İKİNCİ baski



Yüklə 1,91 Mb.
səhifə38/40
tarix25.11.2017
ölçüsü1,91 Mb.
#32827
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   40

- Ama Millî Cephe iktidarı engel oldu bunlara. Süt projem yok oldu benim artık. Maliye Bakanlığı'nda biri, bir katır tekmesi savurdu süt güğümüne. Süt güğümü devrildi. Bu MC iktidarı, halka düşman halka..

Vedat Dalokay, heyecanlıydı. Sürdürdü konuşmayı:

- Gidecek olmasalar devlet kurumlarını bu kadar yıkamazlar. Bir daha dönmemek üzere gideceklerini bildiklerinden, ne bulurlarsa yıkıyorlar.. Tıpkı...

*

Vedat Dalokay'la gecekondularda yaptğı konuşmalardan sonra Selediyedeki odasında konuştuk yüzyüze..



- Gümüşhane'ye gidip orada halkla konuşmayı düşünüyor musunuz?

- Düşündüm. Geçen gün Genel Başkan Ecevit de aynı soruyu sordu. Fakat azizim, benim Ankara dışına çıkabilmem için Validen izin almam gerek. Gümüşhane'den AP adayı olan Ankara Valisi, benim Gümüşhane'de konuşmam için, Ankara'dan ayrılma izni verir mi?

Taaa, ne zaman konmuş bir yasa hükmü. Örneğin, Belediye Başkanı, Esenboğa Havaalanı'na gidemiyor, Vali izni olmadan. Ama, gidiyor. Her an da izin alınmaz ya. Yasa hükümleri nasıl eskimiş bakın..

Vedat Dalokay, anlatıyor boyuna:

- Onsekiz ay Şerif Tüten'le çalıştım. Bir hırgür çıktı mı? Ömer Naci Bozkurt gelir gelmez, bütün yapmak istediklerimi engellemeye başladı. Öyle bir izlenim uyandıracaklar ki, "Bakın görün, CHP'li Belediye çalışmıyor, işte.."

Çok üzgündü..

- Benim yelkenimdeki rüzgârı çaldı MC, pupa yelken gidiyorduk. Rüzgârı çalan herşeyi çalar..

Sonra gülerek, Ömer Naci Bozkurt'a getiriyordu sözü:

- Eğer seçilmez, dönerse Ankara'ya sokmıyacağım. 20 bin kişinin oyunu alamıyan benimle konuşamaz, diyeceğim. Yok, Senatör seçilirse o zaman onu Mehmet Feyyat'a havale edeceğim. Cephe, Bozkurt'u bakan yapmaya kalkarsa, o zaman da Genel Sekreter Eyüboğlu hesabını görür...

Vedat Dalokay, özellikle gecekondularda çok etkili. CHP yöneticileri Dalokay'ı, seçim propagandaları boyunca Ankara'da konuşturmalı, radyodan konuşturmalı ki, dinliyesiniz...

Antalya Belediye Başkanı Selâhattin Tonguç'la hiç karşılaştım mı, bilmiyorum. Bu yıl düzenlediği, "Antalya Festivali" şimdiye değin düzenlenen kentsoylu şenliklerinden değişikti hayli. Açık oturumları, toplantıları öyle gösteriş arıyanlar değil, gerçekten sanatı halka yaymak, götürmek istiyenler, izlediler. Konuştular. Başkan da onlar da, oldukça olumlu bir izlenim bıraktı. Önceleri, kapalı salonlarda cici beylere, bayanlara sunulan eğlenceler bu kez, gecekondulara taştı.. Halk hiç para vermeden izledi eğlenceleri. Böyle anlattılar, gidip dönenler. Ondan, söz etmek istedim Selâhattin Tonguç'tan.

Antalya Belediye Başkanı Selâhattin Tonguç festivali, neden bilmem "Cephe'nin festivali"ni de ansıttı bir an. Yapılacak büyük seçimdeki festivali. Onun da seyri mutça, yani bedava. Gözlerinizin önüne getirin bir...

Karikatürcü de, filmci de değilim. Süleyman Bey'i tam kaçıp, gözden uzaklaşacağı sıra köşe başında görülmüş biçimde çiziyorum kafamda. Süleyman Bey, tam oradan da sıyrılıp kurtulacağı sırada, biri bir başka köşeyi dönerken yakalıyor:

- Gördüm, vallahi o...

Vedat Dalokay'ın yelkeninin rüzgârı mı iten. Nasıl da kaçıyor.

Çizince, rüzgârı da çizmek gerek...

Antalya Belediye Başkanı Selâhattin Tonguç'un düzenlediği festivalde Vali yokmuş, örneğin, anlattıklarına göre, düzenlenen açık oturumlarda dinleyicilerin en başında ön sıralarda o "Müdiran" dediğimiz takımda yer almıyormuş. Antalyalılar plâja yüz kuruşa girebiliyorlarmış. Çay elli kuruşmuş..

*

Dalokay'la konuşmamıza döneyim. Ankara'dan tüm Türkiye'yi gözlerinin önünden ayırmıyor bir bakıma, "Biz kazanacağız" diyor, "Senato seçimlerinde".



Öbür partilerin özellikle MSP'lilerin durumlarını sordum:

- MSP azizim, merkebe benziyor -suç olmasın diye eşek demiyor galiba- merkep, nasıl dağda bayırda keçi yolunda tıkır tıkır gider, asfalt gelince yürümez ayağı kayar tökezler, çağdışı olmuştur artık. Büyük kentlerin, asfalt yolların aracı değildir..

Dalokay'la bir başka gün, Bahçeler Müdürlüğü'ndeki çalışma yerinde konuştuk. Çalışmalarını gözledim.

- Sigara paketlerinin arkasına proje çiziyoruz azizim. Öyle çalışıyoruz.

Bahçeler Müdürlüğü'ndeki koltuklar, Kızılay'daki "Dilek" apartmanından getirilmiş. Dilek apartmanı, eski başkanın lüks odasının bulunduğu apartman. Gömülen koltuklar...

Eski başkanım lüks bilmem ne dairesinden gelen koltuklar, eski masayla, "altı kaval üstü şişhane" havası veriyor odaya. Ama hiç batmıyor çelişmeler.

- İçimde öfke var, diyor, bir şey yapamamanın öfkesi..

Ankara kocaman bir cezaevi, Dalokay'ı da oraya hapsetmiş sanki cephe. Zindanda bir ozan düşünün. Satırlara döküyor öfkesini. Dalokay da konuşuyor. Hem de işin, eylemin içinde, öfkeli.

Harun Karadeniz'in adını Gazi mahallesinde havuz kadar minicik bir parka verdi diye, gericiler, tutucular kıyameti kopardılar. Hücumlar Belediye Meclisi'nde, AP'lilerden geldi. Şöyle konuştu Dalokay:

- O, gençliğin öyle bir simgesi ki, mezarında bile çiçeklere, ağaçlara devrimci türküler söylüyor. Atatürk hayatta olsaydı, hasta haliyle Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağından çıkar, Harun Karadeniz'in cenaze töreninde bulunurdu. Çünkü Harun Karadeniz, Atatürk'ün kafasındaki gençlikti...

Komandolar, "Harun Karadeniz Parkı" yazılı teneke levhayı, her gün boyuyorlar, yazıları okunmaz biçime getiriyorlar. Vedat Dalokay, onlar bozdukça yeniden yaptırıyor, levhayı yerine taktırıyor..

(14 Eylül 1975)

AYŞEKADIN FASULYASININ

TÜRK EKONOMİSİNE ETKİLERİ


Süleyman Bey'in öfkesi tepesine çıktı, Hacı Ali'yi görünce. İyi iş yapmışlardı sanki. Ispartalı'lığa yakışır mıydı yakalanmak..

Partinin içi de bir tuhaftı. Nahit Menteşe üzgündü, ne denli göstermemeye çalışsa. İster misiniz, ne var ne yoksa çorap söküğü gibi sökülsün, dökülsün ortaya.

- Ne gibi yani?

- Ne gibi olacak Yahya'nın asker kaçağı olduğu. Askere sevkedildi, daha doğrusu hastaneye. Fakat askerî hastane "çürük" raporu vermedi, birkaç gün istirahatle geçiştirdi işi...

Yahya, İsviçre'ye gitmeden oldukça soğukkanlıydı. "Bu solcuların işi, yapacaklar elbet" dedi, bilgiç bilgiç işin içinden çıkacağını muştuladı. Şeref Durugönül'ün evine dinamit atılacağını Yahya, kaç gün önceden biliyor muydu?

Çok kimse, Yahya'nın yirmi milyonu cebe indirdikten sonra bu kadar parayı ne yaptığını, nasıl yediğini merak ediyordu, iyi mi?

Ankara'daki Tenis Kulübü'ne gidiyordu yeğen, orada -herkesin giremeyeceği salonda- bol paralı oyunlar dönüyordu ki feleği şaşar aklına getirenin. Yüzbin mi, kaç yüzbin?

Kulislerde dedikoduları söyleniyordu "Cadillac" arabanın. Herkes solcu mu olmuş çıkmış ne? Cadillac araba, 1975 model. Gövdesi açık boncuk mavisi, üstü dersen pasifik mavisi, içi ipek "köylü lâcivert kadife" ben lâcivertle karayı karıştırırım çok zaman. İçinde "Stereo" çalgı aygıtı. Otomatik soğutaçlı. Teyp, pikap ne istersen var, küçük bir barı bile. Tam 750 bin liraya satın alındı...

Karavezir, Mustafa Gülçügil arkadaşlarına Anadolu Kulübü'nde dert yanıyordu.

- Az mı dil döktüm, kimseye dinletemedim. Bu Şellefyan'ı ziyarete gitme bu kadar. Dedikodu olacak, hem sen hempartinin başı derde girecek, diye. Dinletemedim...

İslâmköy adı niye konmuş bakalım, Türkiye'de başka islâmyokmuymuş?

Ahmet Topaloğlu, eski Millî Savunma Bakanı, bilmiyor muydu Şellefyan'la ilişkileri? Geçenlerde "Ankara Notları"nda yazdım. Adlar verdim, örneğin Osman Gümüşoğlu, örneğin Kemal Demiralay... Ne olur, iki satırlık "tekzipçik" yollasalar ya, "yazdıklarınız baştan aşağı yalandır uydurmadır, ne o Şellefyan'ı tanır, ne Şellefyan onu." deseler, bir yazıda da Ahmet Özal'ın adı geçti. Bende dürüst bir izlenim bırakmış adı Özal'ın. Bilmiyorum nerelerdedir?

Hacı Ali Bey, ne kadar arsa kapatmış deniz kıyılarında, fabrika yapılacak yerlerde, bunları kim açıklıyacak? Sanırım, Cephe İktidarı değiştikten sonra, dökülecek bunlar ortaya birer birer, yahut toptan.

Hacı Ali Bey, Arapça harfleri bilir, bir bayram kartını Yaşar Tunagür'e Arap harfleriyle yazıp yollamış..

Yaşar Tunagör nerdedir, diye düşünürken bir haber geldi. Kökü Onanis'e uzanan bir yabancı şirketin temsilcisi mi, yöneticilerinden miymiş? Yabancı firmanın adı, "Trans Amonia" Akdeniz Gübre Sanayii'ne amonyak satıyor. Eski Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı nerdeee, yabancı şirket temsilciliğinin yöneticiliği, taaa Onasis'e uzanan. Yaşar Tunagür, Demirel'lerden birinin evinde mutça yanı bedava oturdu da yıllarca. Hadi, Şellefyan'la Tunagür arasında da ilişki kurun bakalım, yok deve...

*

Adana'da gözaltına alınanların birinin tırnağını söktü polisler. "Bağımsızlık yürüyüşü" yapmışlardı ya, rastgele tutulup emniyete getirilenler bodruma tıkılır tıkılmaz dayaktan, falakadan geçirildiler. Daha sonra onar kişilik gruplar, emniyete getirildi dağıtıldıkları karakoldan. İşkence başlıyordu. 50-60 kişinin sürekli elektrik işkencesinden geçirildiğini anlattılar.



Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne başvuran sanıklar, Adli Tıb'ba sevkedildiler. Çoğu, işkence gördüklerini saptıyan raporlar aldılar. Devlet Güvenlik Mahkemesi başka, emniyet başkaydı ya, kimden alıyorlardı bunlar buyruğu işkence yapmak için?

Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde de bir tedirginli olduğunu seziyorum. Anayasa Mahkemesi iptâl etmiş kuruluş yasasını, gelgelelim bir türlü açıklanmıyor karar. Mahkeme yargıçları, başkanları düşünüyor:

- Biz Anayasaya göre var mıyız, yok muyuz?

Bazı savcılar, "Varız, varsınız" diyorlar.

Ne bilelim...

İşkence görenler, bir Adana'da mı? Geçen dönemde "Ben bir işkenceciydim" diye anılarını yazan polis memuru Mehmet Pekşen de tutuklu. Ankara Cezaevi'ndeymiş. Bir yürüyüşte eski arkadaşları yakalayınca, "Haini yakaladık" deyip götürmüşler yargıcın karşısına...

- Sen bizleri yazarsın da, al sana.. Bu da yazdıkların için.

İşkenceci Mehmet, işkence görüyor günlerce. Kimseciklerin ruhu duymuyor.

- Mustafa abime haber iletin, o yazar halimi, duyurur.. demiş.

*

Bakanlığa yeni yeni kitaplar alınıyordu. Yeni yayınlar.. Bunlar değişik konularda kitaplardı. Aralarında dergiler de vardı. Bakanlık ilgili daireye sorardı böyle durumlarda. Memur deyimiyle "mucip" alınır, yani kılıf hazırlanırdı. Son olarak şöyle bir yazı geldi:



"Ayşekadın Fasulyesinin Türk Ekonomisine Etkileri, kitabından alınması düşünülmektedir. Ancak kitabın incelenerek aşağıdaki soruların en kısa zamanda cevaplandırılması rica olunur:

1- Kitap gerçekten bakanlığımızı ilgilendirir nitelikte midir? (Siz kaç tane alınacağı üzerinde durmayın, sadece yararlı olup olmdığını bildirin).

2- Kitapta aşırı cereyanlara yer verilmekte midir? (Bu hususa özellikle dikkat edilmesi)."

Dairede herkesin eli ayağı tutuştu. Ne karşılık verilmeliydi ki? Kitap nasıl olsa alınmasına alınacaktı ya, soruluyordu işte.

Şöyle bir karşılık verildi:

"Ayşekadın Fasulyesinin Türk Ekonomisine Etkileri kitabında aşırı akım bulunup bulunmadığı "özel uzmanlık" gerektiren bir konu olup, konunun bir kez de "Sivil Savunma Uzmanlığı'na sorulması" yazı yazıldıktan sonra herkes rahatladı. Biri şöyle dedi:

- Şu bizim işler, tam Aziz Nesin'lik işler...

(14 Eylül 1975)


TASARLANAN BÜYÜK OYUN BOZULMALI...


AP eğilimli Genel Müdür Yardımcısı Kerim Sunusi Aksakoğlu da kıyıma uğrayınca, Bakanlıkta çok kimse şaşmıştı bu işe, Aksakoğlu dert yandı, taaa cephe iktidarının müsteşarına kadar çıkıp:

- CHP'li Bakan zamanında, olup bitenleri AP'li milletvekillerine hep ben rapor etmedim mi? Bakanlıkta ne olduysa bildirmedim mi? Bana da bu yapılır mı?

Cephe hükümetinin müsteşarı Mehmet Nahit Karaay kafası başka yerdeyken topladı kendini. Teselli etti:

- Sen kararı tebellüğ ettin mi?

- Etmedim.

- Etme, rapor al bir çaresine bakarız.

Aksakoğlu rapor aldı ya, kadrosu da bir başka genel müdür yardımcısına verilmişti. Aksakoğlu döndüğünde masasında başkası oturuyordu.

- Otursun, sen yine genel müdür yardımcısısın otur işte, bul bir yer, dediler.

- Ama sandalye yok...

- Canım sandalye önemli mi? Sen yine genel müdür yardımcısısın.

Aksakoğlu, bir sandalye bulup oturdu ya, tatsızdı. Aklı bir türlü almıyordu:

- Hem iktidar adamı ol, hem de o iktidar iş başına gelip seni uzaklaştırsın, olacak şey mi?

Kendi kendine konuşup dururken içeri "Deli Ali" giriverdi. Deli Ali, müsteşardan sonra geliyordu. MHP müfettişiydi. Eski Deli Ali yüzüne bakmadan konuştu yardımcının:

- Neydi o, filân yerde bir müdür vardı. Onu kaldırın oradan...

Aksakoğlu, şöyleydi böyleydi ya, sözünü sakınanlardan da değildi. Karşılık verdi:

- Ama Deli Ali Bey, o müdür çalışıp duruyor, bir suçu yok, hem o da AP'li, bizden.

Deli Ali Bey'in tepesi attı. "Yapamam" diyen Aksakoğlu'na kızmıştı. Odasına gitti zile bastı, buyurdu:

- Nerde şu Aksakoğlu'nun durdurulan kararnamesi? Atın gitsin şunu. Bir yere de düşük bir göreve gitti. Gider...

MHP'liler Millî Eğitim Bakanlığı'nda kadroları kapmışlar mıydı iyice? Cephe Millî Cephe kadroda miliyetçi, ırkçı..

Geçenlerde bir eğitimci uğradı Bakanlığa, ileri gelenlerden biri sordu:

- Nasıl, kadroyu beğenmiyor musun? Bak baştan sona değiştirdik.

Bakanlığı ziyarete gelen güldü. Karşılık verme yerine Mustafa Nihat Özen'le ilgili bir anıyı anlattı.

- Mustafa Nihat Bey, bir yüksek okulun pedagoji bölümüne edebiyat öğretmeni olarak atandığında, 26 kişilik sınıfta şöyle konuşmuş:

"Çocuklar, ben bu test yönetiminin insanların yeteneklerini sağlıklı olarak ayırabildiğinden şüphe ederdim. Bugün hiç şüphem kalmadı, artık 26 tane aptalı buraya toplıyabilen bir sistemin ayırma gücüne inanıyorum."

- Eeee, aptal sözünden alınan olmaz mı? Sonra savcı ele alırsa?

Anıyı dinliyen Karadenizlilerden biri atıldı:

- Aptal, Karadenuzda Piraziz'in bir köyüdür, da...

*

Diyeceğim, cephedekiler her biri kadrolarını oluşturdu kendine göre, MHP'si bir yandan, MSP'si bir yandan.. Yakınlarını tanıdıklarını iş başına getirmede şimdiye değin görülmemiş beceri gösterdiler. MSP, elindeki Bakanlıklar kadar öbür Bakanlıkları da etkiledi. Örneğin konservatuarı da.



Konservatuarda öğrenciler "Bale" derslerinde kızlı erkekli değil, ayrı ayrı dans ediyorlar. Bale provalarında "Pas de Deux" Türkçesi "ikili adım" dedikleri dansın kesinlikle kız erkek birlikte yapılması gerek. Erkekler sanki kollarında kızlar varmış gibi bir yanda, kızlar da erkeğin kollarındaymış gibi ayrı yerde "Haremlik-selâmlık" biçiminde dans ediyorlar. Eeee, hadi bu prova, sahneye çıkıp da halkın karşısına varınca ne yapacaklar? MSP aklına uyunca böyle oluyor işte.

Karayolları Genel Müdürü Mağripoğlu Orhan Batı, Karayolları'nda çalışma saatlerini cuma günleri namaz saatlerine göre ayarlamıştı da, personel buna karşı çıkmıştı ya. Genel Müdür gelen imza listesini şöyle bir inceledi, yanındakine şöyle dedi:

- Zarar yok canım, Karayolları'nda zaten olsa olsa 300 komünist var, yoktur.. İmzalayanlar arasında yüksek dereceli memurlar da vardı.

Genel Müdür'ün yaptığı işlemin suç olduğunu söyleyenler de oldu, bunu da şöyle karşıladı Batı:

- Bunun olsa olsa üç ay hapsi var. Anayasa'nın "Vicdan özgürlüğü" maddesine göre de az bir hapis cezası ile kurtarırım yakayı...

Ondan kurtardı yakayı diyelim, programda olmadığı hade partizan bir kafayla Niğde yollarını asfaltlamasına ne diyecek?

Kim koruyacak Mağriboğlu Orhan Batı'yı?

AP'liler, MSP'lilerden ne kadar yakınıyorlar:

- Vallahi bizim kaç yılda yapabildiğimizi kısa zamanda yaptılar, bir inceleyin bakın göreceksiniz. Bunlar korkunç canım.

"Başbuğ"sa gittiği yerde ayrı kılıkta mı görünüyordu, kimi yerde "Çerkezim", kimi yerde örneğin "Afşar Türklerine dayanır soyumuz" mu diyordu?

Oy tasası Metin Toker'in "kudretli Albay"ını da mı etkiliyordu? "Tebdil" geziyordu gece Bozkurt, gündüz... Can havliyle giriyorlardı seçime cephe ortakları. Kıyamet günü sanki kimse kimseyi görmek istemiyordu. Ankara Notları'nda adlarını çıtlattıklarım yakın günlerde bir bir çıkacaklar ortaya.

Seçimlerde hileler yapacaklar, zorbalık deniyecekler, Ankara'da seçmen kartları dağıtıldı. Bir seçmene, beş kart birden gönderilmiş, kapının altından atılmış, seçmen telefon etti, "Bunun altında bir oyun var" diye, seçim sandıkları başında bekleşip kullanılmayan oyları mı kullanacaklar ortalık karardıktan sonra?.

Din, din sömürüsü derken kadrolar oluşturuluyor dedim ya. AP, MSP'ye dayanamıyomuş, MHP'den başbuğdan hoşlanmıyormuş, Süleyman Bey'e de acımak gerekirmiş, yeğeni Yahya'nın işleri onun için bir şanssızlıkmış. Boş söz bunlar. Cephenin bugününü de yarınını da biliyorlardı Süleyman Bey de, "Cepheyi" oluşturma çabasını gösterenler de. Bu oyun baştan kurulmuştu çünkü amaçları hükümeti, devleti bir yol ele geçirmekti, geçirdiler. Oyun buraya kadardı, oynadılar.

AP'lilerin 12 Ekim'den sonra dayanamayıp MSP ile ortaklığı bozacağını söylemelerine ne bakıyorsunuz?

Ankara siyasal çevreleri bu arada CHP'liler bir noktada tedirgindirler, ülkeyi milyonlarca lira borç altında bırakıp, devlet, hükümet kadrolarına adamlarını yerleştirenler, yeni bir oyunu rahat düzenleyecekler. 12 Ekim'de Ecevit'in alacağı oyları avucunda bırakacak, büyük oyuna gerekçe de uyduracaklar:

- Efendim, bu cephe ortaklığı yürümedi, partiler üstü bir hükümet kurulması zorunlu, Kıbrıs sorununun çözümü için partiler üstü hükümet gerek.

CHP girmiyecek bu hükümete ama Selâhattin Kılıç, Enerji değil, belki bu kez Bayındırlık Bakanı olacak, Nahit Menteşe Enerji Bakanı taaa 1977'lere kadar bu partiler üstü hükümet "Yutturmacası" götürülmeye çalışılacak. Külislerde yeni Başbakanın adı bile söyleniyor:

- Şerif Tüten, Ankara Valisi iken Kontenjan Senatörlüğü'ne getirilmişti. Sessiz sessiz oturuyor işte eski Vali. Belki bir başkasıdır tasarlanan..

Kim kuruyor kafasında böyle şeyleri? Egemen çevreler ne düşünür, bir bilebilsem..

İşçiler, köylüler, emekçiler sosyalistler, demokratik solcular, demokrasiden ve bağımsızlıktan yana olanlar, Atatürkçüler yurtseverler, faşizme karşı direnen güçlerin tüm oyunlarını oylarıyle kat kat katlıyarak bozmalıdır. Faşist bozuntularına, kayırıcılara, kıyımcılara, işkencecilere, devlet soyguncularına, katillere gerekli dersi bir kez daha vermelidir 12 Ekim'de, yoksa iş işten geçmiş olacak, yoksa 12 Mart perdesi yeniden açılacaktır yeni oyunlar için...

(19 Eylül 1975)

BU HÜKÜMET ÇEKİLMELİDİR ÇÜNKÜ...


Yeter Hanım, "İçinizde Cumhuriyet Bayramı şeref tribününden izlemek isteyen var mı?" diye sordu. Ekledi:

- Ama, bir koşulu var, frak, smokin, yelek yahut koyu renk elbise zorunlu..

Bizden istekli kimse çıkmadı. Her kafadan bir ses çıkıyordu:

- Frakla, smokinle Cumhuriyet Bayramı'na mı gidilir? Halk gidebilir mi buralara?

- Çok kimse bayrama değil, Farah Diba'yı görmeye gider..

- O eskidendi, ne yapsınlar şimdi görüp de. Şu Şah da hep bizim bayramlarımızda gelir, birinde de 19 Mayıs Bayramı'na gelmişti. Bizi çok seviyor, bayramlarımızı paylaşmak istiyor demek..

Konuşma bir çağrı kartından nereye geliyordu?

- Başka ne yazıyor davetiyede?

- Başka bir şey yazmıyor. Frak, smokin, yelek yahut koyu renk elbise. Benim de siyah tayyörüm yok..

- Ziya'ya haber verelim, o gider.

Kapıcı Ziya'ya seslenildi, o da böyle bir şey bekliyormuş sanki dünden.

- Giderim, dedi. "Gri ellbisem var, koyu sayılır..." diye ekledi.

Ziya, Cumhuriyet Bayramı törenlerini büyüklerin yanından, onur sekisinden yani (şeref tribününden) izledi böylece. Çağrıyı nereye versem diye tasalanan Yeter Hanım da rahatladı. Yeter Hanım, "Mülkî Erkân" arasında olduğundan hep böyle bayramlarda, törenlerde çağrılır. O da "Ne yapsam, kimi bulup göndersem" diye tasalanır.

- Peki şimdi Ziya, büyüklerimizin yanında durunca tuhaf olmaz mı? Sen kimsin diye sorarlarsa?

- Herkes odacısını, kapıcısını gönderir merak etme...

Ziya'ya tembih edildi:

- Davetiyenin zarfını gösterme Ziya, içini göster. Yoksa almazlar...

- Olur...

Protokol Genel Müdürlüğü demek iyi düzenliyor bu işleri. Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş'le Danıştay Başkanı İsmail Hakkı Ülgen, neden protokolü, kendilerine ayrılan yerleri, protesto edip gitmiyorlardı törenlere? Gösterişten yana değildim, ama, yüksek mahkeme başkanlarına saygılı davranılsın isterim. Cenazeler Ankara'ya getirildiğinde Yargıtay Başkanı Cevdet Menteş, protokolca "Sair Zevat" arasına konulmak istenmiş. Gitmemiş o da. Onlar, bu protokol işinde hukuka, yüksek mahkemelere bir saygısızlık, Anayasaya aykırılık gördükleri için katılmıyorlar törenlere...

Protokol Genel Müdürlüğü, hele Dışişleri Bakanlığı gerçekten gösterişten başka bir şey bilmezler mi? Cenazeler Ankara'ya gelince, bü-yükelçinin eşine çiçek verdiler de, şoför Talip Yener'in eşine kimse çiçek vermedi. Esenboğa'da herkes yarış eder gibi elçinin cenazesine koştu. Yeter Hanım'a sorarsanız asıl görevi başında ölen de Talip. Öldürüldüğü sırada da görev yapıyordu çünkü. Ekledi Yeter Hanım:

- Dışarıda da ne kadar çok dostumuz varmış Ekmekçi, İsmail Erez'le Talip Yener'in cenazelerini dört büyükelçi uğurladı. Yunan Elçisi korkusundan gelmiştir. Ötekiler, bazı sosyalist ülkelerin elçileri, o kadar. Cephe de onları dost saymıyor.

Üst üste yazıyorum, elçilerimizin böylesine dışarıda tavuk keser gibi öldürülmelerinin baş sorumlusu "Cephe Hükümeti'dir, istifası gerekir diyorum, pek kimse gelmiyor daha bu yaklaşıma...

- Canım, Alpaslan Türkeş gidip öldürmedi ya..

"Onlar öldürdü" demiyorum ki, bu ölümlerden sorumludurlar diyorum. Yurt içindeki faşizmden, kıyımdan sorumlu oldukları gibi, sorumludurlar... Neden bir başka ülkenin elçisi öldürülmüyor da bizimki öldürülüyor. Türkiye'de güçsüz hükümetler bulunmasının hiç mi rolü yok bunda?

Cephe, içinden içinden "Şu işi dışardaki Türk solcuları yapsaydı da, Türkiye'deki tüm profesörleri, yazarları Mamak'a doldursaydılar" diye geçirdi, bunu biliyorum. Bir Bakana sordum olaydan sonra!

- Şimdi, hükümet olarak ne yapacaksınız?

- Biz kararlıyız, biliyorsun pazarlığa falan da yanaşmayız..

- Ne pazarlığı, ne kararlılığı? Bakan kendini 12 Mart döneminde sandı ne bileyim. Pazarlık eden, kaçırıp "şunları şunları bırakmazsanız, konsolosu öldürürüz" diyen yok ki, Elrom olayında olduğu gibi. O olayda da hükümettekiler sorumluydular başta. Güçsüz oldukları için, suçsuzları yakalayıp, kıyım evlerine doldurmayı bir iş sandılar. O sırada, konsolosun hükümeti İsrail'liler "Ne yapalım olur böyle şeyler, ne istiyorlarsa verin" derken, bunlar Türkiye'nin tek sosyalist partisinin lideri Behice Boran'ı, onca profesörü, yazarı, çizeri içeri alıyorlar. Valilere balyozu, öğretmenlerin aydınların kafasına indirmeleri için buyruk üstüne buyruk salıyorlardı. Askerî mahkemeler aldıkları kararlarla yargıyı yaralıyorlardı..

Cephecilerden, Mc Carthycilerden çok kimse kafasından geçirmiş midir?..

- Şu Fransa da amma garip ülke. Hiç olmazsa Jean Paul Sartre'i Mitterand'ı, Duverge'yi olsun içeri alamaz mıydı? Biz olacaktık ki...

Neden iki satırlık nota veremiyor, Fransa'ya Cephe Hükümeti bakalım? Avusturya'ya örneğin Yunanistan'a da nota vermediğimiz gibi, Amerikalılarla görüşmeye bile oturduk. Bu kadar güçsüz bir hükümet kalmamalı işbaşında. Hükümetsizlik bundan daha güçsüz yönetim olamaz...

*

Dışarda da içerde de güvenliği sağlayamıyan Cephe, neler yapıyor kendi yurttaşına, halkına?...



Partizanlıkların nerelere vardığını birkaç somut örnekle sergilemek istiyorum.

Çalışma Bakanlığı'nda, yurt dışına nasıl görevli memur yollanacağına ilişkin yönetmelik var. Yönetmelikte ufak tefek değişiklikler yapılarak, kitabına uydurulmakta dışarı göndermeler de.

Bakanlıktaki yaygın söylentiye göre, Bakanlığın müsteşar yardımcılarından Nuri Berberoğlugil, daha atama kararı çıkmadan Brüksel'de otelde yerini ayırttı mı? Bu kişi Ecevit Hükümeti zamanında Brüksel'de "din görevlisi" idi. Cephe işbaşına gellince din görevlisini müsteşar yardımcısı yaptı. Şimdi Brüksel'e "Müşavir" olarak gidiyor. Dışarının tadını alınca da nedense hep dışarıda çalışmak istiyorlar. Birbirlerinin jürilerine adamlarını atıyorlar, sınavlarda.

- Seni jüriye atayacağım, sınavda beni kazandırırsın... Seni sonra oradan Paris'e gönderirim...


Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin