyle yön verici, yahut gelecek için ufuk açıcı bir yeteneği de olduğunu pek sanmam. Ancak, kendisine verilen görevi iyi izleyen bir kişi diyebilirim. Yani, katılmıyorum bu bakımdan kulislerdeki iddialara.

Cumhurbaşkanının bazı konularda yardımcılara ihtiyacı yok mudur? Olmaz olur mu? Belki de bu eksiklikten dolayı, işler zaman zaman sarpa sarabiliyor. Bayramoğlu, şöyle olsun, böyle olmasın istermiş, kime ne? Türkiye'de toplum gelişmesinden haberleri olmayanlar, bir süre sürüklerler işleri. Ancak, olaylar ve gelişmeler öyle düşünenleri geride, çok geride bırakıp yürür, gider.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, öteden beri yıldırımlar çeken bir yer olmuştur. Örneğin 27 Mayıs Devrimi'nden sonra Gürsel'in Genel Sekreteri Nasır Zeytinoğlu, kulislerde adı çok söylenen kişi olarak belleklerde kaldı. Ayrıldıktan sonra unutuldu. Belki şimdi bir bankanın yönetim kurulundadır. Millî Birlikçiler, politikacılar o zamanlar çok kızarlardı Zeytinoğlu'na. Cumhurbaşkanını yanıltıyor, Çankaya ile kendileri arasında bağları kopartıyor diye...

*

Bunca uğraşıdan, çeşitli çevrelerin çabalarından sonra hükümet kurma işi, olayların da gelişmesi sonucu rayına oturuyor gibiydi. Bu da baltalanmak istenmeyecek mi? İstenmiyor mu? Yer yer konuşmalar:



- Kursunlar da görelim. Üç ay dayanamaz. Sonra, Ecevit'e hükümet kurma görevini veren kim?

TRT'dekiler yıllardır ilk kez, "gazetecilik" mi yapmaya başladılar. Haberler de hep bıyık altından gülerek veriliyor gibi...

Askerlerin toplantıları, filân yerde brifingler hep arka arkaya ilginç haberler olarak sıralanıyor.

Gazetelerde haberler.

- Erbakan'ın 38, Ecevit'in 5 dokunulmazlık dosyası var...

- Komisyonları da nasıl bölüşmüşler? Millî Savunma, Adalet Komisyonu Başkanlıklarını MSP almış...

- Bundan ne çıkar?

Ne çıkacak? Komisyon Başkanı isterse, Erbakan'ın dokunulmazlık dosyasını dört yıl getirmez gündeme.

Hiç unutmam, Çetin Altan günlerce AP'den "88 sanıklı iktidar" der de kimse kulak asmazdı. Kimsenin dokunulmazlığı kalkmadı da, sadece Çetin Altan'ın -sabahlara kadar uğraşarak- dokunulmazlığı kaldırıldıydı. Dosyaları Meclis Komisyonlarında yıllarca bekler, kimse aldırmazdı da, 12 Mart sonrasında üç gencin dosyası yanlışlıklar bile yapılarak apartopar komisyonlardan, Meclislerden geçirilivermişti... Anayasa Mahkemesi usulden bozmuştu bunu sonra...

MSP'yi "kapattırma" istekleri de var mıdır? MSP hükümete girmeyi bu endişeden mi çabuklaştırmayı düşünmektedir? TİP kapatılırken, -hatırladığım- hiç bir yerden itiraz sesi gelmemişti. Kapatılan partinin yöneticileri içerdeler şimdi. TİP'in kapatılmasını sağlayan, o zamanki "ortam"dı, estirilen havaydı bildiğim. Şimdi bu hava var mı?

MSP, içindeki çelişkilerin ve şimdiye kadar uyguladığı politikanın gereği, koalisyon masasına zayıf oturuyor. Bu açık. Zayıflığı nedeniyle, oranından fazla sandalye istiyor anladığım. İç çelişkileri sürdüğünden, ben koalisyonun kurulmasından sonra MSP'den bazı istifalar olacağını da tahmin ediyorum. Ancak istifa edenler nereye giderler? AP ile bütünleşmeye mi? Bunların sayısının çok olacağını sanıyorum...

Kulislere, sözün başına geleyim. Soru şu:

- Ecevit'e hükümet kurdurulacak mı, kurdurulmayacak mı? Sorun bunda...

(12 Ocak 1974)


"KİPATIMI OKUYORUM!.."


Bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısıydı. Korutürk başkanlık ediyordu. Üç ay süren hükümet kurma girişimlerinin daha başları. Korutürk, hazırlanan gündeme baktı. ilk madde : "Hükümetin kurulması". Korutürk, şöyle devam etti:

- Hükümetin kurulması ile Cumhurbaşkanı meşguldür. İkinci maddeye geçiyorum:

Kulislerde geçenleri dinlerim de ben, onları değerlendirirken büyük ölçüde süzgeçten geçiririm.

Son günlerin, hatta saatlerin konusu, CHP ile MSP'nin bakanlıklar konusundaki görüşmeleri. Gece-gündüz bunları düşünüyorlar çünkü. Taaa, eskiden beri vardı. Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı MSP'de değil CHP'de kalacak. Bu bakanlıkların MSP'de olmasının doğuracağı kötü etkileri silmek için bu böyle olmalı. Bir kez, yanlış böyle bir yargı. Geçmişi düşünüyorum: 1960 sonrası CHP iktidarının Millî Savunma Bakanı İlhami Sancar'dı. CHP-AP koalisyonunda İçişleri Bakanı Ahmet Topaloğlu. Sonra AP iktidarında, Millî Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, bir ara, CKMP'li Hazım Dağlı. O da sonradan AP'li oldu ya. O zamanlar çıt çıkmadı da, MSP'ye Millî Savunma Bakanlığı düşerse mi çıkacak? Örneğin, bir sosyalist parti koalisyona katılsaydı, hangi bakanlıklar verilecek? Bir Kemal Bağcıoğlu, AP'li olarak komisyon başkanlığı yapabilecek de, koalisyona katılan bir başka partinin adamı örneğin Süleyman Arif Emre yapamaycak? Böyle saçma şey hangi demokraside görülmüş?

Ancak bir gerçeği gözden uzak tutmamak gerek. Hükümeti kurmakla görevlendirilmeyi bekleyen Karaoğlan, dikkatli, titiz davranma zorunu duymuşsa, bunun başlıca nedeni kamuoyunun nabzını elinden bırakmadığındandır. Kamuoyu ve çeşitli çevreler, basın yoluyle, radyolarla bir çeşit hazırlanabilseydi, bazı konuların üstüne daha rahat gidilebilirdi.

Halen hükümette olan bir bakanla konuşuyoruz:

O, hasmı olduğu Ecevit'i bir yerde suçlamak istiyor ya bula bula şu gerekçeyi buluyor:

- Canım, doğru mu yani Bülent'in MSP ile koalisyona gitmesi?

Ancak, aynı MSP hem de "Sağ koalisyon" adı altındaki AP - DP - CGP koalisyonuna katılırsa hiç sorun yaratmıyor.

CHP, AP ile koalisyon yapsın isteniyor, bu belli. Ancak, CHP'nin şimdi MSP ile çıkan pürüzleri AP ile çıkmayacak mıydı sanırsınız? Belli koşullarda anlaşabileceklerini ve hizmet edeceklerini düşünse Ecevit neden AP koalisyonuna yanaşmasın. İsmet Paşa'nın AP ile yaptığı koalisyon sekiz ay sürebilmişti. AP'nin bazı bakanları bile, partilerini bırakıp CHP'de soluğu almışlardı. İsmet Paşa'nın büyüklüğü ile ilgili sözleri, AP'li bakanlardan Ahmet Topaloğlu'ndan dinlediğimi unutmadım. Sonra, İsmet Paşa'nın ne komünistliği kalmıştı ne bir şeyi. Osman Bölükbaşı'yı da tavlamışlar, 1965 bütçesinde alaşağı etmişlerdi Paşa'yı.

Diyeceğim, zor iş elbette koalisyonları kurup, yürütmek. Pazarlıklarında anlaşmak da kolay değil. Ama, üç ay hiç bir partinin bir araya gelemediği Türkiye'de iki parti biraraya gelir gibi olduklarında, tekere taş koymağa kalkmak, kulislerde olmadık sözler çıkarmak, demokrasiye inancın cılızlığının belgesi olur. Başka şey değil.

*

Eylem, büyüdükçe sözcükleri yavaş yavaş daha doğru söylemeye başladı. Artık, "askes" demiyor, asker diyor. Ama kitabın adı hâlâ kipat...



Geçen gün, yeni öğrendiği okul şarkısını söylüyordu:

- Küçük asker, küçük asker, n'apıyorsun bana söyle?

- Kipatımı okuyorum, okuluma gidiyorum...

Annesi düzeltmek istedi:

- Kızım, kitap değil tüfek. "Tüfeğimi asıyorum, ben kışlama dönüyorum" böyle olacak.

- Yoook, anne tüfek değil kipat. Bu asker, kipat okuyor...

Bizim evde de kitaptan başka şey yok. Kitapların arasında büyüyor Eylem de, Özlem'de...

*

Korutürk'ün son önerisi, kafalarda yer yer kuşkular yaratmadı değil. Hele kulislerde, kızıp, köpürenler bile oldu. Dillerde dolaşıyordu:



- Cumhurbaşkanının tutumu da eleştirilmeli artık. Ekmekçi, basın olarak ilk puanı verdiniz, yanılttınız bizi.

Benim asıl korkum, ikide bir demeçlerle, normal çözüm yolları dışında çözüm önerileri çoğaldıkça bunların etkilerini gitgide daha çok yitirmeleri, artık alışılır hale gelmeleridir. Süleyman Bey de dayanamayıp sert biçimde eleştirdi okumadınız mı?

Her şeye karşın, normal demokratik çözüm yollarının ortadan kalkmadığına inanmak gerek. Korutürk de, önceki günkü konuşmasının en sonunda bunları söylüyor aslında.

Korutürk'ün liderlerle görüşmesi sırasında söylediği bir sözü unutmuyorum:

- Orduya dedim ki, Parlamento her güçlüğü çözer...

(13 Ocak 1974)

DIŞARIDAKİ GENÇLİK!
Adam önce tabancasını kılıfıyle birlikte belinden çıkardı. Masanın üstüne koydu. Sonra, tabancanın şarjörünü çıkardı, gürültülü bir şakırtı duyuldu bu sırada. Çevresindekileri süzdü. Sonra, ceketini de çıkararak kısa bir süre barfiks yaptı. Yorulunca da, önce şarjörü tabancaya yerleştirdi. Beline taktı. Ceketini giyip, çıktı gitti...

Olay, bir akşamüstü Cebeci'de Hukuk Fakültesi'nin arkasındaki Cebeci Öğrenci Yurdu'nda geçiyordu. Barfiks yapmağa meraklı adam, bir polis memurundan başkası değildi. Öğrenciler, yurda gelip barfiks yapan polis memurunu kaçamak gözlerle seyrettiler bir ara...

12 Mart'tan sonra kapatılmayan yurtların arasındaydı Cebeci Yurdu. Hoş, burayı da SBF Yurdu gibi kapattırmak için komandolarca kantin kavgaları çıkarılmaya çalışılmamış değildi. "Yurtta tamirat var" denilerek, öğrenciler bir ara "Site Yurdu"na yollanmak, orada ezdirilmek istenmemiş miydi? 12 Mart'tan sonra yurt kapatılmamıştı ama, tüm öğrencileri denetleyebilecek kadar sivil polis rahatça barınıyordu yurtta. 12 Mart'tan hemen sonra, şimdi erkek öğrencilerin banyo yeri olan yerde sivil polisler yatırılırdı.

14 Ekim seçimlerinden sonra hava biraz değişir gibi oluyordu. Fakat, nedense kitaba karşı 12 Mart döneminin düşmanlığı eksilmedi bir türlü. Bir hafta kadar önceydi, yurdun okuma salonuna birkaç sivil adam geldi. Ellerinde ölçü âletleri, salonun enini, boyunu ölçerken, okuma masalarına -nedense- dikkatle göz atıyorlardı. Bunlar, öğrencilerin yakından bildikleri sivil polislerden başkası mıydı? Salonun neden ölçülüp biçildiğini yurt yöneticileri de bilmiyorlar, sorulara karşılık veremiyorlardı.

21 Ocak günü, yurda sivil polisler geldi. Belki polis de değillerdi, kimse kimlik sormuyordu ki... Yurda girmek, hele öğrencilerin odalarına çıkmak yasaktı. Fakat bunlar, yurt ilgilileriyle birlikte yurdu aramağa başladılar. Ellerinde "arama emri" var mıydı? Bütün yurt aranmıyor da, gelişigüzel girilen odalar aranıyordu. Hiç bir şey yazmadan, tutanak da tutmadan bazı kitapları alıp götürdüler. Götürülen kitaplar arasında Nâzım Hikmet'in "Seçmeler", Çetin Altan'ın "Büyük Gözaltı", Erol Toy'un "İmparator", Fakir Baykurt'un birkaç kitabı da vardı. Pek meraklı olup da, bunun nedenini soran öğrencilere, yurt müdürü, "Fazla merak sizin başınızı yer" demekle yetindi.

*

Konya'da Selçuk Eğitim Enstitüsü'nde, öğrenciler üstüne baskı arttıkça artıyordu. Yeniortam'dan sonra Cumhuriyet okuyanlar da dövülüyor, baskı altında tutuluyorlardı. Öğretmenler de, fırsat bu fırsat deyip, okuyan öğrencileri sindirme yolları arıyorlardı. Matematik dersinde öğretmen şöyle demişti:



- Bazı arkadaşlarınız, saçlarını uzatarak annelerine benzemek istiyorlar...

Öğretmen bunu deyince, çoğunun aklından şu karşılık geçiyordu:

- Biz, çilekeş, elleri nasırlı, vatanı için evlât yetiştiren Anadolu anasına benzeyebiliriz. Kendimizi mutlu sayarız. Bunun dışında özgürlük nedir bilmeyen, ama "milliyetçi" geçinen kişileri kendimize örnek kişi olarak seçmek istemiyoruz...

Yine matematik dersinde tahta silen öğrenciye şöyle demişti öğretmen:


Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin