Gil, Caramon'un oğullarıyla hiç tanışmamıştı. Birkaç yıl önce, Tanis ile gittikleri gizli bir görev dönüşünde, Caramon hanı ziyaret etmesi için Gil'i yanına almayı teklif etmişti. Tanis ve Laurana bu konuda düşünmeyi bile reddetmişti. Gil o kadar küplere binmişti ki, bir hafta boyunca kendisini odasına kapamıştı.
Tanis parşömeni açtı ve hızla göz gezdirmeye başladı.
"Umarım Caramon'un her şeyi yolundadır," dedi Laurana. Endişeli gibiydi. Yazı yazma işine geri dönmedi, Tanis mektubu oku-ya dursun onun yüzüne baktı.
Gil döndü. Tanis endişeli gibi görünüyordu ama mektubun en sonuna geldiğinde gülümsedi. Sonra kafasını sallayıp iç geçirdi.
"Caramon'un en genç oğlu Palin, Yüksek Büyücülük Kulesi'nde Smav'a girmiş ve başarıyla geçmiş. Artık beyaz cüppeli bir büyücü olmuş."
"Paladine bizi korusun!" diye haykırdı Laurana şaşkınlık içinde. "Genç adamın büyü çalıştığını biliyordum ama hiç ciddi olduğunu düşünmemiştim. Caramon bunun geçici bir heves olduğunu söyler dururdu."
"Caramon bunun geçici bir heves olmasını ümit eder dururdu," diye düzeltti Tanis.
"Caramon'un buna izin vermiş olduğuna şaşırdım."
"Vermedi ki." Tanis parşömeni ona doğru uzattı. "Senin de okuyacağın gibi, Dalamar bu meseleyi Caramon'un ellerinden çekip alıverdi."
"Palin'in Sınav'ı almasına neden izin vermeyecekti ki?" diye sordu Gil.
"Çünkü Sınav ölümcül olabilir, bu birinci neden," dedi Tanis suratsızca.
"Ama Caramon, büyük oğullarını şövalyelik sınavına sokmaya hazırlanıyor," diye tartıştı Gil. "O da oldukça ölümcül olabilir."
"Şövalyelik faklı bir şey Oğul. Caramon ancak kılıçlarla ve kalkanlarla yapılan savaşları anlıyor. Gül yaprakları ve örümcek ağlarıyla yapılan savaşlardan anlamaz."
"Ve bir de, tabii ki, Raistlin gerçeği de var," diye ekledi Laurana,
343
sanki bütün meseleyi sonuçlandmyormuş gibi.
"Amcasının bununla ne gibi bir ilgisi var?" diye cevap istedi Gil, annesinin ne demeye çalıştığını gayet iyi bildiği halde. Bu günlerde tartışmak için havası yerindeydi.
"Caramon'un, Palin'in de Raistlin'in seçtiği karanlık yoldan yürüyeceğinden korkması doğal bir şey. Tabi bu şimdi pek muhtemel görünmüyor olsa bile."
Teki benim hangi yolda yürümemden korkuyorsunuz? Anne, Baba?' diye haykırmak istiyordu Gil onlara. 'Herhangi bir yolda mı? Karanlık ya da Aydınlık? Beni bu yerden uzağa götüren herhangi bir yolda? Gün gelecek, anne... Gün gelecek, baba...'
"Okuyabilir miyim?" diye sordu Gil küskünce.
Annesi tek kelime dahi etmeden parşömeni ona uzattı. Gil yavaşça okudu. İnsan yazısını da elf yazısı kadar kolay okuyabiliyordu ama Caramon'un o devasa, yuvarlak ve heyecanla çiziktirilmiş kargacık burgacık yazısını anlamakta güçlük çekti.
"Caramon burada bir hata yaptığını söylüyor. Onu olmadığı bir şey yapmaya zorlamak yerine, Palin'in büyü çalışma kararına saygı duymuş olması gerektiğini söylüyor. Caramon, Sınav'ı geçtiği için Palin ile gurur duyduğunu söylüyor."
"Caramon bunları şimdi söylüyor," diye karşılık verdi Tanis. "Eğer oğlu kulede ölmüş olsaydı çok daha farklı şeyler söyleyecekti."
"En azından ona bir şans tanımış, bu da sizin bana bahşedeceğinizden çok daha fazla bir şey," diye yapıştırdı cevabı Gil. "Beni burada kilitli tutuyorsunuz, sanki kafesin içindeki çok değerli bir kuş gibi-"
Tanis'in yüzü karardı.
Laurana çabucak araya giriverdi. "Haydi Gil, lütfen başlama. Akşam yemeği vakti geldi neredeyse. Sen ve baban gidip elinizi yüzünüzü yıkayın, ben de aşçıya yemeği hazır-"
"Hayır Anne, konuyu değiştirme! Bu sefer işe yaramayacak!" Gil parşömeni sıkıca tutuyor, ondan kendine güven alıyordu. "Palin benden o kadar da büyük değil. Ama şimdi ağabeyleriyle yolculuğa çıkıyor. Gezip görüyor, bir şeyler yapıyor! Ben evimin çitlerinden öteye bile adımımı atamadım hiç!"
"Aynı şey değil Gil, ve sen de bunu biliyorsun," dedi Tanis sessizce. "Palin bir insan-"
"Ben de yarı insanım," diye yanıtladı Gil acı bir suçlamayla.
344
Laurana'mn beti benzi attı, gözlerini yere düşürdü. Tanis bir anlığına sessiz kaldı, sakalının altında dudaklarını birbirine bastırdı. Konuştuğu zaman, Gil'in dikkatini dağıtacak kadar çileden çıkartıcı bir sakinlikteydi.
"Evet, sen ve Palin neredeyse aynı yaşlardasınız ama insan çocukları elf çocuklarından daha çabuk olgunlaşır-"
"Ben bir çocuk değilim!"
Gil'in içindeki o düğüm, içini dışına çıkaracağından korkana dek büküldü.
"Ve biliyorsun ki mapete, çektiğin şu baş ağrılarıyla seyahate çıkman-"
Düğüm 'çat' diye kopuverdi.
"Beni böyle çağırmayı kes!" diye haykırdı Gil ona.
Laurana'mn gözleri üzüntü ve şaşkınlık içinde kocaman açıldı. Gil vicdan azabı duydu. Onu incitmek istememişti ama belli bir miktar tatmin duygusu da hissediyordu içinde.
"Bebekliğimden beri beni öyle çağırıp duruyorsun," diye devam etti alçak bir sesle.
"Evet öyle çağırıyor." Tanis'in yüzü, sakalının altında hiddetten kopkoyu olmuştu. "Çünkü seni seviyor. Annenden özür dile!"
"Hayır Tanis," diye araya girdi Laurana. "Gil'e özür borçlu olan benim. O haklı." Hafifçe gülümsedi. "Benden uzun bir adam için oldukça gülünç bir isim. Üzgünüm oğlum, bir daha yapmayacağım."
Gil böyle bir zafer kazanmayı hiç ummuyordu. Buna nasıl tepki vereceğini de pek bilmiyordu ya. Üzerine gitmeye, zayıflamış olan rakibini zorlamaya karar verdi. "Ve aylardır başım da ağrımıyor. Belki de o illetten kurtulmuşumdur."
"Ama bunu bilemezsin, oğul." Tanis kendini zar zor zaptediyor-du. "Yoldayken hasta düşersen ne olur, evden çok uzaktayken?"
"O zaman icabına bakarım," diye karşılık verdi Gil. "Raistlin Majere'nin çok hasta olduğu, kardeşinin onu taşımak zorunda kaldığı zamanlardan söz ettiğini duymuştum. Ama bu Raistlin'i hiç durdurmadı. O büyük bir kahramandı!"
Tanis bir şey demeye davrandı. Laurana ona uyarı niteliğinde bir bakış attı ve böylece adam sessiz kaldı.
"Nereye gitmek istiyorsun oğlum?" diye sordu kadın.
Gil tereddüt etti. Zaman gelip çatmıştı işte. Konunun bu şekilde açılacağını beklememişti ama açılmıştı işte ve bunu değerlendirmesi gerektiğini biliyordu.
"Anayurduma. Qualinesti'ye."
"Söz konusu bile olamaz."
"Neden baba? Bana iyi bir sebep göster!"
"Sana bir düzine sebep gösterebilirim ama onları anlayacağın konusunda şüpheliyim. Başlangıç olarak, Qualinesti senin anayurdun falan-"
"Tanis Lütfen!" Laurana Gil'e doğru döndü. "Aklına bu fikri ne soktu mapet-oğlum?"
"Bir davetiye aldım, çok da şık hem de, benim mevkiime oldukça yakışır ve münasip bir davetiye, yani bir elf prensi olarak." Gil sözleri üzerine basa basa söyledi.
Annesi ve babası endişeli bir şekilde bakıştılar.
Gil onları görmezden geldi ve sözüne devam etti. "Bu davetiye Thalas-Enthia senatörlerinin birinden geliyor. Halk Porthios Am-ca'nın Silvanesti'den dönüşünü karşılamak için bir çeşit kutlama düzenliyormuş ve bu senatör benim de katılmamın münasip olduğunu düşünüyor. Böyle resmi hadiselerde benim yokluğum dikkat çekmiş. Halk benim elf kanımdan utandığımı söylemeye başlamış."
"Bunu yapmaya nasıl cüret ederler?" diye konuştu Tanis, zar zor gizleyebildiği bir hiddetle. "Nasıl burunlarını sokmaya cüret ederler? Bu senatör de kimmiş bakayım? O her halta maydanoz aptal. Ben ona gös-"
"Tanthalas, beni dinle." Laurana, ancak meseleler ciddi olduğunda onu elf isminin tamamıyla çağırırdı. "Korkarım ki, işin içinde bundan daha fazlası var."
Kadın ona yaklaştı; birbirileriyle alçak sesle konuştular.
Fısıltılar. Her zaman fısıltılar. Gil, onların konuştuğu şeyi hiç umursamıyormuş gibi görünmeye çalıştı fakat dikkatle dinledi. Sadece "politik" ve "dikkatli hareket etmeliyiz" sözlerini yakalayabildi o kadar.
"Bu beni de ilgilendirir, biliyorsun baba," diye başladı Gil aniden. "Davet edilen sen değilsin."
"Benimle o ses tonuyla konuşma, genç adam!"
"Gil hayatım, bu çok ciddi bir mesele," dedi Laurana, oğluna sakinleştirici bir tonda konuşup kocasının koluna yatıştırıcı bir şekilde elini koyarak. "Bu davetiyeyi ne zaman aldın?"
"Bir ya da iki gün önce, ikiniz de Palanthas'tayken. Eğer evde olsaydınız siz de bilirdiniz."
İkisi yine birbirine baktı.
346
"Bize daha önce söylemiş olmanı dilerdim. Ne gibi bir cevap yolladın?"
Annesi bariz bir şekilde gergindi, elleri birbirine dolanıyordu. Babası hiddetliydi. Ama Tanis sessizliğini korudu. Sessizliğini korumaya zorlanıyordu.
Gil hayatında ilk defa olmak üzere kendini kontrol altında hissetti. Midesindeki o sıkı düğümü hafifleten iyi bir histi bu.
"Cevabımı yollamadım," dedi soğukkanlılıkla. "Bunun politik olduğunu biliyorum. Bunun ciddi olduğunu da biliyorum. Bu meseleyi ikinizle de konuşmak için bekledim."
Anne ve babasının utanmış görünmesini izlemekten zevk duydu. Yine onu küçümsemişlerdi.
"Doğru olanı yaptın, oğlum. Seni yanlış değerlendirdiğimiz için üzgünüm." Tanis iç geçirdi ve sinirleri gergin bir şekilde sakallı çenesini kaşıdı. "Üstüne üstlük, bunun içine çekildiğin için de üzgünüm. Ama sanırım bunu beklemeliydim."
"ikimiz de beklemeliydik," diye ekledi Laurana. "Seni hazırlamalıydık Gil."
Sesi alçaldı. Yine Tanis ile konuşuyordu. "İşte bunu hiç düşünmemiştim... Yani sonuç olarak o yarı insan. Onların bunu yapacağını..."
"Tabii ki yapacaklardı. Neyin peşinde oldukları açıkça görünüyor..."
"Ne?" diye sordu Gil yüksek bir sesle. "Neyin peşindeler?"
Tanis onu duymuyor gibiydi, çünkü Laurana'yla konuşmaya devam ediyordu. "Hep bu şeyden azat edilmiş olmasını umut etmiştim, benim katlanmak zorunda kaldığım şeye katlanmamasını. Ve eğer bu konuda benim söyleyecek tek bir sözüm varsa o da, onun kapanmayacağıdır."
Gil'e doğru döndü. "Bize davetiyeyi getir oğul. Annen münasip bir ret cevabı kaleme alır."
"Al işte," dedi Gil, bir ona bir diğerine dik dik bakarak. "Gitmeme izin vermeyeceksiniz."
"Oğul, anlamıyorsun-" diye başladı Tanis, tepesi atmaya başlayarak.
"Sapına kadar haklısın, hiçbir şey anlamıyorum! Ben-"Gil du-raksadı.
Tabii ya. Gerçekten de çok basitti. Ama dikkatli olmalıydı. Kendini ele vermemeliydi.
Sözünü yarısında kesmişti -ahmakça bir hamleydi bu. Şüphele-
347
nebilirlerdi. Nasıl örtmeliydi bunu?
Annesinden öğrendiği diplomasiyle elbette.
"Sesimi yükselttiğim için üzgünüm baba," dedi Gil pişmanlıkla. "Kalbinizde benim için hep en iyisi olduğunu biliyorum. Gitmek istemek benim ahmaklığımdı -annemin anayurdunu ziyaret etmek istemek."
"Günün birinde oğul," dedi Tanis, sakalını kaşıyarak. "Daha büyüdüğünde..."
"Kesinlikle Baba. Şimdi, eğer siz ikiniz mazur görürseniz, ilgilenmem gereken bazı çalışmalarım var." Arkasını dönen Gü, vakarla odadan dışarı çıktı. Kapıyı ardından kapattı.
Kapının dışında durdu ve dinledi.
"Bunun olacağını bilmeliydik," diyordu annesi, "gitmek istemekte haklı."
"Evet, peki kendisini nasıl hissedecek, o kin dolu bakışlar, o alayla kıvrılmış dudaklar, o ince hakaretler..."
"Belki de bu olmaz Tanis. Elfler değişti."
"Sence değiştiler mi, bir tanem?" diye sordu Tanis üzüntüyle. "Gerçekten değiştiler mi?"
Laurana hiç cevap vermedi, en azından Gil'in duyabileceği bir cevap vermedi.
Verdiği karar konusunda tereddüt etti. Sonuç olarak sadece onu korumak istiyorlardı o kadar.
Onu korumak! Evet, tıpkı Caramon'un Palin'i korumaya çalıştığı gibi. O Sınav'ı aldı ve geçti. Değerini kanıtladı -hem babasına hem de kendisine.
Azmi artan Gil koridor boyunca koştu, odasına giden merdivenleri ikişer ikişer çıktı. İçeri girdiğinde, kapısını kapatıp kilitledi. Davetiyeyi altın işlemeli bir kutucuğun içinde saklamıştı. Davetiyeyi bir kez daha okuyan Gil, aradığı yeri bulana kadar satırları hızlıca taradı.
Ben Kara Kuğu'da, yani ebeveynlerinizin evinden bir günlük mesafedeki bir handa kalıyor olacağım. Eğer benimle buluşursanız, Qualinesti'ye sizinle beraber yolculuk edebiliriz. Sizi temin ederim Prens Gilthas, sizin refakatinizden şeref ve sizi elf toplumunun en üst mercileriyle tanıştırmaktan memnuniyet duyacağım.
Aronthulas Evi'nden Hizmetkârınız Rashas.
348
Adamın adı Gil için hiçbir şey ifade etmiyordu. Pek de önemi yoktu zaten. Davetiyeyi bıraktı ve penceresinden dışarı baktı, güneye giden yola doğru.
Kara Kuğu'ya giden yola.
0*9
Bölü
m
Pelerinine sarınmış olan Tanis Yarımelf sert ve soğuk zeminde yatıyordu. Derin bir uyku çekiyordu, huzurluydu. Ama Cara-mon'un eli onun omzundaydı, onu sarsıyordu. Tanis, sana ihtiyacımız var! Tanis uyan!'
'Git başımdan/ dedi Tanis ona, arkasını dönüp kıvrılarak. 'Uyanmak istemiyorum. Bütün bunlardan çok yoruldum, hem de çok. Neden beni yalnız bırakmıyorsun? Bırak uyuyayım...'
"Tanis!"
Ürkerek uyanıverdi. Normalden fazla uyumuştu, niyetli olduğundan fazla. Ama uykusu pek huzurlu olmamıştı, vücudunu ağır hissetmesine, başını bulanık hissetmesine sebep olmuştu. Göz kırpıştırdı. Kafasını kaldırırken Caramon'u görmeyi umuyordu neredeyse.
Laurana'yı gördü.
"Gil gitmiş," dedi.
Tanis rüyayı, şu uyuşukluğu silkeleyip üzerinden atmak için mücadele verdi. "Gitmiş mi?" diye tekrarladı aptal aptal. "Nereye?"
"Bunu kesin olarak bilemiyorum, ama sanırım-" Sesi çatlayıp kesildi. Tek bir kelime etmeden altın yaprak bir sayfayı Tanis'e uzattı.
Gözlerini ovuşturan Tanis doğrulup oturdu. Laurana yatağın içine, onun yanına girdi. Kolunu adamın omzuna attı. Adam davetiyeyi okudu.
"Bunu nerede buldun?"
"Onun... onun odasında. Karıştırmak niyetinde değildim. Sadece... Kahvaltı için aşağı inmedi. Hasta olmuş olabileceğini düşündüm. Gidip bir baktım." Kafası önüne eğildi ve gözyaşları yanaklarına süzüldü. "Yatağı açılmamıştı bile. Elbiseleri gitmişti. Ve bu... bu... yerde duruyordu... pencerenin yanında..."
Kadın kendini koyverdi. Sessiz bir mücadele anından sonra tekrar kendini toparladı. "Ahıra gittim baktım. Atı da gitmişti. Seyis ne bir şey duymuş, ne de görmüş-"
"Yaşlı Hastings kapı gibi sağırdır. Afet'i bile duymazdı o. Cara-
350
mon bunun olabileceği konusunda beni uyarmaya çalışmıştı. Onu dinlemedim." Tanis iç geçirdi. Yarı bilinçli olarak onu dinlemişti aslında. İşte rüyanın manası buydu.
'Bırak uyuyayım...'
"Her şey yoluna girecek, bir tanem," dedi Tanis neşeyle. Karısını öptü ve onu kendine doğru çekti. "Gil bunu geride bıraktı, onu bulacağımızı bilerek. Bizim onun peşinden gitmemizi istiyor. Durdurulmak istiyor. Bu onun bağımsızlığım kanıtlama girişimi sadece. Onu Kara Kuğu'da bulacağım -yorgun düşmüş ama bunu kabul etmeyecek kadar gururlu bir şekilde, yoluna devam etmeye kararlıymış gibi yaparken, onunla tartışıp onu caydırmamı gizlice umut eder bir halde."
"Onu azarlamayacaksın..." diye sordu Laurana endişeyle.
"Hayır, tabii ki de. Biraz erkek erkeğe konuşacağız. Uzun süredir gerekliydi zaten. Belki o ve ben evden uzakta bir geceyi birlikte geçirir, sabahleyin beraber döneriz."
Tanis bu fikre ısınmıştı. Şimdi düşünüyordu da, oğluyla yalnız başına bir gün hiç geçirmemişti. Konuşacaklardı, gerçekten konuşacaklardı. Tanis, babasının onu anladığını Gil'in bilmesini sağlayacaktı.
"Bu hakikaten de oğlana iyi gelebilir, bir tanem." Tanis ayağa kalkmış, seyahat için giyiniyordu bile.
"Belki ben de gelmeliyim..."
"Hayır Laurana," dedi Tanis sertçe. "Bu Gil ile benim aramda." Hazırlıklarını yaparken bir anda duraksadı. "Neden bunu yaptığını tam olarak anlayamıyorsun değil mi?"
"Hiçbir elf genci böyle bir şey yapmaz," dedi Laurana yavaşça, gözlerinde yaşlar parıldayarak.
Tanis eğildi ve kadının parlak saçlarını öptü. Halkından, yurdundan kaçan yarım elf bir genci hatırlıyordu; ondan kaçan bir yarım elf gençti bu. Adam, kadının da aynı şeyi hatırlamakta olduğunu tahmin etti.
Değişikliğe olan arzu -insanların laneti.
Ya da onlara sunulan bir lütuf.
"Merak etme," dedi. "Onu sağ salim geri getireceğim."
"Keşke anlayabüseydi! Onun için her şeyimizi feda ederdik..."
Laurana konuşmaya devam etti ama Tanis onu dinlemiyordu, onu duymuyordu. Başka bir kadının, başka bir ananın sesini duyuyordu.
351
Kendi oğlun için neyini feda ederdin -sağlığını mı? Şerefini mi? Hayatım mı? Bunlar Sara'nın sözleriydi -Steel Birghtblade'in üvey annesi Sara'nın sözleri.
Ürperen, korkuyla dolan Tanis o görüntüyü hatırladı. Onun hakkında yıllardır düşünmemişti, aklından atmıştı. Bir kez daha Takhisis Şövalyesi Ariakan'ın o şeytani kalesinde duruyordu. Kara bulutlar ayrılmış; Solinari'nin gümüş ışığı parıldamış, Tanis'in gözüne aniden hızlıca bir tehlike ve tehdit görüntüsü iliştirmişti. Kasıp kavuran yağmur gibi oğlunun üzerine kapanmıştı. Ve sonra Solman kara bulutlar tarafından yutuluvermiş, görüntü kaybolmuştu. Ve o da bunu unutmuştu.
Şu ana kadar.
"Sorun ne?" Laurana korkuyla ona bakıyordu.
Onu nasıl da iyi tanıyordu! Çok iyi tanıyordu...
"Hiçbir şey," dedi, kendini rahatlatıcı bir gülümseyişe zorlayarak. "Dün gece kötü bir rüya gördüm, hepsi bu. Sanırım bana hâlâ tesiri dokunuyor. Savaş hakkında. Bilirsin."
Laurana biliyordu. O da öyle rüyalar görmüştü. Ve adamın doğruyu söylemediğini de biliyordu. Onu sevmediğinden, ona güvenmediğinden ya da saygı duymadığından değil, sadece yapamadığından dolayı söyleyemiyordu. Adam kendi içindeki ıstırapları, acıları ve korkuları iyi gizlemeyi çok küçük yaşlarında öğrenmişti. Herhangi bir zayıflığını açık etmek demek, başka birine ona karşı avantaj vermek demekti. Kadın onu suçlayamıyordu. Onun nasıl yetiştirildiğini görmüştü. Elf toplumunda yarım bir insan olarak, Qualinesti'de yaşamasına hayırseverlik ve merhamet sayesinde ya-şamsına izin verilmişti. Ama hiç kabul edilmemişti. Elfler onun ne olduğunu -ve hep ne olacağını- bilmesini sağlardı sürekli, yani bir dışarlıklı olduğunu.
"Rashas ne olacak?" diye sordu, nazikçe konuyu değiştirerek.
"Rashas ile ben ilgileneceğim," dedi Tanis sertçe. "Bu işin ardında onun olduğunu bilmeliydim zaten. Her zaman entrika çevirir. Porthios'un ona neden tahammül ettiğini merak ediyorum."
"Porthios'un başka sorunları var sevgilim. Ama şimdi Silvanes-ti, Lorac'ın rüyasından kurtarıldığına göre, Porthios en sonunda eve dönüp de kendi yurdunun sorunlarıyla ilgilenebilir."
Lorac'ın rüyası. Lorac bir elf kralıydı, Mızrak Savaşı'ndan önce Silvanesti hükümdarıydı. Yurdunun, Karanlık Kraliçe'nin istilacı ordularına kurban gitmesinden korkan Lorac, halkını ve yurdunu
352
kurtarmak amacıyla kudretli, büyülü ejderha kürelerinden birini kullanmıştı. Bunun yerine, trajik bir şekilde, Lorac küreye kurban gitmişti. Şeytani ejderha Cyan Kanfelaketi, Silvanesti'yi ele geçirmiş, Lorac'm kulaklarına karanlık rüyalar fısıldamıştı.
Rüyalar gerçeğe dönüşmüştü. Silvanesti kötülüklerin dadandığı, harap edilmiş bir ülke haline geldi. Bir yandan gerçek, bir yandan da Lorac'm korkuyla çarpıtılmış görüntülerinin bir ürünü olan şeytani yaratıklarla kaynayan bir yer.
Lorac'm ölümünden ve Karanlık Kraliçe'nin mağlup edilişinden sonra bile, Silvanesti karanlıktan tam anlamıyla azat olmamıştı. Elfler uzun yıllar boyunca rüyadan arta kalan şeylerle, hâlâ ülkede dolaşan karanlık ve şeytani yaratıklarla savaşmışlardı. Ancak şimdi onları tamamen yenilgiye uğratmışlardı.
Tanis, Lorac'm hikayesini düşündü, düşüncenin bu günlerle arasında acı bir şekilde ilgisi vardı. Bir kez daha, bazı elfler korkudan dolayı mantıksızca davranıyordu. Bazı yaşlı, huylu huyundan vazgeçmez tarzında elfler, mesela Senatör Rashas gibi...
"En azından Porthios'un şimdi aklını sorunlarından uzaklaştıra-bileceği bir şey var -Alhana hamile olduğu için," dedi Tanis, deri zırhını düğümlemeye başlarken neşeli bir görüntü sunmaya çalışarak.
Laurana, sorun çıkacağını beklemiyorsa, Tanis'in asla giymediği zırha baktı. Dudağını ısırdı ama bu konuda hiçbir şey söylemedi. Adamın açtığı konuda konuşarak muhabbete devam etti.
"Alhana'nın hoşnut olduğunu biliyorum. Uzun süredir bir çocuk istiyordu. Ve sanırım Porthios da hoşnut, her ne kadar baba olmak öyle özel bir şey değilmiş gibi davranmaya çalışsa da. Halka bakacak olursan sadece vazifesini yerine getiriyor. Bunca yıldır eksik olan bir sıcaklık görüyorum aralarında. Birbirilerini sevmeye başladıklarına inanıyorum gerçekten."
"Zamanı geldi de geçiyordu," diye mırıldandı Tanis. Kayınbiraderinden o kadar da fazla hoşlanmamıştı hiç. Seyahat pelerinini omuzlarının etrafına dolayarak eline bir sırt çantası aldı, sonra karısının yanağına bir öpücük kondurmak için ileri doğru eğildi. "Hoşçakal sevgilim. Hemen dönmezsek telaşlanayım deme."
"Ah Tanis!" Laurana ona bir şeyler ararcasına baktı.
"Korkma. Oğlan ile benim konuşmaya ihtiyacımız var. Bunu şu anda görebiliyorum. Bunu uzun zaman önce yapmalıydım ama hep ummuştum ki..." Durdu, sonra şöyle dedi, "Sana haber yollarım."
353
Kılıcım da kemerine kopçaladıktan sonra onu bir kez daha öptü ve gitti.
Oğlunun izleri kolayca seçiliyordu. İlkbahar yağmurlarıyla So-lanthus'u bir aydır sel götürüyordu; zemin çamurlu, atın ayak izleri derin ve açıktı. Son günlerde bu yolda at süren diğer kişi Cara-mon'un mektubunu getiren Sor VVilliam idi. Ve şövalye diğer yöne, yani Solamniya'ya doğru at sürmüşken, Kara Kuğu, Qualinesti'ye doğru giden güney yolu üzerindeydi.
Tanis rahat bir tempoyla at sürüyordu. Sabah güneşi gökte açılmış ateşten bir yarık gibiydi ve çimlerin üzerinde çiğ taneleri panl-dıyordu. Gece açık geçmişti, üzerinde pelerin olan birinin rahat edebileceği kadar serin ama buz gibi soğuk değil.
"Gil yolculuğunun tadını çıkarmış olmalı," dedi Tanis kendi kendine. Başka bir genç adamı ve başka bir gece yarısı yolculuğunu suçlu bir hazla hatırladı. "Ben ayrıldığımda atım yoktu. Ta Qu-alinesti'den Solace'a kadar Flint'i bulmak için yürümüştüm. Param yoktu, derdim yoktu, amacım yoktu. Nasıl hayatta kaldım hayret doğrusu."
Tanis esefle güldü, kafasını salladı. "Ama o kadar pejmürde bir haldeydim ki hiçbir hırsız kafasını çevirip bir daha bakmıyordu bana. Bir handa kalacak param yoktu, böylece kavga dövüşten uzak durdum. Geceleri yıldızlar altında yürüyerek, en nihayet derin derin nefes alabildiğimi hissederek geçirdim."
"Ah Gil." Tanis iç geçirdi. "Yapmayacağıma dair kendime yüzlerce kez söz verdiğim şeyi yaptım. Seni kısıtladım, prangalara vurdum. Zincirler ipekten yapılmaydı, sevgiyle örülmüşlerdi ama yine de zincirlerdi işte. Ama başka ne yapabilirdim ki? Benim için çok kıymetlisin Oğlum! Seni çok seviyorum. Eğer sana bir şey olursa..."
"Kes şunu Tanis!" diye sertçe kendi kendini kınadı. "Sadece kuruntu yapıyorsun ve bunun sana neye mal olacağını biliyorsun. Bu hoş bir gün. Gil iyi bir at yolculuğu yapmış olacak. Ve bu gece konuşacağız, gerçekten konuşacağız. Yani sen konuşacaksın oğul. Ben dinleyeceğim. Söz veriyorum."
Tanis, atın izlerini takip etmeye devam etti. Bir yerde Gil'in atın dizginlerini gevşettiğini, çılgın bir dört nala koşunun izlerini gördü. Hem at hem de binicisi özgürlükle coşmuştu. Ama sonra genç adam atı sakinleştirmiş, hayvanı yormamak için makul bir tempoyla ilerlemişti.
"Aferin oğluma," dedi Tanis gururla.
354
Endişelerinden sıyrılan Tanis, Thalas-Enrhia'dan Rashas'a neler söyleyeceğini düşünüp taşınmaya başlamıştı. Tanis o elfi gayet iyi tanıyordu. Porthios'la neredeyse aynı yaşta olan Rashas, güce tutkun, politik entrikalardan başka hiçbir şeyden zevk almayan bir adamdı. Senatoda şimdiye kadar yer edinebilmiş en genç elfti. Söylentilere göre, babasının peşini, yaşlı elf baskı altında çöküntüye uğrayıp da koltuğunu oğluna bırakana kadar bırakmamıştı. Mızrak Savaşı sırasında Rashas, Güneş Sözcüsü Solostran'ın koltuğunun altını kazıp durmuştu. Solostran'ın halefi olan Porthios'un, şimdi sorun çıkaran bu adamın üstesinden gelmesi gerekiyordu.
Rashas ısrarcı bir şekilde, ciflerin dünyanın geri kalan kısmından izole olmasının avukatlığını yapıyordu. Bu gerçek konusunda hiç gizlisi saklısı da yoktu, hatta onun düşüncesine göre, İstar'ın Kralrahibi cüce ve kender başlarına ödül koymakla doğru bir iş yapmıştı. Fakat Rashas olsaydı bu konuda bir değişiklik yapardı: İnsanları da listeye eklerdi.
Dostları ilə paylaş: |