İKİNCİ nesil kiTİaranin oğLU



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə27/35
tarix29.12.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#36355
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   35

ödünç alınmış yaşamlarınızı

çevrelesinler diye.

Taşla, kuleyle ve mazgallarla etrafı çevrelenenin cesareti yoktur taş olmayanın,

ve asma köprü ve mazgallı siper ve barınak ve parmaklık seni tek başına bırakmak için bir araya toplanmışlardır.

Ah çok sevilen çocuk,

Ah orta yaşın oğlu

elinin genişliğindeki

kirişi kim ölçtü?

Ve ışıklar saçan kız çocuğu,

hatıranın görüntüsü,

çiçek açışının kalbi

paylaştırılmış mıdır

ya da tasarlanmış mıdır?

Ülken nerede

ve halkın nerede?

kutsanmamış

hoşnutsuz duvarlar içinde mi?

kaleyi çevreleyen

yürek ve özerkliği

kuşatma aletleri nerede,

mazgallı siperler çökerken?

OJ N>

O

Fedakarlık



Bölüm "l

Paladine Tapınağı'nın saat kulesinde asılı duran çanların çınlayan son yankıları; kapanan kepenklerle, çarpan kapılarla, kilitlerde dönen anahtarlarla ve raflara burunlarım sokarken yakalanıp da sokaklara atıldıkları için hayal kırıklığına uğramış kenderlerin tiz protestolarıyla noktalanıyordu. Çanın altı vuruşu, günün işlerine son verdi. Dükkân sahipleri gece için kepenkleri kapamaya koyuldu; son anda gelen müşterilere sabırsız gözlerle bakılıyordu ve ödedikleri para ele geçer geçmez dükkânlardan dışarı itilip kakılıyorlardı.

"Dükkânı kapat Markus," dedi Jenna, genç asistanına.

Çocuk, kapı eşiğindeki oturduğu yerden hemen kalktı ve ağır ahşap kepenkleri cam pencerelerin üstüne çekmeye başladı.

Dükkân karardı. Jenna gülümsedi. İşinden zevk duyuyordu ama günün en çok bu zamanını seviyordu. Bütün müşteriler gitmişti, gürültü patırtıları susmuştu ve kadın yalnız başınaydı. Durgunluğun sesini dinlemek için, sağır ve kör olsaydı dahi Jenna'ya bir büyü malzemeleri dükkânında olduğunu söyleyecek kokuları içine çekmek için duraksadı: gül yapraklarının esansı; tarçın ve karanfillerin baharatlı kokuları; yarasa kanatlarının ve kaplumbağa kafataslarının mide bulandırıcı çürük kokusu. Kokular hep günün bu zamanında daha güçlü olurdu. Güneş ışığı her zaman için çeşitli güzel kokular getirirdi, ve karanlık ise onları çoğaltırdı.

Markus kapı eşiğinde beliriverdi.

"Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı Jenna hanım?" diye sordu hevesle.

Henüz yeni işe alınmıştı ve daha şimdiden kadına aşık olmuştu bile. Sadece on dokuz yaşındaki biri kendinden beş yaş büyük bir kadına nasıl aşık olabilirse o kadar çaresizce aşıktı. Jenna'nın bütün asistanları ona aşık olurdu zaten. Bunu bekler olmuştu artık, eğer aşık olmasalardı hayal kırıklığına uğrar -ve muhtemelen hiddetle-

321

nirdi. Yine de, genç adamı cesaretlendirecek hiçbir şey yapmıyordu. Kendisi güzel, güçlü ve gizemli olduğu sürece bu ona yetiyordu. Jenna başka bir adama aşıktı ve bunu Palanthas'ta herkes biliyordu.



"Hayır Markus, dostlarında her gece yaptığın içki alemine katılmak için Domuzun Kafası Hanı'na gidebilirsin." Jenna bir süpürge aldı ve çabuk çabuk yeri silmeye başladı.

"Onlar sadece çocuk," dedi Mark küçümseyerek, gözleri kadının her hareketini takip ediyordu. "Burada kalıp etrafı temizlemenize yardımcı olmayı tercih ederim."

Jenna bir parça kurumuş çamuru ve yere saçılmış nane yapraklarını kapının dışına süpürdü ve Markus'u da şakacı bir şekilde onlarla beraber dışarı süpürdü. "Daha önce de söylediğim gibi, dükkânda benim için yapabileceğin hiçbir şey yok. Eğer buna karışmazsan ikimiz için de daha iyi olur. Kanının ellerimi lekelemesini istemem."

"Jenna hanım, ben korkmuyorum-" diye başladı.

"Öyleyse hiç aklın yok demektir," diye sözünü kesti, sözlerinin bıraktığı acıyı yok etmek için de gülümsedi. "O kasanın içinde kilitli duran şey, ruhunu çalabilecek ve seni dosdoğru Cehennem'e gönderebilecek bir broş. Broşun yanında içini dışına çıkarabilecek bir yüzük durmakta. O uzakta duran raftaki kitapları görüyor musun? Eğer kapaklarındaki açıklamalara çok fazla bakacak olursan kendini deliliğin içine düşerken bulursun."

Markus'un cesareti biraz kırılmıştı ama bunu çaktırmaya niyeti yoktu. "Bütün bunlar nereden geliyor?" diye sordu, gölgeli dükkâna doğru kafasını uzatıp bakarak.

"Çeşitli mekânlardan. Az önce çıkıp giden o Beyaz Cüppeli, bana ruh çalma broşunu getiren kişiydi. Gördüğün gibi bu broş şeytani ve o da bunu kullanmayı aklından bile geçirmez. Ama broşu bana, uzun süredir isteyip de parası yetmediği için bazı büyü kitapları karşılığında verdi. Bu sabah gelen cüceyi hatırlıyor musun? Bu bıçakları da o getirdi." İçinde yelpaze şeklinde dizilmiş sayısız bıçak ve hançer bulunan bir sergileme sandığını işaret etti.

"Onlar büyülü mü? Büyücülerin silah taşımaya izinli olduğunu düşünmezdim hiç."

"Kılıç taşımayız ama bıçaklara ve hançerlere izin var. Ve hayır, bunlar büyülü değil ama cüceler içlerine büyü yüklenebilecek bir sürü nesne yaparlar. Eğer dilerse, büyücünün biri o bıçaklardan bi-

322


rine bir tılsım koyabilir. "

Genç adam cesurca şöyle dedi, "Siz korkmuyorsunuz, Jenna hanım. Neden ben korkayım ki?"

"Çünkü ben böyle büyülü nesneleri, nasıl kullanacağımı biliyorum. Kızıl Cüppe giyiyorum, Yüksek Büyücülük Kulesi'ndeki Sı-nav'ı aldım ve geçtim. Sen de aynısını yaptığın zaman, sen de benim dükkânıma gelebilirsin. O zamana kadar," diye ekledi, adamın kafasından baharatlı şarap gibi geçen çekici bir gülümsemeyle, "kapımın önünde muhafızlık yaparsın."

"Yapacağım Jenna hanım," diye söz verdi büyük bir sevinçle, "ve... ve belki de büyü çalışırım..."

Kadın omuz silkti ve başıyla onayladı. Onun için çalışmaya gelen bütün asistanları aynı şeyi söylerdi fakat hiçbiri sözlerinin ardında durmazdı. Jenna bu konuya dikkat ederdi. Büyüye karşı en ufak bir eğilimi olan kimseleri dahi asla işe almazdı. Onun mallan, genç bir büyücünün karşı koyamayacağı kadar güçlü bir cazibe teşkil ederdi. Bunun yanısıra, kapısını koruması için kaslara ihtiyacı vardı, zekâya değil.

Sadece cüppelerden giyenler ve büyülü ticaret eşyaları alıp satan tüccarlar Jenna'nın dükkânına girmeye izinliydi. Kapısında, üzerine çizilmiş üç ay bulunan bir tabela vardı: gümüş, kızıl ve kara aylar. Büyü kullanıcıları güçlerini bu aylardan çekerlerdi ve An-salon'da büyü malzemeleriyle ilgilenen sayıca az dükkânların hepsinin kapısı, bu sembollerle işaretlenirdi,

Palanthas vatandaşlarının birçoğu Jenna'nın dükkânından sakı-nırdı; aslında, çoğu yürümek için sokağın öbür tarafına geçerdi. Ama her zaman için -ya merakından ya sarhoşluğundan ya da cüretinden dolayı- içeri girmeye çalışan birkaç kişi çıkardı. Ve tabii ki kenderler. Jenna'nın asistanı kaba kuvvet kullanarak, boğazlarından yakalayarak ya da başka bir yöntem kullanarak, hafif parmaklı kenderleri uzaklaştırmadığı bir gün bile geçmezdi. Ansalon'daki her büyücü, Flotsam'deki büyü malzemeleri dükkânının hikayesini bilirdi. Bazı gizemli koşullar altında ortadan kayboluvermişti, bir daha asla geri gelmemek üzere. Dehşete kapılmış olay tanıkları, bina göz açıp kapayıncaya kadar ortalıktan yok olmadan saniyeler önce dükkâna bir kenderin girdiğini bildirmişlerdi.

Markus yıkılmış bir şekilde sokak boyunca yürüyüp uzaklaştı, karşılıksız aşkını biraya boğmaya gidiyordu. Jenna'nın yan kapı komşusu olan dokuma taciri kapısını kilitledi, sonra yoldan geçip

3/3

evine giderken kadının önünde saygıyla eğilip reverans yaptı. Kadın hemen yan dükkâna taşındığında adam pek memnun olmamıştı ama satışları -özellikle de beyaz, siyah ve kızıl kumaş satışları- arttığında, itirazları da orantılı olarak azalmıştı.



Jenna ona iyi akşamlar diledi. Dükkânının içine geri giren kadın, kapısını kapatıp kilitledi ve kapının üzerine bir koruma büyüsü yaptı. Dükkânın üst katında yaşıyordu, gece boyunca kendi mallarına kendisi göz kulak oluyordu. Etrafa son bir bakış fırlatan kadın, evine giden merdivenleri tırmandı.

Kapıda duyulan bir 'tak tak' sesi onu durdurdu.

"Evine git Markus!" diye seslendi kızgınlıkla.

Üç gece önce, penceresinin önünde aşk şarkıları söylemek için geri gelmişti. Bu hadise oldukça utanç verici olmuştu.

Kapı tekrar, bu sefer daha acil bir tavırla çalındı. Jenna iç geçirdi. Yorgun ve açtı; bir fincan çay içmenin tam zamanıydı. Yine de döndü ve merdivenleri geri indi. Üç Ay dükkânı sahiplerinin, gündüz ya da gece, zamanı ne olursa olsun, ihtiyaç anındaki bütün büyücüler için dükkânlarını açmaları beklenirdi.

Jenna kapının içine yerleştirilmiş küçük pencereyi açtı ve dışarı baktı. Karşısında, onu rahatsız ettiği için alçakgönüllülükle özür dileyen fakat biraz örümcek ağı alabilir miymiş diye soran bir Kızıl Cüppeli görmeyi umuyordu. Ya da buyurucu bir şekilde yarasa guanosu isteyen bir Kara Cüppeli. Jenna, kapısının önünde uzun boylu, ağır bir şekilde pelerinlere bürünmüş ve kukuletalarını örtmüş iki adam gördüğünde hem ürkmüş, hem de canı sıkılmıştı. Batmakta olan güneşin ışınları, ikisinin de bellerinde asılı duran kılıçların üzerinde parıldıyordu.

"Yanlış dükkâna geldiniz beyefendiler," dedi Jenna mükemmel bir Elfçe ile. Kadın, adamların narin bacaklarına, pahalı ve iyi yapım deri çizmelerine ve süslü bir şekilde tasarlanmış deri zırhlarına dayanarak onların elf olduğunu tahmin etmişti, yüzleri her ne kadar pelerinlerinin kukuletaları içine gizlenmiş olsa bile.

Tam pencereyi kapatacaktı ki adamlardan biri, duraksayarak konuştuğu Ortak dilde şöyle dedi, "Eğer siz, Büyücüler Divanı'nın Başı olan Justarius'un kızı Jenna iseniz, yanlış dükkâna gelmedik demektir."

"Farz edelim ki ben Jenna'yım," diye yanıtladı Jenna kibirle, aşırı derecede meraklanmış olduğu halde. "Benden ne istiyorsunuz? Eğer satacak büyülü bir eşyanız varsa," diye ekledi, aklına sonra-

l

324



dan gelen bir düşünceyle, "lütfen sabahleyin geri gelin."

İki adam birbirilerine baktı. Kukuletalarının gölgeleri içinde duran badem şeklindeki gözlerin parıltısını görebiliyordu.

"Sizinle konuşmak istiyoruz," dedi biri.

"Konuşun öyleyse," dedi Jenna.

"Özel olarak," dedi diğeri.

Jenna omuz silkti. "sokak günün bu saatinde bomboş olur. Kaba olmak istemiyorum ama bilmelisiniz ki Üç Ay dükkânları sahipleri, dükkânlarına girmelerine izin verdikleri kimselere dikkat ederler. Bu benden çok, sizin güvenliğiniz için."

"Meselemiz ciddi, sokak ortasında tartışılacak gibi değil. Bana inanın hanımım," diye ekledi elf alçak sesle, "bu işten sizin hoşlandığınızdan fazla hoşlanmıyoruz. Hiçbir şeye dokunmayacağımız konusunda söz veririz!"

"Sizi babam mı yolladı?" diye sordu Jenna, zaman kazanmaya çalışarak.

Eğer onları Justarius yollamış olsaydı önce kendisine söylerdi, ayrıca aralarında geçen son tartışmadan beri, yani aylardır onunla tek kelime dahi etmemişti. Adam onun sevgilisini hiç tasvip etmiyordu da.

"Hayır hanımım," dedi elf. "Kendi isteğimizle geldik."

'Garip,' diye düşündü Jenna. Adamlardan biri Qualinestiliydi, diğeri ise Silvanestili. Aralarındaki farkı aksanlarından anlayabili-yordu fakat muhtemelen Solamniya'daki başka hiçbir insan bunu yapamazdı. Ama Jenna elfler arasında uzun zaman geçirmişti, özellikle de bir tanesinin yanında.

Uzun, çok uzun zaman önce elfler tek bir milletti. Acı savaşlar, Soykıyımı Savaşı, Qualinesti ve Silvanesti olarak onları ikiye ayırmıştı. İki ırkın da diğeri için hiç sevgisi yoktu. Şimdi bile, Mızrak Savaşı sonrası Ansalon'daki diğer bütün ırklar bir araya gelmiş olsa dahi, iki elf devleti -sözde bir bütün oldukları halde- esasında her zamankinden daha fazla ayrıydı birbirinden.

Merakı uyanan Jenna, kapısını açtı ve elflerin içeri girmesine yol açmak için yana çekildi. Zerre kadar korkmuyordu. Onlar elfti, bu da demek oluyordu ki onlar sözlerinde dürüst, kanunlara uyan ve sıkıcılık derecesinde iyi kimselerdi. Ayrıca, eğer herhangi bir şey yapmaya kalkışırlarsa onları sokağa geri fırlatacak bir büyünün sözleri, kadını dudağının ucunda hazırdı.

İki elf, dükkânın tam ortasında bir arada durdular. Bir sergileme

325

kutusuna bile dokunmaya korktuklarından dolayı, dirseklerim yanlarına kenetlenmiş tutuyorlardı. Birbirilerine -savunmacı bir halde- yakın duruyor ama birbirilerine değmemeye özenle dikkat ediyorlardı. 'Müttefikler ama gönülsüz müttefikler,' diye tahmin etti Jenna. Şimdi merakı neredeyse onu yiyip bitirmek üzereydi.



"Sanırım, siz iki beyefendi, benim üst kattaki dairemde çok daha rahat edersiniz," dedi, yaramaz bir gülümsemeyle. "Tam da çay koymak üzereydim. Bana katılmaz mısınız?"

Silvanesti elfi, ağzım ve burnunu bir mendille örtmüştü. Quali-nesti elfi ise arkasını dönmüş, koruyucu sıvılarının içinde yüzmekte olan bir kavanoz dolusu göz küresiyle, kelimesi kelimesine göz göze gelmişti. Beti benzi attı ve bir adım geriledi.

Jenna merdivenleri işaret etti. "Dairemi oldukça rahat bulacaksınız. Ve sıradan. Laboratuarım alt katta, kilerdedir," diye de ekledi onları rahatlatmak için.

Elfler yine bakıştılar, sonra ikisi de sertçe başlarını sallayıp ev sahibelerinin ardından merdivenleri tırmanmaya başladılar. Elfler, Jenna'nın küçük oturma odasının diğer herhangi bir insanın oturma odası gibi görünmesine büyük ölçüde rahatlamışlardı. Masalar, sandalyeler ve yumuşak minderli divanlarla dolu bir oda. Jenna ocağı yaktı ve Qualinesti'den ithal edilen bir yaprak karışımı kullanarak çay demledi.

Elfler, başka hiçbir şey için değil, sadece kibarlık olsun diye çaylarını içtiler ve kurabiyelerini kemirdiler. Jenna biraz havadan sudan konuştu; cifler yiyip içerken hiç iş konuşmazlardı.

Elfler uygun yorumlar yaptılar ama kendileri hiçbir fikir beyan etmediler ve böylece muhabbet bütün bütün ufalandı. Ev sahibelerine hakaret etmiş olmadan fırsatını bulur bulmaz, iki elf de ciddi meseleleri konuşmaya hazır olduklarını belirtmek için çay fincanlarını bıraktılar. Ama şimdi tam konu açılacakken, nereden başlayacaklarını bilmiyor gibiydiler.

Jenna onların kıvranmasına izin de verebilirdi, onlara yardım da sunabilirdi. Akşamın ilerleyen saatlerinde çok daha hoş bir misafir beklemekte olduğu için bu elflerin defolup gitmesini istiyordu ve böylece onları biraz teşvik etti.

"Pekâlâ beyler, beni görmeye geldiniz -yani kızıl cüppeli bir büyücü kullanıcısını. Benden ne istiyorsunuz? Öncelikle söylemeliyim ki şehrin dışına seyahat etmem. Eğer büyülü bir iş yapmamı istiyorsanız, burada, kendi laboratuarımın sınırları içinde yapılabile-

326

çek bir şey olmalı. Ve ben aşk iksirleri hazırlamam, eğer bunun için geldiyseniz..."



Jenna onların peşinde oldukları şeyin aşk olmadığını gayet iyi biliyordu - dükkânına gizlice, alaca karanlıkta gelen iki amansız düşmanın aradığı şey aşk olamazdı. Ama bilmiyormuş numarası yapmak hiç can yakmazdı.

"Saçmalama," dedi Qualinesti elfi aniden. "Ben... ben..." Ağzını kapadı, düşüncelerini topladı ve yeniden konuşmaya başladı. "Bu iş benim için çok zor. Bizim için. Bizim biriyle... konuşmaya ihtiyacımız var. Özel biriyle. Ve bize yardım edebilecek tek kişinin siz olduğunuz söylendi bize."

'Ah/ diye düşündü Jenna. 'Pekâlâ, pekâlâ. Bu pek de ilginç yani.' Onlara hoş, duru bir gülümseme fırlattı. "Gerçekten mi? Benim tanıdığım biri mi? Kim olduğunu tahmin edemiyorum. Siz beyler asil kanı taşıyor gibi görünüyorsunuz. Ansalon'daki bütün kapılar size açıktır elbet."

"Bu belirli kapı değil," dedi Silvanesti elfi kabaca. "Şeyin kapısı..." sesi alçaldı. "Yüksek Büyücülük Kulesi'nin."

"Karanlık kulenin," diye ekledi Qualinesti. "Burada Palanthas'ta bulunan kulenin yani. Biz şeyle konuşmak istiyoruz... efendiyle."

Jenna onları inceledi. İki asilzade elf; pahalı giysileri, süslü kılıçları, parmaklarını süsleyen ve boyunlarından sarkan kaliteli mücevherler bu kadarını aşikar ediyordu zaten. İkisi de yaşça kıdemliydi, ciflerin yaşlarını bazen tahmin etmek her ne kadar zor olsa bile, bu ikisinin orta yaşlarında oldukları bariz belli oluyordu.

Asil kana sahip, yüksek rütbeli, uzun süredir düşman ve kısa süredir müttefiklerdi.

Ve ikisi de bu dünyada edinip edinebilecekleri en kötü düşmanlarıyla konuşmak istiyorlardı -Palanthas'taki Yüksek Büyücülük Kulesi'nin Efendisi ile.

"Dalamar ile konuşmak istiyorsunuz," dedi Jenna sakin sakin.

"Evet hanımım," Qualinestili'nin sesi çatladı. Kendine kızarak öksürdü.

Görünüşe göre Silvanestili'nin konuşacak sesi bile kalmamıştı. Yüzü sert ve katıydı, dudaklarını sıkıca birbirine bastırmıştı, eli sıkıca kılıcının kabzasını kavramıştı. İkisi de bu işten bariz bir şekilde nefret ediyorlardı.

Jenna kahkahayı basmamak için dudağını ısırdı. Bu elfler hiç şüphesiz ki gizlilik konusunda çok dikkatliydi. Dalamar bir za-

327

manlar onlardan biri, bir Silvanesti cifiydi. Ama sürgüne yollanan, elf toplumundan bir yüz karası olarak dışlanan biriydi. Onların "kara elf" diye tabir ettikleri şeydendi -yani ışığın düzeninden dışarı atılan biri. Onun suçu şeytani büyü çalışması, Kara Cüppeleri kuşanmasıydı. Böyle tiksinç bir durum, elf toplumunda asla bağışlanamazdı. Bu ikisi için Dalamar'ın yüzüne bakmak bile, şok edici bir hadise olurdu. Hele bir de onunla konuşmak!...



Jenna, Dalamar'ın tepkisini duymayı iple çekiyordu. Yine de, öncelikle bu ikisini biraz kıvrandırmaya karar verdi.

"Size böyle bir buluşma ayarlayabileceğimi düşünmenizi sağlayan şey nedir?" diye sordu, oldukça masum bir şekilde.

Qualinestili kıpkırmızı kesildi. "Bize söylendi ki siz... ve şey..kulenin efendisiyle (tabii adını telaffuz etmeyecekti) arkadaş-mışsınız..."

"O benim shalafim idi. Ve şimdi benim sevgilim," diye yanıtladı Jenna ve ciflerin kıvranışını izlemenin tadını çıkarttı.

Sanki, "bir insandan ne bekleyebilirsin ki?" dermişçesine bir-birilerine baktılar.

Görünüşe göre Silvanestili'nin burasına kadar gelmişti. Ayağa kalktı. "Şu işi mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde halledelim. Bizi Karanlık Kule'nin Efendisi ile irtibata geçirebilir misiniz... yani geçirecek misiniz?"

"Belki." Jenna tarafsızdı. "Ne zaman?"

"Olabildiğince çabuk. Zaman daralıyor."

Jenna biçimli kaçlarından birini kaldırdı. "Size bir uyarı olsun. Eğer Dalamar'a bir tuzak kurmayı düşünüyorsanız-"

Qualinestili ona baktı. "Sizi temin ederim, bayan," dedi sertçe, "ona hiçbir zarar gelmeyecek."

"Hiçbir zarar gelmeyecekmiş!" diye güldü Jenna. "Neden ki, siz Dalamar'a karşı ne gibi bir tehlike oluşturabilirsiniz? Bütün kara cüppeli büyücüler arasında en güçlüsü odur. Kara Cüppe Tarikatı'nın başıdır ve babam emekliye ayrıldıktan sonra Büyücüler Divanı'nın da başına geçecek."

"Lütfen, çok üzgünüm. Beni affedin," diye ekledi, kahkahasını bastırmaya çalışarak. Açıkça görünüyordu ki ikisi oldukça gücen-mişti. "Ben sizin güvenliğinizi düşünüyordum beyler. Dostane bir uyarıydı sadece. Dalamar'a numara yapmaya kalkışmayın. Sonuçlarından hiç de hoşlanmazsınız."

"Bu kadar terbiyesizlik yeter!" Silvanestili hiddetten mora dön-

328


muştu. "Bizim hiç ihtiyacımız yok-"

"Evet var," dedi yol arkadaşı alçak bir sesle.

Silvanestili boğulacak gibi oldu ama sessiz kaldı.

"Kulenin Efendisi ile ne zaman buluşabiliriz?" diye sordu Qualinestili soğukça.

"Eğer Dalamar sizinle buluşmayı kabul ederse, onu yarın gece burada, benim dairemde bulacaksınız. Bu mekân sizin için elverişli mi? Belki de Yüksek Büyücülük Kulesi'nde buluşmayı tercih edersiniz? Size bir tılsım verebilirim-"

"Hayır, hanımım." Elfler, kadının onlarla dalga geçtiğini biliyordu. "Bu oda oldukça uygun olacaktır."

"Pekâlâ." Jenna ayağa kalktı. "Sizinle yarın gece, bu vakitlerde görüşürüz. Mutlu rüyalar beyler."

Silvanestili'nin yüzü kıpkırmızı kesildi. Kadına vurmaya hazırlanmış gibi görünüyordu, ama Qualinestili onu durdurdu.

"Mutlu rüyalar -ne kadar da düşüncesizce söylenmiş bir söz," diye mırıldandı Jenna, eğlencesini saklamak için gözlerini yere düşürerek, "Silvanesti'yi mahveden o feci trajediyi düşünecek olursak yani. Beni bağışlayın."

Onları merdivenler boyunca indirip kapıya kadar geçirdi, sokağın sonunda gözden kaybolana kadar da izledi. Onlar gittiğinde, kapıya koruma büyüsünü yeniden koydu, ve-kahkahalarla gülerek- sevgilisinin gelişi için hazırlanmaya üst kata çıktı.

329

Bölüm 2


İki elf çok dakikti. Jenna onları dükkânına buyur etti. Ciddi, ağırbaşlı bir tavırla onları üst kata çıkardı. İkisi de, yüzlerinin üst kısmını örten yeşil ipek maskeler giymişti.

Fakat Jenna'ya, sanki sözleşmişçesine ahmakça görünüyorlardı, yani Cadılar Festivali için kostümlerini giymiş çocuklar gibi.

"O burada mı?" diye sordu Qualinesti, korkunç bir ciddiyetle.

Bakışları üst kata yöneldi. Akşamın gölgeleri en üstte toplanmıştı. Elf hiç şüphe götürmez bir şekilde başka bir karanlık şekil gördü, daha somut, daha elle tutulur olan bir şekil.

"Burada," diye yanıtladı Jenna.

İki elf de tereddüt etti, iç karmaşalarına av olmuşlardı. Bir kara elfle konuşarak bile, üzerlerine aynı akıbeti -rezil olmayı, dışlanmayı, sürgün edilmeyi- getirebilecek bir suça teşebbüs ediyorlardı.

"Başka seçeneğimiz yok," dedi Silvanestili. "Bunu tartışmıştık."

Qualinestili başıyla onayladı. Yeşil ipek kumaş yüzüne yapışıyordu. Üst dudağında boncuk boncuk terler birikiyordu.

İkisi merdivenleri çıktılar. Jenna onları takip etmeye davrandı.

Silvanestili arkasını döndü. "Bu konuşma gizli olmalı, bayan," dedi sertçe.

"Benim evimde bulunuyorsunuz," diye hatırlattı Jenna ona.

Qualinestili olan hatayı telâfi etmek için hızlı davrandı. "Bağışlayın bizi, hanımım, ama bizi anlarsınız elbet..."

Jenna omuz silkti. "Pekâlâ. Eğer herhangi bir şeye ihtiyacınız olursa, beni laboratuarımda bulabilirsiniz."

Dalamar, elf seslerini işitti, çizmeli ayakların yavaşça merdivenleri tırmanışını duydu. Gülümsedi.

"Bu benim zafer anım," dedi yavaşça karanlığa doğru. "Bunun olacağını hep biliyordum. Er ya da geç, beni utanç ve rezillik içinde dışlayan siz bencil ikiyüzlülerin, bana sürünerek geri gelmek zorunda kalacağınızı, yardımım için yalvaracağınızı biliyordum. Size yardım bağışlayacağım ama ödeteceğim de." Dalamar'ın narin yumruğu kasıldı. "Ah, size nasıl da ödeteceğim!"

330


İki elf kapı eşiğinde beliriverdi. İkisi de maske takıyordu -adamın onları tanımasını engellemek için alınmış mantıklı bir tedbirdi -bu da tabii ki, onları tanıdığı, ya da en azından Silvanestili olanı tanıdığı anlamına geliyordu.

"Yurdumdan dışarı atılalı ne kadar oldu?" diye mırıldandı Dala-mar. "En azından yirmi yıl. İnsanlar için uzun bir süre, elfler için kısa.

Ve hatırası aklında yanıp tutuştu. İki yüz yıl geçse bile asla unutmayacaktı.

"Lütfen beyler," dedi Dalamar, Silvanestice, yani ana dilinde konuşarak, "içeri buyurun ve rahat edin."

"Hayır teşekkürler," dedi Qualinestili. "Bu bir arkadaş toplantısı değil, efendi. Bu titiz bir mesele. Bunu en baştan anlayalım."

"Benim bir adım var," dedi Dalamar yavaşça, gözleri onları daha da rahatsız edecek şekilde ciflere dikkatle bakarak.

Ona bakmakta güçlük çekiyorlardı -büyülü güç ve koruma rün-leriyle süslü olan kara cüppeye; kemerinden sarkan büyü bileşeni keselerine; yüzüne -onun genç, yakışıklı, gururlu ve acımasız yüzüne bakmakta güçlük çekiyorlardı. Adam kudretliydi, hakimiyet sahibiydi. İki adam da bunu biliyor ama ikisi de hiç hoşlanmıyordu.

"Senin bir adın vardı," dedi Silvanestili. "Artık aramızda telaffuz edilmiyor."

"Ne yazık." Dalamar ellerini cüppesinin kolları içinde birleştirdi. Ayrılmadan önce vereceği selâm olarak eğilip reverans yaptı. "Beyler, görünüşe göre zamanınızı boşa harcamışınız..."

"Bekle!" diye yutkundu ÇHıalinesti. "Bekle D-Dalamar." Duda-ğındaki teri silerek. "Bu bizim için hiç kolay değil!"

"Benim için de öyle," diye yanıtladı Dalamar soğukça. "Bunca yıldır ilk defa, anayurdumun lisanını duymak nasıl bir his sanıyorsunuz?" Boğazı düğümlendi. Şöminedeki alevlere bakmak ve sıcaklığının onun ani ve beklenmedik yaşlarını yakıp yok etmesini sağlamak için başını çevirmek zorunda kaldı.

İkisi de yanıtlamadı. Onların rahatsızlıkla kıpırdandığını duydu.

İstenmedik duygulan yatışınca, Dalamar onlarla yüzleşmek için döndü.

"Pekâlâ General ve siz Senatör, Karanlık Dalamar'dan ne istiyorsunuz?"


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin