İKİNCİ nesil kiTİaranin oğLU



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə17/35
tarix29.12.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#36355
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   35

Tadı kötü değildi. Aslında hoştu, gözlerinin önüne cücelerin yer altı yurdu Thorbardin'den görüntüler getiren bir çeşit kara ve topraksal bir lezzeti vardı. Dilinin üzerinden yuvarlayan Palin, hoşnut bir şaşkınlıkla kafasını salladı ve içkiyi yuttu...

Genç büyücü, aniden kafasının içinde bir ateş topu mu patladı yoksa diye merak etti. Ağzından alevler çıktı. Kulaklarından ve burnundan ateşler fışkırdı, boğazından aşağı yakarak geçti ve midesini kavurdu. Nefes alamıyor, hiçbir şey göremiyordu. Ölüp gidecekti, bunu biliyordu... ölümü an meselesiydi... burada, bu pislik yuvası, tanrıların boş verdiği tavernada hem de...

Birisi -Palin bunun Sturm olduğu izlenimine kapıldı hayal meyal- sırtına küt küt vurdu ve en sonunda nefes almayı başarabildi.

"İçkisinin tadını çıkartan bir adamı görmekten zevk duyarım," dedi Dougan ciddiyetle. "Sıra şimdi bende. Genç büyücünün şerefine!" Kupasını dudaklarına götüren cüce kafasını geriye doğru attı ve hepsini tek bir uzun dikişte bitirdi. Tekrar doğrulduğunda, gözleri sulanmıştı ve koca, şişko burnu açık kırmızıydı. "Ahhh!" diye nefes aldı, gözyaşlarını kırpıştırıp engelleyerek ve sakalının ucuyla ağzını silerek.

"Yaşasın," diye haykırdı hem Sturm hem de Tanin, kupalarını kaldırarak. "Büyücü kardeşimizin şerefine!" onlar da kupalarım diktiler, tabii cüce kadar hızlı bir şekilde değil ama nefes almak için hiç duraksamadan.

"Teşekkürler," dedi Palin, derinden etkilenerek. İhtiyatla bir yudum daha aldı. İkinci seferde etkisi o kadar da feci değildi. Aslında zevk vericiydi Palin bir yudum daha aldı, sonra bir yudum

daha ve en sonunda kupayı boşalttı. Kardeşleri ve Dougan'dan gelen tezahüratlar arasında kupayı masaya koyan genç adam, baştan ayağa sıcak ve keyfi yerinde hissediyordu kendini. Damarlarındaki kan kıpır kıpırdı. Tanin ona takdir ve gururla bakıyor, Sturm tekrar kupasını dolduruyordu. Dougan art arda iki kupa daha fon-dipledi, Sturm ve Tanin de kendilerininkileri içtiler ve tekrar sıra Palin'e geldi. Kupasını kaldırıp dudaklarına görürdü.

Palin gülümsüyordu ve gülümsemeyi kesemiyordu. Tanin ile Sturm'ü bu dünyadaki herkesten daha çok seviyordu ve kendisini koyverip Sturm'ün omzuna kafasını gömerek ağlayıncaya kadar da bunu onlara söyleyip durdu. Ama hayır! Sevdiği başka biri daha vardı -cüceyi de seviyordu. Yalpalayarak ayağa kalktı ve cücenin elini sıkmak için masanın etrafından dolaştı. Hatta bir konuşma bile yaptı. Hızlı dostlar... sıkı dostlar, babası ve babasının dostu... yaşlı cüce Flint gibi... Sandalyesine geri döndü fakat şimdi orada bir yerine dört sandalye varmış gibi duruyordu. Palin bir tanesini seçerek oturdu ve ıskaladı ve eğer Tanin onu yakalamasaydı kendini yerde bulacaktı. Bir kupa daha içti, kardeşlerini ve yeni edindiği dostunu yanağından süzülen sevgi dolu gözyaşlarıyla izledi.

"Size söylüyorum evlatlar'-Dougan'ın sesi Palin'e çok uzaktan bir yerden geliyormuş gibiydi-"Sizi kendi oğullarım gibi seviyorum. Ve söylemeliyim ki, sanırım kaldırabileceğinizden birazcık daha fazla içmeniz gerekiyor."

"Yoo!" diye haykırdı Sturm alınmış bir halde, elini masaya vurarak.

"Sana yetişebiliriz," diye mırıldandı Tanin, yüzü pancar gibi kızarmış bir halde nefes nefese.

"Çok dooru," dedi Palin, masaya yığılarak -ya da eğer masa aniden yolunun önünden çekilmiş olmasaydı yığılacaktı.

Ve sonra Palin yerde yatmaktaydı. Burasının ilginç bir mekân olduğunu, o dört sandalye ve oradan oraya zıplayıp duran masa olmadığı için, burasının çok daha güvenli olduğunu düşünüyordu... Gözleri sulanmış bir şekilde etrafına bakındığında, asanın hemen yanında yerde durduğunu gördü. Elini uzattı ve sevgiyle okşadı.

"Shirak!" dedi yayvanca ve asanın tepesindeki kristalin ışığı canlanıp yanıverdi. Bu olayın üstüne bir kargaşanın koptuğunu duydu; arka planda bir yerde yüksek ve cırtlak sesler, anlaşılamaz bir hızda konuşuyor ve saçmalıyorlardı. Palin kıkırdadı ve kıkır-

damayı kesemedi.

Çok yukarıdan bir yerden Dougan'ın sesi geliyordu kulağına. "Haydi bakalım yatağa," dedi cüce, "ve deliksiz bir uykuya!" Ve eğer o sert sesine uğursuz bir tını ya da kahkahasında muzafferlik-ten öte bir eda vardıysa dahi, Palin bu düşünceyi bir kenara attı. Cüce onun bir dostu, bir kardeşiydi. Onu kardeşi gibi seviyordu, sevgili kardeşleri gibi...

Palin kafasını yere dayadı, yanağını asanın soğuk ahşabının üstüne koydu. Gözlerini kapayarak yavaşça başka bir dünyaya kayıverdi -onu yerden kaldırıp da kaçıran, kahverengi cüppeler içindeki küçük yaratıkların olduğu bir dünyaya...

Bölüm 2 •Hakikaten Be»4?at 13i>* .Akşamdan Kalmışlık

Dünya yükselip sallanıyor ve buna uyumlu bir şekilde Palin'in midesi de yükseliyor ve derisi ürperiyordu, yani sefalet sefaleti doğuruyordu. Deli gibi midesi bulanarak yana doğru yuvarlandı ve artık her neyin üzerinde yatıyorduysa -bakmak için gözlerini aça-mıyordu, sanki zamkla yapıştırılmış gibiydiler- onun üzerinde yatarken ölmesinin ve bu ıstırabın bir sona ermesinin daha ne kadar süreceğini merak etti.

Artık daha fazla midesi bulanamayacak hale geldiğinde ve iç organları gerçekten de içeride kalacak gibi göründüğünde, Palin inleyerek geri yaslandı. Aklı biraz yerine gelmeye başlıyordu ve hareket etmeye çalıştığında aniden fark etti ki elleri ardında bağlanmıştı. Sarhoş zihnini bir korku sardı, korkunun o soğuk ürpertisi cüce ispirtosunun o bulanıklığını temizleyiverdi. Ayaklarını hisse-demiyordu ve bileklerine bağlanmış olan iplerin kan dolaşımını engellediğini belli belirsiz anladı. Dişlerini sıkarak hafifçe pozisyonunu değiştirdi ve ince deri çizmelerinin içinde ayak parmaklarını oynattı, geri dönen kanın karıncalanışını hissederek irkildi.

Elleriyle yoklayarak uzun bir tahta şilte üzerinde yatmakta olduğunu fark etti. Ve tahta şilte acayip bir şekilde hareket ediyor, Palin'in ağrıyan başını ve çalkalanan midesini oldukça rahatsız edecek bir şekilde ileri geri salınıyordu. Garip sesler ve kokular da vardı; gıcırdayan ahşap, garip bir fosurtu ile gurultu ve arada sırada duyulan olağanüstü bir gümbürtü ve rüzgârla çarpan bez sesi duyuluyordu. Sanki kafasının tepesinde atlar koşturuyormuş gibiydi, 'ya da,' diye düşündü Palin boğazı düğümlenerek, 'babamın anlattığı ejderha saldırıları.' Genç büyücü ihtiyatla gözlerini açtı.

Neredeyse anında geri kapattı. Küçük yuvarlak bir pencereden içeri sızan güneş ışığı beynini bir ok gibi deşmiş, gözlerinin gerisine zıplayıp duran parlak bir acı vermişti. Tahta şilte onu bir ileri bir geri salladı ve Palin'in midesi yeniden bulandı.

Bir sonraki on saniye içinde ölmeyeceğini -ki bu aşırı derecede esef duyduğu bir konuydu- sağlıklı bir şekilde düşünebilecek ka-

l

dar kendine geldiğinde, Palin gözlerini açmaya ve onlan açık tutmaya hazırladı kendisini.



Bunu başardı ama yeniden midesi bulandı. Şansına ya da şansızlığına, içinde kusacak hiçbir şey kalmamıştı ve etrafına bakına-bilecek duruma gelmesi pek de uzun sürmedi. Tahmin etmiş olduğu gibi, bir tahta şiltenin üstündeydi. Bu şilte, küçük bir odanın kıvrımlı ahşap duvarıyla birleşikti ve bariz bir şekilde iptidai bir yatak olması için tasarlanmıştı. Garip şekilli odanın duvarlarında birkaç tahta şilte daha vardı ve Palin bunların üzerinde kardeşlerinin bilinçsiz bir halde yatıyor olduklarını gördü, aynı kendisi gibi elleri ve ayakları bağlanmıştı. Odada başka bir mobilya yoktu, ahşap zeminin üstünde ileri geri salınan birkaç ahşap sandık dışında hiçbir şey.

En feci korkularını doğrulamak için Palin'in sadece karşısındaki duvarda duran küçük ve yuvarlak pencereden dışarı bakması yeterliydi. İlk başta mavi gökyüzü ve beyaz bulutlarla parlak güneş ışığı dışında hiçbir şey görmedi. Sonra üzerinde yatmakta olduğu şilte, bir uçurumdan aşağı düşüvermiş gibi oldu. Ahşap sandıklar zemin üzerinde gıcırdadılar, kayarak onun yanından geçip gittiler. Mavi gök ve bulutlar, yerlerini yeşil sulara bırakarak kayboldu.

Gözlerini bir kez daha kapayan Palin, kramp girmiş kaslarını gevşetmek için yana doğru yuvarlandı, ağrıyan başını iptidai yatağın ıslak ve serin ahşabına bastırdı.

Ya da belki de buna "ranza" demeliydi. 'Denizcilikteki terimi buydu değil mi?' diye düşündü acı acı. 'Gemideki bir yatağa böyle denilir. Peki ya gemideki bize ne ad verecekler? Kadırga köleleri mi? Küreklere zincirlenmiş bir halde, elindeki kamçısıyla sırtımızdaki derileri kaldıran köle efendisine kulluk ederek...'

Geminin hareket yönü değişti, deniz sandıkları zeminin üzerinde öteki yöne doğru kaymaya başladılar, gökyüzü ve bulutlar tekrar pencerede yerlerini alıverdiler. Ve Palin midesinin yine bulanacağını biliyordu.

"Palin... Palin iyi misin?"

Bu seste Palin'i kendisine getiren keder dolu bir tını vardı. Acı içinde bir kez daha gözlerini açtı. 'Uyumuş olmalıyım,' diye fark etti, fakat kafasındaki zonklamalar ve midesinin feci bulantılı o durumuyla birlikte bunu nasıl yapabildiği hakkında hiçbir fikri yoktu.

"Palin!" Ses endişeliydi.

"Evet," dedi Palin zar zor. Konuşmak için gayret sarf etmesi gerekiyordu; dilini, sanki ağzının içinde lağım cüceleri yaşamaya başlamış gibi hissediyor ve pis bir tad alıyordu. Bu düşünce midesinin çalkalanmasına sebep oldu ve o da bu fikri hemencecik uzaklaştırdı. "Evet," dedi yine, "Ben... ben iyiyim..."

"Paladine'a şükür!" diye inledi, Palin'in şimdi Tanin'in sesi olduğunu anladığı o ses. "Tanrılar adına, orada yatarken o kadar solgun görünüyordun ki öldüğünü sandım!"

"Keşke ölseydim," dedi Palin içtenlikle.

"Ne kastettiğini biliyoruz," dedi Sturm -sesinden anlaşıldığı kadarıyla oldukça munisleşmiş ve perişan haldeki bir Sturm idi bu.

Arkasına dönen Palin ağabeylerini gördü. 'Eğer onlar kadar kötü görünüyorsam,' diye düşündü, 'Tanin'in öldüğümü sanmasına şaşmamak lazım.' İki genç adamın da güneş yanığı yüzleri solgundu, bu solukluğun hafif yeşilimsi bir rengi vardı, ikisinin de midesinin son derece bulanmış olduğu konusunda bol miktarda kanıt bulunuyordu üstlerinde başlarında. Kızıl bukleleri birbirine dolaşmış, ıslanmış ve matlaşmıştı, elbiseleri sırılsıklamdı. İkisi de sırt üstü yatıyordu, elleri ve ayakları sert deri kayışlarla bağlanmıştı. Tanin'in alnında garip, kocaman bir çürük vardı ve üstüne üstlük bilekleri kesilmiş kanıyordu. Bariz belliydi ki, kendisini bağlarından kurtarmaya çalışmış ama başarısız olmuştu.

"Hepsi benim suçum," dedi Tanin üzüntüyle, mide bulantısı içinde tekrar bir sel gibi yükselirken bir inilti daha koyvererek. "Ne kadar ahmakmışım, bunun olacağını önceden göremedim!"

"Bütün suçu kendine atma büyük ağabey," dedi Sturm. "Ben de sana uydum. Palin'in sözünü dinlemeliydik-"

"Hayır dinlememeliydiniz," diye mırıldandı Palin, yuvarlak pencerenin içinde durmadan yer değiştiren gökyüzü ile denizin görüntüsüne bakmamak için gözlerini kapatarak. "Ben kendini üstün gören, kendini beğenmiş bir ahmak gibi davranıyordum, ikinizin de belirtmeye çalıştığı gibi." Midesinin bulanıp bulanmayacağı-na karar vermeye çalışarak bir an duraksadı. En sonunda bulanma-yacağını düşündü ve ekledi, "Her halükârda şimdi bu işte hep beraberiz zaten. Herhangi biriniz nerede olduğumuz ve neler döndüğünü biliyor mu?"

"Bir gemide esir tutuluyoruz," dedi Tanin. "Ve duyduğumuz seslere bakılırsa, geminin üstüne zincirlenmiş kocaman bir hayvan

falan var."

"Bir ejderha mı?" diye sordu Palin sessizce.

"Olabilir," diye yanıtladı Tanin. "Tanis'in bana Xak Tsaroth'ta onlara saldıran kara ejderhayı tarif edişini hatırlıyorum. Bir gurultu ve 'tıss' sesi duymuştu, sanki bir çaydanlıkta kaynayan su gibi..."

"Ama bir geminin tepesine bir ejderhayı neden zincirlesinler ki?" diye sordu Sturm zayıfça.

"Bir sürü sebepten," diye mırıldandı Palin, "çoğu da kötü niyetli sebeplerdir."

"Belki de bizim gibi köleleri bir hizaya sokmak içindir. Palin," dedi Tanin alçak bir sesle, "herhangi bir şey yapabilir misin? Yani bizi kurtarmak için demek istiyorum? Biliyorsun, senin büyün falan."

"Hayır," dedi Palin acı acı. "Büyü bileşenlerim gitmiş -tabii eğer yanımda olsalardı da onları alabileceğimden değil, ellerim bağlı ya. Asam -Asam!" diye hatırladı ani bir sancıyla. Korku içinde debelenerek doğrulup oturdu, etrafına bakındı ve rahatlayarak bir nefes verdi. Magius'un Asası geminin omurga kısmına dayanmış bir halde durmaktaydı. Sebebi nedir bilinmez, gemi salmırken o hareket etmiyor, hiç kıpırtısız duruyor, görünüşe göre doğa kanunlarından hiç etkilenmiyordu. "Asam yardım edebilir ama ona yaptırmayı bildiğim tek şey," diye kabul etti utanç içinde, "ışık verdirmek. Ayrıca," diye ekledi, bitkinlikle geri yatarak, "başım öyle ağrıyor ki bir büyünün sözleri şöyle dursun adımı bile zar zor hatırlayabiliyorum."

Genç adamlar sessizleşti, hepsi birden düşünüp taşınıyordu. Tanin tekrar bağlarını koparmak için debelendi, sonra pes etti. Deri kayış suya batırılmış ve kuruduğunda ise sıklaşmış, koca adamın kurtulmasını imkansız kılmıştı.

"Görünüşe göre bu rezil delikte esir tutuluyoruz-"

"Esir mi?" diye seslendi gümbürdeyen bir ses. "Kaybedenler olabilirsiniz belki. Ama asla esir değilsiniz!"

Tavandaki bir yer kapısı açıldı ve parlak kırmızı kadifeler içinde, kıvırcık kara saçlı ve sakallı kısa, tıknaz bir suret kafasını aşağı doğru uzattı. "Benim konuklarımsınız siz!" diye haykırdı Dougan Redhammer canlılıkla, onlara ambar kapağının tepesinden bakarak. "Ve bütün insanlardan daha talihlisiniz, çünkü büyük maceramda bana eşlik etmeniz için sizi seçtim! Sizi bütün dünyada meşhur yapacak bir macera bu! Anne babanızın karıştığı o küçük serü-

veni bile bir kender çöp karıştırma avı gibi bırakacak büyük bir macera!" Dougan ambar kapağından aşağı o kadar eğildi ki, yüzü harcadığı çaba ile kıpkırmızı oldu ve neredeyse tepe taklak aşağı düşecekti.

"Senin hiçbir macerana katılmıyoruz, cüce!" dedi Tanin ant içer gibi. Ve ilk defaya mahsus olmak üzere, Palin de Sturm de onunla tamamen hemfikirdi.

Ambar kapağının üstünden onlara alayla bakan Dougan sırıttı. "Bahse var mısın?"

"Görüyorsunuz ki evlatlar, bu bir şeref meselesi."

Aşağı deriden bir halat sallandıran Dougan -oldukça tehlikeli bir şekilde- geminin ambarına indi, bu yolculuğu da koca göbeği dolayısıyla ayaklarını göremediği için biraz zorlu geçti. Kamaraya indiğinde bir süre dinlenip soluklandı, ceketinin kolundan dantelli bir mendil çıkarttı ve terleyen yüzünü silmek için kullandı.

"Size söyleyeyim evlatlar," dedi ciddiyetle, "Kendimi bir garip hissediyorum. Reorx şahidimdir, siz harbiden sıkı içiyorsunuz! Tıpkı söylediğiniz gibi." Gemi yan yatarken tökezleyerek ayağa kalkan cüce, Sturm'ü işaret etti. "Özellikle de sen! Sakalım adına yemin ederim ki"-sakalmı okşadı-"seni çift gördüm evlat ve tam dört tane görmeye çalışıyordum ki gözlerin kaydı ve sen de yere yığıldın. Hanı temellerine kadar sarstın hem de. Hasarı ödemek zorunda kaldım."

"Bizi serbest bırakacağını söylemiştin," diye hırladı Tanin.

"Söyledim," diye mırıldandı Dougan, kemerinden keskin bir bıçak çekip çıkartarak. Deniz sandıklarının arasından yolunu bularak, Tanin'in bileklerini bağlayan deri kayışları canla başla kesmeye koyuldu.

"Eğer esir değilsek," diye sordu Palin, "neden ellerimiz ve ayaklarımız bağlandı öyleyse?"

"Aman evlat," dedi cüce, incinmiş bir edayla dönüp Palin'e bakarak, "bu sizin kendi güvenliğiniz içindi! Kalbimde sadece sizin iyiliğinizi düşünüyorum! Sizi bu güzelim gemiyle denize çıkardığımızı gördüğünüzde o kadar heyecanlandınız ki, sizin o heyecanınızı biraz dizginlememiz gerekti-"

"Heyecanmış!" diye söylendi Tanin. "Zil zurna sarhoştuk be!"

"Şey hayır, aslında pek değildiniz," diye kabul etti Dougan. "Ah o sarhoştu." Cüce kafasını geri iterek Palin'i işaret etti. "Sanki anasının kollarındaymış gibi mışıl mışıl uyuyordu. Ama siz ikiniz, size

ilk baktığım anda görmüş olduğum gibi, müthiş savaşçılarsınız. Belki de karandaki o minik darbeyi nasıl adlığım merak ediyorsun-dur-"

Tanin hiçbir şey söylemedi, sadece cüceye dik dik baktı. Doğrulup oturan genç adam elini dikkatle alnına koydu, bir yumurta büyüklüğünde şişliğin durduğu alnına.

"Heyecandan," dedi cüce ciddiyetle, iplerini kesip serbest bırakmak için Sturm'ün yanına giderek. "Sizi maceram için seçmemin bir nedeni de bu."

"Seninle çıkmayı düşüneceğim tek macera, seni Cehennem'de görmek olacak!" diye yapıştırdı cevabı Tanin inatla.

Geri uzanan Palin iç geçirdi. "Sevgili kardeşim," dedi bıkkınlıkla, "bu konuda pek az seçeneğimiz olduğu hiç aklına geldi mi? Bir geminin üzerinde, karadan millerce uzaktayız"-Dougan'a baktı, o da başıyla onayladı-"ve tamamen bu cüce ile onun boğaz kesen tayfasının merhametindeyiz. Kaçmak için en ufak bir şansımız bile olsaydı bağlarımızı çözer miydi sanıyorsun?"

"Zeki çocuk," dedi cüce takdir içinde, Sturm kaskatı doğrulup otururken ve bileklerini ovuştururken o da Palin'in bağlarını keserek. "Ama ne de olsa o bir büyücü. Onların hepsi zekidir ya da ben öyle duydum. Fazlasıyla Zeki," diye devam etti Dougan kurnazca, "bu sebeple aklına gelen herhangi bir büyüyü yapmadan önce iki kere düşüneceğinden eminim. Bir uyku büyüsü mesela, çok etkili olabilir ve benim boğaz kesen tayfama dinlenme imkânı verir fakat siz üçünüz bir gemiyi kullanabilir misiniz? Ayrıca," diye devam etti, Palin'in sert yüz ifadesini görerek, "daha önce de dediğim gibi, bu bir şeref meselesi. Siz bahsi kaybettiniz, gayet adaletli ve açık bir şekilde. Ben kendime düşeni yaptım ve sizi yataklarınıza götürdüm. Şimdi siz de size düşeni yapmalısınız." Dougan'in sırıtışı, bıyığının uçlarının yukarı doğru kıvrılmasını sağladı. Sakalını tatminle okşadı. "Hesabı ödemelisiniz."

"Eğer ödersem şuradan şuraya gidemeyeyim!" diye hırladı Tanin. "Kara sakalını kökünden kopartacağım senin!"

Tanin'in sesi tam anlamıyla hiddetten titriyordu ve Palin geri sinerek, tepesi çabuk atan ağabeyinin sırıtan cücenin üzerine atlayışını -ve çamurla pisliğin içine yüz üstü düşüşünü- çaresizlik içinde izledi.

"Bak şimdi, bak şimdi evlat," dedi Dougan, Tanin'in ayağa kalkmasına yardım ederek. "Önce denize şöyle bir alış, sonra sakalımı

Tin


kopartabilirsin -tabii eğer girdiğin bahsi yerine getirmeyi reddedersen. Ama Caramon Majere hakkında duyduklarımdan sonra, oğullarının kumarda kaybedip de kaçtığını görmek beni hayal kırıklığına uğratacak."

"Biz kaybedip de kaçmıyoruz!" dedi Tanin somurtarak, karyolaya zayıfça yaslanarak ve gemi ayaklarının altından sallanıp gittiğinde iki eliyle birden karyolaya yapışarak. "Bu iddiaya şike karıştığı gayet de söylenebileceği halde, biz bedeli neyse ödeyeceğiz! Bizden ne istiyorsun?"

"Maceramda bana eşlik etmenizi," dedi cüce. "Gideceğimiz yerde tehlike had safhada! İki tane güçlü, becerikli dövüşçüye ihtiyacım var, ayrıca bir büyücü de her zaman için epey kullanışlıdır."

"Peki senin mürettebatın yok mu?" diye sordu Sturm. Dikkatle karyolasının kenarına yanaştı ve tam gemi yan yattığı sırada yere indi, bu da onun düşüp gemi omurgasına bindirmesine sebep oldu.

Dougan'm sırıtan yüzü aniden ciddileşti. Kafasını kaldırıp yukarıya baktı, o garip gümbürtü sesi yine duyuldu. Palin sesin bu sefer feryatlar ve haykırışlarla karışık olduğuna dikkat etti. "Ah, benim... şey... mürettebatım," dedi cüce, kafasını üzüntüyle sallayarak. "Onlar pek... şey, en iyisi gelin de kendiniz görün evlatlar."

Cafcaflı pabucunun topuğu üzerinde dönen Dougan, deri halata doğru ilerledi, gemi öbür yöne doğru yattığında ise beceriksizce tökezledi. "Ah! Bak aklıma geldi," dedi, etrafta gezinip duran deniz sandıklarından birine takılınca küfredip bacağını ovalayarak. "Eşyalarınızı buraya yerleştirdik." Kapağa küt küt vurdu. "Kılıçlar, kalkan, zırh ve benzeri şeyler. Gittiğimiz yerde onlara ihtiyaç duyacaksınız!" diye ekledi neşeyle.

Sallanan deri halatı yakalayan cüce, çabucak tırmandı ve kendisini ambar kapağının üstüne çekti. "Geç kalmayın!" diye seslendiğini duydular.

"Pekâlâ, şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Sturm, dikkatle ayağa kalkıp geminin bir hareketiyle tekrar ileri doğru düşerek. Genç adamın yüzü açıkça görülür bir şekilde yemyeşildi; alnında boncuk boncuk terler duruyordu.

"Kılıçlarımızı alacağız," dedi Tanin sertçe, deniz sandıklarına doğru güç bela ilerleyerek.

"Ve bu berbat yerden dışan çıkacağız," dedi Palin. Burnunu ve ağzını cüppesinin koluyla örtmüştü. "Temiz havaya ihtiyacımız var ve ben şahsen yukarıda neler dönüyor görmek istiyorum."

"Bahse var mısın?" diye şaka yaptı Tanin.

Esefle gülümseyen Palin, hâlâ geminin omurgasına dayalı duran Magius'un Asası'na kadar gitmeyi başarabildi. Asanın büyülü özelliği ya da belki de sadece onu elinde tutmak ona güven verdi. Eli pürüzsüz ahşabı kavradığı anda genç adam kendisini daha iyi hissetti.

"Bu asanın şimdiye dek görmüş olduğu tehlikeleri ve sahiplerini sağ salim kurtarışını düşün," diye fısıldadı Palin kendi kendisine. "Magius, Huma'nın yanında savaşırken elinde bu asa vardı. Amcam da Karanlık Kraliçe ile yüzleşmek için Cehennem'e girdiğinde, elinde bu asa vardı. İçinde bulunduğum bu durum, muhtemelen onu rahatsız dahi etmiyordur."

Asayı eliyle sıkıca kavrayan Palin, deri halatı tırmanmaya davrandı.

"Orada dur bakalım küçük kardeş," dedi Tanin, Palin'i kolundan yakalayarak. "Yukarıda ne olduğunu bilmiyorsun. Büyü yapabilecek gibi hissetmediğini kendin kabul ettin. Neden bırakmıyorsun önden Sturm ile ben çıkalım?"

Palin durdu, Tanin'e memnuniyet dolu bir şaşkınlıkla baktı. Ağabeyi daha önceleri yaptığı gibi ona emir vermemişti. Onun neredeyse şöyle dediğini duyabiliyordu, "Palin, seni ahmak! Sen aşağıda bekle. Sturm ile ben önce çıkacağız." Ama Tanin onunla saygılı konuşmuş, ona mantıklı bir sebep sunmuştu ve sonra karar verme işini Palin'e bırakmıştı.

"Haklısın Tanin," dedi Palin, halatın yanından çekilerek -fakat sallanan gemi dengesini bozduğu için niyetlenmiş olduğundan birazcık daha fazla geri çekilmek zorunda kaldı. Sturm onu yakaladı ve üçü öylece durup geminin düzelmesini beklediler. Sonra tek tek deri halatı tırmandılar.

Sturm'ün güçlü eli Palin'i güverteye çekiverdi. Genç adam, güneş ışığına karşı gözlerini kırpıştırarak ve kafasının zonklayışını elinden geldiğince duymazdan gelmeye çalışarak, minnettar bir şekilde temiz havayı içine çekti. Gözleri aydınlığa tam alışıyordu ki o kükreme sesini hemen arkasında duydu -korkunç bir sesti; uluma, feryat, çatırdama ve tıslamadan oluşan bir terkipti. Ayağının altındaki güverte sarsıldı ve sallandı. Panikleyen Palin, tam arkasını dönüp de kendisine saldıran ne çeşit bir korkunç hayvansa ona bakmak üzereydi ki Tanin'in "Palin, dikkat et!" diye haykırdığını duydu.

Ağabeyinin ağır vücudu, tam Palin'e çarpıp onu güvertenin zeminine düşürdüğünde, tepelerinden kara ve feci bir şey, çılgıncasına bir kanat çırpma sesiyle, gümbürdeyerek geçiverdi.

"İyi misin?" diye sordu Tanin endişeyle. Ayağa kalkıp Palin'e elini uzattı. "Sana o kadar da sert çarpmak istememiştim."

"Sanırım vücudumdaki her kemiği kırdın!" diye sızlandı Palin, nefes almaya çalışarak. Geçen şeyin şimdi geminin en ucundan kaybolmakta olduğu pruvaya baktı. "Cehennem adına bu şey de neydi böyle?" Dougan'a baktı. Cüce de epey utanmış bir halde ayağa kalkmaktaydı.

Yüzü de en az kadife pantolonu kadar kırmızı olan Dougan, tam üzerinden tahta kıymıkları, halat iplikleri ve deniz köpüğü silkelemekteydi ki, etrafı kendisine yardım etme çabasıyla üzerine atılan, anlaşılmaz hızda konuşan, küçük yaratıklardan oluşma bir güruhla sarılıverdi.

"Oha be!" diye gürledi Dougan hiddetle, ellerini yaratıklara doğru sallayarak. "Çekilin başımdan! Çekilin başımdan dedim! İşlerinizin başına dönün!"

Yaratıklar itaatkâr bir şekilde dağıldılar fakat çoğu üç kardeşe şöyle bir bakmak için birkaç saniye daha durdu. Hatta bir tanesi Palin'e yaklaştı ve Magius'un Asası'na dokunmak için elini hevesle uzattı.

"Geri bas!" diye haykırdı Palin, asayı sıkıca göğsüne bastırarak.

Yaratık burnunu çekerek geri çekildi, fakat her ne yapıyorduysa o işin başına dönerken parlak gözleri iştahlı bir şekilde asanın üzerinde asılı kaldı.

"Gnomlar!" dedi Sturm hayretle, kılıcını indirerek.

"Ah evet," diye mırıldandı Dougan, utanmış bir şekilde. "Benim... şey... boğaz kesen tayfam."

"Tanrılar bizi korusun!" diye dua etti Tanin hararetle. "Bir gnom gemisindeyiz."


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin