İKİNCİ baski



Yüklə 1,91 Mb.
səhifə2/40
tarix25.11.2017
ölçüsü1,91 Mb.
#32827
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40

Bazıları evlidir, çocukları vardır. Küçük bebeler... Hayâl gücümü çalıştırıyorum: Bebeler, analarını nasıl görürler tutukevlerinde? Herhalde, demir parmaklıklar arkasından görüyorlardır. Dört yaşında bir çocuk düşünün, annesinin kucağına oturamıyor, demir parmaklıktan seyrediyor onu. Elini tutamıyor, sıcaklığını duyamıyor. Bu eskiden olmuş bir kez. Kadın tutuklular, o zaman Başbakan olan Nihat Erim'e, Milli Savunma Bakanı olan Ferit Melen'e telgraflar yağdırmışlar: "Görüşme günlerinde bebeklerimizi kucağımıza alalım" diye rica etmişler. Hiç bir yasa, ananın çocuğunu kucağına almasını yasaklamamıştır. Hiç bir din, böyle ceza vermemiştir. Analar, çocuklarını bağrına basamıyorsa, ben o bayrama bayram demem.

(7 Kasım 1972)


YORUMSUZ...


Kortej, Anıtkabir'e doğru Aslanlı Yolda ilerliyordu. Parti temsilcileri sırasında yürüyen Bülent Ecevit'le Şinasi Osma, bir ara yan yana geldiler. Ecevit, sordu:

- AP'nin yetkili kurulları ne zaman toplanıyor?

- Kesin belli değil, önümüzdeki hafta toplanır herhalde.

Ecevit'in soruyu birkaç kez sormasına Osma hayret etti. AP yetkili kurullarının toplanması bu kadar önemliydi demek...

*

AP'nin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in kafasını kurcalayan bir mesele vardı. Son zamanlarda rastladığına açtı bu meseleyi. Neredeyse, aklına gelene kendi de şaşıyor, bir yandan "Neden olmasın?" diyordu. Çağlayangil'in kafasını kurcalayan CHP'nin hükümette çekilmesi değildi. CHP'nin çekilmesinden sonra olacaklardı. Çağlayangil'in sesli düşündüğünü kabul edersek, şöyle diyordu kendi kendine:



- AP ilk kez olarak, CHP'siz bir anayasa değişikliği yapacak.

*

Başbakan Melen'in, siyasi partilerin yetkili kurullarının verecekleri cevapları beklemekten başka dertleri de var. Bülent Ecevit'in kayınbabasının cenaze töreninde, yanına düşen YTP Genel Başkanı Nihat Doğan'la ayak üstü dertleşti. Konu, THY'na alınacak uçaklar meselesi. Melen, Doğan'a, bazı uçak firmaları adına hareket edenlerin kendisine tehdit yollu önerilerde bile bulunduklarını söyledi. Başbakanı tehdit ha... Böyle bir haber akşam gazetelerinde sürmanşet olur. Kulağı delik, dikkatli gazeteciler, duydukları ile yetindiler. Bakalım, uçak meselesinin sonu nereye varacak? Başbakan Melen, tehditlere pabuç bırakıcılardan değil anlaşılan, duyulduğuna göre, şöyle demiş:



- Ben, konuyu heyete havale ettim. Gerisine karışmıyorum...

*

CHP'den istifaların başlıca nedeni: "Mer'a kavgası"ymış. Parlamenterlerin, seçim bölgelerinde birbirleriyle savaşlarının adı bu "Mer'a kavgası". Örneğin, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Üstündağ yanında, seçim şansı kalmamış. Sadi Koçaş'ın Onur Kurulu Başkanı Orhan Okay da seçimlerde başlıca çengel. Bursa'da Sadrettin Çanga, İbrahim Öktem karşısında zaten güç durumdaydı deniyor. Manisa'da Mustafa Ok ile Veli Bakırlı yanında, Muammer Erten, "Ecevit'e ters düşmüş olarak" şansını yitirmek üzereymiş zaten.



Mer'a kavgası çok önceden başlamıştı aslında. Mer'a kavgası yüzünden, bazılarına yazık olmuştu bile. Örneğin bir Muallâ Akarca, "Ben ortanın solundayım" diye diye gitti, MGP'ye.

İstifalar, belki daha da artabilirdi. Artabilir de. Ecevit'in bazılarına telefonla, "Ayrılmayın" dediği de söyleniyor. Bu, liderin görevi de ayrıca. Daha önceden yapılması gerekliydi. Böyle diyenler var...

*

Tabii Senatör Ahmet Yıldız'a sordum:



- Anıtkabir'de yoktunuz, neden?

- Yüzüm yoktu, gitmedim.

(12 Kasım 1972)

"ŞİMŞEKLER ÇAKARAK,

DAĞLARIN ARASINDAN..."
- 19.45 uçağı, zamanında kalkıyor mu efendim?

THY'nin güzel memuresi, cevap vermedi. Şöyle bir baktı. Bilet için kuyrukta bekleyen bir yolcu, memurenin yerine cevap verdi:

- THY'nin bir uçağı zamanında kalktı, o da Sofya'ya kaçırıldı...

Memure, ona da bir şöyle baktı, yine karşılık vermedi.

Yolcu çok şakacı biriydi anlaşılan.

Amma, dediği çıktı. Saat 19.45 olunca, bir anons: "Lütfen dikkat, TK-152 İstanbul-Ankara seferini yapacak Türk Hava Yolları uçağı, tarifeli uçağın alanımıza geç gelişi yüzünden tahminen 45 dakika geç kalkacaktır..."

Yolcu bu sefer, THY memuresine baktı. İkisi de birşey demediler. Çaresiz bekleyecektik.

Bir yanda, ellerinde sten tabancalarla polis memurları, yolcuların valizlerini gözden geçiriyorlardı.

Başında kasketi, düzgün giyileri ile bir yolcu, valizini açmaya niyetli değil gibi:

- Benim valizimi polisler kontrol etti, dedi.

- Hangi polisler?

- Alman polisleri... Frankfurt'ta.

- Sen aç bakalım...

Yolcu, "Allah, Allah" dedi. Valizi açtı. Viski şişeleri, nivea kremleri döküldü ortalığa. Oyuncaklar, kadın çamaşırları -ucuz cinsinden- her şey ayan beyan oldu. Almanya'dan noel tatili geçirmeye gelen işçi: "Almanya'da gümrüten de geçti" diye yutkundu. Polis: "Kardeşim, ben çantanda neler var, diye aramıyorum. Aradığım başka benim..."

İşçi, "anladım, siz silâh arıyorsunuz..." gibilerden güldü. "O da yok, çocuklara birşeyler getirdim" dedi. Boyuna "gümrükten de geçti canım" diye ekliyordu. Aram devam ediyordu. İğneden ipliğe kadar.

- Canım, ona ne bakıyorsunuz, bozuk para çantasında da bomba olmaz ya.

- Çok konuşuyorsun be kardeşim, bekle azıcık...

Parasız olduğu için hep seyrediyoruz.

Ordan da geçtik. Daha uçağa yarım saat var, yeni anonsa göre. Bari gidip bir bira içmeli... Duruşma Bürosu boyuna, "Güreş Federasyonu Başkanı Bay Vehbi Emre, lütfen danışmaya" diye sesleniyor mikrofondan. Halbuki, Güreş Federasyonu Başkanı mı Vehbi Emre. Danışmacı öyle biliyor demek. Bildiğini de söyleyecek.

TK-802 sefer sayılı Antalya seferi de tahminen yarım saat gecikecek. Bunları ezberliyoruz artık havaalanında. İzmir seferinen sonra, bizim uçak bir daha ertelendi. Artık gececiyiz demektir.

THY, bu günlere gelene kadar nelerden geçti? Şimdiki duruma bakıp yine de şükretmek gerek.

Bundan 20 yıl kadar önceydi. Bir geceyi, Yeşilköy Havaalanı'nın kulesinde heyecandan nefesim tutularak nasıl geçirdiğimi ben bilirim. İzmir'den Yeşilköy'e beklenen bir DC-3 uçağından haber yoktu. Kule kontrolörü her yeri aradı. Uçağa seslendi, öbür uçaklara haber verdi, yok, yok... Uçak kayıptı.

Bir süre sonra, uçaktan bir ses geldi. Pilotun, yorgun ve boğuk sesi. Uçağın bulunduğuna hepimiz sevinmiştik. Ancak, kule kontrolörü, pilota neden böyle kaybolduğunu sormak istiyordu. Anlaşıldığına göre, uçak normal geliş yolunu izlememiş, geliş yolundaki varış noktalarını da Yeşilköy kulesine rapor etmemişti. Uçak indi, pilot kuleye çıktı. Kontrolör sordu:

- Sizi kaybettik, neredeydiniz?

- Kestirme olsun diye Kapıdağı'ndan dağların arasından geldim.

- Fakat sizin gece için aletleriniz yok. Görerek uçmanız gerek. Hava karışık ve bulutluydu...

- Biliyorum. Dağların arasından geçerken, şimşeklerin çakmasından yararlandım. Şimşek çakınca, karşıma dağ geldiğini farkediyor, rotamı çeviriyordum. Şimşekler çakınca,dağların arasından yolu buldum. Kestirmeden geldim...

- Amma bu tehlikeli. Yolcu taşıyorsunuz. Kendinize de yazık.

- Ne yapalım kardeşim? 24 saattir uçuyorum, bir dakika uyumadım. Haydi Diyarbakır'a, oradan Ankara'ya, oradan İstanbul'a, haydi yeniden Diyarbakır'a, dönüşte İzmir'e. Biz de insanız.

Pilotun haline bakıp acıdım. Giysileri, yağdan pastan şoför yardımcılarına dönmüştü.

O günlere bakarak, THY'nin durumu şimdi yine de iyi.

Bir anons bir erteleme daha. Sonunda geldi bizim bineceğimiz uçak.

Bir denetleme daha. Uçağa binerken, güler yüzle karşılayan hostese sormadan edemedim:

- Nerede kaldınız hanımefendi, gözlerimiz yollarda kaldı?

Güzel hostesin cevabı:

- Ankara'ya inerken, kanatlardan birinin çivisi çıktı. O onarıldı.

"Aman" dedim içimden, "her şey olsun, geç de kalalım, ziyanı yok. Fakat çivisi çıkmasın..."

(27 Aralık 1972)


VIZ GELİR, TIRIS GİDER...


Bakanlığın üst katlarında, ülkeye yıllarca emeği geçmiş bir devlet memuru. Bir gün "küt" diye görevinden alınır. Göreve 12 Marttan sonra getirilmiş, reformlardan bir bölümün gerçekleştirilmesi için kolları sıvamıştı. Esen bir rüzgâr, yüksek dereceli memuru yerinden etti. Şimdi bakanlıkta "müşavir"dir. Görevinden alındığını duyan arkadaşları, bir yandan teselli ederken bir yandan da öğüt verdiler:

- Aman konuşma, sus... Bu ortam da geçer elbet. Bu partizanca düşüncelerin hesabı bir gün sorulur.

Yüksek dereceli memur, görevinden alındığına mı yansın, ağzına vurduğu kilite mi?

- Gerçekler açıklığa çıkar bir gün ama şimdi değil.

Bu yüksek dereceli memuru görevinden alan, partilerüstü hükümetin sayın bakanı da memnundur ama? Haksızlık ediyorsunuz, kimse "gık" demiyor. Nasıl olsa buluyorsunuz bir kulp. Bir bakıma bakan olmak fena da değlimiş hani?

Bir başkası, sıkıyönetim mahkemelerinden beraat kararı almıştır, görevinden de alınmıştır Bakanlar Kurulu kararıyle. Gazetecisiniz, sorarsınız bir gün:

- Danıştay'a başvuracak mısınız? Uğradığınız haksızlığı düzelttirmek için?

- Bakalım, düşünüyorum.

Hakkını arayıp, aramama konusunda düşünüyor o da.

Bir başkaları, serbest bırakılmışlardır. Dönecek, okulunda çocuklarının başına, ders okutacak. Resmi bir yazı da yok:

- Milli Eğitim Müdürlüğü'nden müfettiş gelecek galiba. Hakkınızda bakanlık soruşturması açılacak. Bir süre sınıfa girmeyin olur mu?

O da oluyor. Evine gidiyor öğretmen, olağanmış gibi işlem.

Bakanlıkta daha "kıyım" devam edecek ya, Meclis Bütçe Komisyonu'nda bakanlığın bütçesi var. Gazetelerde haber ne çıkar, kimbilir belki eleştirilerle karşılaşır komisyonda sayın bakan. Orayı da düşünmeli, o da idare ister efendim.

Hele komisyondan bütçe bir geçsin, kalan "ayıklama"yı, ondan sonra yaparsınız. Durduramazsınız "kıyım"ı, çekemezsiniz, gelip geçen olayların altına çizgi. Bu ülkenin insanları, bir daha lâzım olmayacak topluma. Kıy ha. Ez ha.

Hemen söylemeliyim, gazeteci olarak "baskı" altında olduğumu söyleyemem. Baskı altında olanlar, ezilenler var. Onların, partizanlıkların kurbanı edilmek istenenlerin haklarını ararken, baskılarla da karşılaşırsınız, ne olacak? Dikkatli yazarsınız, suç işlememeye çalışırsınız. Kaleminizi kâğıda dokundurur, çekersiniz. Ama, gazetecilik bir futbolcu santrfor hızı ve yargıç adaleti ister. Bunun ikisini de gerçekleştireceksiniz. Adaletin tökezlediği yerde siz olacaksınız.

- Ama, Ferit Bey kızarsa?

- Fakat, Süleyman Bey ne der?

Ne derse desin, vız gelir tırıs gider...

(29 Aralık 1972)
EV SAHİBİ ASKERLERLE

KONUK POLİTİKACILAR


Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler, yemekten önceki kokteyl sırasında, masanın yanındaki sandalyeye rahat bir biçimde oturmuştu. Çevresinde, AP'nin hemen hemen ileri gelenleri vardı. AP'nin bütçe komisyonu üyelerinden İsmet Angı, Vedat Ali Özkan, Nuri Bayar, Cihat Bilgehan, Sadık Tekin Müftüoğlu ve Seyfi Öztürk, Genelkurmay Başkanı ile konuşuyorlar, konuşmalar bazan gittikçe hızlanıyordu. AP'liler neler söylüyorlardı? Genelkurmay Başkanı ne diyordu? Doğrusu, uzaktan pek anlaşılamıyordu.

Genelkurmay Başkanı Gürler ile AP'li Seyfi Öztürk'ün önce hararetli bir biçimde ikili konuştukları dikkati çekti. Acaba bu konuşma, Öztürk'ün Bütçe Karma Komisyonunda yaptığı konuşma ile mi ilgiliydi? Olabilir...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler'in, AP'lilere Madencilik Tasarısı'nın, hükümetten geldiği biçimde geçmesinin yararlarından söz ettiği akla gelebilirdi. Belki de konuşmalar bununla ilgili bile değildi.

Ancak, AP Genel Başkan yardımcılarından İsmail Hakkı Tekinel, kokteylden bir gün sonra, meclis kulisinde arkadaşlarına:

- Biz, hükümet tasarısına oy vereceğiz... diyordu.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Nuri Kodamanoğlu:

- Hükümet tasarısı, meclisten geçmezse istifa ederim... diyebiliyordu.

Kokteyl de, yemek de, salı akşamı orduevinde verildi. Burada evsahibi askerler, konuklarsa politikacılardı. Milli Savunma Bütçesi, Bütçe - Plan Karma Komisyonu'ndan geçtiği gün, her yıl olduğu gibi, Milli Savunma Bakanı, bu yıl da, komisyon üyelerine orduevinde bir yemek verdi.

Yemek öncesi kokteylde, Genelkurmay Başkanının yanına, AP'lilerden başka politikacılar hemen hemen yaklaşamadılar denebilir. AP'lilerin bir "hava" alma, ne olup bittiğini öğrenme ihtiyacında oldukları anlaşılıyordu. Kokteylden sonra yemek salonuna geçilirken, AP'liler yine Genelkurmay Başkanı ile birlikte salona geçtiler.

- Kuyucu Murat Paşa ne yapıyor?

- ................................

CHP'li üyeler de, kokteylde bir köşede, "omuzları kalabalık", yüksek rütbeli askerlerle konuşmaktaydılar. Askerlerden kimler vardı? Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı Orgeneral Eşref Akıncı, Genelkurmay İkinci Başkanı Turgut Sunalp, Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral İrfan Özaydınlı bir köşede, bütçe komisyonu üyeleriyle konuşurken, bir başka köşede Hava Kuvvetleri Komutanı Batur, Deniz Kuvvetleri Komutanı Kayacan, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Ersun, Yüksek Askeri Şûra üyeleri, karşılarındaki sivil komisyon üyelerine birşeyler anlatıyorlardı.

Askerler, eski DP'lilerin siyasi haklarının geri verilmesi ile ilgili çabalara karşı serttiler. Fakat evsahibi olarak, komisyon üyesi politikacılara son derece nazik olduklarını belirtmek gerek. Kokteylde ve yemekte, o kadar asker ve sivilin arasında tek kadın vardı. "Bağımsız Halkçılar"dan, Nermin Neftçi. Bütçe Komisyonu üyesi olarak, yemeğe çağrıldı. CHP'li komisyon üyelerinden Mustafa Ok, Ahmet Şener, Kemal Önder, Salih Tanyeri de oradaydılar.

- Bu hükümetin istifa etmesi lâzım...

Bunu söyleyen, CHP'li üyelerden biriydi. Bu sözü dinleyen asker evsahibi, dinliyor, kendi düşüncesini belli etmiyor görünüyordu, "Reformların sulandırılmaması" konusu da sık sık geçen sözler arasındadaydı.

Konuşmalar, o kadar hararetli ve -herhalde- tatlıydı ki, bazı üyeler, kokteylden yemek salonuna yapılan çağrıyı duymamışlar, konuşmaya devam etmişlerdi.

Büfede, herkes yemeğini tabağına kendi aldı, bir kenara çekilip hem sohbet etti, hem yedi. Büfe de zengindi doğrusu...

Son sıralarda Milletvekilliğinden istifa eden edene. Talât Orhan istifa etti, arkasından geri aldı. Kodamanoğlu -herhalde bakanlıktan- istifa edeceğini söyledi. Önceki gün de Bütçe-Plân Karma Komisyonunda konuşan AP'li Ahmet Buldanlı, Muğla Valisinden yakındı. Bakan Ferit Kubat'a "açın telsizinizi, valiyi Muğla'da arayın. Yerinde bulursanız Milletvekilliğinden istifa etmeye hazırım" dedi. AP'nin Muğla Milletvekili Ahmet Buldanlı'nın, Muğla Valisi'nden ne istediğini doğrusu kimse pek anlayamadı. Buldanlı'nın konuşmasından, 16 yıl jandarma komutanlığı yaptığını öğrendik. Yaşar Kemal'e neden pasaport verilmediğini soran Hayrettin Uysal'a, adını anmadan karşılık verdi. Değil Yaşar Kemal, Bertrand Russel da olsa, sakıncası varsa pasaport verilmeyebilirdi. Buldanlı, Bertand Russel adını "Berkant Rasil" diye söyledi. Yaşar Kemal diyeceğine Esat Kemal deyince, gülüşmeler oldu. "Yaşar Kemal" diye fısıldadı üyelerden biri.

İçişleri Bakanı Ferit Kubat, eleştirileri dinlerken, hemen hiç renk vermiyordu. Biliyordu vereceği cevapları. Örneğin Yaşar Kemal'e kim diyordu, pasaport verilmedi diye? Gerekli soruşturma yapılmış, salı akşamı İstanbul'a "pasaportunu verin" diye talimat verilmişti. Biraz geç olmuştu ya, mesele basına dökülüp, kamuoyuna yansıyınca, daha fazla geciktirilmezdi zaten. Öbür verilmeyen pasaportlar ne olacak? Bakalım, elbet onlara da sıra gelirdi...

(22 Aralık 1972)

HALK SİYASAL HAYATA SUSADI...
Bütçe - Plân Karma Komisyonu'nda yapılan konuşmalar, yer yer gerçekten seviye kazanıyor. Tabii Senatör Ahmet Yıldız'ın konuşması, yine Milli Savunma Komisyonunda AP'li Nuri Bayar'ın söyledikleri ilgi çekiciydi. Nuri Bayar'ın söylediklerini yıllar önce, milletvekili olduğu yıllarda Çetin Altan yazdığı zaman, "vayyy, neler de söylüyor?" diye başta AP'liler çullanırlardı. Nuri Bayar, "Türkiye'de her çeşit parti kurulsun, herkes serbestçe görüşünü savunabilsin" derken, AP'nin çatısındaki bir düşünce değişikliğini mi belirtmek istiyordu acaba? Düşünce özgürlüğü açısından AP'nin tabanı ile CHP'nin tabanı arasında gerçekte büyük ayrılık da yoktur. AP'li seçmen de, CHP'li seçmen de ilçesinde, köyünde kardeşçe çalışır, yaşar. Onları birbirlerine düşmanmışlar gibi gösterme, birinci, ikinci katlarda başlar. Bütçe komisyonu tartışmalarından anlaşılıyor ki, çatıda da demek; özgürlük ve demokrasi anlayışında yakınlaşma var. Bunun en çok, tabandaki halkı sevindireceğine ve etkileyeceğine şüphe yok.

1965'den sonra, TİP'li milletvekilleri Torosların tepelerine, dağ köylerine geziye gittiklerinde, çoğu zaman onları da kendi seçmenlerini bulana kadar ya CHP'liler ya da AP'liler ağırlarlardı. TİP'liler, o zamanlar en ağır hücumları, kendilerine "keskin devrimci" diyenlerden görmüşlerdir.

Seçim propagandaları sırasında, seçilen alanı dolduranlara bakarak, orada kimin kazanacağını tahmin etmek çok zordu. Bir hafta önceki pazar, aynı alanı aynı büyüklükte bir başka partinin dinleyicileri doldurur, konuşmacıları dinlerdi. Rakip partilerin ileri gelenleri ise, alanın biraz uzağındaki belediye balkonuna yerleşirler, kendilerine yöneltilen hücumları oradan izlerler. Kasaba politikacısı dedikleri tiplerde bile, eğer çok çok çıkarı yoksa, konuşmaları sabırla izleyenlere rastlanırdı. Türk demokrasisi, Meclis Başkanının deyimiyle "tatil"lere uğradıysa, daha fazla sabırlı olunamadığından uğramıştı.

Şimdi görülen odur ki, AP'lilerin de, CHP'lilerin de, öbür partilerin de ayakları suya ermiş, demokrasiyi kesintisiz yürütmek için herhalde yeni denemeler kazanmışlardır.

CHP'nin Ankara'da bir süre önce düzenlediği, "eğlence" adı verilen siyasi toplantı, CHP'nin güçlendiği izleniminden çok daha önce, halkın siyasi hayata nasıl susadığının açık belirtisiydi. Ecevit'in, bir iki gün içinde başlayacak Zonguldak-Düzce gezisi, bu açıdan önem taşıyor.

İki gün önce, Yeniortam'da "CHP Örgütüne" öneride bulunan bir okur mektubunu okuyup okumadığını Bülent Ecevit'e sordum. İlginç bulacağını söyledim. Okuyacağını söyledi. İskenderunlu işçiler "Atatürk'ün partisini korkaklar ve çıkarcılar değil, binler, yüzbinler, işçiler, bizlerin anası-babası, akrabası olan köylüler yaşatacağız" diyorlardı. Bu mektup da, demokratik siyasi hayata susamışlığın çığlığıydı...

(23 Aralık 1972)

EĞİTİM KOMİSYONU...


Eğitim Komisyonu'nun Başkanı Mehmet Yardımcı ne kadar da ürkek yapılıdır. Ceylân gibi, sürmeli gözleri var. Biraz dik baksanız, bırakıp kaçacak... Kendisini kokteyllerden tanıyanlar, "Aaaa, ne sempatik adam" derler, doğrudur. Kibardır. Özellikle bayanlara karşı çok incedir.

Yardımcı, bu inceliği ve alçak gönüllülüğü, başkanı olduğu Eğitim Komisyonu'nda da sürdürür. O kadar tartışmalı, gürültülü geçen toplantıları yönetir, sıra oylamaya geldi mi, sorar:

- Kabul edenler?

- Etmiyenler?

- Sayın Başkan, siz oy kullanmıyormusunuz?

Hayır, o oyunu kullanmamayı daha uygun bulur nedense. Fazla gürültülü, oylamaların nedeni olmaz bir zaman. Eğitim Komisyonu kaç kişidir? En az 10 kişi vardır. Ancak katılanların çoğunluğu ile alınacak değil mi karar? Çoğu zaman, 3-2 alınır kararlar. Tabii sayın Başkan, "çekimser"dir.

Böyle bir karar, komisyonun geçen günkü toplantılarından birinde alındı. Üniversite Reform Tasarısına şöyle bir hüküm konmak istenmişti. "Anarşik olaylara adları karışnlar, asistan olamazlar"! Hoppalaaaa... Peki, adam mahkemeden beraat kararı almışsa ne olacak? Olsun, vaktiyle adı karışmış mı karışmamış mı, ona bakılacak, adı geçmişse, o genç, asistan olmayacak üniversiteerde. Neyse, önerge oylanacak, Başkan Mehmet Yardımcı oyladı:

- Kabul edenler?

- Etmeyenler?

- Kabul edilmiştir efendim...

- Sayın Başkan, siz oyunuzu kullanmadınız...

- .................................

Adları anarşik olaylarda geçmiş olanların asistan olmamaları, komisyondan böylece 3-2 geçti.

Mehmet Yardımcı, eski DP bakanlarından Celâl Yardımcı'nın kardeşidir. Celâl Yardımcı da eğitim işlerine baktı bir zamanlar. Kimbilir, Mehmet Yardımcı belki de, kardeşi gibi öyle Yassıada'lara filân gitmeye niyetli değildir. Güzel gözlerindeki ürkekliğin nedeni belki de budur.

Türkiye'de hafif bir dalgalanma mı var, sayın Yardımcı'yı arayanlar, ya uçakta görürler, ya da vapurda. Bir gazeteci arkadaşım, 12 Mart arefesinde mi ne, Paris'te Yardımcı'yı nasıl gördüğünü anlatırken, insan zor tutuyor kendini. Ortalık düzelince, geliyor yeniden. Fransızcası da -biraz doğuya çalsa da- iyidir herhalde. Arada bir pasaportun yerinde olup olmayacağını yoklayacaksın, o kadar...

Yassıada'da eski DP'li milletvekillerinden bir Halis Öztürk vardı. Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol soruyordu:

- Siz Anayasayı ihlâl etmişsiniz?

- Ben Anayasayı nasıl ihlâl etmişem? Vallah etmemişem...

- Şu, şu, şu kanunlara parmak kaldırmışsın?

- Ben Ağrı'da devletin o kadar candarmasının canına kıymışam, devlet benden bunun hesabını sormamış. Bir parmak kaldırdım diye bunun hesabını soracak? Keserim o parmağı...

Dedim ya, bilmiyoruz, 1960'dan beri parlamenterlerin oy kullanırlarken, neden bu kadar dikkatli olduklarını...

*

Eğitim Komisyonu'nun bir de "Hoca" dedikleri, kendilerine -din adamı süsü veren- üyeleri var. Mevlüt Yılmaz, Mustafa Maden -bu adı hatırlayın- ve daha başkaları. Komisyon, Milli Eğitim Komisyonu değil de sanki, Diyanet İşleri ile ilgili bir komisyon. Komisyon toplantıları gizli ya, neler konuşuluyor içerde neler?



Geçenlerde, üyelerden birini gördüm, sordum:

- Ne oluyor Komisyonda, haber alamıyoruz?..

- Sana birşey söyleyeyim mi? Gönlüm istemiyor, Komisyona gitmeyi...

Komisyon neden böyle kurulmuştur? "Hacı", "Hoca" diye anılanlar Milli Eğitim Komisyonunun üyesi olmuşlardır. Bana sorarsanız, bunun başlıca sorumlusu, bu üyeleri, aday diye gösteren parti yöneticilerinin, başta Süleyman beyin tutumunda aranmalıdır. Atatürk'ün 1973 Türkiye'sinde, Eğitim Komisyonu? Hacılar, hocalar ve tartışmaların niteliği? Hey gidi hey...

(7 Ocak 1973)

ÖĞRETMENLER ANKARA'YA GELİRKEN...


Bu hafta sonunda TÖB-DER'in olağanüstü kurultayı var. 4 Şubat'ta, öğretmenlerin temsilcileri Ankara'da toplanacaklar.

Öğretmenler, "kıyım"ın en ağırları ile karşılaştılar, şu geçtiğimiz dönemde. Bazı bazı işi espriye vurup, "öğretmene kıyan da bir öğretmen elinden çıkmadı mı?" diyeceğim geliyor. Acının, ıstırabın espriye gelir yanı, insan bütün umutlarını yitirdiği zaman vardır. İşkencelerden kıvranan kişi de bir an gelir kahkalar atmağa başlar.

Kim yapıyor öğretmene baskıyı? Dediğim gibi, kuşkusuz bir veya birçok öğretmen elinden çıkmış kişiler. Ancak unutmuşlar öğretmenin değerini, önemini.

Birini anlattılar: Zaten daha önce de önemli kişiydi, büyüdü, büyüdü, Bakan oldu. O gece karısına döndü:

- Eeee, hanım Bakan da olduk bak, dedi...

Dünyada, hele Türkiye'de makam diye, mansıp diye, rütbe diye ne var ki, fazla onun ilerisinde. Bakan da oldun mu tamam işte...

Türkiye'de Cumhuriyet'ten bu yana kaç bakan gelip geçti, sayabilir misiniz? Ben sayamam, birkaçını anabilirim o kadar. Bir Hasan Ali Yücel, Mustafa Necati -bunlar iyileri- daha daha Reşat Şemsettin Sirer, Tahsin Banguoğlu, Sabahattin Özbek, o da en sonuncusu. Okullarda olsaydım, belki resimlerini de görürdüm bazılarının. Ancak, Hasan Ali Yücel'in resmini de, adını da kazımışlardır kitaplardan.

Öğretmenlere "kıyım" en çok, Sabahattin Özbek zamanında mı yapıldı? Bir araştırma ortaya çıkarır gerçeği bir gün. Ancak, Özbek'in öğretmene sahip çıkmadığını rahatça söyleyebiliriz örneklerine bakıp.

Papa, ne demiş eskilerde:

- Siz hepsini öldürün, Tanrı içlerinden iyileri ayırır...

Bakanlığa, 141-142'nin söylentisi mi geldi:

- Siz bakanlık emrine alın, danıştay iyisini, kötüsünü ayırır.

Eeee, bir dakika lütfen... Bakanlık emrine almalara, yürütmeyi durdurma isteklerine Danıştay'ın 5'nci Dairesi bakar. Sayın Şerafettin Özbek -Bakanın kardeşi midir?- Danıştay'ın bu Dairesinde üye midir? kim çıkar, bunların içinden?

Danıştay dairelerinde üyeler arasında bir kapışmadır gidiyor bu sıralar... Bir üye, bir gün toplantıda şöyle dedi:

- Yahu arkadaşlar, biz bir zamanlar -herhalde 12 Marttan önce- da kararlar verirdik. Bakanlıkların Bakanlık emrine alma işlemlerini durdurdu, sonra Bakanlığın savunmasını alırdık. Şimdi, değişen bir şey yok. Bakanlık emrine almalar hızlandı, biz de yürütmeleri durdurmadan vazgeçtik; yoksa yürütmeyi durdurma hakkımız elimizden alındı mı?


Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin