İKİNCİ nesil kiTİaranin oğLU



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə19/35
tarix29.12.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#36355
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   35

"Peki ya seni durdurursam?" diye tehdit etti Dougan yan bir bakışla, Tanin'in hiddetiyle pek de gözü korkmamış bir halde.

"O zaman bu ahmak geminin ön kısmı hangi taraftaysa orada yeni bir pruva kafası olacak!" diye tısladı Tanin, sıktığı dişleri arasından. "Ve uzun, kara bir sakala sahip olacak!" koca adam hiddetle tenteye doğru ilerledi ve içeri sığıştı. Sturm uykulu uykulu onu takip etti.

"Eğer senin yerinde olsaydım cüce," diye ekledi Palin, onların ardından aceleyle giderken, "onun yoluna çıkmazdım! Söylediğini yapma konusunda oldukça yeteneklidir."

"Öyle mi evlat? Bunu aklımda tutarım," diye cevap verdi cüce, düşünceli düşünceli sakalını çekiştirerek.

Barınak cücenin eşyalarıyla ıkış tıkış doluydu -görünüşe göre çoğu cafcaflı giysilerden oluşuyordu. Palin bunları ayağıyla pek kaba bir şekilde güverteye doğru itiştirdi. Tanin yere uzandı, Sturm de onun yanına yığıldı ve ikisi de sanki küçük kardeşleri onlara bir büyü yapmış gibi neredeyse hemen uykuya daldılar. Palin, geriye kalan azıcık boşluğa uzandı ve çabucak uykusunun gelmesini umut etti.

Ama o ağabeyleri gibi bir maceracı değildi. Sturm, bir çölün kumları üstünde zırhı tamamen üzerindeyken uyuyabilirdi. Bunun yanında Tanin'in de, hemen yanındaki ağacı bir yıldırım düşüp devirdiği sırada büyük bir mutlulukla horlayarak uyuduğu vakiiy-di. İliklerine kadar sırılsıklam olan, üşümekten dişleri takırdayan Palin, güverte zeminine uzandı ve kendisini sefaletinin ellerine bırakıverdi. Acıkmıştı ama her ne zaman yemek düşünecek olsa midesi çalkalanıyordu. Karın kasları mide bulantısından ağrıyor; tuzlu suyun acı tadı ağzına doluyordu. Evdeki yatağını hasretle düşündü; temiz, hoş kokulu çarşaflan; vallen ağacının koruyucu dalları altında oturup, kucağında büyü kitaplarıyla saatler boyunca çalıştığını düşündü.

Gözlerini kapayan Palin, evine duyduğu hasret yaşlarını engellemeye çalıştı. Ama kocaman bir dalga gibi üzerine kapandılar. Elini uzatarak Magius'un Asası'na dokundu. Ve aniden amcası geldi aklına. Nereden çıkmıştı? Palin'in bu konuda hiçbir fikri yoktu. Raistlin, Palin doğmadan çok uzun bir süre önce ölmüştü. Belki de bunun sebebi asaydı... ya da belki de babasının bir hikâyesini hatırlamıştı ve şimdi böyle zayıf bir durumdayken çok gerçek bir hal almıştı. Sebebi her neyse Palin, Raistlin'i net bir şekilde kasvetli, sel basmış bir ormanda yerde yatarken gördü. Kızıl cüppeleri içinde kıvrılmış büyücü öksürüyordu, sanki bir daha asla nefes alamayacakmış gibi öksürüyordu. Palin onun kül rengi dudaklarında kan olduğunu, narin vücudunun acı içinde kıvrandığını gördü. Ama tek bir şikayet sözü bile söylemiyordu. Palin yavaşça amcasına yaklaştı. Öksürüğü kesildi; spazm geçti. Kafasını kaldıran Raistlin, dosdoğru Palin'in gözlerinin içine baktı...

Başını utanç içinde önüne eğen Palin, asayı göğsüne bastırdı, yanağını asanın serin ve pürüzsüz ahşabına dayadı. Rahatlayarak uykuya daldı. Tam bilincinin kenarından uykuya geçecekken bir cücenin sesini duyduğunu ve çardağın içine doğru bir kafanın eğilip baktığını gördüğünü sandı.

"Bakın yanımda bir deste kart var evlatlar... Ne dersiniz? Yüksek kartı çeken bu gece burada uyur, kabul mü?..."

Bölüm 4 tK .Adası

Tanin, geminin komutasını ele geçirme konusundaki tehdidini yerine getirebilecek kadar yetenekliydi fakat nasıl gnomların gemiyi yüzdürmesini sağlayacağı da başlı başına bir meseleydi tabii. Deniz yolculuğuna devam etmek için oldukça kararlı olan gnom-lar, gece boyunca silah tedariklerini düzenlemeye koyuldular. Bu silahların çoğu gnom tasarımı olduğundan, hedef alınan kurbandan çok, silahı kullanan kimseye hasar verme olasılığı oldukça yüksekti. Ve bu sebeple savaşın sonucu -yani birçok sayıda gnoma ve cüceye karşı iki savaşçı ile bir büyücü- soruya açıktı.

Berekettir ki bu soru hiç cevaplanmadı. Ertesi sabah kardeşler, kocaman bir çarpma sesi, kıymıklara ayrılan tahtaların yürek hop-latıcı gürültüsü ve oldukça gecikmiş bir "Kara göründü!" haykırı-şıyla uyandılar.

Debelenip ayağa kalkarak tahta tenteden dışarı çıktılar ve güverte boyunca ilerlediler, tabii gemi karaya doğru aşırı derecede yan yattığı için bu pek kolay bir iş değildi.

"Bu da nedir? Neler oldu? Neredeyiz?" diye sordu Tanin gözlerini ovuşturarak.

"Geldik!" diye ilan etti Dougan, sakalını tatminle tarayarak. "Bakın!" Elini -o an için- pruva kısmı olan tarafa doğru kocaman savurdu. "Karşınızda Gargath Adası."

Kardeşler baktılar. İlk başta görebildikleri tek şey, yırtılmış bir yelkenden, dolanmış halatlardan, kırık kalaslardan ve ellerini kollarını sallayarak hararetle tartışan, birbirilerini oraya buraya ittiren gnomlardan oluşan kargaşa içindeki bir güverteydi. Pruva aslanının ve gemi omurgasının bir kısmını içeri göçertmiş, ayrıca yelkeni ikiye yarmış olan sarp bir kayalığın varlığı sebebiyle, geminin su üzerindeki ilerleyişinin durmuş olduğu kesindi.

Tanin, sert bir yüzle gemi enkazının arasından ilerledi, peşinden de Sturm, Palin, birbiriyle atışan birkaç gnom ve cüce takip etti. Pruvaya vardığında kenara tutundu ve kayalığın yanından adaya doğru baktı. Güneş arkalarında doğmakta, parlak ışığını kuzeye

doğru göz alabildiğine kıvrılan ve bir sis tabakasının içinde kaybolan kumlu bir sahile serpiştirmekteydi. İnce, pürüzsüz gövdeleri ve tepelerinde hurma ağacına benzer koca yapraklan olan, garip görünüşlü ağaçlar çevrelemişti bu kumsalı. Geniş, kumlu şeridin ötesinde, ağaçların ve şimdi geminin üzerinde bulunduğu kayalık uçurumun üzerinden kule gibi yükselen devasa bir dağ vardı. Dağın üzerinde boz renkli bir duman bulutu asılıydı, kumsalın, suyun ve geminin üzerine bir kasvet perdesi örtüyordu.

"Gargath Adası," diye tekrarladı Dougan muzafferce.

"Gargath?" Palin'in ağzı beş karış açıldı. "Yani şimdi-"

"Evet evlat. Eğer hatırlıyorsan, kaçtığı zaman Gricevher'in peşinden bizzat lordun kendisi takip etmişti. Bir tekne inşa etti ve cevher batı ufkunda kaybolurken onun peşinden yelken açtı ve bundan sonra Ansalon'da kimse ondan haber alamadı. Ailesi, onun dünyanın kenarından aşağı düşmüş olduğuna karar kıldı. Ama birkaç yıl önce ben, bir minotaur grubuyla içki içiyordum. Bir olay bir diğerine sonuç açtı, hatırladığım kadarıyla bir iddia meselesi vardı ve ben de bu haritayı kazandım." Kızıl kadife ceketinin (ki şu anda yıpranmaktan ve deniz suyundan dolayı daha da berbat bir hal almıştı) cebine elini atan Dougan bir parşömen parçası çıkarttı ve onu Tanin'e uzattı.

"Pekâlâ, bu bir minotaur haritası," dedi Tanin, yana yatmış tırabzana parşömeni açıp eliyle düzelterek ve aynı zamanda dengesini de korumaya çabalayarak. Sturm görebilmek için ileri doğru eğildi ve Palin de Magius'un Asası'yla yerden destek alarak onun yanına sıkıştı. Yarı hayvan yarı insanların kaba saba dilinde yazılmış olsa da, bu harita Krynn'in medenî ırkları tarafından bu yönleriyle gayet iyi tanınan minotaur haritalarının kesinliği ve ustalığıyla çizilmişti. Ansalon Kıtası'nın ya da çok daha batıda bulunan ve yanında "Gargath" yazan küçük bir adanın çiziminde hiçbir hata yoktu.

"Bunun anlamı ne?" diye sordu Sturm, adanın yanında duran uğursuz bir sembolü işaret ederek, "yani şu içinden kılıç geçmiş bir boğa kafası gibi görünen işareti diyorum."

"O mu?" dedi Dougan, kayıtsızca omzunu silkerek. Haritayı Ta-nin'in elinden kaptığı gibi çabucak rulo yaptı. "Bir çeşit minotaur işaret saçmalığı, hiç şüphe yok ki-"

"Bu şey minotaurların tehlike işareti 'saçmalığı,'" dedi Palin sertçe. "Bu doğru değil mi?"

Dougan haritayı cebine geri sokuştururken kızarıverdi. "Pekâlâ

evlat, sanırım bu konuda biraz haklı olabilirsin, yine de ben o vahşi yaratıklar böyle bir işaret çizmeyi kafalarına koydular diye o kadar da-"

"O 'vahşi yaratıklar* bu adayı en büyük tehlike uyarısıyla işaretlemişler!" diye sözünü kesti Palin. "O işareti taşıyan yerlerin yakınına hiçbir minotaur gemisi sokulmaz," diye ekledi, ağabeylerine doğru dönerek.

"Ve bu dünya ile bir sonraki dünyada minotaurların korktuğu şeylerin sayısı da pek azdır hani," dedi Tanin, kararmış yüzüyle adaya bakarak.

"Daha ne kadar kanıt istiyorsunuz işte?" diye sordu Dougan yumuşak bir sesle, Tanin'in bakışlarını takip ederek; cücenin koyu, parlak gözleri açlıkla doluydu. "Gricevher burada! Minotaurların hissedip de korktukları şey de onun gücü!"

"Ne düşünüyorsun Palin?" Tanin en küçük kardeşine doğru döndü. "Sen bir büyü kullanıcısısın. Hissedebiliyor olmalısın elbet."

Palin bir kez daha ağabeylerinin, yani bu dünyada babası haricinde -belki de babasından da fazla- örnek aldığı iki insanın ona saygıyla baktığını ve onun vereceği hükmü beklediğini gördüğünde içinde heyecan dolu bir haz hissetti. Magius'un Asası'nı sıkıca kavrayan Palin gözlerini kapayıp odaklanmaya çalıştı ve o bunu yaparken soğuk bir his buzdan parmaklarla kalbini kavrayıp, ayaz korkusunu vücuduna yayıverdi. Ürperdi ve gözlerini açtığında Tanin ile Sturm'ün kendisine endişeyle bakmakta olduğunu gördü.

"Palin-yüzün! Ölü gibi rengin soldu. Sorun nedir?"

"Bilmiyorum..." Boğazı kuruyan Palin devam edemedi. "Bir şeyler hissettim ama ne olduğundan emin değilim. Kayıp ve boş bir his olduğu için pek de tehlike sayılmazdı, daha çok bir çaresizlik hissiydi. Etrafımdaki her şey kontrolden çıkmış dönüyordu. Bunu durdurmak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu-"

"Cevherin kudreti," dedi Dougan. "Onu hissettin genç büyücü! Ve şimdi artık neden ele geçirilmesi ve güvenle saklasınlar diye tanrılara teslim edilmesi gerektiğini anlıyorsundur. Daha önce insanoğlunun elinden kaçmıştı; yine kaçacaktır. Onun bu sefil adanın sakinlerine ne zararlar verdiğini," diye ekledi cüce hüzünle, "sadece tanrılar bilebilir."

Kara sakalını sallayan Dougan, titreyen elini Tanin'e doğru salladı. "Bana yardım edeceksiniz değil mi evlatlar?" diye sordu çok

yürekten, yalvarış yüklü bir tonla. Sesi o alışılagelmiş palavralar sıkan tonlamasından o kadar farkıydı ki, Tanin hazırlıksız yakalandı, hiddeti bölünüverdi. "Eğer hayır derseniz," diye devam etti Do-ugan, başını öne eğerek, "Sizi anlarım. Bahsi harbiden de ben kazandığım halde, sanırım sizi sarhoş edip zayıf ve çaresiz bir haldeyken esir almak benim ayıbımdı."

Tanin dudağını ısırdı, anımsatılan bu şeyden bariz bir şekilde hiç hoşlanmamıştı.

"Ve sakalım adına yemin ederim ki," dedi cüce ciddiyetle, sakalını okşayarak, "eğer isterseniz gnomlarm sizi Ansalon'a geri götürmesini sağlarım. Tabii bunu ancak onlar gemiyi onarır onarmaz yapabilirim."

"Eğer gemiyi onarabilirlerse tabii!" diye hırladı Tanin en sonunda. (Bu pek muhtemel gibi görünmüyordu. Gnomlar gemiye biraz olsun ilgi göstermiyor, kendi aralarında kimin o sırada nöbet tutuyor olması gerektiği ve esas suçlunun bu haritayı çizen komite olup olmadığı hakkında tartışıyorlardı. Sonra karar verdiler ki, eğer bu kayalıklar haritada işaretlenmemişse, demek ki orada değillerdi. Bu sonuca varan gnomlar işlerinin başına dönebildiler.)

"Pekâlâ, ne diyorsunuz?" Tanin kardeşlerine doğru döndü.

"Ben derim ki buraya kadar geldiğimize göre en azından etrafa şöyle bir bakmalıyız," dedi Sturm alçak sesle. "Eğer cüce haklıysa ve Gricevher'i geri alabilirsek, şövalyeliğe kabul edilişimiz kesinleşmiş olur! Onun da dediği gibi, kahraman olup çıkarız!"

"Tabii elde edebileceğimiz hazineler hakkında hiçbir şey söylemeye gerek bile yok," diye mırıldandı Tanin. "Palin?"

Genç büyücünün kalbi hızla atıyordu. 'Gricevher ne gibi büyülü güçlere sahiptir kim bilir?' diye düşündü aniden. 'Benim gücümü arttırabilir ve beni yetiştirecek büyük bir baş büyücüye de ihtiyacım kalmaz! Kendi başıma büyük bir baş büyücü olabilirim, sadece ona dokunarak ya da...' Palin kafasını salladı. Gözlerini kaldırıp ağabeylerinin yüzlerini gördü. Tanin'in yüzü açgözlülükle çir-kinleşmişti, Sturm'ünki ise hırsla çarpılmıştı. 'Kendi yüzüm-' Palin elini yüzüne koydu '-acaba onlara nasıl görünüyordur?' Kafasını indirip cüppesine baktı ve beyaz renginin kirli bir boz rengine dönüşmüş olduğunu gördü. Bunun sebebi yalnızca tuzlu su olabilirdi, ya da başka bir şey de olabilirdi...

"Kardeşlerim," dedi uyarırcasına, "dinleyin bir! Neler dediğinizi bir düşünün! Tanin, sen ne zamandan beri macera değil de, hazine

arayışıyla yollara düşmeye başladın?"

Tanin sanki bir rüyadan uyanıyormuş gibi gözlerim kırpıştırdı. "Haklısın! Hazineymiş! Neler diyorum ben böyle? Parayı hiç o kadar da çok önemsemem-"

"Konuşan Gricevher'in kudretiydi," diye haykırdı Dougan. "Sizi bozmaya başlıyor, diğerlerim bozduğu gibi." Bakışları gnomlara kaydı. İtişip kakışmalar seviye atlamış, yumruklaşmalar ve birbiri-lerini gemiden aşağı itmelere dönüşmüştü.

"En azından adayı şöyle bir incelemeliyiz derim ben," dedi Pa-lin, cücenin kulak misafiri olamayacağı alçak bir sesle. Ağabeylerini yakınına çekti. "Başka hiçbir sebepten olmasa bile, Dougan'ın gerçeği söyleyip söylemediğini anlamak için. Eğer doğruyu söylüyorsa ve Gricevher hakikaten buradaysa ve eğer onu geri götüren kimseler olursak..."

"Ah, o burada!" dedi Dougan, kara sakallı yüzünü hevesle üçünün arasına sokuşturarak. "Ve onu geri götürdüğünüzde evlatlar, üff, meşhur babanız hakkında anlatılan hikâyeler, sizin hakkınızda söylenecek efsanelerin yanında solda sıfır kalacak! Ve bu adanın zavallı insanlarını o kötü kaderlerinden kurtarıyor olacaksınız," diye ekledi cüce ciddi bir tonlamayla.

"insanlar mı?" dedi Tanin şaşkınlıkla. "Bu yerde birileri mi yaşıyor diyorsun yani?"

"Evet, burada yaşayan insanlar var," dedi cüce kocaman bir iç çekerek fakat kardeşlere kurnaz kurnaz bakmaktaydı.

"O haklı," dedi Sturm, sahile dikkatle bakarak. "Gargath Adası'nda insanlar var. Ve bana pek kurtarılmak istiyormuş gibi gelmiyorlar, Dougan Redhammer!"

Tanin, Palin, Sturm ve cüce, Mucize'den karaya kadar bir gnom birliği eşliğinde küçük bir sandalın içinde taşındılar. Bu küçük sandalı Mucize'ye yerleştirme fikri cüceden çıkmıştı ve gnomlar bu kadar pratik ve basit bir şey karşısında büyülenmişlerdi adeta. Gnomlar da Mucize'ye yerleştirilmesi için bir filika tasarlamışlardı. Aşağı yukarı geminin kendisi kadar ağırlığa ve ebada sahip olan bu filika, komite tarafından üzerinde çalışılması için geride bırakılmıştı.

Sandal, dalgalar ve yaşanmakta olan gelgit ile hızla ilerleyerek kıyıya yanaştıkça, kardeşler karşılama birliğini görmeye başladılar. Doğmakta olan güneş, kıyıda onların gelmesini bekleyen bir adam güruhunun mızraklarında ve kalkanlarında parlıyordu. Uzun boy-

lu ve kaslı olan bu adamlar, adanın şeker gibi havası sebebiyle üzerlerine pek az giysi giymişlerdi. Derileri parlak ve canlı bir kahverengiydi, vücutları parlak tespih kolyeler ve kuş tüyleriyle süslüydü, yüzleri ise sert ve kararlıydı. Taşıdıkları kalkanlar ahşaptan yapılmaydı ve gösterişli bazı desenlerle boyanmıştı, aynı şekilde mızrakları da el yapımıydı -taştan ucu olan tahta mızraklar.

"Oldukça iyi ve keskince bilenmişlerdir, bana inanabilirsiniz," dedi Sturm kasvetle. "Tereyağına saplanan bir bıçak gibi teninize giri verirler."

"En az yirmiye bir olmak üzere sayıca azız," diye belirtti Tanin, kayığın baş tarafında oturmuş, yaklaşık bir cüce boyunda olan savaş baltasını okşamakta olan Dougan'a.

"Pöh! İlkel insanlar!" dedi Dougan küçümseyerek fakat Palin cücenin yüzünün biraz solgun olduğuna dikkat etti. "Çeliğe ilk bakışlarında, yerlere kapanıp bize tanrılar gibi tapınacaklardır."

Tanrıların' sahile çıkışı pek de görkemli olmadı. Tanin ve Sturm, elf tasarımı ve yapımı olan -Birleşik Elf Krallıklarından Porthios ile Alhana'nın hediyeleriydi- parlak çelikten zırhları içinde gerçekten de muhteşem görünüyorlardı. Göğüs zırhları sabah güneşinde parlıyor; miğferleri de ışıldıyordu. Tekneden dışarı çıktıklarında dizlerine kadar kuma gömüldüler ve birkaç dakika içinde feci şekilde batağa saplandılar.

Kırmızı kadife elbisesini giyen Dougan, elbiselerini mahvetmek istemediğinden gnomlarm kendisini kıyıya kadar götürmesini talep etti. Cüce üzerindeki kostüme, okyanus meltemiyle birlikte salınıp duran bir kuştüyüyle süslenmiş geniş siperlikli bir şapka eklemişti ve gerçekten de muhteşem görünüyordu; kayığın ön kısmında, baltasını zemine dayamış bir şekilde dimdik ayakta duruyor ve kumsalda savaş formasyonu oluşturmuş olan savaşçılara dik dik bakıyordu. Gnomlar onun emrine kelimesi kelimesine uyarak tekneyi kıyı kumuna öyle bir güçle ittirdiler ki, Dougan kafa üstü yere çakıldı ve o koca baltasıyla kendisini ikiye kesmeyi de kıl payı atlattı.

Palin, sık sık ilk muharebesini düşünürdü -kardeşlerinin yanında savaşarak, çelikle büyüyü birleştirerek. Kıyıya yapılan yolculuk boyunca bildiği az sayıdaki büyüyü hafızasına işlemekle geçirmişti. Karaya yaklaşırlarken, kalbi kendi kendisine korku değil de, heyecan olduğunu söylediği bir hisle küt küt atmaktaydı. Kendisini her türlü olasılığa neredeyse hazırlamış sayılırdı... tükürükler saça-

rak lanetler okuyan öfkeli bir cücenin ayağa kalkmasına yardım etmek, ağabeylerini ıslak kumun içinden çıkartmaya çalışmak ve sessiz, sert yüzlü, yarı çıplak insanlardan oluşan bir orduyla yüzleşmek hariçti tabii.

"Neden bize saldırmıyorlar ki?" diye mırıldandı Sturm, suyun içinde çırpınıp dengesini korumaya çalışarak. "Bizi lime lime edebilirler!"

"Belki de geri zekâlılara zarar vermelerini yasaklayan bir kanunları vardır!" diye söylendi Tanin sinir içinde.

Dougan, Palin'in yardımıyla ayağa kalkmayı başarabildi. Yumruğunu sallayarak ve bir hoşçakal küfrü ederek gnomları gemiye geri yolladı, sonra döndü ve toplayabildiği kadar vakarla kumsal boyunca savaşçılara doğru 'rap rap' ilerledi. Tanin ve Sturm, elleri kılıçlarının kabzasına atmış bir halde daha yavaşça onu izlediler. Palin daha da yavaş bir şekilde ağabeylerinin ardından geliyordu, beyaz cüppeleri ıslanmış ve darmadağın olmuş, kenarları kumla kaplanmıştı.

Savaşçılar onları sessizlik içinde, kıpırdamadan beklediler. Yabancıların kendilerine yaklaşmasını izlerken yüzlerinde hiçbir ifade yoktu. Ama Palin, biraz daha yaklaştığında fark etti ki, adamlardan biri yakınlarda duran ormana arada sırada endişeyle bakmaktaydı. Bunun bir seferden fazla olduğunu gözlemleyen Palin, ilgisini ağaçlara doğru çevirdi. Bir anlığına dikkatle izleyip dinledikten sonra Tanin'e yaklaştı.

"O ağaçların arasında bir şeyler var," dedi alçak sesle.

"Buna hiç şüphe etmem," diye hırladı Tanin. "Muhtemelen bir başka elliye yakın savaşçı falandır."

"Bilmiyorum," dedi Palin düşünceli düşünceli, kafasını sallayarak. "Savaşçılar bu konuda gergin gibi görünüyorlar, hatta belki de-"

"Şşşt!" diye emretti Tanin sertçe. "Konuşmanın sırası değil Palin! Şimdi Sturm ile benim ardımdan takip et, yapman gerektiği gibi!"

"Ama-" diye başladı Palin

Tanin sorumluluğun kimde olduğunu hatırlatmak maksadıyla genç adama hiddet dolu bir bakış attı. Palin iç çekerek ağabeylerinin arkasında yerini aldı. Ama gözleri ormana kaydı ve savaşçıların birden fazlasının bakışlarını o yöne çevirip durduğunu yine fark etti.

"Selâm ola!" diye haykırdı Dougan, kumların üzerinde paldır küldür ilerleyip, dostlarının biraz önünde duran ve görünüşe göre

şefleri olan savaşçının önüne gelip dikilerek. "Biz tanrıyız!" diye ilan etti cüce, kendi göğsüne yumruk indirerek. "Gargath Ada-sı'nda yaşayan kullarımıza selâmlar sunmak için Doğan Güneşin Ülkesi'nden geldik."

"Sen bir cücesin," dedi savaşçı asık bir suratla, mükemmel bir Ortak Lisan konuşarak. "Ansalon'dan geldin ve muhtemelen Gri-cevher'in peşindesin."

"Şey... ııh... yani..." Dougan bocalamış kalmış gibiydi. "Bu... ııh... iyi bir tahmindi evlat. Biz, göründüğü gibi Gricevher ile... şey... birazcık ilgileniyoruz da. Onu nerede bulacağımızı söyleyecek kadar nazik olursanız-"

"Onu alamazsınız," dedi savaşçı, morali bozuk gibiydi. Mızrağını kaldırdı. "Sizi durdurmak için buradayız."

Onun ardındaki savaşçılar hevessizce başlarıyla onayladılar ve mızraklarını ellerine kollarına dolaştırıp, beceriksizce bir çeşit uyduruk savaş formasyonu aldılar. Palin yine birçoğunun o aynı endişeli, kafası meşgul ifadeyle ormana baktığını gördü.

"Pekâlâ da onu alacağız!" diye haykırdı Tanin haşince, görünüşe göre bu savaşa biraz heyecan ve istek katma çabasıyla. "Bizi durdurmak için önce savaşmanız gerekli."

"Sanırım bunu yapacağız," diye mırıldandı şef, mızrağını pek gönülsüz bir edayla sallayarak.

Oldukça akılları karışmış olan Tanin ile Sturm nemelazım kılıçlarını çektiler, bu sırada da Dougan sert bir yüz ifadesiyle baltasını kaldırdı. Bir büyünün sözleri Palin'in dudaklarının uçundaydı ve Magius'un Asası elinin içinde sanki hevesle titriyor gibiydi. Ama Palin tereddüt etti. Duyduğu bütün her şeye göre, bir savaş bunun gibi olmamalıydı! O kaynayan kan da nerelerdeydi? O acımasız nefret? Birinin tek bir santim toprak kaybetmektense ölmeye acı bir şekilde kararlı oluşu?

Savaşçılar birbirilerini yürümeleri için ite kaka, ayaklarını sürüyerek ilerlediler. Kılıcı güneşle parıldayan Tanin onlara yaklaştı, Sturm de hemen arkasındaydı. Aniden ormanın içinden bir feryat geldi. Bir hareketlilik oldu ve bir hışırtı sesi duyuldu, daha fazla feryat ve sonra da acı dolu bir cıyaklama. Ağaçların arasından küçük bir suret fırlayıverdi ve kumun üstünde dosdoğru koşturdu.

"Bekleyin!" diye bağırdı Palin. "Bu bir çocuk!"

Savaşçılar bu sesle arkalarını döndüler. "Lanet!" diye söylendi şef, mızrağını ve kalkanını bezginlikle yere fırlatarak. Çocuk -beş

yaşlarındaki küçük bir kız- savaşçıya doğru koştu ve kollarını adamın bacaklarına doladı. Tam o anda, birincisinden daha büyük olan başka bir çocuk, kızın peşinden koşarak ağaçların arasından dışarı fırladı.

"Sana onu yanında tutmanı söylediğimi sanıyorum!" dedi şef, hızla koşup gelen ve daha büyük olan oğlan çocuğuna.

"Beni ısırdı!" dedi oğlan suçlayarak, kolundaki kan oturmuş izleri sergileyerek.

"Babişkonun canını yakmayacaksınız değil mi?" diye sordu kız Tanin'e, koyu gözleriyle dik dik bakarak.

"H-hayır," diye geveledi Tanin, afallamış bir halde. Kılıcını indirdi. "Biz sadece"-kıpkırmızı kesilerek omuz silkti-"konuşuyor-duk. Bilirsin, erkek konuşması."

"Sakalımı koru!" diye haykırdı cüce hayret içinde. Ormandan dışarı daha fazla çocuk koşturmaktaydı -kumların üzerinde zar zor ilerleyebilen emekleyen bebelerden tutun, on veya on bir yaşlarındaki daha büyük kız ve oğlanlara kadar her yaştan çocuk vardı. Etraf bir anda onların cırtlak sesleriyle doluverdi.

"Ben sıkıldım. Eve gidebilir miyiz?"

"Şu mızraa bi bana versene!"

"Hayır, benim sıram! Baba dedi ki-"

"Apu kaka söz söyledi!"

"Söylemedim!"

"Söyledin!"

"Baksana Babişko! Suratında kıllar olan o kısa, şişko adama bak! Ne çirkin di mi?"

Yabancılara derin bir utanç içinde bakan savaşçılar, çocuklarını zaptetmek için savaş formasyonlarını bozdular.

"Dinle Çiçek, Babişko birazcık daha geç kalacak. Sen geri git de oyun oyna-"

"Apu, kardeşlerini de beraberinde götür ve bir daha asla senin öyle sözler söylediğini duymayayım, yoksa seni-"

"Hayır tatlım, Babişko'nün şimdi mızrağa ihtiyacı var. Onu eve dönerken taşıyabilirsin-"

"Durun!" diye kükredi cüce. Dougan'm gök gümbürtüsü gibi haykırışı bu kargaşanın sesini bastırdı ve hem savaşçıları hem de çocukları susturuverdi.

"Bakın," dedi Tanin, kılıcını kınına sokarak ve kendi yüzü de utanç içinde kıpkırmızı kesilerek, "sizinle savaşmak istemiyoruz,

özellikle de çocuklarınızın önünde."

"Bilirim," dedi şef keder içinde. "Hep böyle oluyor. İki yıldır şöyle sıkı bir savaş yapamadık gitti! Sen hiç"-Tanin'e acıyla baktı-"ayağının altında emekleyen bir çocuk varken savaşmaya çalıştın mı?"

Son derece afallayan Tanin kafasını salladı.

"İşin bütün zevkini kaçırıyor," diye ekledi başka bir savaşçı, bir çocuk sırtına tırmanırken ve bir diğeri ise kalkanıyla adamın dizlerine vururken.

"Öyleyse onları analarıyla birlikte evlerinde, yani ait oldukları yerde bırakın," dedi Dougan sertçe.

Savaşçıların yüz ifadeleri daha da acı bir hal aldı. Annelerinin bahsiyle birlikte çocukların birkaçı ağlamaya başladı.

"Yapamayız," diye belirtti bir savaşçı.

"Nedenmiş?" diye cevap bekledi Dougan.

"Çünkü anaları gitti!"

"Her şey iki yıl önce başladı," dedi şef, Dougan ve kardeşlerle birlikte köye doğru geri yürürlerken. "Lord Gargath bize bir elçi yolladı, ona haraç olarak on tane bakire yollamamızı yoksa Gricev-her'in hiddetini üzerimize salacağını söyledi." Savaşçının bakışı uzaktaki volkana kaydı, dağın çentikli zirvesi etrafını sarmış olan havada süzülen gri bulutlar arasından zar zor görülebiliyordu. Bulutlardan aşağı çatallı şimşekler çakıyor ve gök gümbürdüyordu. Şef titreyerek kafasını salladı. "Ne yapabilirdik ki? Ona haracını ödedik. Ama orada kalmadı. Bir sonraki ay elçi yine geldi. On bakire daha istedi ve bir sonraki ay bir on daha. Kısa süre içinde bakirelerimiz tükendi ve o zaman lord, karılarımızı istedi. O da yetmedi, analarımızı da aldı! Şimdi"-şef iç geçirdi-"köyde tek bir kadın bile kalmadı!"


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin