İKİNCİ nesil kiTİaranin oğLU



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə18/35
tarix29.12.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#36355
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   35

"Peki ya o feci gürültüyü çıkaran şey ne?" Palin bunu sormaktan neredeyse korkuyordu.

"O mu... ııh...yelken," diye geveledi Dougan, sakalındaki suyu sıkarak. Eliyle tuhaf bir işaret yaptı. "Birkaç dakika içinde geri gelecek, bu yüzden... şey... hazırlıklı olun."

"Bir cücenin bir gnom gemisinde işi ne?" diye cevap bekledi Tanin.

Dougan'ın utancı arttı. "Ah, bakın şimdi," diye mırıldandı,

bıyığını işaret parmağına dolayarak. "Bu uzun bir hikâye. Belki sonra size anlatmaya vakit bulabilirim-"

Yükselip alçalan güvertede asasının yardımıyla kendisini dengeleyen Palin denize baktı. Aklında bir şey canlandı ve bununla beraber morali bu geminin batacağı hızla eşit derecede düşüşe geçti. Güneş arkalarındaydı, batıya gidiyorlardı, cüce bir kaptanla beraber bir gnom gemisindeydiler...

"Gricevher!" diye mırıldandı Palin.

"Bildin oğul!" diye haykırdı Dougan, genç büyücünün sırtına vurarak. "Lağım cücelerinin deyimiyle, 'ker demeden kertenkeleyi anlayıverdin.' Benim bu... hımm... oldukça eşsiz benzersiz gemide olmamın sebebi bu. Ve bu da," diye devam etti Dougan, geriye doğru sallanırken göbeği önünden hoplayarak, "benim büyük maceram!"

"Neymiş?" diye sordu Tanin şüpheyle.

"Kardeşlerim," dedi Palin, "bana öyle geliyor ki, Gargath'ın kayıp, efsanevi Gricevheri'nin arayışı içinde bir gemi yolculuğu yapmaktayız."

'"Arayışı içinde' değil," diye düzeltti Dougan. "Onu zaten buldum! Bütün arayışları sona erdirecek bir maceradayız biz! Gricev-her'i geri alacağız ve -hey çocuklar, dikkat edin." Dougan arkasına tedirgin bir bakış attıktan sonra kendisini güvertenin döşemesine fırlatıverdi.

"İşte yelken geliyor," diye homurdandı.
Bölüm 3

Bu Gnom gemisi gerçek bir teknoloji harikasıydı. (Harika olan şey ise, Sturm'ün de dediği gibi, suyun üzerinde yüzmekten çok, havada uçmayı başarabilmesiydi!) Yıllar süren bir tasarı aşaması (daha uzun yıllar boyunca komitede bekleme safhası) ve asırlar süren bir inşaatın ardından, bu gnom gemisi açık denizlerin baş belası olup çıkmıştı. (Bu oldukça doğruydu. Gnom bayrağını -pire rengi bir zemin üzerinde duran bir vida- gören çoğu gemi dehşet içinde kaçışırdı. Ama bunun sebebi, dumanlar çıkaran kazanların havaya uçmak gibi talihsiz bir huyu olmasıydı. Gnomlar bir keresinde bir minotaur gemisine saldırıp onu batırdıklarını iddia ediyorlardı. İşin aslı şöyleydi; minotaurlar gülmekten kırıldıkları için dikkatsiz davranarak gemilerinin gnom gemisine yaklaşmasına izin vermişlerdi, gnomlar da o panikle, gemiye yön vermek için kullanılan varillerde depolanan sıkıştırılmış havayı serbest bırakmışlardı. Sonuçta meydana çıkan patlama minotaurları suya gömmüş ve tabii ki gnomları da yaklaşık yirmi mil öteye kadar hızla taşımıştı.)

Varsın diğer ırklar onlarla dalga geçsinler, gnomlar kendi gemilerinin kullanışlılık, tasarım ve ekonomi açısından, kendi zamanından yıllarca ileride olduğunu biliyorlardı. Suda yüzen her türlü şeyden daha yavaş olması ise -güçlü rüzgârlı iyi bir günde, ortalama yarım deniz mili gidiyordu da- gnomları hiç rahatsız etmiyordu. (O sıralarda, bu problem üzerinde bir komite çalışmaktaydı ve gelecek bin yıl içerisinde bir zamanda, iyi bir çözüm yolu bulmaları bekleniyordu.)

Gnomlar her geminin yelkeni olduğunu biliyordu. Bu onların görüşüne göre, bir geminin gemi olabilmesi için zaruri bir şeydi. Bu sebeple gnomlann gemisinde de bir yelken vardı. Ama gnomlar, daha az zeki olan diğer ırklar tarafından yapılmış gemileri inceledikleri zaman, güverteyi yelken direkleriyle, halatlarla ve çadır bezleriyle darmadağın etmenin yer kaybı olduğunu; ayrıca rüzgârı yakalamak için yelkenleri indirip kaldırma işinin boşu boşuna daha fazla enerji sarf etmek olduğunu düşünmüşlerdi. Bu sebeple

gnom gemisinde, sadece rüzgârı yakalamakla kalmayan, üstüne üstlük bir de rüzgârı beraberinde sürükleyen tek bir devasa yelken bulunuyordu.

Gemiye devrim niteliğindeki özelliği veren şey işte bu yelkendi. On tane iri meşe gövdesi kalınlığındaki bir kalasın üzerinde duran, devasa bir çadır bezinden oluşan bu yelken, geminin her iki yanında ve ortada, daha aşağıda bir tane olmak suretiyle üç tane yağlı ahşap ray üzerinde duruyordu. Bu modern bahriye teknoloji mucizesini çalıştıran şey, gemi boyunca uzanan ve aşağıdaki buhar üreten dev kazan tarafından güç alan kocaman kablolardı. Yelkeni, yağlı ahşap ray üzerinde, yüksek bir hızla çekmek suretiyle çalıştırıyorlardı. Önden geriye doğru hareket eden yelken, gümbürdeye-rek giderken kendi rüzgârını kendisi imâl ediyor ve bu da gemiyi rotasında götüren şey oluyordu.

Yelken, güverte boyunca giden o etkileyici geçişini tamamlayıp geminin kıç tarafına ulaştığında... (Orada küçük bir sorun vardı. Gemiyi tersine çevirmek imkânsızdı. Bu sebeple kıç tarafı da tıpkı pruva tarafı gibi görünüyordu. Gnomlar tasarıdaki bu küçük pürüzü de, yelkeni ihtiyaca göre hem ileri hem de geri gidebilmesi için ayarlayarak gidermişlerdi ve gemiye iki pruva aslanı koymuşlardı -her iki uçta da bir tane olmak üzere, ellerinde vida tutan ve denize kararlı bir yoğunlukla bakan iki etli butlu gnom hanımı.)... Nerede kalmıştık? Ah evet. Yelken kıç tarafına ulaştığında, kendini mükemmel bir şekilde toplayıp sarıyor ve suya dalıp tekrar pruvaya varıncaya kadar geminin altından yoluna devam ediyordu. Başa dönünce sudan dışarı sıçrıyor, kendi kendisini açıyor ve güverte boyunca bir kez daha gümbürtüyle ilerliyordu.

En azından, yelkenin tasarı tahtasında ve sayısız gnom deney küvetinde yaptığı şey buydu. İşin aslında, bu karmaşık mekanizmayı kontrol eden tertibat, tuzlu su içinde neredeyse anında pas-lanmıştı ve yelken de, ya tamamen açık bir şekilde ya da yarı açık bir şekilde suya girmekteydi. Böylece açık bir halde, geminin altından ilerlerken öyle büyük bir çekme gücü yaratıyordu ki, arada sırada gemi ileri gittiğinden çok geriye doğru gidiyordu. Yine de bu küçük rahatsızlık, ortaya çıkan hiç beklenmedik bir olayla tamamen bastırılmış olarak kabul edilmişti. Açık yelken sudan çıktığı vakit, bir balık ağı gibi iş görüyor ve balık sürülerini kepçe gibi yakalıyordu. Yelken pruvadan yükseldiğinde ise güverteye gökten balık yağıyor, öğlen yemeği ile akşam yemeği olanağı sunuyor ve

arada sırada kafasına bir tuna balığı düşebilecek kadar talihsiz olanlar var idiyse, onlara da baş ağrısı takdim ediyordu.

