"Ama genç adam kalbinde olan tarafa sadakat yemini etmeli. Sadece o zaman büyüsünün gerçek büyüsünü kullanabilir. Ve bunu da sınav sırasında yapmalıdır," dedi Dunbar nâzik bir şekilde.
"Sınav! Habire Sınav'dan söz edip duruyorsunuz! Size söylüyorum, o daha bu lanet şeyi alıp almayacağına bile karar vermedi henüz. Ve eğer benim birazcık sözüm geçiyorsa-" Bakışları oğlunun yüzüne doğru kayında Caramon aniden konuşmayı kesti. Palin yere bakıyordu, yanakları kıpkırmızıydı, dudaklarını sıkıca birbirine bastırmıştı.
"Neyse boş verin gitsin," diye mırıldandı Caramon, derin bir nefes alarak. Hemen ardında diğer iki oğlunun rahatsızlıkla kıpırdandığını, Tanin'in kılıcının tangırtısı, Sturm'ün hafif hafif öksürdüğü-
129
nü duyabiliyordu. Büyücülerin kendisini izlediğinin de çok iyi farkındaydı, özellikle de Dalamar'ın o alaycı gülümsemesinin. 'Ah Pa-lin ile o bir yalnız olabilselerdi keşke! O zaman açıklama şansı olurdu.' Caramon iç çekti. Bunun şimdiden önce konuşmuş olmaları gereken bir konu olduğunu düşündü. Ama umut etmeye devam etti...
Büyücülere sırtını dönüp oğluyla yüz yüze geldi. "Başka kime sadık olmayı seçerdin Palin?" diye sordu gecikmiş sorusunu, hatasını telâfi etme çabasıyla. "Sen iyi bir insansın oğul! İnsanlara yardım etmekten hoşlanırsın, diğerlerine hizmet etmekten! Senin rengin bariz bir şekilde beyaz..."
"Diğerlerine hizmet etmekten hoşlanıp hoşlanmadığımdan emin değilim," diye haykırdı Palin sabırsızlıkla, kontrolünü kaybederek. "Beni bu rolü üstlenmeye iten sizdiniz ve bakın şimdi beni nerelere getirdi! Kendi büyümde, amcamın benim yaşımdayken olduğu kadar güçlü ve becerikli olmadığımı sen kendin itiraf ettin. Bunun sebebi onun kendisini çalışmalarına adamış olmasıydı! Araya hiçbir şeyin girmesine izin vermemişti o. Bana öyle geliyor ki insan büyüyü ilk sıraya koymalı, dünyayı ise ikinci sıraya..."
Gözlerini acıyla yuman Caramon oğlunun sözlerini dinledi ama bunların başka bir ses tarafından söylendiklerini duyuyordu -yumuşak ve fısıldayan bir ses, kırık dökük bir ses tarafından. Kişi büyüyü ilk sıraya, dünyayı ikinci sıraya koymalıdır. Bunun aksini yaparak kendisini ve potansiyelini sınırlandırmış olur-
Kolunu bir elin sıkıca kavradığını hissetti. "Baba, üzgünüm," dedi Palin yavaşça. "Bunu seninle konuşacaktım ama seni ne kadar inciteceğini biliyordum. Ve bir de annem unsuru var." Genç adam iç çekti. "Annemi bilirsin..."
"Evet," dedi Caramon boğazı düğümlenmiş bir halde, o koca kollarıyla oğlunu sarmak için uzanırken. "Anneni bilirim." Boğazını temizleyip gülümsemeye çalıştı. "Kafana bir şeyler fırlatırdı -bir kez bana fırlatmıştı da, hatırladığım kadarıyla zırhımın büyük bir bölümünü. Ama nişanlaması çok kötüdür, özellikle de sevdiği biri söz konusuysa."
Caramon bir anlığına devam edemedi ama oğluna sarılmış bir şekilde durdu. Omzunun üzerinden büyücülere bakarak sertçe sordu, "Bu şimdi çok mu gerekli? Bırakın bizi eve gidelim de orada konuşalım. Neden biraz bekleyip-"
"Çünkü bu gece pek nadir olan bir hadise vuku buluyor," diye
130
yanıtladı Justairus. "Gümüş, siyah ve kızıl aylar, üçü birden aynı anda gökyüzünde olacaklar. Ortaya çıkan büyü gücü yüzyıldır olmadığı kadar kudretli olacak bu gece. Eğer Raistlin'in büyü kullanarak Cehennem'den kaçabilecek bir durumu varsa -o da ancak bunun gibi bir gecede olur."
Caramon başını öne eğdi, eli oğlunun kestane rengi saçını okşuyordu. Sonra kolu Palin'in omzunda, büyücülerle yüzleşmek için döndü, yüzü sertti.
"Pekâlâ," dedi boğuk bir sesle, "ne yapmamızı istiyorsunuz?"
"Benimle Palanthas'taki kuleye dönmeniz gerekiyor," dedi Dala-mar. "Ve orada, Boyutkapısı'ndan içeri girmeye çalışacağız."
"Bırak Shoikan Korusu'na kadar seninle gelelim baba," diye yalvardı Tanin.
"Evet!" diye ekledi Sturm hevesle. "Bize ihtiyacın olacak, biliyorsun ki olacak. Burası ile Palanthas arasındaki yol açıktır -şövalyeler bu işle ilgileniyorlar- Ama Porthios'tan ejderan çetelerinin pusuya yattığı konusunda haberler almıştık-"
"Sizi hayal kırıklığına uğratacağım için üzgünüm savaşçılar," dedi Dalamar, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle, "ama burası ile Palanthas arasındaki yolları kullanmayacağız. Yani alışılagelmiş olan yolu," diye düzeltti.
İki genç adam da kafası karışmış görünüyordu. Kara elfe kuşkuyla bakan Tanin, sanki bu işte bir tuzak olduğundan şüpheleni-yormuş gibi kaşlarını çattı.
Palin, Tanin'in koluna hafifçe vurdu. "Büyüyü kastediyor ağabey. Daha sen ve Sturm ön giriş kapısına varmadan önce, babam ve ben Palanthas'taki Yüksek Büyücülük Kulesi'nde, Dalamar'ın çalışma odasında duruyor olacağız -yani amcamın gidip sahip çıkmış olduğu kulede," diye ekledi yavaşça. Palin son sözlerini kimsenin duymasına niyetlenmemişti ama etrafına bakınınca Dalamar'ın şiddetli, bilgiç bakışlarını yakaladı. Şaşkınlık içinde kızaran genç adam sessizleşti.
"Evet gideceğimiz yer orası," diye mırıldandı Caramon, bu düşünceyle birlikte yüzü karararak. "Ve siz ikiniz de eve doğru yolunuza koyulmuş olacaksınız," diye ekledi, iki büyük oğluna sertçe bakarak. "Annenize anlatmanız gerekli-"
"Gidip ogrelerle dövüşmeyi tercih ederim," dedi Tanin kasvetle.
"Ben de öyle," dedi Caramon, sonunda iç çekişe dönüşen bir sırıtışla. Aniden çantasının sıkıca tutturulmuş olduğundan emin ol-
131
mak için eğilerek, yüzünü itinayla gölgeler içine gizledi. "Olanları anlatırken, onun herhangi bir çanak çömleği eline geçirebileceği bir yerlerde durmadığından emin olun," dedi, sesini hafif tutmaya özen göstererek.
"Beni tanıyor. Bunu bekliyor olmalı. Aslında, sanırım biz yola çıktığımızda dahi biliyordu bunu," dedi Palin, annesinin hanın kapısında dururken müşfik sarılışını ve neşeli gülümsemesini, onlara eski bir havluyla el sallayışmı hatırlayarak. Palin onlar kasabadan çıkarlarken arkasına dönüp baktığında, annesinin o havluyla yüzünü örtmüş olduğunu, Dezra'nın kollarının teselli edercesine ona dolandığını gördüğünü de hatırladı.
"Ayrıca," dedi Caramon, iki büyük oğluna dik dik bakmak için ayağa kalkarak ve şimdi sesi sertleşerek, "İkiniz de Qualinesti'ye gidip de o yağmacı ejderan çeteleriyle başa çıkma konusunda elfle-re yardım edeceğinize dair Porthios'a söz vermiştiniz. Porthios'un nasıl biri olduğunu bilirsiniz. Bizimle konuşması bile on yılını aldı. Şimdi biraz dostluk emaresi gösteriyor. Oğullarımın sözünden dönmesine izin veremem, özellikle de o kalın kafalı elfe verdikleri sözden. Sen üzerine alınma/'dedi Dalamar'a bakarak.
"Hiç alınmadım," dedi kara elf. "Porthios'u tanırım. Ve şimdi-"
"Biz hazırız," diye araya girdi Palin, Dalamar'a doğru dönerken yüzünde hevesli bir bakışla. "Sizin birazdan yapacağınız bu büyü hakkında elbette ki bir şeyler okumuştum ama hiç uygulanışını görmemiştim. Ne gibi bileşenler kullanıyorsunuz Ve ilk kelimenin ilk hecesinde mi vurgu yapıyorsunuz, yoksa ikincisinde mi? Benim ustam diyor ki-"
Dalamar kibarca öksürdü. "Sırlarımızı açık ediyorsun genç adam," dedi yumuşak bir tonlamayla. "Gel de sorularını bana özel olarak sor." Narin elini Palin'in koluna koyan kara elf, genç adamı babasından ve ağabeylerinden uzağa götürdü.
"Sır mı?" dedi Palin meraklanarak. "Ne demeye çalışıyorsunuz? Onlar duysa da bir şey fark etmez ki-"
"O bir bahaneydi," dedi Dalamar soğukça. Genç adamın önünde durarak Palin'e dikkatle bakıyordu, gözleri karanlık ve ciddiydi. "Palin bunu yapma. Baban ve ağabeylerinle birlikte evine geri dön."
"Ne demek istiyor sun? "diye sordu Palin, Dalamar'a şaşkınlıkla bakarak. "Bunu yapamam. Justarius'u duydun. Sınavı almama ya da büyü çalışmaya devam etmeme izm vermeyecekler, ta ki Raist-
132
lin'in... şey onun..."
"Sınav'ı alma," dedi Dalamar çabucak. "Çalışmalarım bir kenara bırak. Evine dön. Olduğun şeyle yetin."
"Hayır!" dedi Palin hiddetle. "Beni ne sanıyorsunuz? Yoksa kasaba panayırında insanları eğlendirerek, şapkadan tavşanlar, şişko adamların kulağından sikkeler çıkartarak mutlu olacağımı mı sanıyorsunuz? Bundan daha fazlasını istiyorum!"
"Böyle bir hırsın bedeli yüksektir, amcanın da anlamış olduğu gibi."
"Ama ödülleri de yüksektir!" diye karşılık verdi Palin. "Ben kararımı verdim..."
"Genç kişi"-Dalamar genç adama doğru eğilerek soğuk elini Pa-lin'in koluna koydu. Sesi öyle bir fısıltıya düşmüştü ki, Palin bu sözleri sadece zihninde mi duyduğundan yoksa gerçekten konuşuldukları için mi duyduğundan emin olamadı-"seni esasında ne için gönderdiklerini sanıyorsun?" Bakışları, kenarda durmuş birbi-rileriyle fikir alış verişi yapmakta olan Justarius ile Dunbar'a kaydı. "Herhangi bir yolla boyutkapısından girip de amcanı ya da ondan arta kalanları bulman için mi? Hayır"-Dalamar kafasını salladı-"bu imkânsız. Oda kilitli. Muhafızlardan birisi, kimseyi içeri sokmama, bunu deneyen herkesi öldürme emrini almış bir halde sürekli olarak nöbet tutuyor. Onlar bunu, tıpkı Raistlin'in yaşadığını bildikleri gibi biliyorlar! Seni kuleye, onun kulesine tek bir sebeple yolluyorlar. Bir ejderhayı tuzağa düşürmek için genç bir keçinin yem olarak kullanıldığı o efsaneyi bilir misin?"
Dalamar'a inançsızlık içinde bakan Palin'in yüzünden aniden renk çekiliverdi. Kül rengi dudaklarını yalayarak konuşmaya çalıştı ama ağzı öyle kurmuştu, boğazı öyle bir düğümlenmişti ki.
"Görüyorum ki anlıyorsun," dedi Dalamar sakince, ellerini kara cüppesinin kollarında kavuşturarak. "Avcı, genç keçiyi ejderhanın ininin önüne bağlar. Ejderha keçiyi yiyip yutarken, avcılar onun üzerine ağları ve mızraklarıyla çullanıverirler. Ejderhayı yakalarlar. Ama ne yazık ki keçi için biraz geç olmuştur... Hâlâ gitmekte ısrarcı mısın?"
Palin'in aklında aniden efsanelerde duymuş olduğu gibi amcasının bir görüntüsü canlandı: şeytani Fistandantilus ile yüzleşirken, onun ruhunu çekip, hayatını emek için bekleyen kantaşımn göğsüne temasını hissederken. Genç adam ürperdi, vücudu buz gibi terlerle sırılsıklam oldu. "Ben güçlüyüm," dedi, sesi çatlayarak. "O na-
sil savaştıysa ben de öyle savaşırım-"
"Onunla savaşmak mı? Şimdiye kadar yaşamış en büyük büyücüyle mi? Karanlıklar Kraliçesi'ne meydan okumuş ve onu nereyse alt etmiş olan baş büyücüyle mi?" Dalamar tatsızca güldü. "Pöh! Senin sonun gelmiş genç adam. Hiç şansın yok. Ve eğer Raistlin başarırsa benim ne yapmak zorunda kalacağımı biliyorsundur!" Dala-mar'ın kukuletalı kafası Palin'e o kadar yaklaştı ki, genç adam neredeyse onun nefesim yanağında hissedebiliyordu . "Onu yok etmek zorunda kalacağım -onu yok edeceğim. Kimin vücudunun içinde yaşadığı da umurumda olmayacak, işte seni bana vermelerinin nedeni de bu. Onların bunu yapacak cesareti yok çünkü."
Cesareti kırılan Palin, kara elften bir adım geriledi. Sonra kendini toparladı ve dimdik durdu.
"Ben... anlıyorum," dedi, konuşmaya devam ettikçe sesi daha güçlenerek. "Daha önce de söylemiştim. Ayrıca, amcamın bana zarar vereceğine inanmıyorum... yani senin sözünü ettiğin şekilde."
"İnanmıyor musun?" Dalamar eğlenmiş gibi görünüyordu. Eli göğsüne doğru kaydı. "Amcanın ne gibi zararlar verebileceğini görmek ister misin?"
"Hayır!" Palin gözlerini çevirdi, sonra kızararak kırık dökük ekledi, "Ondan haberim var. Hikâyeyi duymuştum. Sen ona ihanet etmiştin-"
"Ve benim cezam da buydu." Kara elf omuz silkti. "Pekâlâ. Eğer kararlıysan-"
"Kararlıyım."
"-öyleyse kardeşlerine elveda demeni tavsiye ederim, son bir elveda, yani ne demek istediğimi anlıyorsundur. Zira bu yaşamda bir daha karşılaşmanızın pek muhtemel olduğunu sanmıyorum da."
Kara elfin sözleri doğruya doğruydu. Gözlerinde hiçbir acıma, hiçbir vicdan azabı yoktu. Palin'in elleri seğirdi, tırnakları avucu-nun içine battı ama sertçe kafasını sallayıp onaylamayı başarabildi.
"Ne dediğine dikkat etmelisin." Dalamar, Justairus'un yanına doğru ilerlemekte olan Caramon'a manalı manalı baktı. "Kardeşlerin şüphelenmemeli. O da şüphelenmemeli. Eğer bilirse, senin gitmeni engelleyecektir. Bekle"-Dalamar genç adamı yakalayıverdi-"kendini toparla."
Yutkunan, kavrulmuş olan ve ağrıyan boğazını ıslatmaya çalışan Palin, rengi geri gelsin diye yanaklarını çimdikledi ve alnındaki teri cüppesinin koluyla sildi. Sonra titremelerini engellemek için
134
dudaklarını ısırarak Dalamar'a arkasını dönüp ağabeylerine doğru ilerledi.
Onlara doğru yaklaşırken beyaz cüppeleri ayaklarının arasında hışırdıyordu. "Pekâlâ kardeşlerim," diye başladı, kendini gülümsemeye zorlayarak. "Siz bir şeylerle savaşmak için yolculuğa çıkarken, hanın sundurmasında durup da size el sallayan hep ben oluyordum. Görünüşe göre şimdi yolculuk sırası bende."
Palin, Tanin ile Sturm'ün birbirilerine çabucak, endişe dolu bakışlar fırlattıklarım ve boğazlarının düğümlendiğini gördü. Üçü çok yakınlardı; birbirilerinin ciğerini bilirlerdi. 'Onları nasıl kandırabilirim ki?' diye düşündü acı acı. Yüzlerini gördüğünde ise, onları kandıramadığını anladı.
"Kardeşlerim," dedi Palin yavaşça, ellerini uzatarak. İkisini de tuttu ve kendine doğru çekip onlara sarıldı. "Hiçbir şey söylemeyin," diye fısıldadı. "Bırakın gideyim! Babam bunu anlayamaz. Bu kadarıyla bile onun için yeterince sor olacak zaten."
"Ben de anladığımdan pek emin değilim," diye başladı Tanin sertçe
"Öf kapa çeneni be!" diye mırıldandı Sturm. "Anlamıyorsak anlamıyoruz. Bir şey fark eder mi? Sen ilk savaşına gittiğinde küçük kardeşimiz ağlayıp zırlamış mıydı?" Koca kollarını Palin'e dolayan Sturm, ona sıkıca sarıldı. "Hoşçakal evlat," dedi. "Kendine dikkat et ve... ve... çok gecikeyim... deme..." Sturm kafasını sallayarak arkasını döndü ve hızla uzaklaştı, gözlerini siliyor ve "o lanet olası büyü bileşenleri beni hapşırtıyor!" gibisinden söyleniyordu.
Ama en büyük ağabey Tanin, kardeşinin yanında kaldı, ona sertçe bakıyordu. Palin ağabeyine yalvarırcasına bakıyordu ama Tanin'in yüzü daha da sertleşti. "Hayır küçük kardeş," dedi. "Sen dinleyeceksin."
İkisini dikkatle izleyen Dalamar, genç savaşçının elini Palin'in omzuna koyduğunu gördü. Neler konuşulduğunu tahmin edebiliyordu. Kara elf, Palin'in geri çekildiğini, kafasını inatla salladığını gördü. Genç adamın yüz hatları sertleşerek Dalamar'in çok iyi tanıdığı duygusuz bir maskeye dönüştü. Büyücünün eli göğsündeki yaralara gidiverdi. Bu genç adam Raistlin'e ne kadar da çok benziyordu öyle! Fakat Caramon'un dediği gibi ne kadar da farklıydı, beyaz ayın kara aydan farklı olduğu gibi... Caramon'un, iki oğlu arasındaki tartışmayı gözlemlemekte ve onlara doğru bir adım at-
135
makta olduğunu görünce, Dalamadın bu düşünceleri bölünüverdi. Dalamar çabucak araya girdi. Caramon'a doğru yürüyüp narin elini koca adamın koluna koydu.
"Çocuklarına amcaları hakkındaki gerçeği anlatmamışsın," dedi Dalamar, Caramon ona bakarken.
"Anlattım," diye çıkıştı Caramon, yüzü kıpkırmızı kesilerek, "bilmelerinin gerekli olduğuna inandığım kadarını. Onu her yönüyle görmelerini sağlamaya çalışmıştım..."
"Onlara bir kötülük etmiş oldun, özellikle de bir tanesine," diye yanıtladı Dalamar sakince, bakışları Palin'e doğru kayarak.
"Ne yapabilirdim ki?" diye sordu Caramon hiddetle. "Onun hakkında efsaneler türediğinde -hani kendisini dünya için feda ettiği, Hanım Crysania'yı Karanlık Kraliçe'nin pençelerinden kurtarabilmek için Cehennem'e girmeye cesaret ettiği hakkındaki efsaneler- ne diyebilirdim? Nasıl olduğunu anlattım. Onlara asıl hikâyeyi anlattım. Onun Crysania'ya yalan söylediğini, onun bedensel olarak olmasa da ruhen baştan çıkardığını ve onu Cehennem'e götürdüğünü anlattım. Ve onlara, en sonunda artık işine yaramaz hale geldiğinde, kadıncağızı tek başına ölüme terk ettiğini söyledim. Ben anlattım. Tanis de anlattı. Ama onlar inanmak istediklerine inanıyorlar... Hepimiz öyleyiz sanırım," diye ekledi Caramon, Dala-mar'a suçlayıcı bir bakış fırlatarak. "Siz büyücülerin bu hikâyeleri çürütmek için pek kılınızı kıpırdatmadığınız da dikkatimi çekti!"
"Hikâyeler işimize yaradı," dedi Dalamar, narin omuzlarını sil-kerek. "Raistlin ve onun 'kendini feda edişi' hakkındaki efsaneler sayesinde, artık büyüden korkulmuyor. Biz büyücüler de artık zulüm görmüyoruz. Okullarımız gelişip büyüyor, hizmetlerimiz arzulanıyor. Hatta Kalaman Şehri, orada yeni bir Yüksek Büyücülük Kulesi kurmamız için bizi davet etti." Kara elf acı acı gülümsedi. "Ne ironik değil mi?"
"Ne?"
"Kardeşin, başarmak için yola çıktığı şeyi başarısız olarak başardı," diye belirtti Dalamar, gülümsemesi çarpılarak. "Bir açıdan bakılırsa, o bir tanrı oldu..."
"Palin, neler döndüğünü bilme konusunda ısrar ediyorum." Ta-nin elini Palin'in omzuna koydu.
"Onları duydun Tanin," diye lafı dolandırdı Palin, o sırada babasıyla konuşmakta olan Justarius'u işaret ederek. "Palanthas'taki
i 36
Yüksek Büyücülük Kulesi'ne seyahat edeceğiz, boyutkapısı da orada bulunuyor... ve şöyle bir içeri bakacağız... hepsi bu."
"Tabii, ben de bir lağım cücesiyim!" diye hırladı Tanin.
Palin'in yüzü donuk bir kırmızıya büründü. Yumuşak başlı Sturm'ün aksine, Tanin bukleleriyle birlikte sinirleri konusunda da annesine çekmişti. Ayrıca Büyük Ağabey rolünü bazen çok, Palin'in adına karar verecek kadar çok ciddiye alırdı. Ama bunun sebebi sadece beni sevmesi, diye hatırlattı kendine genç adam.
Derin bir nefes alarak iç çekti ve uzanarak ağabeyini omuzlarından kavradı. "Tanin, bir değişiklik yapalım da sen beni dinle, Sturm haklı. Sizin o ilk savaşa gidişinizde ben 'ağlayıp zırlamamıştım.' Ya da en azından sizin beni göreceğiniz bir şekilde. Ama bütün gece ağladım, karanlıkta yalnız başıma. Sizin her gidişinizde, bunun birbirimizi son kez görüşümüz olabileceğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Kaç defa yara aldınız? O son savaşta, o minotaur oku kalbini iki parmak mesafeyle ıskalamıştı."
Yüzü kararan Tanin, başını öne eğdi. "O farklı," diye mırıldandı.
"Tas dede'nin de diyeceği gibi, 'Boynu kırılmış bir tavuk ile kafası kesilmiş bir tavuk birbirinden farklıdır ama tavuk için bir şey fark eder mi?'" Palin gülümsedi.
Tanin omuz silkti ve sırıtmaya çalıştı. "Sanırım haklısın." Ellerini Palin'in omzuna koydu, dikkatle kardeşinin solgun yüzüne baktı. "Eve dön evlat! Bu işten vazgeç!" diye fısıldadı sertçe. "Buna değmez! Eğer sana bir şey olursa bunun annemizi... ve babamızı ne kadar üzeceğini bir düşün..."
"Biliyorum," dedi Palin, engellemeye ne kadar çaba gösterse bile gözleri yaşlarla dolarak. "Bunu düşündüm! Bunu yapmalıyım Tanin. Anlamaya çalış. Anneme onu... onu çok sevdiğimi söyle. Ve küçük kızlara da. Onlara da... bir hediye getireceğimi söyle, tıpkı Sturm ile senin hep yaptığınız gibi..."
"Ne getireceksin? Ölü bir kertenkele mi?" diye hırladı Tanin. "Küflenmiş bir yarasa kanadı mı?"
Gözlerini silen Palin gülümsedi. "Evet onlara bunu söyle. Gitsen iyi olacak. Baba bizi izliyor."
"Kendine iyi bak küçük kardeş. Ona da." Tanin babasına doğru baktı. "Bu iş onun için epey zor olacak."
"Biliyorum." Palin iç geçirdi. "İnan bana biliyorum."
Tanin tereddüt etti. Palin ağabeyinin gözlerinde bir nutuk daha çekeceğini, onu vaz geçirtmek için bir teşebbüste daha bulü-
nacağını gördü.
"Lütfen Tanin," dedi yavaşça. "Yeter artık."
Hızla gözlerini kırpıştırıp burnunu ovalayan Tanin başıyla onayladı. Küçük kardeşinin yanağına hafifçe vuran ve kestane rengi saçlarını karıştıran Tanin, gölgeler içindeki daire boyunca Sturm'ün yanına gitmek için ilerledi.
Palin onun uzaklaşmasını izledi, sonra arkasını dönüp aksi istikamete doğru, iki büyücüye saygılarını sunmak için ön giriş kapısına doğru ilerledi.
"Demek Dalamar seninle konuştu," dedi Justarius, genç adam onun önüne gelip durduğunda.
"Evet," dedi Palin acı acı. "O bana gerçeği söyledi."
"O mu?" diye sordu Dunbar aniden. "Şunu hatırla genç adam. Dalamar Kara Cüppe giyiyor. O hırs dolu biri. Her ne yapıyorsa, sonunda kendisinin kârına olacağına inandığı için yapıyor."
"Onun bana söylediğinin doğru olduğunu siz ikiniz inkâr edebilir misiniz? Eğer hâlâ yaşıyorsa amcamın ruhunu tuzağa düşürmek için beni yem olarak kullandığınızı yani?"
Justarius, kafasını sallamakta olan Dunbar'a baktı.
"Bazen gerçekleri burada aramalısın Palin," dedi Dunbar cevap olarak, elini uzatıp Palin'in göğsüne hafifçe dokunarak, "kalbinde."
Dudağı alayla kıvrıldı ama Palin, bu iki yüksek rütbeli büyücüye göstermesi gereken saygıyı biliyordu, bu yüzden sadece eğilip reverans yaptı. "Dalamar ile babam beni bekliyorlar. İkinize de hoşçakalın diyorum. Tanırlar nasip ederse, bir ya da iki yıl içinde sınavımı almak için geri geleceğim ve ikinizi de bir kez daha görme şerefine erişebilmeyi umuyorum."
Justarius genç adamın sesindeki iğnelemeyi ya da yüzündeki acı dolu, kızgın ifadeyi gözden kaçırmadı. Bu ona bir başka acı dolu, kızgın adamı hatırlattı, neredeyse otuz yıl evvel bu kuleye gelmiş olan bir adamı...
"Gilean seninle yürüsün Palin," dedi baş büyücü yavaşça, ellerini cüppesinin kollarında kavuşturarak.
"Paladine, yani senin adına ilham olan tanrı, sana yol göstersin Palin," dedi Dunbar. "Ve şunu düşün," diye ekledi, kara yüzünde bir gülümseme belirerek. "eğer bu yaşlı deniz büyücüsünü bir kez daha göremezsen diye söylüyorum. İnşallah dünyaya hizmet ederek, kendine en iyi şekilde hizmet ettiğini öğrenirsin."
Palin cevap vermedi. Tekrar reverans yaptı ve arkasını dönüp
138
onları terk etti. O daire boyunca yürürken, sanki oda daha da kararırmış gibi görünüyordu. Sanki yalnız başınaydı; bir anlığına kimseyi göremedi, ne kardeşlerini, ne Dalamar'ı, ne de babasını... ama karanlık derinleşirken, beyaz cüppe daha canlı bir şekilde parlıyordu, sanki akşam göğündeki bir yıldız gibi.
Bir anlığına Palin'in içini bir korku sardı. Hepsi onu terk mi etmişti yoksa? Bu engin karanlıkta yalnız başına mıydı? Sonra yakınlarda bir yerde metalin pırıltısını gördü -babasının zırhıydı bu, ve rahatlayarak nefes verdi. Adımları hızlandı ve babasının önüne gelip durduğunda sanki daire aydınlanmış gibiydi. Caramon'un yanında duran kara elfi görüyordu. Kara cüppesinin gölgeleri arasından elfin görülen tek yeri dolgun yüzüydü. Palin kardeşlerini görebiliyordu, ellerini veda ederek kaldırdıklarını görebiliyordu. Palin de elini kaldırmaya davrandı ama sonra Dalamar sözler söylemeye başladı ve sanki Palin'in beyaz cüppesini, Caramon'un parlak zırhını kara bir bulut kaplamış gibiydi. Karanlık koyulaştı, dairenin gölgeleri arasından kesilmiş kara bir deliğe dönüşene kadar derinleşerek girdap gibi etraflarında döndü. Sonra her şey gitmişti. Soğuk, ürkünç ışık daireye geri dönüp boşluğu doldurdu.
Dalamar, Palin ve Caramon gitmişlerdi
Geride kalan iki kardeş çantalarını sırtlandılar ve büyülü Way-reth Ormanı'ndan geçecek olan uzun, garip yolculuklarına başladılar. Kızıl saçlı, çabuk sinirlenen, sevgi dolu annelerine bu haberleri verme düşüncesi, kalplerine bir cüce zırhı kadar ağırlık yapıyordu.
Onların arkasında, koca taş sandalyelerin yanında ayakta duran Justarius ve Dunbar neşesiz bir sessizlik içinde izlediler. Sonra, ikisi de bir büyülü söz söyleyerek ortadan kayboldular, VVayreth'teki Yüksek Büyücülük Kulesi kendi gölgelerine terk edildi. Ve koridorlarda yürüyen tek şey hatıralardı.
139
Bölüm 5
"Durgun, karanlık bir gecenin yarısında geldi," dedi Dalamar yavaşça. "Gökteki tek ay sadece onun gözlerinin görebildiği aydı." Kara elf, kafasını örten kara kukuletanın derinliklerinden Palin'e bir bakış fırlattı. "Amcanın bu kuleye geri dönüşü hakkındaki efsane böyleydi."
"Palin hiçbir şey söylemedi -bu sözler kalbinde kazılıydı. Hayal kurabilecek yaşa geldiğinden beridir, bu sözler gizlice onun kalbinde olmuşlardı hep. Korkuyla karışık bir hayranlıkla, kafasını kaldırıp girişi parmaklıklarla örten kocaman kapılara baktı. Şimdi kendisinin durduğu yerde amcasını dururken, kapıların açılmasını emrederken tahayyül etmeye çalıştı. Ve o bunu yaptığında... Pa-lin'in bakışları daha da yukarı çevrilerek karanlık kulenin kendisine döndü.
Palanthas'ta gün ışığı vardı. Yüzlerce mil güneydeki VVayreth Yüksek Büyücülük Kulesi'ni terk ettiklerinde öğle vaktiydi. Ve şimdi hâlâ öğle vaktiydi, büyülü yolculuk bir nefes alış süresinden fazla sürmemişti. Güneş doruk noktasındaydı, hemen kulenin üstünde parlıyordu. Kulenin tepesindeki iki kan kırmızısı minarenin arasında altın bir küre vardı, sanki kana bulanmış parmaklar açgözlülükle bir sikkeyi yakalamış gibi görünüyordu. Ve güneş de yaydığı bütün o ısı bakımından bir sikkeden farksızdı, zira kötülüğün bu mekânını hiçbir güneş ışığı asla ısıtamazdı. Kocaman, kara bina -büyülerle dünyanın kemiklerinden yükseltilip yapılmıştı— tılsımlı Shoikan Korusu'nun ortasında duruyordu. Kocaman meşe ağaçlarıyla dolu olan bu koru kuleyi öyle bir koruyordu ki, her ağaç yerine yüz tane silahlı şövalye bile konulsa daha etkili olamazdı. Ölümcül büyüsü o kadar güçlüydü ki yanma kimse yaklaşamıyor-du. Karanlık bir tılsımla korunmazsa, hiç kimse içeriye girip de canlı olarak çıkamazdı.
Dostları ilə paylaş: |