Dalgalı sular arasından duyulan, çınlayan bir haykırış böldü bu sessizliği.
"Hoşçakalın evlatlar! Hoşçakalın! İyi bir denemeydi. Belki başka bir gün başarırız!"
"Cesedimi çiğnemen gerek!" diye mırıldandı üç kardeş birden hiddetle, yüzlerinde yapmacık gülümsemelerle ellerini kaldırıp gönülsüzce sallarken.
"İşte bu üzerinde anlaşabileceğimiz bir konu," dedi Sturm, kıkırdamaya başlayarak. "Ve bir tane daha biliyorum." Kardeşler, sular arasından ağır ağır giden geminin manzarasına karşı şükranla sırtlarını döndüler.
"Ve o da...?"
"Yaşayan hiçbir canlıya, yaşadığımız sürece bu konu hakkında tek kelime dahi etmeyeceğimiz!" Sturm'ün sesi alçaktı. Diğer iki kardeş etrafta, rıhtımda duran izleyicilere bakındılar. Gemiye bakıp
gülüyorlardı. Birkaç tanesi kardeşlere şöyle bir göz atarak, bastırılmış kahkahalara onları işaret etti.
Esefle sırıtan Tanin sağ elini uzattı. Srurm sağ elini kardeşinin-kinin üzerine koydu ve Palin de sağ elini diğer iki elin üzerine yerleştirdi.
"Anlaştık," dedi hepsi birden ciddiyetle.
Bölüm "1
Dougcm
"Maceralar hep böyle yerlerde başlar," dedi Tanin, hana tatmin olmuş bir edayla göz gezdirerek.
"Ciddi olamazsın!" dedi Palin dehşet içinde. "Bu pislik yuvasında kalmak şöyle dursun, atımı bile buranın ahırına bırakmam ben!"
"Aslında," diye rapor verdi Sturm, çıkmış olduğu bir inceleme turundan sonra binanın köşesinden dönüp gelerek, "ahırlar hanın kendisiyle kıyaslandığında daha temiz ve çok daha iyi kokuyorlar. Ben derim ki biz ahırda uyuyalım ve atları da içeri yollayalım."
Deniz kıyısı kasabası Sancrist'in liman bölümünde konuşlandırılmış olan han, en az genç adamların içeri girerken gördükleri birkaç hımbıl müdavimi kadar çirkin ve berbat görünüyordu. Limana bakan pencereleri küçüktü, sanki denize çok uzun bir süre baktıklarından dolayı gözleri kısılmış gibiydi. İçerdeki ışık, tozun dumanın arasından zar zor dışarı sızabiliyordu. Binanın kendisi hava şartları ve kumlu rüzgarlarla mahvolmuş, sanki bir sonraki kurbanını bekleyen bir haydut gibi sokağın sonundaki gölgelere sinmişti. Hatta hanın adı olan "Yamalı Flok Yelkeni" bile kulağa meşum geliyordu.
"Küçük kardeşin şikayet etmesini umuyordum," diye belirtti Tanin huysuzca, atından inip semerinin üzerinden Sturm'e dik dik bakarak. "Beyaz keten çarşaflarını ve geceleyin anasının gelip üstünü örtüşünü özlüyor tabii. Ama senden daha iyisini beklerdim Sturm Majere."
"Ah ben hiç itiraz etmedim," dedi Sturm rahatça, atından aşağı süzülüp bohçasını çözmeye başlayarak. "Ben sadece bir gözlem yapmıştım. Nasıl olsa pek fazla seçeneğimiz yok," diye ekledi, küçük bir deri kese çıkarttı ve sallamaya başladı. İçinde çelikten sikkelerin şıngır şıngır ediyor olması gerektiği yerde sadece iç karartıcı tek bir çınlama sesi duyuldu. "Bu gece keten çarşaf yok Palin," dedi, atının tepesinde sıkkın bir şekilde oturmakta olan küçük kardeşine sırıtarak. Fakat yarın geceyi düşün -Lord Gunthar'ın misafirleri olarak Uth VVistan Şatosu'nda kalacağımızı. Yatağın üstünde
sadece beyaz keten çarşaf değil, muhtemelen serpiştirilmiş gül yaprakları da olacaktır."
"Ben beyaz keten falan ummuyorum," diye cevapladı Palin tepesi atarak. "Aslında, yataklarda çarşaf bulmak bile çok hoş bir değişiklik olurdu! Ve şiltenin canlı olmadığı bir yatakta uyumayı tercih ederim!" İçi gıdıklanarak, beyaz cüppesinin altına elini atıp kendini kaşıdı.
"Bir savaşçı böyle şeylere alışmalıdır," dedi Tanin, Palin'in onu atıyla ezmek istemesini sağlayan o bilgeler bilgesi ağabey sesiyle. "İlk maceranda tahtakurularmdan başka hiçbir şeyin saldırısına uğ-ramamışsan, kendini şanslıdan sayabilirsin."
"Macera mı?" diye söylendi Palin acı acı, atından aşağı süzülerek. "Siz şövalyeliğe katılacaksınız diye, Uth VVistan Şatosu'na kadar sana ve Sturm'e eşlik etmek. Bu macera falan değil! Bu daha çok bir kender gezintisi gibi geçiyor ve hem siz hem de babam, benim de gelebileceğime karar verdiğiniz zaman bunun böyle olacağını gayet iyi biliyordunuz! Evden ayrılalı beri karşılaştığımız en büyük tehlike, o garson kızın Sturm'ün kulaklarını kasap bıçağıyla kesmeye çalıştığı zamandı!"
"Bu herkesin yapabileceği bir hata," diye mırıldandı Sturm, kıpkırmızı kesilerek. "Size söyleyip duruyorum! -ben elindeki kupaları almaya çalışmıştım. İnsanın etli butlu diyebileceği tarzda bir kızdı o ve elinde tepsiyle üzerime doğru eğildiğinde, ne yaptığıma bile o kadar dikkat etmiyordum-"
"Sahi sen bir şeylere dikkat etmesine gayet ediyordun!" dedi Palin sertçe. "Kız üzerine bıçakla yürüdüğünde bile, seni çekiştirip götürmemiz gerekti! Ve gözlerin de kalkanın kadar açılmıştı."
"Pekâlâ, en azından ben böyle şeylerle ilgiliyim," dedi Sturm rahatsızlıkla. "Kendisini böyle şeyler için çok yüksekte gören, adını da verebileceğim bazı kimseler gibi-"
"Benim yüksek standartlarım var!" diye terslendi Palin. "Önümde fingirdeşen her 'etli butlu' kızın içine düşmüyorum-"
"Kesin şunu, ikiniz de!" diye buyurdu Tanin bezginlikle. "Sturm, atları ahıra götür ve beslenip kaşağılanmalarını sağla. Palin benimle gel."
Palin ve Sturm pek itaatkâr görünmüyordu, Tanin'in sesi sertleşti. "Babamızın ne dediğini hatırlayın."
Kardeşler hatırladılar. Hâlâ homurdanmakta olan Sturm, atların dizginlerinden tuttu ve onları ahıra doğru götürdü. Palin dilinin
ucuna kadar gelen iğneleyici bir yorumu yuttu ve ağabeyini takip etti.
Annesi gibi çabuk sinirlenen biri olmasına rağmen Tanin, anne babasına diğer yönleriyle pek az çekmişti. Bunun yerine, daha çok anısı sebebiyle adını aldığı adamın -anne babasının en yakın dostu Tanis Yarımelf in- mizacına sahipti. Tanis isim babasını kendine örnek alır ve kahramanını geçmek için elinden geleni yapardı. Sonuç olarak, yirmi dört yaşındaki genç adam liderlik ve büyük ağabeylik rolünü çok ciddiye alırdı. Bu genç kardeşlerden biri için sorun değildi. Eğlenceye düşkün Sturm neredeyse 'hık' demiş babasının burnundan düşmüştü, Caramon'un neşeli ve yumuşak başlı doğasına sahipti.
Üzerine sorumluluk almayı pek sevmeyen Sturm, genelde Ta-nin'e soru sormadan itaat ederdi. Ama daha yirmi bir yaşındaki Pa-lin, amcası olan kudretli, talihsiz baş büyücü Raistlin'in keskin zekâsına ve aklına sahipti. Palin kardeşlerini seviyordu ama Tanin'in mütehakkim liderliği olduğunu düşündüğü tavrına illet oluyor ve Sturm'ün hayata hiç de ciddi olmayan bakışından ölçülmez derecede rahatsızlık duyuyordu.
Yine de bu -Tanin'in ona en azından her saat başında hatırlatmayı hiç ihmal etmediği gibi- Palin'in "ilk macerasıydı." Genç adam, Palanthas Yüksek Büyücülük Kulesi'nde zor ve yorucu Sı-nav7! alalı beri bir ay geçmişti. Artık Krynn'deki büyücüler sınıfının resmen kabul edilmiş bir üyesiydi. Ama yine de bu onu tatmin etmiyordu. Hayal kırıklığına uğramış ve keyifsiz hissediyordu kendisini. Yıllardır en büyük amacı Sınav'ı geçmek olmuştu, bir kez başarıldıktan sonra sayısız kapılar açacak olan bir amaçtı bu.
Tek bir kapı bile açmamıştı. Ah, Palin'in genç bir büyücü olduğu hiç şüphesizdi. Henüz pek az güce sahipti, sadece küçük dereceli büyüleri yapabiliyordu. İdeal olarak, kendisinin eğitimini üstlenecek olan usta bir baş büyücünün yanına çırak olarak gitmeliydi. Ama hiçbir baş büyücü onun hizmetini talep etmemişti ve Palin bunun nedenini bilecek kadar zekiydi.
Amcası Raistlin, şimdiye kadar yaşamış en büyük büyücüydü. Kötülüğün Kara Cüppeleri'ni seçmişti ve dünyayı yönetme maksadıyla Karanlıklar Kraliçesi'ne meydan okumuştu -ölümüyle sonuçlanan bir girişimdi bu. Fakat Palin iyiliğin Beyaz Cüppeleri'ni giyiyordu, tarikat içinde kendisine hiç güvenmeyen ve muhtemelen hiç güvenmeyecek olan kimselerin bulunduğunu biliyordu. Amcası-
nın asasını taşıyordu -kendisine Palanthas Yüksek Büyücülük Kulesi'nde bazı garip şartlar altında verilmiş olan meşhur Magius'un Asası idi bu. Palin'in asayı nasıl alabildiği konusunda daha şimdiden divanda söylentiler yayılmaya başlamıştı. Ne de olsa, güçlü bir lanet ile kapatılmış olan bir odada kilitli durmaktaydı. Hayır, Palin ta derinlerinde bir yerde biliyordu ki, her ne başaracaksa amcasının yaptığı yolla başaracaktı -yani kendi başına okuyup, çalışıp, savaşarak.
Ama bu gelecekte olacaktı. Şu an için, kardeşleriyle seyahat etmekle yetinmesi gerektiğim düşünüyordu. Kendi ikizi Raistlin ile birlikte bir Mızrak Kahramanı olan babası Caramon, bu konuda biraz katıydı. Palin, hiç gezip görmek için dünyaya açılmamıştı. Kitaplarına gömülmüş çalışmalarıyla korunma altındaydı hep. Eğer Sancrist'e olan bu yolculuğa çıkacaktıysa, Tanin'in otoritesine boyun eğmesi, kendisini ağabeylerinin denetimi ve koruması altına bırakması gerekmişti.
Palin, kardeşlerine itaat edeceğine dair babasına kutsal bir yemin etmişti, tıpkı Tanin ile Sturm'ün onu korumak için ant içtiği gibi. İşin aslında, birbirilerine olan derin sevgileri ve düşkünlükleri bu yemini lüzumsuz kılıyordu -Caramon'un da bildiği gibi. Ama koca adam, bu beraber yapılan ilk yolculuğun, ağabey-kardeş sevgisine birazcık gerginlik katacağını da bilecek kadar bilgeydi. Kardeşlerin en akıllısı olan Palin, kendisini kanıtlamaya hevesliydi, ahmakça gözüpeklik yapabilecek nitelikte hevesliydi.
"Palin kendisinden başkalarının değerini anladı, kendisi kadar çabuk düşünemiyor olsalar da, bildikleri şeyler için onlara saygı duymasını öğrendi," demişti Caramon, Tika'ya, bu dersi hiç alamamış olan ikizini esefle hatırlayarak. "Ve Sturm ile Tanin'in de ona saygı duymayı öğrenmeleri, her sorunu kılıçlarını sallayarak çözemeyeceklerini anlamaları gerekli. Hepsinden önemlisi, birbirilerine bağlı olmayı öğrenmeleri gerekli!" Koca adam kafasını salladı. "Tanrılar onlarla olsun."
Bu duadaki ironiyi hiçbir zaman bilmeyecekti.
O derslerden hiçbirinin öyle kolayca öğrenilemeyeceği, görünüşe göre daha yolculuğun başından belli olmuştu. İki büyük ağabey gizlice (babalarına bu konudan bahsetmeyerek) bu yolculuğun bilgin bozuntusu kardeşlerini "adam edeceği" kararına varmışlardı.
Ama onların "adam olma" konusuna bakışları, Palin'inkine hiç uymuyordu. Aslında görüp gördüğü kadarıyla "adam olmak" de-
mek, pirelerle yaşamak, kötü yemekler yiyip daha da kötü biralar içmek ve hafif meşrep kadınlara sulanmaktı -Tanin ile Palin bardan içeri girerken Tanin ağzının kenarıyla, "Bir adam gibi davran!" dediği zaman, Palin'in belirtmeyi düşündüğü bir husustu bu.
Ama Palin çenesini kapalı tuttu. O ve kardeşleri, Sancrist'in denildiğine göre sert bir kesiminde bulunan garip bir hana girmek üzereydi. Genç adam belki de hayatlarının, diğer kimselere karşı bütünleşmiş bir tavır sergilemelerine bağlı olduğunu bilecek kadar çok şey öğrenmişti.
Kardeşlerin, aralarındaki anlaşmazlıklara rağmen gayet başarıyla becerdikleri bir şeydi bu. Aslında o kadar başarılıydılar ki, So-lace'tan kuzeye yapılan uzun yolculuk boyunca hiçbir tehlike ile karşılaşmamışlardı. İki büyük kardeş, Caramon'un bel ölçüsü ve gücünü almış olduklarından kocaman ve kaslılardı. Deneyimli maceracılar olarak, savaş yaralarını gururla sergiliyor ve kılıçlarını alıştıkları bir rahatlıkla taşıyorlardı. En gençleri Palin de, uzun boylu ve yapılıydı ama silah kullanmaktan çok, çalışmaya alışkın birinin inceliğine sahipti. Yine de, onu kolay lokma olarak düşünen herhangi biri, genç adamın yakışıklı, ciddi yüzüne bakıp, o parlak gözlerin yoğun, deşip geçen bakışlarını fark eder ve ona sataşma konusunda ikinci kez düşünürdü.
Bununla, Palin'in taşıdığı Magius'un Asası'nm da bir ilgisi olabilirdi. Sade ahşaptan yapılmış, altından bir ejderha pençesinin sıkıca tuttuğu çok yüzeyli kristalle süslenmiş asa, büyülü olduğuna dair açıktan açığa hiçbir işaret göstermiyordu. Ama onun etrafında karanlık, görünmeyen bir 'aura' vardı. Muhtemelen efendisiyle iş birliği yaptığından dolayı, ona bakanlar istem dışı bir tedirginlik hissediyordu.
Palin her zaman asayı yakınlarında tutardı. Eğer ona dokunmazsa bile, asa yanında dururdu ve sık sık rahatlamak için ona doğru uzanırdı.
Bu gece, diğer geceler olduğu gibi hana giren Tanin ve Palin'in görüntüsü içerdeki kimseleri pek de etkilememişti, tabii belirli bir grup dışında. Hanın bir köşesindeki pis bir masada oturan bu grup, hemencecik kendi aralarında anlaşılmaz hızda konuşmaya, ıslıklar çalıp işaretler etmeye başladı. Sturm gelip de kardeşlerine katıldığında ıslıklar yükselip daha da heyecanlı bir hal aldı. Grubun birkaç elemanı, yüzü gölgeler içinde saklı bir şekilde, duvara en yakın oturmakta olan kişiyi dirsekleriyle dürttü.
'V l
"Ah görüyorum, görüyorum!" diye homurdandı adam. "Sizce de işe yararlar değil mi?"
Masadaki diğerleri başlarıyla onayladılar ve kendi aralarında hevesle muhabbet etmeye başladılar. Gölgeler içindeki adamdan daha kısa boyluydular ve aynı onun gibi gizlenmişlerdi. Kirpiklerine kadar kahverengi pelerinlere bürünmüşlerdi, yüz hatları ve hatta elleri ile ayakları bile seçilemiyordu.
Köşede duran adam, genç adamları kurnazca, değer biçercesine süzdü. Kahverengi cüppeli yaratıklar anlaşılmaz bir hızla konuşmaya devam ettiler. "Kesin sesinizi, sizi gidi salaklar," diye hırladı adam hiddetlenerek. "Dikkatlerini çekeceksiniz."
Kahverengi cüppeler içindeki kimseler hemencecik susup, sanki hepsi birden bir kuyunun içine düşmüş gibi bir sessizliğe bürün-düler. Doğal olarak, bu rahatsız edici sessizlik salondaki herkesin dönüp onlara bakmasına sebep oldu, buna üç genç adam da dahildi.
"Yaptınız yapacağınızı!" diye hırladı adam gölgeler içinden. Cüppeli yaratıklardan ikisi başlarını öne eğdi, fakat üçüncü biri tartışmaya meyilli gibiydi. "Sessiz olun! Bu işi ben hallederim!"
İleri doğru eğilip ışığa çıktı. Üç genç adama doğru gür, parlak ve düz kara sakalının derinliklerinden sevimli bir gülücük attı ve neşeyle kupasını kaldırdı, "Dougan Redhammer, emrinizdedir genç beyler. Yaşlı bir cüceyle içki içer misiniz?"
"içeriz ve memnun oluruz," dedi Tanin kibarca.
"Bırakın geçeyim," diye burnundan soludu cüce, onlardan kaç tane olduğunun kestirilmesi imkânsız bir şekilde masanın etrafında ıkış tepiş oturmakta olan kahverengi cüppeli yaratıklara. Birçok inilti ve küfürle, yükselen "ah, ayağımı çiğnedin, seni sersem beyinli" ve "sakalımda bile değil, makine kafalı," nidasıyla birlikte, cüce oldukça kıpkırmızı kesilmiş ve nefes nefese kalmış bir halde gölgeli köşeden dışarı çıktı. Kupasını da beraberinde taşıyan ve hancıya "benim özel stokumdan içki getir," diye seslenen Dougan, genç adamların oturmuş olduğu masaya yaklaştı.
Çoğunluğu denizciler ve semtten müdavimlerden oluşan handaki diğer kimseler kendi muhabbetlerine geri döndüler -yüzlerin-deki sert ve nahoş bakışlardan anlaşıldığı kadarıyla, bu uğursuz tabiatlı muhabbetlerin konusu Palin idi. Kardeşleri selâmlamamışlar-dı ve ne cüceyle, ne de onun yol arkadaşlarıyla pek ilgileniyormuş gibi görünmüyorlardı. Birkaçı Dougan Redhammer'a kaşları çatık
bakışlar attı. Bu, cücenin huzurunu bir nebze olsun kaçırmadı. Kendi kısa vücuduna fazlasıyla büyük gelen uzun bir tabure çeken, tıknaz ve (en azından bir cüce için) cafcaflı giyimli Dougan, kendisini 'lönk' diye kardeşlerin masasına atıverdi.
"Ne alırdınız beyler?" diye sordu cüce. "Halkımın ispirtosundan mı? Ah, siz ağzınızın tadını biliyorsunuz! Thorbardin'in mayalı mantar içkisinden daha iyisi yoktur."
Hancı elinde üç kupayla birlikte masaya doğru apar topar gelirken Dougan, kardeşlere kocaman sırıttı. Kupaları masaya bırakarak, ağzı bir şişe mantarıyla kapatılmış kocaman kiremit bir şişeyi 'güm' diye cücenin önüne koydu. Dougan mantarı açtı ve Sturm'ün ağzının sabırsızlıkla sulanmasını sağlayacak şekilde, şişeden yayılan kokuyu memnuniyet dolu bir iç geçirişle içine çekti.
"Evet, birinci kalite," dedi cüce tatmin olarak. "Kupalarınızı uzatın bakalım beyler. Çekinmeyin sakın. Herkese yetecek kadar mevcut ve geldiği yerde daha fazlası da var. Fakat yabancılarla içki içmem, bu yüzden isimlerinizi söyleyin."
"Tanin Majere ve bunlar da benim kardeşlerim Sturm ile Palin," dedi Tanin, kupasını istekle uzatarak. Sturm'ün kupası çoktan cücenin elindeydi bile.
"Ben şarap alacağım, teşekkür ederim," dedi Palin soğukça. Sonra alçak sesle ekledi, "Babamızın bu meret hakkında neler hissettiğini biliyorsunuz." Tanin buz gibi bir bakışla ve Sturm de bir kahkahayla cevap verdi.
"Of gevşe biraz Palin!" dedi Sturm. "Bir ya da iki kupa cüce ispirtosu kimseye zarar vermez."
"Orada haklısın işte evlat!" dedi Dougan katiyetle. '"Bu hastalıklarına şifa getirir', derdi babam hep. Bu harika yaşam iksiri kırık kafayı da kırık kalbi de iyi eder. Denesene genç büyücü. Eğer baban Mızrak Kahramanı Caramon Majere ise, öyleyse o da gençliğinde bir iki kadeh atmıştır, tabii onun hakkında duyduğum bütün o hikâyeler doğruysa!"
"Ben şarap alacağım," diye tekrarladı Palin, kardeşlerinin attıkları dirsek ve tekmelere hiç aldırış etmeden.
"Belki de genç çocuk için en iyisidir," dedi Dougan, Tanin'e göz kırparak. "Hancı, şu ufaklığa şarap getir bakayım!"
Palin utanç içinde kızardı ama söyleyebileceği pek az şey vardı. Zaten yeterinden fazlasını da söylediğini fark etti. Utanç içinde kupasını aldı ve beyaz cüppesi içinde iki büklüm oldu, etrafına baka-
mıyordu. Handaki herkesin kendisine gülüyor olduğu gibi bir his vardı içinde.
"Demek, babamızı biliyorsun?" diye sordu Tanin aniden, konuyu değiştirerek.
"Mızrak Kahramanı Caramon Majere'yi kim bilmez ki?" dedi Dougan. "Onun sağlığına içelim!" Kupasını kaldıran cüce, ispirtodan koca bir yudum aldı, Tanin ve Sturm de aynını yaptı. Üçü kupalarını geri koyduğunda, bir anlığına, soluklanmak için kısaca bir sessizlik oldu. Bunu üç tane tatmin olmuş geğirti takip etti.
"Müthiş iyi!" dedi Sturm boğuk bir sesle, yaşaran gözlerim silerek.
"Daha iyisini hiç içmemiştim!" diye yemin etti Tanin, derin bir nefes alarak.
"İçsene evlat!" dedi cüce, Palin'e. "Kendi babanın şerefine içersin herhalde, değil mi?"
"Tabii ki içer, değil mi Palin?" dedi Tanin, sesi tehlikeli bir şekilde sevimliydi.
Palin itaatkar bir şekilde babasının sağlığına içerek şarabından bir yudum aldı. Bunun üzerine diğerleri çabucak onu unutuverip, son günlerde dünyanın hangi bölümlerinde gezindikleri ve nerede, neler olduğu hakkında derin bir sohbete dalıp gittiler. Muhabbete katılacak durumu olmayan Palin, cüceyi inceleme işine koyuldu. Dougan, genç adamın bildiği bütün cücelerden daha uzun boyluydu ve kendisi için "yaşlıyım" demesine rağmen, yüz yaşından daha yaşlı olamazdı, bu da bir cücenin uygun bir şekilde erişkin olduğu düşünülen bir yaştı. Sakalı bariz bir şekilde övünç ve neşe kaynağıydı; sık sık onu okşuyor ve imkân oldukça dikkatleri ona çekmekte hiç geri kalmıyordu. Parlak kara sakalı, gür ve boldu, göğsüne düşüyor ve kemerinin altına kadar iniyordu. Saçı da, sakalı gibi kıvırcık ve karaydı ve o da neredeyse sakalı kadar uzundu. Bütün cüceler gibi, tombuldu ve muhtemelen yıllardır toparlak göbeğinden dolayı ayaklarını görememişti. Yine de çoğu cücenin aksine Dougan, Palanthas lorduna yakışır nitelikte gösterişli bir tarzda giyinmişti.
Kırmızı kadife bir ceket, kırmızı kadife bir pantolon, siyah çoraplar, kırmızı topuklu siyah pabuçlar ve -bir zamanlar beyaz olması muhtemel, fakat şimdi kirle, ispirtoyla ve öğle yemeği olabilecek bir şeyle lekelenmiş- kabarık kollu bir ipek gömlek giyen Dougan, hayret verici bir görüntüydü. Başka yönleriyle de dikkat çe-
kiciydi. Çoğu cüce, diğer ırklardan kimselerin arasındayken oldukça huysuz ve içine kapanık olurdu fakat Dougan şen şakrak ve konuşkandı. Yolculukları boyunca kardeşlerin rastlayıp rastladığı en hoş yabancıydı. O da onların muhabbetinden hoşlanıyormuş gibi görünüyordu.
"Reorx adına," dedi cüce takdir edercesine, Tanin ile Sturm'ün kupalarını boşaltısını izleyerek, "siz en az benim kadar sıkı evlatlarsınız. Gerçek erkeklerle içki içmek benim için bir zevktir."
Sturm sırıttı. "Bize yetişebilenlerin sayısı pek azdır," diye böbürlendi, cüceye daha fazla ispirto koymasını işaret ederek. "Öyleyse dikkat etmelisin, Dougan ve yavaşlamalısın."
"Yavaşlamakmış! Konuşana bakın hele!" cüce öyle yüksek sesle gürledi ki salondaki bütün gözler onlara doğru çevrildi, kahverengi cüppeler içindeki küçük yaratıkların gözleri de buna dahil. "Bir cüceyi kendi içkisiyle geçebilecek canlı bir insan yoktur bu dünyada!"
Sturm'e bakan Tanin göz kırptı fakat yüzünü ciddi tuttu. "Az önce iki tanesiyle tanıştın Dougan Redhammer," dedi, ağırlığının altında çıtırdayana dek sandalyesinde geri yaslanarak. "İçki yarışında bir çok gürbüz cüceyi masanın altına devirdik ve onu yatağına kadar götürmek üzere hâlâ ayık kalmayı başardık, yani Sturm ve ben."
"Ve ben de," diye yapıştırdı Dougan, yumruklarını sıkarak ve yüzü kara sakalının altında alev kızılı bir renk alarak, "on tane gürbüz insanı masanın altına gömdüm ve sadece onları yataklarına götürmekle kalmadım, üstüne üstlük pijamalarını giydirdim, bir de odalarını toplayıverdim!"
"Bunu bize yapamayacaksın!" diye ant içti Tanin.
"Bahse var mısın?" diye kükredi cüce, konuşurken sesi hafifçe kayarak.
"İddiaya tutuştuk öyleyse?" diye haykırdı Sturm.
"Tutuştuk!" diye bağırdı Dougan.
"Kuralları ve ödülleri belirle!" dedi Tanin, doğrulup oturarak.
Dougan düşünceler içinde sakalını okşadı. "Sizle teke tek başa çıkacağım evlatlar, içki başına içki-"
"Ha!" Sturm kahkahayı patlattı.
"-içki başına içki," diye devam etti cüce hiç istifini bozamdan, "sakalsız çeneleriniz yere değinceye kadar."
"Yere değen bizim çenelerimiz değil senin sakalın olacak, cüce,"
dedi Sturm. "Ödül nedir?"
Dougan Redhammer düşünüp taşındı. "Kazanan, kaybedenleri yataklarına kadar götürmenin hazzını yaşayacak," dedi uzun bıyığını parmağına dolayarak biraz duraksadıktan sonra.
"Ve kaybeden bütün hesabı öder," diye ekledi Tanin.
"Kabul," dedi cüce, sırıtıp elini uzatarak.
"Kabul," dedi Tanin ile Sturm aynı anda. İkisi de Dougan'ın elini sıktı, sonra cüce Palin'e doğru döndü, elini uzattı.
"Ben bu işte yokum!" dedi Palin vurgulu bir şekilde, kardeşlerine dik dik bakarak. "Tanin," dedi alçak bir sesle, "ne kadar paramız kaldığını bir düşün. Eğer kaybederseniz-"
"Küçük Kardeş," diye sözünü kesti Tanin, hiddetle kızararak, "bir sonraki yolculukta, bana hatırlat da seni evde bırakıp yerine bir Paladine ermişi getireyim! En azından nutuk dinler ve muhtemelen daha çok eğleniriz."
"Benimle o şekilde konuşmaya hakkın yok!" diye kızdı Palin.
"Aaa, üçünüz birden olmalı," diye araya girdi Dougan, kafasını sallayarak, "yoksa bahis iptal olur. Bir cücenin iki insandan daha fazla içmesi pek de ahım şahım bir şey değil. Ve ayrıca, içki cüce ispirtosu olmalı. Çocuk o elf suyu yerine anasının sütünü de içebilir gayet!" (Elf suyu, cücelerin nefret ettikleri şarap için kullandıkları isimdir)
"Bu şeyi içmem-" diye başladı Palin
"Palin"-Tanin'in sesi sert ve soğuktu-"bizi utandırıyorsun! Eğer biraz eğlenmeyeceksen, odana defol!"
Palin hiddetle ayağa kalkmaya davrandı ama Sturm cüppesinin kolundan yakaladı.
"Ay hadi be Palin," dedi kardeşi neşeyle. "Rahatla! Reorx'un sakalı! O kapıdan içeri babamız girecek değil ya!" Yavaşça yerine geri oturana dek Palin'in cüppesinin kolunu çekiştirdi. "Bunca zamandır çok çalışıyordun. Beyninde örümcek ağları dolmuş. Al dene biraz. İstediğimiz tek şey bu. Eğer beğenmezsen, bu konuda başka bir şey söylemeyeceğiz."
Kardeşinin önüne ağzına kadar dolu bir kupa ittiren Sturm, Palin'e doğru eğildi ve kulağına fısıldadı. "Tanin'in tepesini attırma tamam mı? Nasıl surat astığını bilirsin ve buradan Lord Gunthar'ın şatosuna kadar ona katlanmak zorundayız. Ağabey'in kalbinde hep senin için en iyi dilekler var. İkimizin de öyle. Sadece biraz eğlendiğini görmek istiyoruz, hepsi bu. Bir dene işte, hı?"
Tanin'e bakan Palin, kardeşinin yüzünün sert ve neşesiz olduğunu gördü. 'Belki de Srurm haklıdır,' diye düşündü Palin. 'Belki de rahatlayıp biraz eğlenmeliyim. Tanin beni evde bırakmak hakkında konuşurken pek de ciddi gibiydi. Daha önce hiç böyle konuş-mamıştı. Bunun sebebi sadece beni ciddiye almalarını, bana bir çocuk gibi davranmayı kesmelerini istemem. Belki de hakikaten abartmışımdır...'
Zorla gülen Palin kupayı kaldırdı. "Kardeşlerime," dedi boğuk bir sesle, Tanin'in yeşil gözlerinin parladığını ve Sturm'ün yüzünde kocaman bir sırıtış hasıl olduğunu gördüğüne memnun olarak. Kupayı dudaklarına götüren Palin, cüce ispirtosu diye bilinen o kötü şöhretli içeceği dikiverdi.
Dostları ilə paylaş: |