"İddiaya Igirerim ki yarasaların kanatlarını kopartmaktan daha fazla şey yi lıyordur," diye homurdandı Tanin ağzı etle doluyken.
Palin şc | geçirmiş gibiydi ve ağabeyine kaşlarını çatıp baktı. Ama Dunb r sadece bir kez daha güldü. "Bak o konuda haklısın!" dedi bir de tüfür ederek. "Ben bir deniz büyücüsüyüm. Babam ve babamın bi ıası bir gemi kaptanıydı. Teknelere kaptanlık etmekte pek bir iş« «yaramıyorum. Benim becerim büyüde ama kalbim denizde kaPnıştı ve oraya döndüm işte. Şimdi dalgalarda gemi yüzdürüyoı i]ve rüzgâr çağırmak ya da fırtınayı bastırmak için sanatımı kuşanıyorum. Düşman ile arayı açabilelim diye onu rüzgârsız bırafıbilir ya da eğer saldıracaksak düşman güvertesine patlayan ale'l'ler yollayabilirim. Ve gerektiğinde ise "-Dunbar sırıttı-"Sintine pompasında kendi sıramı alabilir ve herkes kadar iyi bir şekilde bocı^-gatı çevirebilirim. Beni formda tutuyor." Geniş göğsüne bir ytVıruk atıverdi. "Yanılmıyorsam siz ikiniz"-Sturm ile Tanin'e bakl^-'^uzey sahiline akın yapan minotaurlarla dövüşme işinden yen^ döndünüz. Ben de o korsanları durdurma çalışmalarına kalMdım. Söylesenize siz hiç-?"
Üçü kısa1» dr sonra derin bir muhabbete dalıp gidiverdiler. Hatta Tanin bil$ konuya ısınmıştı ve kısa süre sonra, minotaurlarm Kalaman şefHni yerle bir etmelerini engellemiş olan pusuyu ol-
118
dukça detaylı bir şekilde anlatmaya koyuldu. Dunbar nazikçe dinledi, akıllıca sorular sorup, yorumlar yaparak ve oldukça eğleniyor gibi görünerek.
Ama yine de, büyücünün zeki bakışları savaşçı kardeşlere odaklanmış olsa da, aslında ilgisi en genç kardeşin üzerindeydi.
Üçünün derin muhabbete daldığını ve kendisinin görünüşe bakılırsa unutulduğunu gören Palm, şükranla bütün o yiyormuş gibi yapma numaralarını bıraktı ve geri dönüp ateşin içine bakmaya devam etti, Dunbar'm onu izlediğini hiç fark etmemişti.
Genç adamın yüzü solgun ve düşünceliydi, narin elleri kucağının üzerinde kavuşmuştu. O kadar düşüncelerine dalıp gitmişti ki, sözleri yüksek sesle söylemese bile dudakları kıpırdandı ama odadaki bir diğer kimse o sözleri duymuştu.
"Beni neden buraya getirdiler? Kalbimdeki sırrı okuyabiliyorlar mı? Babama söyleyecekler mi?"
Ve en sonunda şöyle dedi, "Onu, zaten çok fazla acı çekmiş birini, ben nasıl incitebilirim?"
Bazı sorulmamış sorulara cevap bulmuş gibi kendi kendine kafasını sallayan Dunbar iç geçirdi ve bütün ilgisini minotaurlarla olan savaşa geri çevirdi.
Iı9
13ölüm 3
"Yanılıyorsunuz," dedi Caramon sakince. "Kardeşim öldü."
Justarius kaşlarını kaldırdı ve omzunu silken Dalamar'a baktı. Ondan gelmesine hazırlanmış oldukları bütün tepkiler arasında, bu sakin reddediş yoktu görünüşe bakılırsa. Justairus ciddi bir yüz ifadesiyle, ne diyeceğinden pek emin olamayarak dönüp Cara-mon'a baktı.
"Sanki kanıtın varmış gibi konuşuyorsun."
"Var," dedi Caramon.
"Ne olduğunu sorabilir miyim?" diye sorguladı Dalamar iğneleyici bir şekilde. "Ne de olsa Cehennem'e açılan Boyutkapısı kapatıldı -kardeşinin yardımıyla kapatıldı- ve onu öteki tarafta kapana kısmış bir şekilde bıraktı." Kara elfin sesi alçaldı. "Karanlık Majesteleri onu öldürmemiştir. Raistlin onun bu dünyaya girişini engellemişti. Onun hiddeti sınır tanımaz bir hal almış olmalı. Ona sonsuza dek ıstırap çektirmekten memnuniyet duyacaktır. Ölüm Raist-lin'in kurtuluşu olurdu."
"Ve öyle de oldu," dedi Caramon yavaşça.
"Duygusal saçmalık-" diye başladı Dalamar sabırsızca ama Justarius bir kez daha elini kara elfin koluna koydu ve kara cüppeli büyücü sinirden fokurdayan bir sessizlik takındı.
"Sesinde bir kesinlik seziyorum Caramon," dedi Justarius ciddiyetle. "Bariz belli ki, bizim bilmediğimiz bir şeyler biliyorsun. Bunu bizimle paylaş. Bunun senin için acı verici olduğunu biliyorum ama oldukça önemli bir karar vermemiz gerekli ve bu söyleyeceğin şey hareketlerimizi etkileyebilir."
Caramon kaşlarını çatarak tereddüt etti. "Bunun benim oğlumla bir alakası var mı?"
"Evet," diye yanıtladı Justarius.
Caramon'un yüzü kararıverdi. Bakışları kılıcına kaydı, gözleri düşünceli düşünceli kısıldı, elleri boş boş kabzayla oynuyordu. "Öyleyse size söyleyeceğim," dedi isteksizce ama katı ve alçak bir sesle, "daha önce kimseye -karıma, Tanis'e, kimseye-söylemediğim bir şeyi." Bir an daha sessiz kaldı, düşüncelerini toparladı. Sonra
120
yutkunarak ve eliyle gözlerini silerek, bakışlarını kılıcının üzerinde tutarak konuşmaya başladı. "Şeyden sonra... Palanthas'taki kulede olan hadiseden sonra ben uyuşup kalmıştım. Düşünemiyordum. Düşünmek istemiyordum. Bütün günü bir uyurgezer gibi geçirmek daha kolaydı. Yürüyor, konuşuyor ama hissetmiyordum. Bu kolaydı." Omuz silkti. "Beni meşgul etmek için yapılacak çok iş vardı. Şehir harabeye dönmüştü. Dalamar"-kısaca kara elfe baktı-"neredey-se ölmüştü, Saygıdeğer Evlat Crysania feci şekilde yaralanmıştı. Ve bir de Tas vardı tabii -o uçan hisarı çalmaya uğraşıyordu." Caramon o neşeli kenderin maskaralıklarını hatırlayarak kendine rağmen gülümsedi. Ama gülümsemesi kısa süre sonra soldu. Kafasını sallayarak devam etti.
"Günün birinde Raistlin'i düşünmem gerekeceğini biliyordum. Bunu zihnimde çözümlemem gerekeceğini." Caramon kafasını kaldırarak dosdoğru Justarius'a baktı. "Raistlin'in ne olduğunu, ne yapmış olduğunu kendi kendime hazmetmem lazımdı. Onun kötü olduğu, hakikaten kötü olduğu gerçeğiyle, kendi güç tutkusuyla bütün dünyayı tehlikeye attığı, onun yüzünden masum kimselerin acı çekip öldüğü gerçeğiyle yüzleşmem gerekliydi.
"Ve tabii ki bu yüzden, kendisine kurtuluş bahşedildi!" Dalamar dudak büktü.
"Bekle!" Caramon kıpkırmızı kesilerek elini kaldırdı. "Başka bir şey daha fark ettim. Raistlin'i seviyordum. O benim kardeşim, iki-zimdi. Biz birbirimize çok yakındık -kimse ne kadar yakın olduğumuzu bilemez." Koca adam sözüne devam edemedi, sadece kaşları çatık bir şekilde kılcına baktı, ta ki titrek bir nefes alıp da kafasını tekrar kaldırıncaya kadar. "Raistlin hayatında bazı iyilikler de yaptı. O olmasaydı, ejderha ordularını mağlup edemezdik. O perişan halde olanları, hasta olanları... kendisi gibi olanları umursardı. Ama bu bile, biliyorum ki, onu kurtarmaya yetmeyecektir." Gözlerini kırpıştırarak yaşları engellemeye çalışırken Caramon dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. "Onunla Cehennem'de karşılaştığımda, neredeyse zafere ulaşmak üzereydi, sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi. Sadece boyutkapısından bir kez daha girmesi, Karanlık Krali-çe'yi öbür tarafa çekmesi gerekliydi, işte o zaman onu mağlup edip yerini alabilecekti. Bir tanrı olma hayalini gerçekleştirecekti. Ama bunu yaparken dünyayı yok edecekti. Geleceğe yaptığım yolculuk bunu bana gösterdi -ve ben de ona geleceği gösterdim. Raistlin bir tanrı olacaktı -ama ölü bir dünyaya hükmedecekti. O zaman geri
121
dönemeyeceğini anladı. Kendini feda etti. Ne de olsa, Cehennem'e girdiğinde yüzleşeceği tehlikeleri biliyordu."
"Evet," dedi Justairus sessizce. "Ve hırsı yüzünden, hiç çekinmeden o tehlikeleri göze almayı seçmişti. Ne söylemeye çalışıyorsun?"
"Sadece şunu," diye yanıtladı Caramon. "Raistlin bir hata yapmıştı, feci, korkunç bir hata. Ve içimizden çok azının yapabileceği şeyi de yaptı -bunu kabul edecek kadar, her ne kadar kendini feda etmek manasına gelse bile onu düzeltmek için elinden geleni yapacak kadar cesareti vardı."
"Yıllar geçtikçe bilgeleşmişsin Caramon Majere. Dediğin şey inandırıcı geliyor." Justarius, Caramon'a yeni bir saygıyla baktı. Yine de baş büyücü kafasını üzüntüyle salladı. "Buna rağmen, bu filozofların tartışması gereken bir soru. Bu bir kanıt değil. Seni sıkıştırdığım için beni affet Caramon, ama-"
"Eve dönmeden evvel bir ayımı Tanis'in konağında geçirdim," Caramon sözünün kesildiğini hiç duymamış gibi devam etti. "İşte bütün bunları onun sessiz, huzur dolu evinde düşündüm. İşte o zaman kardeşimin -doğuştan beri yoldaşımın, bu dünyada herkesten daha çok sevdiğim kişinin- gitmiş olduğu gerçeğiyle yüzleşmeye başladım. Yitirmiştim. Bildiğime göre, feci bir ıstırap içinde kapana kısmıştı. Ben... ben birden fazla defa, acımı tekrar cüce ispirtosuyla dindirmeyi düşündüm." Caramon ürpererek gözlerini kapadı. "Günün birinde, artık delirmeden yaşamaya devam edemeyeceğimi düşünürken, odama gittim ve kapımı kilitledim. Kılıcımı çektim ve ona baktım, ne kadar da kolay olacaktı... kaçmak. Yatağıma uzandım, kendimi öldürmeye tamamen niyetliydim. Ama bunun yerine, bitkin bir uykuya daldım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum ama uyandığım zaman gece olmuştu. Her şey sessizdi, Solina-ri'nin gümüş ışığı pencereden içeri parlıyordu ve ben kelimelerle tarif edilemeyecek bir huzurla dolmuştum. Nedenini düşündüm... ve sonra onu gördüm."
"Kimi gördün?" diye sordu Justairus, Dalamar ile birbirilerine hızlıca bakışarak. "Raistlin'i mi?"
"Evet."
İki büyücünün yüzü endişeli bir hal aldı.
"Onu gördüm," dedi Caramon hafifçe, "yanımda yatıyordu, uyuyordu, tıpkı... tıpkı gençliğimizdeki gibi. Bazen feci rüyalar görürdü. Onlardan ağlayarak uyanırdı. Ben onu rahatlatırdım ve... onu güldürürdüm. Sonra o içini çekerdi, kafasını benim koluma
122
koyar ve uykuya dalardı. Onu işte böyle gördüm-"
"Bir rüya!" diye alay etti Dalamar.
"Hayır."Caramon kafasını kesin bir tavırla salladı. "Çok fazla gerçekti. Seni gördüğüm gibi gördüm onun yüzünü. Yüzünü en son Cehennem'de gördüğüm gibi gördüm. Ama artık o feci acı çizgileri, hırsın çarpık işaretleri ve kötülük gitmiş, yüzünü yumuşak ve... huzur içinde bırakmıştı -Crysania'nm da dediği gibi. O benim kardeşimin, ikizimin yüzüydü... dönüşmüş olduğu yabancının değil." Caramon tekrar gözlerini sildi. "Bir sonraki gün, her şeyin yoluna girdiğini bildiğim için evime dönecek hale gelmiştim... Hayatımda ilk kez, Paladine'a inandım. Onun Raistlin'i anladığını ve onu merhametle yargıladığını, fedakârlığım kabul ettiğini biliyordum."
"İşte seni alt etti Justairus," diye gümbürdedi bir ses gölgeler arasından. "Böylesine bir imana ne diyebilirsin?"
Çabucak etrafına bakman Caramon, geniş dairenin gölgeleri arasından dört suretin beliriverdiğini gördü. Üçünü tanıyordu, bu acı verici yerde bile, kafasındaki bir ambar dolusu hatıraya rağmen, gözleri tekrar yaşlarla doldu. Ama bu yaşlar, oğullarına bakarken gururla doluydu. Zırhları şangırayaran ve kılıçları tangırdayan yaşça büyük olan ikisinin oldukça munis göründüğünü fark etti. Hem efsanelerde, hem de aile tarihinde kule hakkında duydukları bütün o şeyler hesaba katılırsa bu olağan dışı değil, diye düşündü acı acı. Ayrıca, onlar da büyüye karşı tıpkı kendisinin hissettiği gibi hissediyorlardı -hem hoşlanmıyor hem de güvenmiyorlardı. İkisi alışıla geldiği gibi, her biri bir yanında olmak üzere korumacı bir edayla Caramon'un üçüncü oğlunun, en küçük kardeşlerinin yanında duruyorlardı.
Onlar geldiklerinde, Caramon'un endişeyle baktığı kimse bu en küçük oğuldu. Beyaz cüppeler giyen Palin, divanın başına doğru kafası öne eğik, gözleri yere bakar bir şekilde yaklaştı, onun gibi düşük rütbeli ve mevkili biri için münasip olan buydu. Daha yirmisine yeni basmış olan Palin henüz bir çırak dahi olmamıştı ve en az yirmi beş yaşına gelene kadar da muhtemelen olamayacaktı. Krynn'deki büyü kullanıcılarının Sınav'ı -daha ileri seviyede ve daha tehlikeli bilgiler edinmeden önce hepsinin geçmesi gereken, Sanattaki becerilerinin ve yeteneklerinin sınandığı zor ve yorucu imtihanı- alabileceği yaştı yirmi beş. Büyücüler çok kudretli olacağından, Sınav beceriksiz olanları ya da sanatlarını ciddiye almayanları elemek için tasarlanmıştı. Bunu oldukça etkili bir şekilde yapar-
123
di -başarısızlık ölüm demekti. Geri dönüş yoktu. Hele bir kez herhangi bir ırktan -elf olsun, insan olsun, ogre olsun- genç bir adam ya da kadın Yüksek Büyücülük Kulesi'nden içeriye Smav'ı alma maksadıyla adımını atarsa, vücudunu ve ruhunu büyüye adamış olurdu.
Palin alışılmadık bir şekilde endişeli ve ciddi görünüyordu, tıpkı kuleye gelirken yaptıkları yolculukta göründüğü gibi -gören sanki Smav'ı alacakmış zannederdi. Ama bu çok saçma, diye hatırlattı kendine Caramon sertçe. Çocuk daha çok genç. Kabul, Raistlin Smav'ı bu yaşta almıştı ama bunun sebebi divanın ona ihtiyacı olmasıydı. Raistlin büyüsünde güçlüydü, sanatında mükemmelleşmek üzereydi ve -buna rağmen- Sınav onu neredeyse öldürecekti. Caramon, kulenin kanla lekelenmiş taş zemininde ikizinin yatışını hâlâ görebiliyordu... Yumruğunu sıktı. Hayır! Palin akıllıdır, yetenekli de ama henüz hazır değil. O çok genç.
"Ayrıca," diye mırıldandı Caramon sessizce, "ona birkaç yıl daha verilse, bu fikrinden vazgeçebilir gayet de..."
Palin sanki babasının endişe dolu bakışlarının farkındaymış gibi kafasını kaldırdı ve ona hafifçe rahatlatıcı bir şekilde gülümsedi. Caramon da kendini daha iyi hissederek ona gülümsedi. Belki de bu acayip mekân oğlunun gözlerini açmıştı.
Dördü, Justarius ve Dalamar'ın oturmakta olduğu sandalyelerden oluşan yarım daireye doğru yaklaşırken, Caramon onlara keskin bakışlar attı. Oğullarının gayet iyi olduğunu ve davranmaları gerektiği gibi davrandıklarını (iki büyük oğlu bu durumda biraz daha kaba saba olmaya meyilliydi) görünce, koca adam en sonunda rahatladı ve dördüncü sureti inceledi. Justarius'a iman hakkında bir şeyler söyleyen adamdı bu.
Adam alışılmadık bir görüntüydü. Caramon bundan daha garip bir şey gördüğünü hatırlamıyordu, ki Ansalon Kıtası'nın büyük bir kısmını gezip görmüşlüğü vardı. Bu adam Kuzey Ergothluydu, Caramon bu kadarını kara derisine bakarak söyleyebilirdi -o denizci ırkın işaretiydi bu. Hatta bir denizci gibi giyinmişti, tabii kemerinden sarkan keseler ve belindeki beyaz kuşak haricinde. Sesi, patlayan dalgalar ve kükreyen rüzgârlar arasından talimatlar haykırmaya alışkın bir sesti. Bu hava onda öyle kuvvetliydi ki Caramon biraz kararsız bir şekilde etrafına bakındı. Hemen ardında tüm yelkenlerini fora etmiş bir geminin beliriverdiğini görse dahi biraz olsun şaşırmayacaktı.
124
"Sanırım siz Caramon Majere'siniz," dedi adam, beceriksizce ayağa kalkmış olan Caramon'un yanına gelerek. Caramon'un elini koca adamın gözlerini fal taşı gibi açacak sertlikle sıkan adam sırıttı ve kendini tanıttı. "Kuzey Ergothlu Dunbar Mastersmate, Beyaz Cüppe Tarikatı'nın başıyım."
Caramon'un ağzı beş karış açıldı. "Bir büyücü mü?" dedi şaşkınlık içinde, el sıkışırken.
Dunbar güldü. "Oğullarının verdiği tepkinin tıpatıp aynısı. Evet, korkarım ki burada görevimi yapmam gereken yerde, sizin oğlanları şöyle bir ziyaret ettim. İyi evlatlar. İki ağabey anladığım kadarıyla, şövalyelerle birlikte Kalaman yakınlarında minotaurlar-la savaşıyormuş. Orada tanışmaya çok yaklaşmışız. Beni alıkoyan şey de buydu." Özür dileme babında Justairus'a baktı. "Benim gemim de aynı korsanlarla savaşmaktan aldığı hasarların onarılması için Palanthas'a götürüldü. Ben bir deniz büyücüsüyüm de," diye ekledi Dunbar açıklama yapar gibi, Caramon'un hafiften kafası karışmış bakışını fark ederek. "Tanrılar adına, oğullarınız aynı size çekmiş yahu!" Güldü ve elini uzatıp tekrar Caramon'un elini sıktı.
Caramon da sırıttı. Her şey yoluna girecekti, şimdi bu büyücüler Raistlin hakkındaki gerçeği anlamışlardı. Oğullarını da alıp evine dönebilecekti.
Caramon aniden Dunbar'ın kendisine dikkatle baktığını, neredeyse sanki aklındaki düşünceleri okuduğunu fark etti. Büyücünün yüzü ciddileşti. Kafasını hafifçe sallayan Dunbar döndü ve hızlı, gümbür gümbür adımlarla, sanki gemisinin güvertesinde yü-rüyormuş gibi ilerleyip Justairus'un sağındaki sandalyeye oturdu.
"Pekâlâ," dedi Caramon, kılcılının kabzasını el yordamıyla arayarak, kendine güveni büyücünün yüzündeki bakışla birlikte sarsılmıştı. Üçü de şimdi ona bakıyordu, ifadeleri ciddiydi. Caramon'un yüzü kararlılıkla sertleşti. "Sanırım bu kadar. Benim şey... Raistlin hakkında söylediğim şeyleri duydunuz..."
"Evet," dedi Dunbar. "Hepimiz duyduk, bazılarımız -sanırım-ilk kez duydu." Deniz büyücüsü, o anda yere bakmakta olan Pa-lin'e manalı manalı baktı.
Gerginlikle boğazını temizleyen Caramon devam etti. "Sanırım gitme vaktimiz geldi."
Büyücüler birbirileriyle bakıştılar. Justarius rahatsız, Dalamar sert, Dunbar hüzünlü gibi görünüyordu. Ama hiçbiri bir şey söylemedi. Caramon reverans yaparak ayrılmak için arkasını döndü ve
125
tam oğullarına gelmelerini işaret ediyordu ki Dalamar, sinirli bir tavırla ayağa kalktı.
"Gidemezsin Caramon," dedi kara elf. "Hâlâ tartışılacak çok şey var."
"Öyleyse ne söyleyeceksen söyle!" diye belirtti Caramon hiddetle, büyücülerle yüzleşmek için arkasını dönerek.
"Söyleyeceğim, özellikle de"-büyücü dostlarına sert bir bakış fır-lattı-"bu ikisi senin az önce sergilemiş olduğun sadık imana karşı çıkmaya çekindikleri için. Belki de yirmi beş yıl önce karşı karşıya kaldığımız o feci tehlikeyi unutmuşlardır. Ben unutmadım." Eli iki yana ayrılmış cüppesinin üzerinde dolaştı. "Hiç unutamam. Benim korkularım, her ne kadar dokunaklı olsa da, görülen bir 'düş' sayesinde giderilemez." Dudağı alayla kıvrıldı. "Otur Caramon. Otur ve bu ikisinin konuşmaya korktuğu gerçeği duy."
"Ben bunu konuşmaktan korkmuyorum Dalamar." Justarius azarlayıcı bir tonlamayla konuşuyordu. "Caramon'un anlattığı hikâyeyi düşünüyordum, bu mesele ile olan ilgisini-"
Kara elf homurdandı ama -amirinden gelen bir delip geçici bakışla birlikte- geri oturdu ve kara cüppesini etrafına topladı. Yine de Caramon ayakta durmaya devam etti, kaşları çatıktı ve bir büyücüden diğerine dik dik bakıyordu. Onun ardında, iki büyük oğlu rahatsızlıkla kıpırdandığında zırhlarının şangırtısını duydu. Bu mekân onların sinirlerini geriyordu, tıpkı kendisine olduğu gibi. Topuğunun üzerinde dönmek ve bir sürü acıya ve kalp kırıklığına sahne olmuş bu kuleye bir daha asla dönmemek üzere çekip gitmek istiyordu.
Tanırlar adına bunu yapacaktı da! Sıkıyorsa onu durdurmaya çalışsınlar bakalım! Caramon kılıcının kabzasını kavradı ve bir adım geri atarak oğullarına bakındı. İki büyük oğlan gitmek için kıpırdandı. Sadece Palin durduğu yerde kaldı. Yüzünde Caramon'un okuyamadığı ciddi, düşünceli bir ifade vardı. Fakat bu ona birini hatırlattı. Caramon neredeyse Raistlin'in fısıltılı sesini duyabiliyordu, "Eğer istiyorsan git sevgili kardeşim. Git de büyülü VVayreth Ormanı'nda kaybol bakalım, ki yanında ben yokken büyük bir ihtimalle öyle olur. Ben burada kalmaya niyetiyim..."
Hayır. Oğlunun bu sözleri söylediğini duymayacaktı. Yüzü kızaran, kalbi acıyla daralan Caramon kendini ağır bir şekilde sandalyeye bıraktı. "Ne söyleyecekseniz söyleyin," diye tekrarladı.
"Yaklaşık otuz yıl önce, Raistlin Majere sınavım almak için bu
126
kuleye geldi," diye başladı Justarius. "Kulenin içinde sınavı verirken, onunla bağlantıya geçen kişi-"
"Bunları biliyoruz," diye hırladı Caramon.
"Bazılarımız biliyor," diye yanıtladı Justarius. "Bazılarımız bilmiyor." Bakışları Palin'e kaydı. "Ya da en azından, hikâyenin tamamını bilmiyorlar. Sınav Raistlin için zor geçti -onu alan herkes için zordur, değil mi?"
Dalamar hiç konuşmadı ama solgun yüzü bir ton daha soldu ve yana yatmış gözleri buğulandı. Dunbar'ın yüzündeki bütün gülücük emareleri kayboluverdi. Bakışları Palin'e gitti ve neredeyse fark edilemez bir şekilde kafasını salladı.
"Evet," diye devam etti Justairus yavaşça, sanki ona acı veriyormuş gibi bacağını dalgınlıkla ovuşturarak. "Sınav zordur ama geçmesi imkânsız değildir. Eğer Par-Salian ve diğer tarikat liderleri başarmasının muhtemel olduğunu düşünmeselerdi -o kadar gençken- Raistlin'in sınavı almasına izin vermezlerdi. Ve o başaracaktı! Evet Caramon! Bu konuda benim aklımda ya da o gün orada bulunup da şahit olan hiç kimsenin aklında bir şüphe yok. İkizinin kendi başına başarılı olacak gücü ve yeteneği vardı. Ama o kolay yolu, emin yolu seçti -şeytani bir büyücünün, tarikatlarımız içinde şimdiye kadar yaşamış en büyük büyücü olan Fistandantilus'un yardımını kabul etti."
"Fistandantilus," diye tekrarladı Justarius, gözleri Palin'deyken. "Büyüsü bozulunca Skullcap Dağları'nda ölmüştü. Ama ölümün kendisini bile yenecek kadar güçlüydü. Ruhu başka bir düzlemde hayatta kaldı, içinde yaşayabileceği bir ruh bekliyordu. Ve o vücudu da buldu..."
Caramon sessizce oturuyordu, gözleri Justarius'a kenetlenmişti, yüzü kıpkırmızıydı ve kasları gerilmişti. Omzunda bir el hissetti ve kafasını kaldırıp baktığında onun arkasına gelip durmuş olan Palin'i gördü. Palin eğilerek fısıldadı, "Gidebiliriz baba. Üzgünüm. Buraya seni getirmek benim hatamdı. Bunları dinlemek zorunda değiliz..."
Justarius iç geçirdi. "Evet genç adam, korkarım ki dinlemek zorundasın. Gerçeği duymalısın!"
Palin sözlerinin tekrarlandığını duyduğunda irkildi. Caramon elini uzatarak oğlunun elini güven verircesine kavradı. "Gerçeği biliyoruz," diye hırladı. "O şeytani büyücü benim kardeşimin ruhunu aldı! Ve siz büyücüler de izin verdiniz!"
127
"Hayır Caramon," Justarius'un eli yumruk oldu ve gri kaşları çatıldı. "Raistlin ışığa sırtını çevirip karanlığı kucaklamak konusunda kendi bilinciyle seçim yaptı. Fistandantilus ona Sınav7! geçmesi için güç verdi ve karşılığında Raistlin de, lichin hayatta kalabilmesi için kendi yaşam gücünden Fistandantilus'a verdi. Onun vücudunu mahveden de buydu-Sınav değil. Raistlin'in kendisi de söyledi bunu Caramon! 'Büyüm feda ettiğim şey bu!' Bu sözleri onun söylediğini kim bilir kaç defa duydun!"
"Yeter," Caramon tehditkâr bakışlarla ayağa fırladı. "Bu Par-Salian'ın hatasıydı. Ondan sonra ikizim ne gibi kötülükler yapmış olursa olsun, onu en sonunda seçtiği yola sokan büyücülerdi." Oğullarına işaret eden Caramon topuğunun üzerinde döndü ve hızla dairenin içinde ilerledi. Bu garip mekânda dışarı çıkış yeri olmasını umduğu yöne doğru yürüdü.
"Hayır!" Justarius zorlanarak ayağa kalktı, bütün ağırlığım sakat sol bacağına veremiyordu. Ama sesi kudretliydi, odanın içinde gümbürdüyordu. "Dinle ve anla Caramon Majere! Bundan acı bir şekilde pişmanlık duymalısın ya da duyacaksın!"
Caramon durdu. Yavaşça arkasını döndü ama sadece yarı yarıya dönmüştü. "Bu bir tehdit mi?" diye sordu, Justarius'a omzunun üzerinden dik dik bakarak.
"Tehdit değil, en azından bizden gelen bir tehdit değil," dedi Justarius. "Düşün Caramon! Tehlikeyi görmüyor musun? Bir kere olmuştu. Bir kez daha olabilir!"
"Anlamıyorum," dedi Caramon inatla, eli kılıcında, hâlâ düşünüp taşınarak.
Dalamar saldırmak için uzanan bir yılan gibi sandalyesinde ileri doğru eğildi. "Evet anlıyorsun!" Sesi yumuşak ve ölümcüldü. "Anlıyorsun. Bizden detay vermemizi isteme, zira bunu yapamayız. Ama şunu bil ki gördüğümüz bir takım işaretlere ve bu alemin ötesine kurduğumuz bir takım irtibatlara dayanarak Raistlin'in yaşadığına inanmak için geçerli sebebimiz var -tıpkı Fistandantilus'un yaşamış olduğu gibi. Bu dünyaya geri girmenin bir yolunu arıyor, içinde yaşayacak bir vücut arıyor. Ve sen, onun sevgili ikizi, gayet düşünceli bir şekilde ona bir tane hazırladın bile -genç, güçlü ve daha şimdiden büyü eğitimi almış biri."
Dalamar'ın sözleri Caramon'un tenine zehirli dişler gibi battı. "Oğlun..."
'!
• ı
28
Bölüm 4
Justarius geri oturdu ve koca taştan sandalyeye dikkatle kendini yerleştirdi. Al cüppesinin kat yerlerini, onun yaşında biri için dikkate değer derecede genç olan elleriyle düzelterek Caramon ile konuştu fakat gözleri babasının yanında durmakta olan beyaz cüppeli genç adamın üzerindeydi. "Görüyorsun ki bu sebeple Caramon Majere, öncelikle amcasının bu dünyaya geri girmek için bu genç adamı kullanamayacağından emin olmadıkça oğlunun -Raist-lin'in yeğeninin- büyü çalışmaya devam etmesine ve Sınav'ı almasına izin vermemiz imkân dahilinde değil."
"Özellikle de," diye ekledi Dunbar ciddiyetle, "genç adamın sadakati belirli bir tarikata karşı henüz kanıtlanmadığı için."
"Ne demek istiyorsun?" Caramon kaşlarını çattı. "Sınav'ı almak mı? Sınav'ı almak için daha kırk fırın ekmek yemesi gerek. Ve sadakat meselesine gelince, Beyaz Cüppe giymeyi seçti ya-"
"Benim Beyaz Cüppe giyeceğimi sen ve annem seçtiniz," dedi Palin açık açık, gözleri babasından sakınıp dosdoğru ileri bakarak. Ona cevap olarak sadece incinmiş bir sessizlik geldiğinde, Palin rahatsız bir hareket yaptı. "Ah, haydi ama baba. Başka herhangi bir şart altında benim büyü çalışmama izin vermeyi bile düşünmeyeceğinizi benim kadar sen de biliyorsun. Bunu sormamanın bile yersiz olduğunu biliyordum!"
Dostları ilə paylaş: |