Geminin dümen yekesi yoktu, çünkü geminin iki pruvası olması ve hiçbir kıç tarafı olmaması dolayısıyla bir dümen yekesinin koyulacak yeri yoktu. Hiç yılmayan gnomlar, bu geminin daha önce sözü geçmiş olan 'depolanan sıkıştırılmış hava varilleriyle' yönlendirilmesini tasarlamışlardı. Gemi omurgasının iki tarafında konuşlandırılmış olan bu varillerin içine devasa buhar körükleriyle hava dolduruluyordu. (Geminin ters dönmesinin imkânsız olduğunu daha önce söylemiştik ya. Yanılıyorduk. Gnomlar geminin, iki varildeki havayı da eş zamanlı bir şekilde salmak suretiyle gerçekten de ters döndürülebileceğini keşfettiler. Bu geminin tamamen çark etmesini sağlıyordu ama bu denli bir alarm durumunda zaten mürettebatın çoğu denize uçar ve gemide kalan diğerleri ise bir daha asla düz bir çizgi üzerinde yürüyemezdi. Bu bahtsız kimseler, gnomların Sokak Tasarımcıları Loncası tarafından hemencecik işe alınırlardı.)

Bu olağanüstü geminin adı şöyleydi; Çivi Diye Adlandırılan Değersiz İnsan İcadı Şey Yerine ki Biz Zaten Ondan Çok Daha Verimlisini İcat Etmiştik Mucizevi Gnom Tutkalı (bu konuda ne kadar az şey söylenirse o kadar iyidir) ile Birbirine Tutturulmuş Kalaslardan Oluşan ve Hızla Kaynayan Sudan Çıkan Buhar ile Çalışan Büyük Gnom Keşif ve Macera Gemisi... ve isim böyle uzuyor da gidiyordu, geminin isminin tamamı gnom kütüphanesinde birkaç ciltlik metin halindeydi. Bu isim, daha doğrusu kısaltılmış bir versiyonu, geminin omurgasına ve tabii gnomların yazacak yeri kalmayınca güverteye kazınmıştı.

Mucize'nin (bu ismin kısaltılmış insan haliydi) üstünde yolculuk etmenin, ne kafa dinlemeye ne de birinin akşam yemeğini midesinde tutabilmesine pek yaramadığını söylemeye gerek bile yok. Yelken geminin altına girdiğinde, gemi de sarhoş bir deniz elfi gibi suyun içinde debeleniyor, yelken güverte üzerinden hızla geçerken mide burkucu bir sarsıntıyla ileri doğru zıplıyor ve yelken arka taraftan tekrar suya girdiğinde mide bulandırıcı bir şekilde geriye doğru sallanıyordu. Sintine pompaları sürekli olarak çalışmaktaydı (gnom tutkalının harikaları sonucunda tabii.) Berekettir, gnomlar dosdoğru bir yöne -batıya-gittiğinden gemiyi döndürmeleri pek fazla gerekmiyordu. Bu da hava varillerini açma ihtiyacı getirmiyordu (bir kasırganın tam ortasında kalmaya eşdeğer bir heyecan-

di bu) -Tanin, Sturm ve Panin'in kaçırdığı bir heyecandı (Fakat Do-ugan onları bunun için kendi tanrılarına şükretmeleri gerektiği konusunda ciddiyetle temin etti!)

Gece çökmekteydi. Güneş, sanki şatafatlı giyimli cüceden daha parlak olduğunu kanıtlamak istermiş gibi kızıl bir alev halinde denizin içine battı. Ön güvertede sefil bir şekilde yere sinmiş olan kardeşler gecenin geldiğini gördüklerine memnunlardı. Yelkenin kafalarının üzerinden her koşturuşunda yere eğilmek zorunda kalarak sefil bir gün geçirmişlerdi. Üstüne üstlük, yelkenden aşağı yağan balıklarla kaplanmış ve sularla sırılsıklam olmuşlardı. Deniz tutmuş ve geceden kalmış olan kardeşlerin balık (ki fazlasıyla balık vardı) ve oldukça şüphe verici bir şekilde o mucizevi tutkala benzeyen bir çeşit gnom bisküvisinden başka yiyecek pek bir şeyleri yoktu. Zihinlerini sorunlardan uzaklaştırmak ve onları önlerindeki maceraya hazırlamak için Dougan, onlara Gargath'ın Gricev-her'inin hikâyesini anlatmayı teklif etti.

"Hikâyeyi biliyorum," dedi Tanin somurtarak. "Krynn üzerindeki herkes o hikâyeyi bilir! Onu, ta çocukluğumda duymuştum."

"Ah, ama gerçek hikâyeyi biliyor musunuz?" diye sordu Dougan, onlara parlak ve koyu gözleriyle dikkatle bakarak.

Kimse cevap vermedi. Yelken -bir sürü bez çarpma sesi ve manivela gıcırtısıyla birlikte- sudan dışarı fırlayıp da güverte boyunca hızla ilerlediği zaman hiçbiri kendi düşüncelerini bile duyamı-yordu da. Balıklar ayaklarının dibinde çırpınıyor, gnomlar da balıkların peşinden oraya buraya hoplayıp zıplıyordu. Birkaç bahtsız gnom eğilmeyi unutup da yelken gövdesinin itişi sayesinde denize düştüğünde, yelkenin güverte üstünden geçişinde çıkardığı gürültü feryatlar ve çığlıklarla süslendi. Bu neredeyse yelkenin her geçişinde yaşandığı için, birkaç gnom sürekli olarak geminin yan taraflarında nöbet tutuyor ve böyle durumlarda "Suya gnom düştü!" diye haykırıyor (ki bunu da büyük bir hazla yapıyorlardı) ve suyun içinde çırpınmakta olan dostlarını hayat kurtarma aygıtlarıyla gemiye geri çekiyorlardı (bu aygıtlar limana girildiğinde çapa olarak kullanılmak suretiyle iki işlevliydi.)

"Hangisinin gerçek olup hangisinin olmadığını nereden bileceğiz?" diye sordu Tanin huysuzca, yeniden sesi duyulabilecek duruma geldiğinde.

"Bir cüceden veya diğer ırklardan dinlemene bağlı olarak hikâ-

yenin farklılıklar gösterdiğini biliyorum," diye ekledi Palin.

Dougan son derece rahatsız gibi görünüyordu. "Evet evlat," dedi, "ve sen de çok hassas bir noktaya parmak bastın. Ama şimdi, sen önden başla ve anlat bakalım genç büyücü. Hikâyeyi duymuş olduğun şekliyle anlat. Sanırım bu konuyu iyi çalışmışsındır, ne de olsa büyünün yer yüzünde ortaya çıkışının hikâyesini de içeriyor."

"Pekâlâ," dedi Palin, ilgi odağı olmaktan oldukça hoşnut olmuş ve gururu okşanmış bir şekilde. İnsanın en sevdikleri hikâyeyi anlatacağını duyan birçok gnom işlerini bıraktılar (ve tabii balık kovalamayı da) ve Palin'in etrafına toplandılar. Büyücüye, hikâyeyi tamamen yanlış anlatacağı hususunda emin oluştan tutun da, kazara doğru anlatabileceği konusundaki şüphe dolu bakışlara kadar, envai çeşit yüz ifadesiyle bakıyorlardı.

"Tanrılar, kaosun uykusundan uyanıp da, kaosu kontrol altına aldıklarında. Evrenin Dengesi kurulmuş ve kaos mağlup edilmişti. Zamanın sarkacı iyilik ve kötülük arasında sallanıyor ve tarafsızlık ise her ikisini de haddinden fazla güçlenmesin diye denetliyordu. İşte ırkların ruhlarının yıldızlar arasında dans etmeye ilk başladığı ve tanrıların bu ırkların içinde yaşaması için bir dünya yaratmaya karar verdiği zaman bu zamandır."

"Dünya yaratılmıştı ama şimdi de tanrılar bu ırkların ruhları için mücadeleye tutuşmuştu. İyilik tanrıları, bu ırklara fiziksel dünya üzerinde güç sahip olma özelliği vermek, onları iyilik içinde yetiştirmek istiyorlardı. Kötülük tanrıları, ırkları köle etmek, onları kötülük dolu emirlerine itaat etmeye zorlamak istiyordu. Tarafsızlık tanrıları ise, ırklara dünya üzerinde fiziksel güç bahşetmek fakat iyilik ve kötülük arasında da bir seçim hakkı sunmak istiyordu. Sonuç olarak, bu en son seçenek lehinde bir karar alındı, kötülüğün tanrıları ise kendilerinin daha üstün gelmekte pek zorlanmayacağına inanıyorlardı."

"Böylece üç ırk doğmuş oldu -iyilik tanrılarının gözdeleri olan elfler; kötülük tanrılarının gönüllü köleleri olan ogreler; ve tarafsızlık tanrılarının gözdeleri, bütün ırklar arasında en az ömre sahip olan ve bu sebeple bir taraftan diğerine kolayca değişebilen insanlar. Bu ırklar yaratıldığında, tanrı Reorx'a dünyayı yaratma görevi verildi. En gönüllü işçiler olduklarından dolayı, bu işte kendisine yardım etmeleri için birkaç insan seçti. Ama Reorx kısa süre sonra insanlara hiddet duymaya başladı. Çoğu açgözlüydü ve sadece zenginlik elde etmek için çalışıyordu, yarattıkları şeylerle pek az

gurur duyuyorlardı. Bazıları hileye, diğerleri hırsızlığa baş vuruyordu. Hiddetten köpüren Reorx, kendi müritlerini lanetledi ve onları gnomlara dönüştürdü -yani lanetlenmiş küçük yaratıklara. Yani tam manasıyla lânetli demek istemiyorum," diye kendisini düzeltti Palın hemen, gnomların kaşlarını çattığım görünce. "Kastettiğim... şey... düşünürler olmak için kutsandılar'-gnomlar gülümsedi- "ve bütün hayatlarını hiçbir işe yaramayan, şey yani pek nadir işe yarayan mekanik aletlerle oynayarak geçireceklerdi..."

Yelken, kafalarının tepesinde gümbürdedi ve Palin şükürler içinde duraksadı.

"Güzelolankısımagelsenebe!" diye haykırdı gnomlar, bilindiği üzere her zaman için aşın derecede hızlı konuşup sözlerinibirara-yatıkıştırırlardı. Bunun mükemmel bir tavsiye olduğuna karar veren Palin (tabii önce anlaması gerekmişti) sözüne devam etti.

"Bundan kısa süre sonra, Reorx kötülük tanrılarından biri tarafından, kaosun engin gücünü alıp da onu bir cevherin içine hapsetmek konusunda kandırılmıştı. Genellikle bu işin ardındaki tanrının Hiddukel, yani dolandırıcılık tanrısı olduğuna inanılır-"

"Hayır evlat." Dougan iç geçirdi. "Bunu yapan Morgion'du."

"Morgion mu?" diye tekrarladı Palin şaşkınlık içinde.

"Evet, çürüyüşün tanrısı. Ama bu konuya sonra değineceğim." Cüce elini salladı. "Devam et."

"Her neyse," diye devam etti kafası biraz karışmış olan Palin, "Reorx, Gricevher'i yaptı ve onu Kızıl Ay Lunitari'ye bıraktı, tarafsızlık tanrıları için kutsal olan aya."

Bütün gnomlar sırıtmaya başladı; en sevdikleri kısım gelmek üzereydi.

"Bu sırada, gnomlar büyük bir icat geliştirmişti, onları dünyadan alıp yıldızlara götürecek bir icat. Bu icadın işe yarar hale gelmesi için tek eksiği vardı ve o da onu harekete geçirecek güçtü. Gece vakti gökyüzüne bakan gnomlar, Lunitari'nin tam göbeğinde parlamakta olan Gricevher'i gördüler ve hemencecik anladılar ki, eğer Gricevher'in içinde bulunan kaosun gücünü ele geçirebilirler-se icatlarını çalıştırabileceklerdi."

Gnomların çoğu kafalarıyla onaylayıp bilgece bakışlar attı. Sturm esnedi. Tanin ayağa kalktı ve tırabzana yaslandı, ki orada sessizce midesi bulanıverdi.

"Aşırı derecede yetenekli bir gnom, git gide uzayan bir merdiven icat etti, gerçekten de işe yarıyordu hem de. Onu, ta aya kadar

taşıdı ve orada, yanında bu amaçla getirmiş olduğu bir ağ ile tanrılar daha onun farkına varamadan önce Gricevher'i yakaladı. Cevheri aşağıya, dünyaya getirdi ama cevher ondan kaçtı ve batıya doğru gitti, ülkeler üzerinden geçerek ve geçtiği yerlere kaos getirerek. Kaos dünyaya büyü biçiminde girmiş oldu. Geçişi sırasında hayvanlar ve yaratıklar değişime uğradılar ve cevherin zevkine göre ya muhteşem, ya da korkunç bir hal aldılar.

"Bir gnom birliği, Gricevher'i deniz boyunca takip etti, hâlâ onu yakalayıp üzerinde hak iddia edebileceklerini umuyorlardı. Ama bazı yeni elde edilmiş büyülü yollarla taşı yakalayıp da şatosunda hapseden kişi Gargath adına bir insan oldu. Şatoya varan gnomlar, Gricevher'in ışığının etraftaki topraklan aydınlatışmı görebiliyorlardı. Gargath'in taşı teslim etmesini istediler. O da reddetti. Gnomlar, savaş açmakla tehdit ettiler"-tam bu sırada gnomlar haykırıp tezahüratta bulundular-"Gargath savaşı seve seve kabul etti. Şatosunu ve cevheri korumak için yüksek bir sur inşa etti. Gnomların surun üstünden aşmasının hiç yolu yoktu, bu yüzden geri dönmeye ant içerek ayrıldılar."

"Dinleyin! Dinleyin!" diye haykırdı gnomlar.

"Bir ay sonra bir gnom ordusu, yanlarında kocaman, buharla çalışan bir kuşatma aletiyle birlikte Gargath Şatosu'na geldiler. Alet şatonun suruna kadar geldi ama hedefine ulaşmaya ramak kala parçalanıverdi. Gnomlar ağır kayıplar vererek geri çekildiler. İki ay sonra gnomlar daha da büyük bir buharlı kuşatma aletiyle geri döndüler. Bu alet birincisine bindirdi, alev aldı ve yanıp kül oldu. Üç ay sonra, gnomlar buharla çalışan zebella gibi bir kuşatma aletiyle geri döndüler. O da, ilk iki aletin külleri arasında ağır ağır ilerledi ve tam sura 'güm güm' vurmaya başlamıştı ki, çalıştırma mekanizması kırılıverdi. Alet kocaman bir gümbürtüyle yana doğru devrildi ve suru çökertmeyi başardı. Kafalarındaki şey, pek bu olmasa bile gnomlar neşeyle doldular." 'Daha fazla tezahürat.

"Ama onlar surdaki delikten içeri koştururlarken, cevherin üstünden çelik grisi bir ışık parladı ve herkesi kör ediverdi. Lord Gargath yeniden görebilir hale geldiğinde, şaşkınlık içinde bir de baktı ki gnomlar kendi aralarında savaşmaktaydı."

Şimdi kaşlar çatıldı ve "Yalancı! Bu tarihe yanlış geçti!" nidaları yükseldi.

"Gnomların bir kesimi, Gricevher'in kendilerine onu işlemek ve

zenginlik kazanmak için verilmesini istiyordu. Diğer bir kesim ise Gricevher'i ellerine alıp da nasıl çalıştığım incelemek istiyordu."

"İki kesim kavga ederken dış görünüşleri değişiverdi... Böylece, kayaları oyan ve hep zenginlik düşünen cüce ırkı ile; dünyayı dolaşmak için dindirilemez bir merak duyan kender ırkları doğmuş oldu. Bu karmaşa sırasında Gricevher kaçtı ve en son batıya giderken görüldü, onun peşinden ise bir gnom birliği ve Lord Gargath takip ediyordu. Ve işte bu," diye bitirdi Palin, oldukça nefesi tıkanmış bir halde, "Gricevher'in hikâyesidir-tabii bir cüceye sormuyorsanız, bu böyledir."

"Neden ki? Cüceler bu konuda ne diyor?" diye öğrenmek istedi Tanin, Dougan'a epey midesi bulanık bir sırıtışla bakarak.

Dougan, sanki siyah pabuçlarından gelmiş gibi görünen çok derin bir nefes aldı. "Cüceler her zaman için Reorx'un en sevgili ırkının kendileri olduğunu savunmuştur, yani onun bu ırkı sevgiyle yarattığını ve gnomlar ile kenderlerin denemeler sırasında meydana gelen hatalı üretimler olduğunu." Şimdi yuhalamalar duyuldu. Gnomlar oldukça darılmış görünüyorlardı ama arkasına hızla dönüp de onları hizaya getiren delici bir bakışıyla beraber, hemen Dougan tarafından sessizleştirildiler. "Cücelere bakılırsa, Reorx, Gri-cevheri kendilerine vermek üzere bir hediye olarak yaratmıştı ve onu gnomlar çalıvermişti." Daha fazla yuhalama sesleri fakat bunlar çabucak sustu.

"Pekâlâ, bana öyle geliyor ki," dedi Sturm, bir kez daha esneyerek, "hikâyenin aslını bilen tek kişi Reorx."

"Pek sayılmaz oğul," dedi Dougan, epey rahatsız görünerek. "Zira görüyorsun ki hikâyenin doğrusunu ben de biliyorum. Ve bu maceraya çıkmamın sebebi de bu."

"Hangisi doğruymuş öyleyse?" diye sordu Tanin, Palin'e göz kırparak.

"İkisi de değil," dedi Dougan, çok daha rahatsız görünerek. Kafası önüne eğildi, çenesi sakalının dibine kadar gömüldü, bu sırada elleri de kadife ceketinin sırılsıklam altın düğmeleriyle oynuyordu. "Şey... ııh... bilirsiniz," diye mırıldandı, denizin fosurtusu ve güvertedeki balıkların çırpınış sesleri arasından, kendi sesinin herhangi biri tarafından duyulmasını son derece zorlaştırarak. "Reorx... ııh...Gricevheribirzaroyunundakaybetti."

"Ne?" diye sordu Palin, ileri doğru eğilerek.

"Kaybettionu," diye homurdandı cüce.

"Yine duyamadım-"

"O KAHROLASI CEVHERİ BİR ZAR OYUNUNDA KAYBETTİ!" diye kükredi Dougan hiddetle, kafasını kaldırıp etrafına dik dik bakınarak. Ödleri patlayan gnomlar hemen dört bir yana dağıldılar ve birkaçı Vm' diye geçip giden yelkene kafasını çarptı. "Çürümenin ve hastalığın tanrısı Morgion, cevheri yapması için Re-orx'u oyuna getirdi. Eğer kaos bu dünyaya salınırsa, kendi şeytani gücünün büyüyeceğini biliyordu. Reorx'u bir iddiaya davet etti. Ve bu iddia ise Gricevher içindi ve..." cüce sessizleşti, ve kaşlarım çatıp pabuçlarına baktı.

"Yani bir zar oyununda mı kaybetti onu?" diye bitirdi Sturm hayretler içinde.

"Evet oğul," dedi Dougan, kocaman bir iç çekerek. "Bilirsiniz, Reorx'un tek bir küçücük zaafı vardır. Hatırlatırım, sadece küçücük bir zaaf, bunun dışında bir kimsenin tanışmayı umup umabileceği en nâzik ve şerefli beyefendidir o. Ama"-cüce yine iç çekti-"içki şişesini çok sever ve iyi bir bahse de bayılır."

"Ah, demek Reorx'u tanıyorsun öyle mi?" dedi Sturm, çenesini 'çatır çutur' edecek bir esnemeyle.

"Öyle olduğunu söylemekten gurur duyarım," dedi Dougan ciddiyetle, sakalını kaşıyıp bıyığım parmağına dolayarak. "Ve onun yardımıyla, bütün bu yıllardan sonra Gricevher'in yerini saptamayı başarabildim. Bu evlatçıklarm da yardımıyla"-geçmekte olan bir gnomun omzuna vurdu ve zavallı küçüğün tamamen yere kapaklanmasını sağladı-"ve sizin gibi üç sıkı adamın yardımıyla, onu geri alacağız ve... ve..." Dougan durdu, kafası karışmış gibiydi.

"Ve?"

"Ve doğal olarak onu Reorx'a geri vereceğiz," dedi cüce omzunu silkerek.



"Doğal olarak," diye yanıtladı Tanin. Kafasını çevirip güvertede uyuyup kalmış olan Sturm'e bakan koca adam, kardeşinin miğferini alıp götürme safhasında olan bir gnomu yakalayıverdi. "Hey!" diye haykırdı Tanin hiddetle, hırsızın ensesine binerek.

"Sadeceonaşöylebirbakmakistemiştim!" diye sızlandı gnom, sinerek. "Onudürüstbirşekildegeriverecektimki. Bilirsinki," dedi, Tanin onun yakasındaki elini gevşetirken daha yavaş konuşarak, "miğferler konusunda çığır açacak yeni bir model geliştirdik. Sadece birkaç sorunu var o kadar, yani birinin kafasından çıkmaması gibi, ve ben de-"

"Teşekkürler, ilgilenmiyoruz," diye hırladı Tanin, miğferi ona sevgiyle bakmakta olan gnomun elinden hızla çekip kopararak. "Haydi küçük kardeş," dedi, Palin'e doğru dönerek. "Sturm'ü yatağına yatırmama yardım et."

"Yatak nerede?" diye sordu Palin bitkin bitkin. "Ve hayır, o leş kokulu gemi ambarına bir daha geri dönmeyeceğim."

"Ben de öyle," dedi Tanin. Güvertede etrafına bakındı ve bir yeri işaret etti. "Şuradaki o tentemsi şey en iyisi gibi görünüyor. En azından kuru olur."

Küçük bir barınak halini alması için itinayla ve hünerle bir araya tutuşturulmuş kütükleri işaret etti. Gemi omurgasına dayalı olan kütükler, gümbürtüyle geçen yelkenin altında kalıyordu ve içinde yatanları sudan ve gökten yağan balıklardan koruyordu.

"Öyle," dedi Dougan kendini beğenmiş bir tavırla. "O benim yatağımdır."

"O senin yatağındı," diye karşılık verdi Tanin. Aşağı eğilip Sturm'ü sarstı. "Uyansana be! Seni taşıyacak değiliz! O lanet olası yelken kafamızı uçurmadan acele et."

"Ne?" Sturm uykulu bir şekilde göz kırpıştırarak doğrulup oturdu.

"Bunu yapamazsınız!" diye gürledi cüce.

"Bak, Dougan Redhammer!" dedi Tanin, öne doğru eğilip cücenin tam gözlerinin içine sertçe bakarak. "Akşamdan kalmayım, deniz tutmuş vaziyetteyim ve bütün gün hiçbir şey yiyemedim. Suyla sırılsıklam oldum, kafama balık yağdı, tepemden yelkenler koşuşturdu ve çocuk masallarıyla sıkıntıdan patladım! Sana inanmıyorum, o ahmak macerana da inanmıyorum." Tanin hiddetten fokurdayarak durdu ve bir parmağını kaldırıp cücenin burnuna burnuna salladı. "Nerede istersem orada uyuyacağım ve yarın olduğunda, kendimi daha iyi hissedince, tanrılar adına yemin ederim ki şu küçük piçlerin bu gemiyi döndürmesini ve bizi eve geri götürmesini sağlayacağım!"


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin