İKİNCİ nesil kiTİaranin oğLU



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə24/35
tarix29.12.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#36355
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   35


Huysuz Han, YVayreth Ormanı'nın dış perçeminde bulunuyordu -tabii eğer büyülü ağaçlar öyle olmasını uygun görürse. Eğer büyülü ağaçlar aksini uygun görürse, ki sık sık böyle olurdu, han kimsenin ektiği herhangi bir şeyin yetişmediği çorak bir tarlanın dış perçeminde bulunurdu. Hiçbir çiftçinin şansını denemeye aldırdığından da değildi hani. Yüksek Büyücülük Kulesi'nin baş büyücüleri tarafından, garip ve esrarengiz bir orman ile kontrol altında tutulduğuna inanılan topraklardan kim bir şeyler isterdi ki?

Bazıları Huysuz Han'ın, VVayreth Kulesi'ne bu kadar yakın bir yere inşa edilmesinin acayip olduğunu düşünürdü (tabii orman görünürlerdeyken), ama zaten hanın sahibi olan Slegart Havensvvood da acayip bir adamdı. Görünüşe göre dünyadaki tek derdi kâr elde etmekti -soran herkese onun da söyleyeceği gibi. Ve gece yaklaşırken kendilerini büyücülerin topraklarının eteklerinde bulan kimselerden her zaman çıkarılacak kârlar vardı.

Görünüşe göre bu akşam kendilerini o zor durumların içinde bulan bir sürü kimse vardı, zira neredeyse handaki her bir oda kiralanmıştı. Gezginler çoğunlukla insandı, zira o günler ciflerin ve cücelerin kendi içlerine kapandığı ve bu dünyada pek nadir dolaştığı, Mızrak Savaşı'ndan önceki günlerdi. Ama etrafta birkaç lağım cücesi vardı; Slegart onları yemek pişirmeleri ve etrafı temizlemeleri için işe almıştı, tabii nazik davrandıkları sürece. Her nasılsa bu gece hiç goblin yoktu, fakat goblinden sayılabilecek birkaç insan bulunuyordu -yüzleri o kadar çarpık ve üçkağıtçıydı ki. Slegart'ın odalarının (ki bu küçük ve pejmürde yerde pek fazla oda yoktu) birkaçını alan bu geniş guruptu. Sadece iki oda boş kalmıştı.

Gökyüzünde ilk akşam yıldızı belirip de yaklaşan fırtına bulut-

286

larınca hemencecik istilâya uğradığı sıralarda hanın kapısı sonuna kadar açıldı. İçeri buz gibi bir hava dalgası, deri zırh içinde bir savaşçı ve kırmızı cüppeler içinde bir büyücü girdi. Slegart pis barın arkasındaki yerinden kaşlarını çattı. Bunun sebebi büyü kullanıcılarını sevmemesi değildi (bazı söylentilere göre onun ham kulenin büyücülerinin inayeti sayesinde varlığını sürdürüyordu), büyü kullanıcılarının kendi yerinde kalmasını pek sevmemesiydi.



Koca savaşçı (ki hem Slegart'in, hem de ortak salondaki diğerlerinin fark ettiği üzere bu dikkate değer derecede iri ve genç bir adamdı) bir sikke atıp da "Akşam yemeği," dediğinde, Slegart'ın çatık kaşlı bakışı anında gülümsemeye dönüştü. Fakat iri adam "ve gece için bir oda," diye eklediğinde gülümsemesi soluverdi.

"Doluyuz," diye hırladı Sîegart, kalabalık ortak salona manalı bir şekilde göz gezdirerek. "Bu gece avlanma ayı çıkacak..."

"Pöh!" İri savaşçı homurdandı. "Bu gece avlanma ayı olsun, başka bir şey olsun, hiçbir ay çıkmayacak. Fırtına her an kopabilir ve eğer kar tanesi avlamaya düşkün değilsen bu gece hiçbir halt vuramazsın." Bunun üzerine, söylediği şeyi çürütmeye çalışan herhangi biri var mı diye ortak salonda etrafına bakındı. Omuzlarının genişliğini, oldukça yıpranmış kılıç kınını ve elinin kayıtsız bir şekilde kılıcının kabzasına gidişini gördüklerinde, o sert görünüşlü insanlar bile kafalarını bilgece sallayıp onaylamaya ve bu gece kesinlikle av falan olmayacağı görüşüne katılmaya başladılar.

"Her neyse," dedi koca adam, bakışlarını Slegart'a doğru geri çevirerek, "geceyi burada geçiriyoruz, eğer yataklarımızı şöminenin yanına kurmamız gerekse bile. Görebildiğin gibi"-savaşçımn sesi yumuşadı ve bakışları, şömineye mümkün olduğu kadar yakın bir masaya çöküvermiş olan büyü kullanıcısına gitti-"kardeşim bu gün daha fazla yolculuk edecek halde değil, özellikle de böyle bir havada."

Slegart'ın gözleri büyücüye kaydı, adam hakikaten de tükenmişliğin sınırlarında gibi görünüyordu. Kafasını örtüp yüzünü gölgeler içinde bırakan bir kukuletası olan kırmızı bir cüppeye bürünmüş büyü kullanıcısı, tepesi çok yüzeyli bir kristali kavrayan altın ejderha pençesiyle süslenmiş ahşap bir asaya dayanıyordu. Asayı hiç yanından ayırmıyordu, ya onu okşamak için ya da onun varlığını hissedip rahatlamak için elini düşkünlükle, devamlı olarak ona doğru uzatıyordu.

"Bana en iyi biranı ve ikizime de bir kupa sıcak su getir," dedi sa-

287

vaşçı, barın üstüne bir başka çelik sikke daha koyarak.



Paranın görüntüsüyle beraber Slegart'ın aklı başına geliverdi. "Şimdi hatırladım "-diye başladı, eli sikkenin üzerine kapanarak ve gözleri de metalin şıngırtısını duyabildiği yere, yani savaşçının deriden para kesesine doğru kayarak. Hatta sanki kokusunu da duya-biliyormuş gibi burnu da kırışmıştı-"ikinci katta bir oda boşaltıldı."

"Sanırım işimize yarar," dedi savaşçı sertçe, tezgâhın üstüne bir çelik sikke daha atarak.

"Elimdeki en iyilerden birisi," diye belirtti Slegart, savaşçıya göz atarak.

Koca adam kaşlarını çatarak homurdandı.

"Bu gece ne insanlar için ne de hayvanlar için elverişli bir gece olmayacak," diye ekledi hancı ve tam o anda hana bir ani bir bora çarpıverdi, çatlak pencerelerden ıslık çalarak geçti ve içeriye kar tanecikleri üfürdü. Tam o sırada kırmızı cüppeli büyücü öksürmeye başladı-adamı masanın üzerinde iki büklüm hale getiren, harap edici ve boğucu bir öksürüktü bu. Büyücü hakkında pek fazla bir şey söylemek zordu, hava şartları dolayısıyla cüppe giymiş ve kukuletasını sıkı sıkıya örtmüştü. Slegart biliyordu ki, o ve şu dev herif gerçekten de ikizlerdiyse, büyücünün genç olması gerekliydi. Bu sebeple, bir anlığına kukuletanın altından dışarı taşan darmadağın, bembeyaz bir saç gördüğünde ve asayı tutan elin zayıf ve dermansız olduğuna dikkat ettiğinde, hancı hatırı sayılır derecede ürkmüştü.

"Odayı alıyoruz," diye homurdandı savaşçı, sikkeyi tezgâha bırakırken endişe dolu bakışları kardeşine doğru giderek.

"Onun sorunu ne?" dedi Slegart büyücüye göz atarak, parmakları sikkenin yanında seğirtiyor ama hiç dokunmuyordu. "Bulaşıcı değildir değil mi?" Geri çekildi. "Yani veba değil herhalde?"

"Hayır!" Savaşçı kaşlarını çattı. Hancıya doğru eğilen koca adam alçak bir sesle konuştu, "Yüksek Büyücülük Kulesi'nden yeni geldik daha. Sınav'ı aldı da..."

"Ah," dedi hancı bilgiç bilgiç, genç büyücüye halden anlar bir tavırla bakarak. "Onlardan birçoğunu görmüşlüğüm var. Ve senin gibi de çok kişi gördüm "-koca savaşçıya baktı-"elinde geriye kalan tek şeyler olarak, sadece bir elbise bohçası ve yırtık pırtık bir iki büyü kitabıyla buraya tek başına gelen kimselerdi onlar. Hayatta kalabildiğiniz için ikiniz de şanslısınız.

Savaşçı kafasıyla onayladı, fakat görünüş itibariyle -solgun yü-

zündeki ve acıyla dolu koyu gözlerindeki o olanları unutamayan ifadeye bakılınca- hiç de şansının olağanüstü olduğunu düşünmüyordu. Masaya geri dönen savaşçı, elini kardeşinin öksürükle inip kalkan omzuna koydu ve karşılığında sadece sert bir hırlama aldı.

"Beni rahat bırak Caramon!" diye büyücünün zar zor konuştuğunu duydu Slegart, bir tepsinin üzerinde bira ile sıcak su dolu bir kupa taşıyarak masaya geldiğinde. "Senin şu endişelerin beni bu öksürükten daha evvel mezarıma koyacak!"

Savaşçı, yani Caramon cevap vermedi, gözlerinde hâlâ mutsuzluk ve endişeyle dolu bir bakışla kardeşinin karşısındaki oturağa yerleşti.

Slegart, kukuletayla örtülmüş yüzü görebilmek için elinden geleni yaptı, fakat büyücü şöminenin yanına büzüşmüştü ve kırmızı kapüşonu gözlerinin üzerine kadar sıkıca çekilmişti. Hancı alışılmadık miktarda tabak, çatal ve kupa tangırtısıyla birlikte masayı hazırlarken, büyücü kafasını kaldırıp bakmadı bile. Genç adam sadece kemerinde asılı duran bir keseye elini attı ve bir avuç yaprak çıkartarak dikkatle kardeşine uzattı.

"içeceğimi hazırla," diye emretti büyücü hırıltı dolu bir sesle.

Bütün bunları dikkatle izleyen Slegart, büyücünün narin elinin derisinin şömine ışığında parlak, metalik bir altın rengiyle ışıldadığını gördüğünde epey ürktü.

Hancı, büyücünün yüzünü görebilmek için bir girişimde daha bulundu, ama genç adam gölgelerin içine daha da sokuldu, kafasını eğdi ve kukuletasını daha da aşağı çekti.

"Eğer yüzünün teni de elininkiyle aynıysa, kendini sakladığına hiç şaşmamalı," diye düşündü Sleart ve şimdi bu garip, hastalıklı büyücüyü kapıdan geri çevirmiş olmayı diledi -parası olsun ya da olmasın.

Savaşçı yaprakları büyücünün elinden aldı ve onları bir kupaya boca etti. Sonra üstünü sıcak suyla doldurdu.

Kendine rağmen merak içinde olan hancı, bunun bir büyü iksiri ya da benzeri bir şey olduğunu umarak bu karışımı şöyle bir görebilmek için ileri doğru eğildi. Fakat onu hayal kırıklığına uğratacak şekilde, yüzeyinde yüzen birkaç yaprağı olan bir çaydan başka bir şey gibi görünmüyordu pek. Burun deliklerine keskin bir koku doldu. Kokuyu içine çekerek tam bir yorum yapmak üzereydi ki kapı açılarak içeriye daha fazla kar, daha fazla rüzgâr ve bir başka müşteri daha buyur etti. Pasaklı barmen kızlardan birine büyücü

289

ile kardeşinin servislerini tamamlamasını işaret eden Slegart, yeni gelen müşteriyi karşılamak için arkasını döndü.



Görünüşe göre -zarafet dolu yürüyüşü, uzun boyu ve narin yapısıyla- içeri giren kimse ya genç bir erkek insan, ya genç bir dişi insan, ya da bir elfti. Ama bu suret, elbiselerinin içinde o kadar sarmalanmış ve o kadar büzüşmüştü ki ırkını ya da cinsiyetini kestirmek imkânsızdı.

"Doluyuz," diye bildiri yapmaya başladı Slegart, ama o daha konuşmaya başlayamadan müşteri, hancının yanına süzülmüş (suretin yürüyüşünü başka bir şekilde tanımlaması imkânsızdı) ve zarif bir güzelliğe sahip olduğu dikkate değer elini uzatarak hancının eline (ki dikkate değer tek yanı pis oluşuydu) iki çelik sikke bıraktı.

"Bu gece için ateşin yanında bir yer istiyorum," dedi müşteri alçak bir sesle.

"Sanırsam bir oda boşaldı," diye belirtti Slegart, yaptığı bildiriyi terbiyesiz ve gürültülü kahkahalar ile karşılayan goblinimsi insanların sevineceği bir şekilde. Hatta savaşçı bile kardeşini dürtükle-mek için masanın üzerine eğilerek esefle sırıttı ve kafasını salladı. Büyücü hiçbir şey söylemedi, sadece sinirli bir şekilde içeceğini işaret etti.

"Odayı alacağım," dedi müşteri, para kesesine elini atıp, sırıtmakta olan hancıya iki çelik para daha uzatarak.

"Çok iyi..." Müşterinin pahalı kumaştan yapılma elbisesini gören Slegart, eğilip reverans yapmanın akıllıca olduğunu düşündü. "Iıh, isminiz nedir...?"

"Oda ile beni tanıştırman mı gerekiyor?" diye sordu müşteri sertçe.

Bunun üzerine savaşçı takdirle kıkırdadı. Hatta büyücü bile buna bir tepki vermiş gibiydi, zira üzerinden dumanlar tüten, leş kokulu içeceğini yudumlarken kukuletalı kafası hafifçe oynamıştı.

Söyleyecek söz bulamayan Slegart, zihnini arayıp tarıyor ve bu gizemli müşterinin kimliğini saptamanın bir başka yolunu düşünüyordu ki, müşteri ona arkasını dönüp şömineden olabildiğince uzaktaki gölgeli bir köşeye doğru ilerlemeye başladı. "Et ve içki." Bu sözleri buyurucu bir edayla omzunun üzerinden hancıya doğru fırlatmıştı adeta.

"Siz Saygıdeğer... Saygıdeğer Lord Hazretleri ne arzu ederler?" diye sordu Slegart, bir kulağı emrine amade bir halde dikilmiş va-

290

ziyette müşterinin arkasından aceleyle seğirterek. Müşteri Ortak dilde konuştuğu halde aksanı tuhaftı ve hancı hâlâ müşterisinin kadın mı erkek mi olduğunu kestiremiyordu.



"Herhangi bir şey," dedi müşteri bitkinlikle, gölgeli çardağa doğru ilerlerken Slegart'a arkasını dönerek. Yolunun üzerindeyken, savaşçı Caramon'un ve kardeşinin oturdukları masaya bir bakış fırlattı. "Şundan. Onlar ne alıyorsa." Müşteri, içi gri renkli, koyu bir yığınla dolu bir ahşap kâseyi servis eden ve aynı zamanda vücudunu da Caramon'a hafifçe değdirmekte olan barmen kızın olduğu tarafı işaret etti.

O anda, ya bu gizemli müşterinin yürüyüş tarzından, ya da hareketlerinden, veya belki de Caramon'un elinin barmen kızın vücudundaki yuvarlak bir bölgeyi hafifçe okşadığını fark ettiğinde sesinde beliriveren o ince hor görüş tınısı dolayısıyla, Slegart anında anladı ki bu sarıp sarmalanmış müşteri bir dişiydi.

Savaştan beş yıl kadar önceki o günlerde Ansalon üzerinde seyahat etmek oldukça tehlikeliydi. Tek başına yolculuk edenlerin sayısı pek azdı ve kadınların seyahat etmesi ise başlı başına alışılmadık bir şeydi. Yollarda dolaşan kadınlar ya -kılıç kalkan kullanımında becerikli- paralı askerlerdi, ya da etrafında tepeden tırnağa silahlı bir refakatçi kalabalığıyla gezen zengin kadınlardı. Bu kadın -eğer bir kadınsa tabii- Slegart'in görebildiği kadarıyla hiç silah taşımıyordu ve eğer refakatçileri vardıysa da, ülkenin bu kısmında görülüp görülecek en berbat kar fırtınasının ortasında, açık havada uyumaktan zevk alıyor olmalılardı.

Slegart öyle pek de zeki ve ahım şahım bir gözlemci değildi ve bu müşterinin yalnız, korunmasız bir kadın olduğu sonucuna mekândaki herkesten ancak iki dakika sonra varabildi. Bu, savaşçının yavaşça kararan yüzünden ve cevap olarak kafasını sallayan kardeşine attığı kuşkulu bakıştan belliydi. Bu aynı zamanda, barın yanında toplanmış "avcı" grubunun üzerine çöken ani sessizlikten ve çalınan hızlı ıslıklar ile bastırılmış kıkırdamalardan da belli oluyordu.

Bunları duyan Caramon kaşlarını çattı ve kafasını çevirip etrafına bakındı. Ama büyücüden gelen yavaş bir dokunuş ve hafifçe söylediği birkaç söz, koca savaşçının iç çekmesini ve isteksizce kâ-sesindeki yemeği yemeye devam etmesini sağladı. Fakat barmen kızı hüsrana uğratacak şekilde, gözlerini müşteriden ayırmadı.

Slegart tekrar bar tezgâhının arkasına geçti ve sırtını yarım dönmüş fakat her şeyi izleyen bir halde, pis bir bez parçasıyla kupala-

291

n silmeye koyuldu. Serserilerden birisi yavaşça ayağa kalktı, gerindi ve bir büyük bira daha istedi. Barmen kızdan birasını alarak, sal-lana sallana müşterinin masasına doğru ilerledi.



"Oturmamın sakıncası var mı?" dedi, hareketlerini sözlerine uydurarak.

"Evet," dedi müşteri sertçe.

"Öf, hadi ama." Sırıtan serseri, kâsesinin içindeki boz renkli bulamacı yemekte olan müşterinin hemen karşısındaki oturağa kendisini rahatça yerleştirdi. "Han müdavimlerinin böyle bir gecede cümbüş yapması ülkenin bu yöresinde adettendir. Bizim küçük eğlence partimize katılsana..."

Müşteri onu duymazdan geldi, metin bir şekilde yemeğini yemeye devam etti. Caramon sandalyesinde hafifçe kıpırdandı, ama kardeşine yalvarırcasına bir bakış atıp da cevap olarak kukuletalı başın aniden sağa sola sallanışını görünce iç çekerek akşam yemeğine devam etti.

Serseri öne doğru eğildi ve müşterinin yüzüne sıkı sıkıya örtmüş olduğu eşarba dokunmak için elini uzattı. "Feci şekilde terlemiş olmalısın-" diye başladı adam.

Cümlesini tamamlayamadı, yüzünden aşağı damlayan bir kâse dolusu sıcak yahninin arasından konuşmayı epey zor bulmuştu.

"İştahım kaçtı," dedi müşteri. Sakince ayağa kalkarak, elindeki yahni kalıntılarını yağlı bir mendile silerek merdivenlere doğru yöneldi. "Odama şimdi çıkacağım hancı. Kaç numara?"

"Numara on altı. Ayak takımından korunmak için kapıyı içerden sürgüleyebilirsiniz," dedi Slegart, kupaları parlatması yavaşlayarak. Bela çıkması işler için kötüydü, kârları bölerdi. "Hizmetçi kız yatağınızı hazırlamak için sizinle gelecek."

Burnundan yahniler damlamakta olan "ayak takımı," o gizemli kişinin kendi yoluna gitmesine memnun olabilirdi. Kadının sesinde bir sakinlik vardı ve yapmış olduğu o kendine hakim hareket de kendi başının çaresine bakma konusunda müşterinin deneyimli olduğunu gösteriyordu. Ama koca savaşçı, hancının yaptığı yoruma takdirle güldü ve bununla beraber şöminenin yanında oturmakta olan "avcı" grubu da kahkaha attılar. Bununla birlikte, onların kahkahaları alay dolu kahkahalardı.

Yoldaşlarına hiddetli bir bakış atan adam, gözündeki yahniyi sildi ve ayağa kalktı. Masayı alaşağı ederek, o anda merdivenleri yarısında kadar tırmanmış olan kadının peşinden gitti.

292

"Ona odasını ben göstereceğim!" diye yan gözle bakarak kadını yakaladı ve onu geriye doğru çekti.



Dengesini kaybeden müşteri, kadın olduğunu su götürmez bir şekilde kanıtlayan bir çığlıkla serserinin kollarına düştü.

"Raistlin?" diye yalvardı Caramon, elini kılıcının kabzasına atarak.

"Pekâlâ kardeşim," dedi büyücü iç çekerek. Duvara yaslamış olduğu asasına uzandı ve ayağa kalkmak için asayı kullandı.

Caramon tam ayağa kalkmaya başlamıştı ki, kardeşinin gözlerinin kendi arkasındaki bir noktaya döndüğünü fark etti. Bu bakışı yakalayan Caramon, tam ağır bir el omzunu kavradığında başıyla hafifçe onayladı.

"Yahni de iyiymiş değil mi?" dedi "avcı" grubundan birisi. "Üzerine vazife olmayan bir meseleyle akşam yemeğini bölmek ne ayıp. Tabii eğlenceye sen de katılmak istemiyorsan. Eğer öyleyse, senin sıran geldiğinde sana haber verir-"

Caramon'un yumruğu adamın çenesinin içine göçüverdi. "Teşekkürler," dedi savaşçı soğukça, kılıcını çekip ardında duran diğer haydutlarla yüzleşmek için dönerek. "Sanırsam benim sıram şimdi geldi."

Kalabalığın arka kısımlarından fırlatılan bir sandalye Caramon'un kılıç tutan kolunun omzuna isabet etti. Önde duran iki adam üzerine atıldı, bir tanesi bileğini kavrayıp kılıcı elinden almaya çalışıyor, diğeri ise yumruklarını savuruyordu. Savaşçının görünüşe göre düşmekte olduğunu gören serseri çetesi ileri atıldı.

"Kızı sen al Raist! Ben bunlarla ilgilenirim!" diye haykırdı Caramon, bir insan denizinin altından gelen bastırılmış bir sesle. "Her şey... kontrol... altında-"

"Her zamanki gibi, kardeşim," dedi büyücü çarpıkça. Homurtuları ve haykırışları, kemiklerin ve mobilyaların çatlama seslerini duymazdan gelen Raistlin, asasının üzerine yaslandı ve merdivenleri tırmanmaya başladı.

Kız kendisine saldıran adama yumruklarıyla karşı koymasına rağmen, görünüşe göre başka bir silahı yoktu ve kısa süre içinde kaybedeceğini görmek zor değildi. Adamın bütün ilgisi boğuşmakta olan kurbanını üst katlara doğru sürüklemeye yoğunlaşmıştı, böylece arkasından hızla yaklaşan kırmızı cüppeli büyücüyü görmedi. Çeliğin pırıltısı görüldü, büyücü elini hızlıca sapladı ve serseri, kızı bırakarak kaburgalarını tuttu. Parmaklarının arasından

293

kanlar sızıyordu. Bir anlığına hayretler içinde Raistlin'e baktı, sonra onun yanından geçerek yuvarlandı ve büyücünün hançeri böğründe saplı durur bir halde kafa üstü merdivenleri indi.



"Raist! Yetiş!" diye haykırdı Caramon aşağıdan. Üç rakibini dümdüz yere sermiş olmasına rağmen, dördüncüsüyle amansız bir dövüşe tutuşmuştu. Hareketleri, arkasından sinsice sokulup sırtına fırlamış ve kafasına bir tavayla vurmakta olan bir lağım cücesi tarafından kasti olarak engelleniyordu.

Ama Raistlin'in kardeşinin yardımına koşacak durumu olmadı. Verdiği mücadeleden dolayı zayıflayıp başı dönmüş olan kızın ayağı merdivenlerde kayıverdi.

Asasını bırakan -ki sanki onu elinde tutuyormuş gibi hemen yanında dimdik durmuştu- Raistlin düşmeden evvel kızı yakaladı.

"Teşekkür ederim," diye mırıldandı kız, kafasını önüne eğik tutarak. Boğuşma sırasında eşarbı açılmıştı ve kız onu tekrar yüzüne dolamaya çalışıyordu. Ama Raîstlin, alaycı bir gülümseme ve elleriyle yaptığı becerikli bir hareketle eşarbı kızın kafasından çekip alıverdi.

"Bunu düşürdün," dedi sakince, eşarbı ona uzatır ve bütün bu sırada bu genç kadının yüzünü neden gün ışığından sakladığını görebilmek için bakarken. Nefesi kesildi.

Eşarbı çıktıktan sonra dahi, kız kafasını eğik tutmuştu ama adamın hızla iç çektiğini duyduğunda artık işin işten geçtiğini anladı. Adam onu görmüştü. Bu sebeple hareketini kontrol etti ve hafif bir iç çekişle kafasını kaldırıp büyücüye baktı. Kızın adamın yüzünde gördüğü şey, adamın kızın yüzünde gördüğü şey kadar şok etmişti onu.

"Kim... ne tür bir insansın sen?" diye sordu kız, adamdan uzaklaşarak.

"Asıl sen ne türdensin?" diye bilmek istedi büyücü, kızı narin ama yine de inanılmaz derecede güçlü elleriyle sıkıca tutarak.

"Ben-ben... sıradan biriyim," diye geveledi kız, Raistlin'in fal taşı gibi açık gözlerine bakarak.

"Sıradanmış!" Kız serbest kalabilmek için yarı gönülsüz bir girişimde bulunurken Raistlin onu daha da sıkıca kavradı. Gözleri ince kemik yapılı, zarif yüze; gümüş ışığı renginde ve parlaklığında-ki saça; gece göğü kadar koyu, yumuşak ve kadife karası gözlere inançsızlık içinde bakıyordu. "Sıradanmış! Şu anda ellerimin arasında yirmi bir yıldır gördüğüm en güzel kadını tutuyorum. Daha-

sı da var, şu anda ellerimde hiç yaşlanmayan bir kadın tutuyorum!" Neşesizce güldü. "Ve o kendisine 'sıradan' diyor!"

"Sana ne demeli?" Titreyen kızın eli Raistlin'in altın tenli yüzüne dokunmak için uzandı. "Ve ne demek istiyorsun -yani yaşlanmadığım hakkında?"

Büyücü, bu soruyu sorarken kızın gözlerindeki korkuyu gördü ve onu dikkatle izlerken kendi gözleri de kısıldı. "Altın renkli tenim büyüm için feda ettiğim şey, tıpkı mahvolmuş vücudum gibi. Senin yaşlanmamana gelince, demek istediğim benim gözlerimde yaşlanmıyorsun. Görüyorsun ki benim gözlerim diğer insanların gözlerinden farklı..." Duraksadı, adamın aman vermez incelemesi altında titremeye başlayan kıza baktı. "Gözlerim zamanı akıp giderken izler, bütün canlı varlıkların ölümünü görür. Benim gözlerimde, insan teni çürür ve solar, ilkbahar ağaçları yapraklarını döker, kayalar ufalanıp toz toprak olur. Sadece uzun ömürlü elfler arasındaki genç kimseler bana normal görünür, yine de onları renk verişlerini kaybetmek üzere olan çiçekler olarak görürüm. Ama sen-"

"Raist!" diye gürledi Caramon aşağıdan. Bir şangırtı oldu. Koca adamın gözlerini elleriyle kapayıp onu kör etmekte olan lağım cücesini sırtından atmaya uğraşan Caramon, kafa üstü bir masaya bindirmiş ve onu kıymıklarına ayırmıştı.

Ne büyücü ne de kız kıpırdamadı. "Hiç yaşlanmıyorsun! Elf değilsin sen," dedi Raistlin.

"Hayır," diye mırıldandı kız. Gözleri hâlâ büyücüye kenetliydi, başarısız bir şekilde kendini kurtarmaya çalıştı. "Can- canımı yakıyorsun..."

"Nesin sen?" diye cevap bekledi adam.

Kız omuz silkti, kıvranıp adamın ellerini ittirdi. "Senin gibi bir insan," diye itiraz etti, kafasını kaldırıp garip gözlere bakarak. "Ve beni kurtardığın için sana teşekkür ederim, ama-"

Aniden donakaldı, kendini kurtarma çabaları diniverdi. Bakışları Raistlin'in gözlerine kenetlenmiş kalmıştı, büyücünün bakışları ise kızınkine. "Hayır!" diye inledi çaresizce. "Hayır!" İniltisi bir feryat haline dönüştü, hanın dışına uluyan fırtına rüzgârlarının arasından yankılandı.

Raistlin geriye doğru sendeledi ve sanki kız onun vücuduna bir kılıç saplamışçasına duvara çarptı. Fakat kız ona zarar vermemişti, sadece bakmaktan başka bir şey yapmamıştı. Kız çılgın bir haykırışla ayağa kalktı ve koşarak merdivenleri çıkarak, kızın az önce

merdivenlerin üstünde çömelmiş durduğu yere afallamış, görmeyen gözlerle bakan büyücüyü duvara yapışmış bir halde terk etti.

"Pekâlâ, pisliklerle ilgilendim, sana da pek teşekkür edemeyeceğim," diye bildirdi Caramon, kardeşinin yanına gelerek. Ağzındaki bir kesikten damlayan kanı silen koca savaşçı parmaklıklardan aşağı tatmin olmuş bir halde baktı. Kardeşinin bıçakladığı, kıpırtısız vücudu merdivenin dibinde duran kişi haricinde, zeminde dört tane adam yatmaktaydı. Lağım cücesi bir fıçının içine gömülmüş bir halde ayaklarını deliler gibi havada sallıyordu ve o kulak tırmalayıcı çığlıklarının ciddi ölçüde bardak kırması muhtemeldi.

"Hasarlar ne olacak peki?" diye cevap istedi Slegart, yıkıntıları incelemek için gelerek.

"Onlardan al," diye hırladı Caramon, "avcı" grubunun inildemekte olan üyelerini işaret ederek. "İşte hançerin burada Raist," dedi savaşçı, küçük bir gümüş bıçağı uzatarak. "Elimden geldiğince temizledim. Sanırsam büyünü o sefiller üzerinde harcamak istemedin, ha? Her neyse -hey Raist- sen iyi misin?"

"Ben... ben yaralanmadım..." dedi Raistlin yavaşça, kardeşim tutmak için elini uzatarak.

"Öyleyse sorun ne?" diye sordu Caramon, kafası karışarak. "Sanki bir ruh görmüş gibisin. Al bakalım, kız nerede?" Etrafına bakındı. "Bize teşekkür etmek için bile beklemedi mi yani?"

"Ben-ben onu odasına yolladım," dedi Raistlin, şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırarak ve kim olduğunu merak eder gibi Caramon'a bakarak. Az sonra, daha çok kendine gelmiş gibiydi. Hançeri kardeşinin elinden alan büyücü, bileğine bağlı olan kurnazca tasarlanmış kayışa geri yerleştirdi. "Ve biz de odamıza gitsek iyi olur kardeşim," dedi sertçe, Caramon'un bakışlarının hâlâ masalarında duran bira sürahisine özlemle kaydığını görerek. "Bana kolunu uzat," diye ekledi büyücü, asasını tutarak. "Harcadığım güç beni yorgunluktan tüketti."


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin