İKİNCİ nesil kiTİaranin oğLU



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə13/35
tarix29.12.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#36355
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   35

Palin geriye doğru bakınca babasını gördü -yüzünden yaşlar süzülüyordu— hâlâ kendisini bağlayan büyüden nafile bir hiddet içinde kurtulmak için debeleniyordu. Bir anlığına Palin'in kalbi çözülüverdi. Babası onu seviyordu... 'Hayır/ Palin'in dudakları kararlılıkla kapanıverdi. 'Gitmeme izin vermesi için bir sebep daha. Ona Tanin ile Sturm kadar güçlü olduğumu kanıtlayacağım. Onlarla gurur duyduğu kadar benimle de gurur duymasını sağlayacağım. Ona, onun korumasına ihtiyaç duyan bir çocuk olmadığımı kanıtlayacağım.'

Palin, Dalamar'ın kendisinin ardından merdivenleri çıkmaya başladığını gördü. Ama sonra, aniden karanlığın içinden iki çift bedensiz gözün daha beliriverip onun etrafını sarmasıyla kara elf de durmak zorunda kaldı.

"Nedir bu?" diye sordu Dalamar hiddet içinde. "Beni durdurmaya cüret mi ediyorsunuz -Kulenin Efendisi'ni?"

"Kulenin sadece tek bir gerçek Efendisi var," dedi muhafız yavaşça. "Bize uzun zaman önce gelen kişi. Onun için kapılar açılmıştı."

Muhafız konuşurken, o soluk elini uzattı. İskeletimsi avucunun içinde gümüş bir anahtar duruyordu."

"Palin!" diye haykırdı Dalamar, korku ve hiddet sesini daraltarak. "Yalnız başına içeri girme! Sanat hakkında hiçbir şey bilmiyorsun! Sınav'ı daha almadın! Onunla savaşamazsın! Hepimizi yok edebilirsin!"

"Palin!" diye yalvardı Caramon ıstırap içinde. "Palin evine dön! Anlayamıyor musun? Seni çok seviyorum oğlum! Seni kay-bedemem -onu kaybettiğim gibi..."

Sesler kulağını tırmalıyordu ama Palin onları duymadı. Başka bir ses duydu, kalbine fısıldayan yumuşak, kırık dökük bir ses. Bana gel Palin! Sana ihtiyacım var! Senin yardımına ihtiyacım var...

Kanını bir heyecandır sardı. İleri doğru uzanan Palin anahtarı hayaletten aldı ve eli heyecan ve korkuyla titrerken, en sonunda gümüş anahtarı süslü gümüş kilide sokmayı başarabildi.

Keskin bir 'klik' sesi duyuldu. Beş parmağının ucunu meşe

ağacından kapının üzerine yerleştiren Palin hafifçe itiverdi. Onun için kapı açılmıştı.

Bölüm 7


Palin karanlık laboratuara yavaşça, coşkuyla, vücudu heyecanla sarsılarak girdi. Kapı kapandığında, Dalamar arkasında duruyor mu diye görmek için (doğruyu söylemek gerekirse biraz şeytani bir zevkle) dönüp baktı. Bir 'klik' sesi ve bir şaklama sesi duyuldu. Aniden Palin'in içini korku bastı, karanlıkta yalnız başına kapana kısmıştı. Çılgınlar gibi gümüş kapı kulbunu el yordamıyla aradı, parmakları anahtarı çılgınlar gibi kilide sokmaya uğraştı -elinde yok oluveren bir anahtarı.

"Palin!" Kapının diğer tarafından, babasının gözü dönmüş haykırışını duydu ama sanki susturulmuş ve uzaktan geliyor gibi duyuluyordu. Dışarıda bir itişip çekişme sesleri, mırıldanılan büyü sözleri ve sonra da bir 'güm' sesi, sanki ağır bir şey çarpmış gibi.

Kalın meşeden yapılma kapı titredi ve altından ışığın parladığı görüldü.

"Dalamar bir büyü yaptı," dedi Palin kendi kendine, gerileyerek. O gümbürtü muhtemelen babasının geniş omzuydu. Hiçbir şey olmadı. Palin arkasından bir yerlerden donuk bir ışığın parlayıp laboratuarı aydınlattığını gördü. Korkusu diniverdi. Omuz sil-ken genç adam arkasını döndü. Yapacakları hiçbir şey o kapıyı açamazdı. Bunu her nasılsa biliyordu ve gülümsedi. Hayatında ilk defa kendi başına bir iş yapıyordu, babası ya da ağabeyleri ya da ustası ona "yardım" etmek için etrafında olmadan yani. Bu düşünce keyif vericiydi. Zevkle iç çeken Palin gevşedi ve vücudunda bir mutluluk karıncalanmasıyla birlikte etrafına bakındı.

Bu daire kendisine sadece iki kez tarif edilmişti -bir kere Cara-mon, bir kere de Tanis Yartımelf anlatmıştı. Caramon o gün bu laboratuarda neler olduğu hakkında hiçbir şey söylememişti, ikizinin öldüğü o gün. Babasının ona hikâyeyi anlatması bile ancak Palin'in yalvarıp yakarmalarıyla gerçekleşmişti -o zaman bile kısa, öz ve duraksayan kelimelerle anlatmıştı. Caramon'un en yakın dostu Tanis Yanmelf daha fazla detay vermişti fakat Tanis'in bile sözünü edemediği tatlı-acı hırs, aşk ve kendini feda etmekle ilgili bölümler vardı hâlâ. Yine de verdikleri tarifler doğruydu. Laboratuar tıpkı

ı c/ı


Palin'in zihninde canlandırdığı gibi görünüyordu.

Yavaşça içeri doğru yürüyen, her ayrıntıyı inceleyen Palin, nefesini saygı dolu bir hayranlıkla tutuverdi.

Yirmi beş yıldır bu büyük daireyi hiçbir şey ve hiç kimse rahatsız etmemişti. Dalamar'ın da dediği gibi, hiçbir yaşayan varlık içeri girmeye cüret edememişti. Zeminde kalın, gri bir toz tabakası duruyordu -onun birikmiş yüzeyinde hiçbir fare patisi izi yoktu— yeni yağmış kar kadar pürüzsüz ve düzdü. Tozlar pencere pervazlarından, hiçbir örümceğin ağ örmediği, uyandırıldı diye hiddetlenip de hiçbir yarasanın kanatlarını çırpmadığı pencere pervazlarından sızmıştı.

Dairenin büyüklüğünü kestirmek güçtü. İlk başta Palin odanın küçük olduğunu düşünmüştü, mantığı ona kulenin en tepesinde bulunduğundan dolayı burasının fazla geniş olmayacağını söylüyordu. Ama ne kadar beklediyse, sanki daire de o kadar büyüyor gibiydi.

"Yoksa küçülen ben miyim?" diye fısıldadı Palin. "Ben bir büyücü bile değilim. Buraya ait değilim," dedi zihni ona. Ama kalbi yanıt verdi, başka hiçbir yere de gerçekten ait olmadın ki...

Havada ağır bir küf ve toz kokusu vardı. Hâlâ genç adama tanıdık gelen hafif baharatlı bir koku da asılıydı havada. Palin, içlerinde kurumuş yapraklar, gül taçları, diğer otlar ve baharatlarla dolu kavanozların bir duvara sıra sıra dizilmiş, ışıkla parıldadığını gördü -bunlar büyü bileşenleriydi. Bir başka koku daha vardı, bu pek hoş bir koku değildi, çürümenin ve ölümün kokusu. Garip ve tanıdık olmayan yaratıkların iskeletleri, yerdeki ya da büyük taş masanın üzerindeki birkaç büyük kavanozun dibinde kıvrılmış duruyordu. Amcasının yaşam yaratma deneyleri hakkındaki söylentileri hatırlayan Palin, onlara şöyle bir baktı ve çabucak başını çevirdi.

Üzeri rünlerle kaplı, yüzeyi cilalı taş masayı inceledi. 'Efsanede söylendiği gibi acaba gerçekten de denizin dibinden mi çekilip çıkartıldı?' diye merak etti Palin, parmaklarını okşarcasına masanın düz yüzeyinde gezdirip, ardından tozun içinde örümceğimsi bir iz bırakarak. Eli masanın yanındaki yüksek sandalyeye değdi. Amcasını aklında canlandırabiliyordu burada otururken, çalışırken, kitap okurken...

Palin'in bakışları, dairenin bütün duvarları boyunca uzanan raflar dolusu, sıra sıra büyü kitaplarına kaydı. Onlara yaklaşırken kalp atışları hızlandı, onları babasının tariflerinden tanımıştı. Gece

mavisi ciltli ve gümüş rünlü olanlar büyük baş büyücü Fistandan-tilus'a aitti. Üzerlerinden fısıldayan bir soğuk akıyordu sanki. Palin titredi ve durdu, elleri onlara dokunmak için seğirse de daha yakına gitmeye korkmuştu.

Yine de dokunmaya cüret edemedi. İçinde kayıtlı büyüleri okumak şöyle dursun, bu kitapların kapaklarım sadece en yüksek rütbeli büyücüler açabilirdi. Eğer açmaya çalışırsa ciltler elini yakardı, tıpkı sözlerin de zihnini yakacağı ve eninde sonunda aklını yitirmesini sağlayacağı gibi. Hüzün dolu bir özlemle iç çeken Palin, başını bir başka büyü kitabı sırasına çeviriverdi, bunlar gümüş rünlerle kaplı ve kara ciltliydi -amcasına ait olanlardı.

Okumayı denese mi, eğer denerse ne olur acaba diye düşünürken ve tam onlara daha yakından şöyle bir bakmaya davranmışken, laboratuarı aydınlatan ışık kaynağını ilk defa olarak fark etti.

"Asası..." diye fısıldadı.

Bir köşede duvara yaslanmış duruyordu: Magius'un Asası. Büyülü kristali soğuk, donuk bir ışıkla parlıyordu. Tıpkı Solinari'nin ışığı gibi, diye düşündü Palin. İstek dolu yaşlar doldu gözlerine ve hiç önemsenmeden yanaklarından aşağı süzüldü. Görebilmek için gözlerini kırpıştıran, nefes almaya bile zar zor cüret eden, ışığın her an sönebileceğinden korkan Palin asaya yaklaştı.

Genç büyücü sınavını başarıyla tamamladığı zaman Raistlin'e Par-Salian tarafından verilen bu asa, muazzam bir büyü gücüne sahipti. 'Bir emir sözüyle ışık saçabilir,' diye hatırladı Palin. Bununla beraber, efsaneye göre amcasınınki hariç hangi el dokunursa dokunsun ışık sönüp giderdi.

"Ama babam onu tutmuştu," dedi Palin yavaşça. "Onu boyut-kapısını kapatmak ve Karanlık Kraliçe'nin dünyaya girişini engellemek için kullanmıştı —tabii ölmekte olan amcamın yardımıyla. Sonra da ışık sönmüş ve hiç kimsenin söylediği hiçbir şey, onun tekrar parlamasını sağlayamamıştı."

Ama şimdi parlıyordu...

Boğazı kurumuş ağrıyan, kalbi nefesini kesecek şekilde hızla atan Palin, titreyen elini asaya doğru uzattı. Eğer ışık sönerse burada yalnız kalmış, boğucu karanlıkta kapana kısmış olacaktı.

Parmak uçları ahşabı okşadı.

Işık daha da parladı.

Palin'in soğuk parmakları asanın üzerinde kapanıp onu sıkıca kavradı. Kristal daha da parlak yanıyordu, o saf ısısını Palin'in üze-

rine yayıyordu; beyaz cüppesi dökme gümüş gibi parlıyordu şimdi. Asayı durduğu köşeden kaldıran Palin ona büyük bir sevinçle baktı ve onu hareket ettirdiğinde gördü ki, asanın ışını odaklanmış, laboratuarın en uzak köşesine bir ışık huzmesi yolluyordu -az önce en derin karanlığın içinde duran bir köşeydi bu.

Oraya yaklaşan genç adam ışığın, tavandan sarkan mor kadife bir perdeyi aydınlattığını gördü. Palin'in yüzündeki yaşlar donuverdi ve vücudunu bir ürperti sarstı. Ardında neyin durduğunu bilmesi için kadifenin yanında asılı duran altın yaldızlı, ipek sicimi çekmesi, o perdeleri açması gerekmiyordu.

Bu boyutkapısıydı.

Bilgiye susamış büyücüler tarafından uzun zaman önce yaratılmış olan boyutkapıları, onların kendi sonlarına doğru götürmüştü; yani tanrıların alemine. Bunun ihtiyatsız olanlar için ne gibi feci sonuçlar doğurabileceğini bildiklerinden dolayı, üç tarikatında en bilge büyücüleri bir araya geldiler ve onları ellerinden gelenin en iyi-siyle kapadılar. Boyutkapısının açılması için sadece Kara Cüppe giyen kudretli bir baş büyücü ve beraberinde Paladine'ın kutsal bir ermişinin bir araya gelip, birlikte hareket etmesi gerektiği hükmüne vardılar. Bilgelikleri içinde, bu muhtemel olmayan terkibin oluşmasının imkânsız olduğuna inanıyorlardı.

Bu sebeple Raistlin'in, Paladine'ın Aziz Evladı Crysania'yı bo-yutkapısını açmak için onunla birleşmeye ikna etmesi gerekmişti. İçeri girmiş ve onun yerine geçip hükmetme niyetiyle Karanlıklar Kraliçesi'ne meydan okumuştu. Bir insanda bu denli bir hırsın olmasının sonuçları felaket niteliğindeydi -dünyanın yıkımı. Bunu bilen ikizi Caramon, Cehennem'e girip Raistlin'i durdurmak için bütün riskleri göze almıştı. Bunu da yaptı ama sadece ikizinin yardımıyla. Feci hatasını anlayan Raistlin, dünya için kendisini feda etmişti -tabii efsaneye göre. Boyutkapısını kapattı, kraliçenin girmesini engelledi ama ölümcül bir bedel karşılığında. O dehşetengiz kapının öteki tarafında kendisi kısıp kalmıştı.

Palin perdelere git gide yaklaştı, kendi iradesi dışında o yöne çekiliyordu. Ya da öyle değil miydi? Adımlarını duraksatan ve vücudunun sarsılmasını sağlayan korku muydu, yoksa heyecan mı?

Derken o fısıldayan sesi bir kez daha duydu, Palin... yardım et...

Perdenin arkasından geliyordu!

Palin gözlerim kapadı ve zayıfça asanın üzerine yaslandı. Hayır! Bu olamazdı! Babası o kadar emindi ki...

Kapalı gözkapaklarınm arasından, genç adam bir başka ışığın parlamaya başladığını gördü, önünden geliyordu. Korkuyla gözlerini açtı ve ışığın perdenin etrafından, altından ve üstünden yayıldığını gördü. Çok renkli bir ışıktı, dehşet verici bir gökkuşağı halinde dışarı sızıyordu.

Palin... yardım et bana...

Palin'in eli kendi iradesi dışında altın yaldızlı perde ipini kavra-yıverdi. Parmaklarını hareket ettirmek gibi bilinçli bir düşüncesi yoktu, yine de ipi tutarken buldu kendisini. Tereddüt içinde elinde duran asaya baktı, sonra arkasını dönüp laboratuara açılan kapıya göz attı. Kapı artık omuzlanmıyordu ve hiçbir ışık parlamıyordu. Belki de Dalamar ve babası vazgeçmişti. Ya da belki de Muhafızlar onlara saldırmıştı...

Palin ürperdi. Geri gitmeliydi, bu işi bırakmalıydı. Çok tehlikeliydi. O daha bir büyücü bile değildi ki! Ama bu düşünce aklından geçerken, asanın tepesindeki kristalin ışığı azaldı -ya da ona öyle görünmüştü.

'Hayır,' dedi kararlılıkla. 'Devam etmeliyim. Gerçeği bilmeliyim!'

Terle sırılsıklam olmuş avucuyla ipi kavrayan Palin sıkıca asıldı, perde yavaşça açılırken, parlayan katlar halinde yukarı doğru yükselirken nefesini tutarak izledi.

Perde yükseldikçe ışık git gide daha parlaklaştı, onu sersemletti. Elini kaldırıp gözlerinin üzerine örten Palin, karşısında duran muhteşem, dehşet dolu manzaraya korku ve hayranlıkla baktı. Bo-yutkapısı, etrafı beş metalik ejderha kafası ile çevrelenmiş kara bir boşluktu. Büyü sayesinde, Karanlıklar Kraliçesi Takhisis'in şekline büründürülmüş ejderhaların ağızları sessiz bir zafer haykınşıyla açıktı. Kafalar yeşil, mavi, al, beyaz ve kara renklerle parlıyordu.

Işık, Palin'in gözlerini kör etti. Acı içinde gözlerini kırpıştırdı ve yanan gözlerini ovuşturdu. Ejderha kafaları sadece daha canlı bir şekilde parlıyordu ve şimdi hepsinin şarkı söylemeye başladığını duyabiliyordu.

Birincisi: Karanlıktan karanlığa, sesim boşlukta yankılanır.

İkincisi: Bu dünyadan bir sonrakine, sesim hayatla feryat eder.

Üçüncüsü: Karanlıktan karanlığa, haykırırım. Ayaklarımın altında her şey sabitleşir.

Dördüncüsü: Akıp giden zaman, senin yolunu tutar.

Ve son olarak, en son kafa: Çünkü kaderle tanrılar bile alaşağı edilir,

hepiniz benimle ağlayın.

Bir büyü, diye fark etti Palin. Görüşü bulanıklaştı ve o boyut-kapısmın içindeki göz kamaştırıcı ışığın ötesini görmeye çalışırken yanaklarından aşağı yaşlar süzüldü. Çok renkli ışık, bir girdap halinde çılgınca dönmeye başladı, boyutkapısmın merkezdeki yarılıp kıvrılan kocaman boşluğun üzerinde ve etrafında dönüyorlardı.

Başı dönen Palin asayı sıkıca kavradı, ve bakışlarını içeride duran boşluğun üzerinde tuttu. Karanlık kalkmıştı! Fırıl fırıl dönüyordu, tam merkezdeki daha derin karanlığın çevresindeki bir eksenin etrafında, şekli ve cismi olmayan bir girdap gibi dönüyordu. Dönüyor... ve dönüyor... ve dönüyor... laboratuarın havasını, tozu ve asanın ışığını emip içine çekiyordu...

"Hayır!" diye haykırdı Palin, aynı zamanda kendisini de emip içine çekmekte olduğunu dehşetle fark ederek! Debelendi, mücadele verdi ama kuvveti karşı koyulmaz nitelikteydi. Kendi doğumunu durdurmaya çalışan bir bebek kadar çaresiz olan Palin, o göz kamaştırıcı ışığın, o kıvranan karanlığın içine çekildi. Ejderha kafaları Karanlık Kraliçe'lerine bir övgü feryadı haykırdılar. Ağırlıkları Palin'in vücudunu ezdi, sonra pençeleri onu parçalara ayırdı, lime lime etti. Üzerinde bir alev patlaması oldu, tenini ve kemiklerini yaktı. Üzerine sel suları kapandı; boğuluyordu. Hiç ses çıkartmadan haykırdı fakat kendi sesini duyabiliyordu. Ölüyordu ve ölüyor olduğu için de minnettardı, çünkü acı sona erecekti.

Kalbi patlayıverdi.

ı co


Bölüm 8

Her şey durmuştu. Işık, acı...

Her şey sessizdi.

Palin yüzükoyun yatıyor, Magius'un Asası'nı hâlâ elinde sıkıca tutuyordu. Gözlerini açtığında asanın ışığının gümüşi bir renkle parladığını gördü, soğuk ve saf bir ışıkla parıldıyordu. Hiç acı hissetmiyordu, nefes alış verişi rahatlamış, düzene girmişti ve kalp atışları da sağlamdı, vücudu tek parça halindeydi ve zarar görmemişti. Ama Laboratuarın zemininde yatmıyordu. Kumun içindeydi! Ya da öyle görünüyordu. Yavaşça ayağa kalkarken etrafına ba-kınınca, garip bir arazide olduğunu gördü -dümdüz, çöl gibiydi, ayırt edilebilecek hiçbir çeşit yer yüzü şekli yoktu. Tamamen bomboş, çoraktı. Arazi sonsuz bir şekilde, göz alabildiğine uzuyor da uzuyordu. Kafası karışarak etrafına bakındı. Daha önce hiç burada bulunmamıştı fakat yine de tanıdık geliyordu. Yerin rengi bir garipti -bir çeşit uçuk pembeydi ve gökyüzü de aynı renkteydi. Babasının sözlerini duyar gibi oldu, sanki gün batımıymış gibi, ya da uzakta bir yerde bir ateş yanıyormuş gibi...

Palin, korku vücudunda boğucu bir dalga halinde dolanırken, nefesini kesip ayakta durma gücünü bile elinden alırken, dehşet içinde fark ettiği şeyi yadsımak için gözlerini kapadı.

"Cehennem," diye mırıldandı, titreyen eli destek almak için asaya sıkı sıkıya tutunarak.

"Palin—" Bu ses boğuk bir çığlıkla son bularak kesildi.

İsmini duyduğu için ürken, sesteki umutsuzluk tınısıyla paniğe kapılan Palin'in gözleri fal taşı gibi açıldı.

Arkasını dönüp kumların içinde tökezleyen genç adam, o feci sesin geldiği yöne doğru baktı ve birkaç saniye önce hiçbir şeyin olmadığı o yerde, önünde yükselmekte olan taş duvarı gördü. İki ölmeyen suret duvara doğru yürüyordu, ortalarında bir şeyi tutmuş sürüklüyorlardı. O "bir şey" bir insandı, Palin görebiliyordu. İnsandı ve canlıydı! Kendisini tutsak edenlerin kıskacı altında sanki kaçmaya çalışır gibi debeleniyordu fakat güç kullanarak mezarın ötesinden gelenlere karşı direnmek yararsızdı.

Üçü duvara daha da yaklaştı. Görünüşe göre gittikleri yer orasıydı, zira bir tanesi orayı işaret edip güldü, insan debelenmeyi bir süreliğine kesti. Kafasını kaldırarak dosdoğru Palin'e baktı.

Altın renkli ten, kum saati şeklindeki gözler...

"Amca?" diye nefes verdi Palin, ileri doğu adım atmaya davranarak.

Ama suret kafasını salladı, o narin ellerinden biriyle sanki "şimdi değil!" dermiş gibisinden, neredeyse fark edilemeyecek kadar hafif bir hareket yaptı.

Palin aniden, apaçık meydanda durduğunu, Cehennem'in ortasında tek başına durduğunu anlayıverdi. Kendisini -büyüsünün nasıl kullanılacağı hakkında hiçbir fikri olmadığı— Magius'un Asası'ndan başka koruyacak hiçbir şeyin olmadığını fark etti. Debelenen esirlerinin üzerine yoğunlaşmış olan ölmeyenler onu henüz fark etmemişlerdi ama bu sadece bir an meselesiydi. Korkuyla dolan ve hüsrana uğrayan Palin saklanacak bir yer bulmak için çaresizlik içinde etrafın bakındı. Onu şaşkınlık içinde bırakarak, hiçliğin ortasından gür bir çalılık yükseliverdi, sanki onu var olması için kendi çağırmış gibi.

Genç adam, neden ve nasıl oraya geldiğini düşünmek için duraksamadan hızla çalının arkasına cömeldi ve kendisini ele vermesini engelleme çabasıyla asanın kristalini eliyle kapadı. Sonra pembemsi, alev alev diyara bakmak için ihtiyatlı bir şekilde kafasını uzattı.

Ölmeyenler, esirlerini kumların ortasında duran duvara sürüklediler. Söylenen tek bir emir sözcüğüyle duvarın üzerinde kelepçeler beliriverdi. O inanılmaz güçleriyle esirlerini havaya doğru kaldıran ölmeyenler, Raistlin'i bileklerinden duvara kelepçelediler. Sonra, alayla reverans yaparak onu orada, duvarın üzerinde asılı bir şekilde, kara cüppeleri sıcak rüzgârla uçuşur bir halde bırakıp gittiler.

Palin tam ayağa yeniden kalkmış ve ileri doğru adımını atmıştı ki, görüntüsünün üzerine bir gölge düşüverdi, onu parlak ışıktan daha da eksiksiz bir şekilde kör etti. Zihnini, ruhunu ve vücudunu öyle bir dehşet ve korkuyla doldurdu ki kıpırdayamadı bile. Karanlık çok kesif ve her yanı kuşatmış olsa da, Palin onun içinde bazı şeyler gördü -bir kadın gördü, şimdiye kadar hayatı boyunca görüp gördüğü bütün kadınlardan daha güzel ve daha çekici bir kadın. Kadının amcasına doğru yürüdüğünü, amcasının kelepçeler

içindeki yumruğunun kasıldığım gördü. Bütün bunları görüyordu, yine de dört bir yanı ancak en derin okyanusun en dibinde bulunabilecek bir karanlıkla kaplıydı. Sonra Palin anlayıverdi. Bu karanlık zihnindeydi, zira Takhisis'e, Karanlıklar Kraliçesi'nin bizzat kendine bakıyordu.

Hayranlık ve dehşetle durduğu yerde çakılmış bir haldeyken ve onun önünde diz çökmek isteyeceği kadar çok saygı ile dolmuş bir şekilde izlerken, Palin kadının şekil değiştirdiğini gördü. Karanlığın içinden, yanan diyarın kumlarının arasından bir ejderha yükse-liverdi. Devasaydı, kanatlarının mesafesi bütün diyarı gölgeyle kaplıyordu. Beş başı, beş tane boyun ile beraber kıvrılıp bükülüyor, beş ağzı da kulakları sağır edici kahkahalar atıyor ve acımasız bir zevkle feryatlar ediyordu.

Palin, Raistlin'in kafasının istem dışı olarak yana döndüğünü, altın renkli gözlerinin sanki önünde yükselmiş yaratığın görüntüsüyle bakamıyormuş gibi kapandığım gördü. Yine de baş büyücü savaş verdi, kendisini kelepçelerden kurtarmaya çalıştı, bu nafile gayretinden dolayı kolları ve bilekleri yarılmış, kanlar akıyordu.

Yavaşça, zarifçe ejderha bir pençesini kaldırdı. Tek bir hızlı hareketle Raistlin'inkara cüppelerim açıverdi. Sonra, neredeyse aynı zarif hareketle baş büyücünün vücudunu deşip açtı.

Palin'in nefesi tıkandı ve bu dehşetengiz görüntüyü görmemek için gözlerini kapadı ama artık çok geçti. Bunu görmüştü ve bunu her zaman rüyalarında görecekti, tıpkı amcasının ıstırap içindeki haykırışını sonsuza dek duyacağı gibi. Palin'in zihni bulanıklaştı ve dizleri boşalıverdi. Yere çökerek, kusacak gibi bir halde midesini kavradı.

Sonra, bulantı ve dehşet perdesinin arasından Palin kraliçenin farkına vardı ve aniden kraliçenin de ondan haberdar olduğunu anladı! Kendisini aradığını, dinlediğini, kokladığını hissedebiliyordu.

...Saklanmak gibi bir düşüncesi yoktu. Gidebileceği, kraliçenin onu bulamayacağı bir yer yoktu. Savaşamazdı, kafasını kaldırıp da ona bakamıyordu bile. Onun gücü yoktu. Sadece kumların üstünde sinebilir, korkuyla titreyebilir ve sonunun gelmesini bekleyebilirdi, o kadar.

Hiçbir şey olmadı. Gölge dağılıverdi, Palin'in korkuları dindi.

Palin... yardım el... Acı ile paramparça olmuş ses, genç adamın

zihninde fısıldadı. Ve dehşet bir şekilde, başka bir ses daha vardı. Bir sıvının damlama sesiydi, akan kanın sesi...

"Hayır!" diye inledi genç adam, kafasını sallayarak ve sanki kendisini gömecekmiş gibi kumlan eşeleyerek. Gırtlaktan gelen başka bir haykırış daha duyuldu ve Palin yeniden kustu. Dehşet, acıma ve kendi zayıflığına karşı duyduğu tiksintiyle hıçkırıklara boğuldu. "Ne yapabilirim ki? Ben hiçbir şey değilim. Sana yardım edecek gücüm yok!" diye söylendi, yumruğu dimdik tuttuğu asayı sıkıca kavrayarak. Asaya tutunarak ileri geri sallandı, gözlerini açamıyor, bakamıyordu.

"Palin—" ses boğulur gibi nefes alıyordu, söylediği her söz bariz bir acıya yol açıyordu—"sen... sen güçlü olmalısın. Benim iyiliğim için... olduğu kadar... kendi... iyiliğin için."

Palin konuşamıyordu. Boğazı kavrulmuştu ve sancıyordu; ağzındaki safranın acı tadı onu boğuyordu.

Güçlü olmak. Onun iyiliği için...

Palin asayı sıkıca tutarak, ondan destek alarak yavaşça ayağa kalktı. Sonra ahşabın serin ve rahatlatıcı temasını elinde hissederek kendisini topladı ve gözlerini açtı.

Raistlin'in vücudu gevşek bir şekilde, bileklerinden asılı olduğu duvardan sarkıyor, kara cüppeleri yırtık pırtık, kafası öne doğru sallandıkça, uzun beyaz saçları yüzüne düşüyordu. Palin gözlerini amcasının yüzüne odaklanmış tutmaya çalıştı fakat bunu yapamadı. İstem dışı bir şekilde, bakışları kana bulanmış, paramparça olmuş vücuda doğru kaydı. Göğsünden kasıklarına kadar Raistlin'in teni yarılmış, keskin pençelerle deşilip açılmış, canlı organlarını gözler önüne sermişti. Palin'in duyduğu 'şıp şıp' damlama sesi, büyücünün damlayan kanının sesi, ayağının dibindeki kocaman taştan bir birikintiye damla damla düşüyordu.

Genç adamın midesi yine kasıldı ama kusacak hiçbir şey kalmamıştı içinde. Dişlerini sıkan Palin kumların üzerinden ileri, duvara doğru yürümeye devam etti. Asa onun tökezleyen adımlarına destek oluyordu. Ama Palin tüyler ürpertici kan birikintisine vardığında, zayıflamış bacakları artık onu taşıyamadı. Bu feci görüntünün dehşetiyle bayılacağından korkan Palin, dizlerinin üzerine çöktü ve başını öne eğdi.

"Bana bak..." dedi ses. "Sen... beni tanıyor musun... Palin?"

Genç adam kafasını isteksizce kaldırdı. Altın gözler ona bakıyordu, kum saati şeklindeki gözbebekleri ıstırap içinde büyümüş-

tu. Kanla lekeli dudakları konuşmak için açıldı ama hiçbir söz çıkmadı. Narin bedeni bir sarsıntıdır aldı.

"Seni tanıyorum... Amca..." Palin iki büklüm olarak hıçkırmaya başladı, bu sırada zihninde, sözler ona haykırmaktaydı. "Babam yalan söyledi! Bana yalan söyledi! Kendine yalan söyledi!"

"Palin güçlü ol!" diye fısıldadı Raistlin. "Sen... beni serbest bırakabilirsin. Ama... çabuk olmalısın..."

Güçlü... güçlü olmalıyım...

"Evet." Palin gözyaşlarını engelledi. Yüzünü silerek, bakışlarını amcasının gözlerinde tutarak güçsüzce ayağa kalktı. "U-üzgünüm. Ne yapmalıyım?"


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin