KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, Kemer İlçesi Göynük Beldesinin sakinlerindendir. Bölgede 1990 yılından sonra süratle artış gösteren otel ve işletmelerin, mülkiyeti devlete ait sahil şeridini Anayasa ve yasalara aykırı biçimde işgal ederek, kendisinin de aralarında bulunduğu belde sakinlerinin kıyıdan yararlanmasına engel oldukları gerekçesiyle, diğer belde sakinleriyle birlikte, bu olgulara karşı kapsamlı bir mücadele başlatmıştır.
2. Dosya içeriğinden anlaşıldığına göre bir yandan kıyıların yasa dışı kullanımı olgusuna karşı toplantılar, gösteriler düzenlemek ve yasalar çerçevesinde birçok sivil girişimlerde bulunmak suretiyle kamuoyunun dikkatini çekmek, mevcut olumsuzluklara karşı vatandaşlar ve resmi makamlar nezdinde farkındalık yaratmak, bir yandan da yasal tedbirlerin alınarak uygulanması, sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin cezalandırılması için idari ve yargısal makamlara şikayet ve dava açma haklarını kullanmışlardır.
3. Başvurunun konusu, başvurucuların Antalya İdare Mahkemesinde, kıyı şeridindeki mevcut işgallerin kaldırılması için davalı idarelere yaptıkları başvurunun zımnen reddine ilişkin idari işlemlerin iptali istemiyle açtıkları ve Danıştay tarafından da onanmak suretiyle kesinleşen yargı kararının yerine getirilmeyişine ilişkindir.
4. Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde yer alan adil yargılanma, 8. maddesindeki özel yaşama saygı ve Anayasanın 43. maddesindeki kıyılardan yararlanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
5. Başvuru, İkinci Bölüm tarafından, “kıyıdan yararlanma hakkı”nın niteliği bakımından bir medeni hak özelliği taşımadığı, uygulanmayan mahkeme kararının başvurucunun kıyıdan yararlanma hakkına ilişkin doğrudan ve kesin bir sonuç doğurmadığı, bu nedenle “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar” kapsamında ele alınabilmesinin mümkün görülmediği ve adil yargılanma hakkına yönelik ilke ve güvencelerin uygulanabilirliğinin bulunmadığı gerekçesiyle, konu bakımından yetkisizlik sebebiyle reddedilmiştir.
Aşağıda açıklanacağı üzere bu görüşe katılmak mümkün değildir.
6. Öncelikle, olayın sadece “kıyıdan yararlanma hakkı” olarak nitelendirilmesinin isabeti üzerinde durmakta fayda vardır.
Kıyılardan yararlanma, Anayasa’nın “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlıklı üçüncü bölümünde düzenlenmiştir. Bu bölümde, temel hak niteliğindeki aile ve eğitim hakları da düzenlendiği gibi, doğrudan bir hak niteliği bulunmayan, kamulaştırma ve devletleştirme, özelleştirme, tarım ve hayvancılığın ve bu dallarda çalışanların korunması gibi konular yer almaktadır.
Kıyılardan yararlanma, bir hak şeklinde düzenlenmiş olmaktan ziyade, kıyıların statüsü ve kıyılardan yararlanmanın esasları konusunda yasa koyucuya sınırlamalar getirmiştir. Bu yönüyle bakıldığında, Anayasa’da düzenlenmiş olan madenler, ormanlar, meralar, piyasalar, kooperatifler gibi konularda ayrı ve bağımsız haklardan (maden hakkı, orman hakkı, piyasa hakkı, kooperatif hakkı gibi) söz edilemeyeceği açıktır. Buna göre, “kıyılardan yararlanma hakkı” ancak Anayasa’daki temel haklarla birlikte ve temel hakların kullanımının pratikte anlam kazanması suretiyle değerlendirilebilecek, genel hak ve özgürlükler kapsamında bir olgudur.
7. Başvurucuların amacı kişisel olarak kıyıdan yararlanmak değildir. Aksi halde, sahilden denize girmek veya kumsalda yürümek için, oradaki işletmelerin sahiplerine veya yöneticilerine karşı talepte bulunur ve talepleri yerine getirilmediğinde, bir geçit hakkı elde etmek için adli yargıda dava açabilirlerdi. Hal böyle olsa idi uyuşmazlığın ve açılacak davanın medeni hak kapsamında sayılacağında da tereddüt yoktu. Dolayısıyla başvurucuların idari yargıda açtıkları dava, bir “kıyı hakkı” davası değil, Anayasa’nın 26. ve AİHS’nin 10. maddeleri kapsamında korunan “ifade hürriyeti”ni kullanarak yaptıkları, çeşitli aşamalardan geçen, değişik yöntemlerin kullanıldığı bir ilke mücadelesinin, yargısal bir kararla takviye edilerek, savundukları tezin doğruluğunun kanıtlanmasına yöneliktir. Başvurucu ve birlikte dava açan arkadaşları, salt kişisel “kıyıya erişim hakkı” adına değil, ülkemizi ve kıyılarını etkileyen genel bir olumsuzlukla mücadelede, fikir ve savlarına yargısal dayanak sağlamak için dava açmışlardır.
İfade hürriyetinin salt laf söyleme veya yazı yazma olarak anlaşılamayacağı, aksine, savunulan görüş ve tezler, ortaya atılan iddialar doğrultusunda toplumdaki algılama, karar alma ve uygulama süreçlerini somut biçimde değiştirme hakkını da kapsadığı açıktır. Kazanılan dava sonucunda kesinleşen hükmün yerine getirilmemesi, her şeyden önce, başvurucunun görüşleri doğrultusunda sonuçlar elde etmeyi de kapsayan ifade özgürlüğüne pratikte vurulmuş bir darbedir.
Bu nedenle başvurucuların, AİHS’nin 10. ve Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan haklarının ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
8. Başvurucunun elde ettiği mahkeme kararının, “kıyıdan yararlanma hakkına” yönelik doğrudan ve kesin bir sonuç doğurmadığı yolundaki Bölüm çoğunluk görüşüne de katılmıyoruz. Dosyadan anlaşıldığına göre, kıyılara çeşitli tesis ve engeller koyarak, ayrıca güvenlik görevlileri de yerleştirerek kişilerin kullanımına kapatan işletmelerin yarattığı durum, başvurucu yönünden de açık ve fiili bir engellemedir. Yargı kararının uygulanmasıyla bu genel durum ortadan kalktığında, başvurucu için de somut engellemeler ortadan kalkmış olacaktır. Başvurucunun bu engellemeleri kaldırmak için daha önce bizzat fiziki bir mücadeleye girmiş olmasını beklemek makul ve adil değildir. Kaldı ki “kıyıdan yararlanma hakkı”, sadece ikametgahı kıyılarda olan vatandaşların değil, tüm vatandaşların hakkıdır.
9. Başvurucu, kıyı işgalleri sonucu özel hayatının da kısıtlandığını, böylece AİHS’nin 8. maddesindeki haklarının da ihlal edildiğini belirtmektedir. Bu hakkın Anayasa’daki karşılığı, 20. madde olup, bir temel hak olduğuna ve bundan doğan uyuşmazlığın da “medeni hak” kapsamında bulunduğuna şüphe bulunmamaktadır. Özel hayata saygı hakkının ihlaline ilişkin iddia, “kıyı hakkı”ndan bağımsız bir iddiadır. Bu nedenle ayrıca incelenmelidir.
10. Anayasada yer alan bir temel hakkın, temel haklar arasında sayılmayan bir hak içerisinde eritilerek incelenmesi insan hakları yargısının özüne aykırıdır. Aksine, temel haklar arasında sayılmayan, kişi özgürlüğünün doğal uzantısı olan bir hak (kıyılardan yararlanma hakkı), temel haklarla ilişkisi gözetilerek, temel haklarla bütünlük içinde değerlendirilmelidir.
11. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), AİHS’nin 6. maddesindeki “medeni hak ve yükümlülükler” kavramına sürekli olarak gelişen bir anlam yüklemektedir. AİHM’ne göre, bir hakkın medeni hak ve yükümlülükler kapsamında olup olmadığına, o hakkın mevzuatta nerede düzenlendiğine bakarak değil, o hakkın özüne bakılarak karar verilmelidir. Bir hakkın kullanımının birey ve kamu gücü arasındaki ilişkiyi nasıl etkilediği değerlendirilmeksizin, uyuşmazlığın medeni hak kapsamında olup olmadığına kategorik olarak karar verilmemelidir. (ECHR, Guide to Article 6, Right to a Fair Trial-Civil Limb)
12. AİHM’nin Sözleşmenin 6. maddesindeki medeni haklara ilişkin uyuşmazlık kapsamına zaman içerisinde dahil ettiği konular şunlardır:
a) kamulaştırma, imar planları, inşaat izinleri vb. ile ilgili davalar (Sporrong Lönnorth v. İsveç, Kararlar seri A no:52, 23 Eylül 1982; Ettl ve Diğerleri v Avusturya, Seri A No.117; Hakansson v. İsveç, Seri A 171-A; Mats Jacobson v. İsveç, Seri A 180 A ve B …)
b) özel kişiler arasındaki işlemlerin geçerliliğine etkisi olan izin, ruhsat ve benzeri diğer kamu alanında yetki veren işlemlerle ilgili davalar (Ringeisen v Austria Seri A no.13)
c) belirli bazı ekonomik faaliyetlerde bulunabilmek için bir kamu makamınca lisans verilmesi veya geri alınması ile ilgili davalar (Benthem v. Hollanda, Seri A, no.97; Pudas v. İsveç, Seri A no.125-A; Tre Traktörer AB v. İsveç, Seri A no.159; Fredin v. İsveç, Seri A no.192)
d) bir meslek veya sanatın icrası için kamu makamlarınca verilen iznin iptali veya askıya alınması ( König v. Almanya, Seri A no.27; Diennet v. Fransa Seri A no.325-A)
e) idari işlemlerden doğan tazminat konuları (Editions Periscope v. Fransa, Seri A no.234-B)
f) sosyal sigorta katkıları ile ilgili ihtilaf (Feldbrugge v. Hollanda, Seri A no.99)
g) kamu hizmetlerinde çalışanların mali hakları (De Santa v. İtalya, Reports of Judgements and Decisions, 1997-V)
13. AİHM son dönemlerde de içtihatlarını aynı yönde geliştirmeye devam etmiştir.
AİHM, 30.3.2005 tarihli Taşkın ve Diğerleri v. Türkiye, 46117/99 kararında AİHM, altın madeni işletiminden doğan çevresel ihtilafı Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında korunan özel hayata müdahale yönünden incelemiş ve başvurucuların çevresel etkilerle ilgili özet hayat şikayetlerini kabul edilebilir bulmuş, Türkiye’nin 8. maddeyi ihlal ettiğine, ayrıca bu konudaki yargı kararlarını uygulamamakla da 6. maddeyi ihlal ettiğine karar vermiştir.
AİHM’nin Taşkın v. Türkiye kararında, başvurucuların doğrudan ve yakın bir risk altında olup olmadıklarına bakılmamıştır. Mahkeme, başvurucuların evlerinde yaşama hakkına, özel ve aile yaşamlarını etkileyecek şekilde bir müdahalenin varlığına hükmederek (prevent them from enjoying their homes in such a way as to affect their private and family life) 8. maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.
14. Taşkın kararında AİHM ayrıca, başvurucuların yargıya başvurmalarının “ellerindeki son çare” olduğuna işaret etmiştir (a.g.karar, para.133). Çevresel konularda devletin geniş bir takdir hakkına sahip olmadığını belirten Mahkeme, bu hususu da AİHS Madde 6. kapsamındaki medeni hakkın sınırlarını tespit ederken, başvurucular lehine değerlendirmiştir.
15. Başvuru konusu olayda da kıyıların bazı işletmelerce özel kişiler aleyhine işgal edilmesinin, o bölgede yaşayan kişilerin özel yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediğinde şüphe bulunmamaktadır.
16. Yukarıdaki açıklamalar karşısında, başvurucunun hak ihlali iddiasının “kıyılardan yararlanma hakkı” şeklinde basit bir tasnifle incelenmesi ve “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle reddedilmesi yerine, ifade özgürlüğü ve özel yaşamın korunması hakları kapsamında bir hak arayışı olarak incelenmesi, özgürlükler ve hukuk devleti lehine yorumlanması gerekirdi.
İdare mahkemesinin, kıyılardaki müdahalenin kaldırılması için verdiği ve kesinleşmiş olan kararının uygulanmaması suretiyle başvurucunun özel yaşamının ihlal edildiğine, ayrıca, kararın uygulanmamasının, mahkemeye erişim hakkının uzantısı olan kararların icrasını isteme hakkının ortadan kaldırılmasına yol açtığından, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
17. Son olarak, AİHM’nin Taşkın v.Türkiye kararının 136. paragrafındaki tespitini tekrar etmek isteriz:
“ … yargı kararlarının fiilen boşa çıkarılması, hukukun üstünlüğü ve hukuk güvenliği ilkelerine dayalı olan hukuk devletine zarar verecektir”
Açıklanan nedenlerle Bölüm kararına katılmıyoruz.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Dostları ilə paylaş: |