Ve tabii ki Sor VVilhelm, onlara türbeye kadar bizzat kendisinin eşlik etmesi konusunda ısrar ediyordu.
"Teşekkür ederim lordum." Tanis şu adamı başından savma girişiminde bulundu. 'Ama bu bizim için çok dokunaklı bir an, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi. Kendi başımıza olmayı tercih ederiz..."
İmkansız! (Ehem) Sor VVilhelm buna asla izin veremezdi. (Ehem) Meşhur Tanis Yarımelf ve meşhur Caramon Majare ve onların genç dostu Taç Şövalyesi, Paladine Odası'nı ziyaret edecekler. Hayır, hayır (Ehem, ehem) buna bütün bir şövalye refakat takımının eşlik etmesi gerekirdi!
Sor VVilhelm refakat takımını topladı, altı şövalyeydi ve hepsi birden silahlıydı. Onları saflar halinde sıraya soktu ve Paladine Odası'na doğru başı kendisi çekti. Yavaş ve dinsel tören adımlarıyla yürüyordu, sanki bir cenaze alayının başındaymış gibi.
"Belki de hakikaten öyledir," diye mırıldandı Tanis sakalının
81
arasından. "Bizim cenazemizin."
Caramon'a baktı. Koca adam mutsuzca omuz silkti. Yakışık alır bir şekilde onları takip etmekten başka seçenekleri yoktu.
Şövalyeler Paladine'ın sembolüyle işaretlenmiş iki tane kapalı demir kapıya doğru ilerlediler. O kapının ötesinde, gömüt mezara giden dar bir merdiven vardı.
Steel, Tanis'e yanaştı. "Oradayken ne yaptın öyle?" diye sordu, alçak bir sesle konuşarak. Güvensizlik dolu bakışları yanındaki yarım elf ile önündeki şövalyeler arasında bölünmüştü.
"Ben mi? Hiçbir şey..." diye yanıtladı Tanis.
Steel ona inanmıyordu. "Sen bir çeşit büyücü değilsin, değil mi?"
"Hayır değilim!" diye cevap verdi Tanis fevrilikle. Daha bu işin üstesinden gelmemişlerdi, hem de hiç. "Ne olduğunu bilmiyorum, fakat sanırım işaretini almışsındır!"
Steel'in beti benzi attı. Yüzündeki şaşkın hayranlık -ve korku-açıkça görülebiliyordu. Tanis'in genç adama karşı siniri yatışıverdi. Oldukça garip bile olsa, ondan hoşlanmaya başladığını fark etti.
"Nasıl hissettiğini biliyorum." dedi Tanis ona, yavaşça konuşarak. Şövalyeler demir kapıya varmışlardı ve karanlık merdiven boyunca aşağı inen yolu aydınlatmak için elden ele meşale geçirmekteydiler. "Bir keresinde Karanlık Majesteleri'yle karşı karşıya gelmiştim. Ne yapmak istediğimi biliyor musun? Dizlerimin üzerine çöküp ona tapınmak istemiştim."
Yıllar önce yaşanmış olmasına rağmen, Tanis bunu hatırlayınca ürperdi. "Ne dediğimi anlıyor musun? Kraliçe Takhisis benim tanrıçam değil. Ben sadece zayıf, cılız bir ölümlüyüm. Ona saygı göstermekten kendimi nasıl alıkoyabilirdim?"
Steel cevap vermedi. Düşünceliydi, sertti, kendi öz çekirdeğine çekilmiş bir haldeydi. Paladine genç şövalyeye, dalga geçerek istediği işareti vermişti. Onun için ne gibi bir anlam teşkil ediyordu -tabi bir anlamı varsa?
Demir kapılar açıldı. Törensel adımlarla yürüyen şövalyeler merdivenleri inmeye başladılar.
82
Bölüm 10
im paşamımdı
Yarım elfin yaptığı açıklama Steel'e mantıklı geliyordu. Paladi-ne bir tanrıydı -kendi karşıtı olan Karanlık Kraliçe'ye kıyasla zayıf ve mızmız bir tanrıydı ama eninde sonunda bir tanrıydı. Paladi-ne'ın huzurundayken Steel'in korkuyla karışık bir hayranlık hissetmesi gayet doğru ve uygundu -tabi kapıda kendisine olan şey gerçekten bu idiyse.
Steel bu hadiseye gülmeye bile çalışmıştı -o kadar komikti ki, bütün o kendini beğenmiş şövalyeler en korkulu düşmanlarının elinden tutmuş etrafı gezdiriyorlardı.
Kahkahası dudaklarında soluverdi.
Mezar odasına giden merdivenleri inmeye başlamışlardı -ihtişam mekânıydı, kutsal ve kutluydu. Burada birçok cesur adamın naaşı yatıyordu, Sturm Brightblade de onların arasındaydı.
Est Solarus oth Mithas. Şerefim yaşamımdır.
Steel bu sözleri tekrarlayan derin ve yankılı bir ses duydu. Kimin konuştuğunu görebilmek için çabucak etrafına bakındı.
Kimse konuşmamıştı. Herkes sessizce merdivenleri iniyor, saygı ve hürmetle yürüyor, hiç ses çıkartmıyordu.
Steel kimin konuştuğunu anladı. Kendisinin tanrının huzurunda olduğunu biliyordu ve genç adamın gözü korkmuştu.
Steel'in, Tanis'e yaptığı meydan okuma, katıksız bir kabadayılıktı. Ruhunu kavuran ani ve acı verici özlemi, kendisini bilme özlemini bastırmak için yapılmış bir hareketti. Steel'in bir yanı, Sturm Brightblade'in -soylu, kahraman, trajik şövalyenin- gerçekten kendi babası olduğuna inanmak istiyordu deliler gibi. Diğer yanı ise dehşete düşüyordu.
'Eğer öğrenirsen bu bir lanet getirecek', diye uyarmıştı Ariakan onu.
Evet aynen öyle olacaktı, ama... gerçeği bilmek vardı ya!
Ve bu yüzden Steel tanrıya meydan okumuş, Paladine'ı ona söylemeye zorlamıştı.
Görünüşe göre tanrı, genç adamın meydan okuyuşunu kabul etmişti.
83
Kalbi sakinleşen Steel'in ruhu bir tapınma halinde eğiliverdi.
Paladine Odası geniş ve dikdörtgen bir daireydi, çok geçmişlerden kalan ölüler ile daha yakında yaşanmış Mızrak Savaşı'nın ölülerini barındıran taştan tabutlar sıralanmıştı.
Sturm Brightblade ile kuleyi savunurken şehit olan diğer şövalyelerin buraya gömülmelerinden hemen sonra, odaya açılan demir kapılar kapanmış ve mühürlenmişti. Eğer kule düşman eline geçerse, şehitlerin naaşları kirletilemeyecekti.
Savaşın bitiminden bir yıl sonra şövalyeler mühürleri kırdılar, odayı açtılar ve burayı kutsal bir hac yeri yaptılar, tıpkı Huma'nın Türbesi'ni yaptıkları gibi. Paladine Odası yeniden tanrıya adanmış; Sturm Brightblade milli bir kahraman ilan edilmişti. Tanis o gün buradaydı, karısı Laurana da öyle; Caramon ve Tika; elf milletleri Silvanesti ile Çualinesti'nin hükümdarları Porthios ile Alhana; ve kender Tasslehoff Burrfoot da gelmişti. Çoktan karanlığa sapmış olan Raistlin Majere, yani Palanthas Yüksek Büyücülük Kulesi'nin Efendisi gelmemişti, ama eski yoldaşı ve dostuna saygılarını sunan bir mesaj yollamıştı.
Savaşın karanlık günleri sırasında ölülerin bedenleri resmi bir törene tabi tutulmadan öylece yatırılmışlardı. O törende, kendilerine uygun ve yakışık alır bir defin merasimi yapılmıştı. Sturm'ün naaşım taşıması için ona özel bir katafalk yapılmıştı. Mermerden yapılan ve şövalyenin kahramanca eylemlerinin resmedildiği oyma işleriyle dolu olan katafalk, odanın tam merkezinde duruyordu. Sturm'ün vücudu onun üzerinde duruyordu, tabut içine yerleştiril-memişti.
Bu yirmi küsur yıl boyunca vücudun çürümesini bir çeşit büyü engellemişti. Kimse ne olduğundan emin değildi ama çoğu kimse bu büyünün, kendisine aşk ile Alhana Yıldızmeltemi tarafından verilen elf ziynetinden yayıldığına inanıyordu. Ziynet elf aşıkların birbirine verdiği bir sevgi sembolüydü; o denli güçlü bir büyülü güce sahip olması için tasarlanmamıştı. Ama yine de, aşkın da kendi büyüsü vardı elbet.
Tanis o günden beridir bu odayı ziyaret etmemişti. O dini tören, onun için bir daha tekrarlayamayacağı kadar acı verici ve kutsanmış bir şey olmuştu. Şimdi geri donmuştu ama kendisini ne dini torensel, ne de kutsanmış hissediyordu. Odaya bakındı. Üzerleri tozla kaplanmış kadim tabutlara ve merkezde duran katafalka bakan Tanis, kendisini kapana kısmış gibi hissetti. Eğer herhangi bir
o-t
şey ters giderse, merdivenlerden, demir kapıdan, yani kaçış yolundan çok uzakta kalmış olacaklardı.
"Hiçbir şey ters gitmeyecek," dedi Tanis kendi kendine. "Steel babasının naaşına bakacak ve ya bundan etkilenecek, ya da etkilenmeyecek. Şahsen, bunun onun üzerinde herhangi bir etkisi olacağını sanmıyorum. Yargılayabildiğim kadarıyla, o genç adam Cehen-nem'e giden yolundan gayet memnun. Peki şimdi ben ne yapacağım? Buraya kadar gelebileceğimizi hiç ummamıştım."
Sor VVilhelm, sanki kendi ailesini gömüyormuş gibi hüzünlü bir şekilde katafalka doğru başı çekti. Altı şövalye katafalkın etrafında saflar oluşturdu -iki tarafında da üç tane duruyordu. Sir VVilhelm ise tabutun başında dimdik bir esas duruş pozisyonundaydı.
Tanis katafalka yaklaştı. Dostunun yüzüne baktı -sanki mermerden oyulmuş gibi duran, fakat soğuk taşın hiçbir zaman takınama-yacağı bir hayatın anısı ifadesiyle dolu olan yüze. Tanis, Steel'i unutuverdi; bıraktı huzur onu sarmalasın. Dostu için artık üzülmüyordu; Sturm tıpkı yaşadığı gibi ölmüştü -şeref ve cesaretle.
Şövalyenin huzur dolu uykusunu görmek Tanis'e iyi gelmişti. Tanis'in kendi oğlu hakkındaki endişe dolu kaygıları, telaş dolu politik durumlar, savaşın somurtkan tehdidi, hepsi birden, bir anda kayboluverdi. Yaşam hoştu, tatlıydı; ama beklemekte olan daha büyük bir iyilik vardı.
Sturm Brightblade mermerden tabutunun üzerinde yatıyordu, elleri antika kılıcının üzerine kavuşturulmuştu -babasının kılıcının üzerinde. Babasının zırhı üzerindeydi. Sevginin ışığıyla parlayan yıldız ziyneti göğsünde ışıldıyordu. Onun yanında bir ejderha mızrağı uzanmış duruyordu. Onun yanında ise ahşaptan bir gül vardı, şimdi kendi huzurlu uykusunda olan keder dolu yaşlı bir cücenin elleri tarafından oyulmuştu zamanında. Gülün yanında, bir kristal içinde duran beyaz bir tüy vardı, sevgi dolu bir kenderin kendisine verdiği son bir hediyeydi bu.
Tanis naaşın yanında bir dizinin üstüne çöktü. Kafasının seviyesi şovalyeninkiyle aynıydı, Tanis dostuyla Elf dilinde hafifçe konuştu. "Sturm, şerefli, kibar, soylu kalpli kişi. Kitiara'yı sana yaptığı şey için, hainliği, namussuzluğu için affettiğini biliyorum -en sonunda seni öldürmek için kullandığı mızraktan çok daha acı verici bir şeydi o. Bu genç adam onun oğlu, korkarım oldukça fazla onun oğlu."
"Yine de bak orada duruyor, sanırım içinde senden bir parça var
85
dostum. Şimdi ben de buradayım, senin gerçekten de onun babası olduğuna inanıyorum. Yüz hatlarınızdaki benzerliği görüyorum ama fiziksel bir delilden daha güçlü bir şekilde, bu genç adamın ruhunda, o eğilmez cesaretinde, soylu kişiliğinde, kendisine karşı bir hedef olarak saydığı kimselere bile duyduğu merhametinde görüyorum seni."
"Oğlun tehlike içinde Sturm. Karanlık Kraliçe onu kendine çekiyor, baştan çıkarıcı sözler fısıldıyor ona, nihai bir yenilgiyle son bulması gereken bir şan şöhret vaat ediyor ona. Yardımına ihtiyacı var dostum, eğer böyle bir yardımı ihsan eylemen mümkünse. Huzur dolu uykunu bölmekten pişmanlık duyuyorum ama senden istediğim Sturm, oğlunu şu anda üzerinde yürüdüğü karanlık yoldan geri döndürmek için elinden geleni yapman."
Tanis ayağa kalktı. Eliyle gözünü sildi ve Caramon'a baktı.
Koca adam katafalkın öbür tarafında diz çöktü. "Eğer onları tehlikeden kurtarabileceğimi düşünseydim, "dedi alçak bir sesle, "hayatımı evlatlarım için verirdim. Biliyorum ki sen... Şey, sen doğru olanı yapacaksın Sturm. Her zaman yaptın."
Bu oldukça muammalı dilekten sonra Caramon ayağa kalktı. Arkasını döndü ve yüksek sesle burnunu çekti, sonra gözleriyle burnunu yeleğinin koluna sildi.
Tanis, Steel'e baktı. Genç adam geride durmuştu. Yalnız başına, şövalyelerden ve katafalktan uzak duruyordu. Yine de naaşa koyu ve alev alev gözlerle bakıyordu. Durduğu yerde durmaya devam etti, kıpırdamadı. Yüzü solgun, soğuk ve sertti, uyumakta olan şövalyenin yüzünün birebir kopyasıydı. İkisi de mermerden oyulmuş gibiydi.
"Demek bu kadarmış," dedi Tanis kendi kendine. "Zavallı Sara. Yine de denedi."
İç çekerek ileri doğru bir adım attı. Gitme zamanı gelmişti.
Aniden Steel, mermerden katafalka doğru hızla koşturdu.
"Baba!" diye haykırdı kırık dökük. Ve konuşan adamın sesi değildi. Yoksun, yalnız bir çocuğun sesiydi
Steel'in elleri naaşın soğuk ellerini kavradı.
Beyaz bir ışık, saf ve dalgalar halinde yayılan, soğuk ve büyüleyici bir ışık parladı ve odada bulunan herkesin içinde dalgalanarak, onları felce uğratıp yarı kör bıraktı.
Tanis, parlak görüntüyü ovalayıp atabilme çabasıyla gözlerini ovuşturdu, dolup taşan alev kırmızısı ve canlı sarı ışıkların arasın-
86
dan görmeye çalıştı çılgınlar gibi. Elf görüş kabiliyeti keskindir ve elf gözleri, karanlık ile ışığa insan gözlerinden daha çabuk alışır. Ya da belki de tam o anda, daha rahat görmesini sağlayan şey, kafasında bulunan gözlerden çok kalbindeki gözlerdi.
Sturm Brıghtblade ayağa kalkmıştı.
Görüntü o kadar gerçekti ki -tabii eğer görüntü idiyse- Tanis neredeyse dostunun adını seslenecekti, neredeyse dostunun elini bir kez daha tutmak için ileri doğru uzanacaktı. Bir şey yarım elfi sessiz tuttu. Sturm'ün bakışları oğlu üzerinde odaklanmıştı, ve o bakışlarda hüzün vardı, anlayış ve sevgi vardı.
Sturm hiçbir söz söylemedi. Göğsüne uzandı ve elini yıldız ziynetinin üstünde kapadı. Göz kamaştırıcı parlak ışık bir anlığına azalıverdi. Sturm oğluna doğru uzandı.
Steel babasına bakakalmıştı; genç adam karşısındaki ölüden daha fazla mordu.
Sturm'ün eli Steel'in göğsüne dokundu. Ziynetin ışığı parladı.
Steel çabucak elini göğsüne koydu, orada bir şeyler bulabilmek için yokladı ve bulunca elini üstüne kapayıverdi. Parlak ışık kısa bir süre için Steel'in elinde nabız gibi attı, parmaklarının arasından sızdı, sonra ışık karanlık oluverdi. Steel elinde her ne varsa zırhının içine sokmuştu.
"Kafirlik!" Sor VVılhelm nefret ve öfkeyle boğuk bir haykırış koy-verdi, sonra kılıcını kınından çekti.
En sonunda, alevli ışık halkası kayboldu. Tanis açıkça görebiliyordu ve bu görüntü onun cesaretini kırdı ve onu korkuttu.
Sturm Brightblade'ın bedeni gitmişti. Naaşı yok olmuştu. Geriye tek kalan, tabutun üstünde duran miğfer, parlak antika zırh ve kadim kılıçtı.
"Aldatıldık!" diye gurluyordu Sor VVilhelm. "Bu adam bizden biri değil. O bir Solamniya Şövalyesi değil. O Karanlık Kraliçe'nin bir hizmetkârı! Kötülüğün bir askeri! Yakalayın onu! Öldürün!"
"Büyülü ziynet! diye haykırdı başka bir şövalye. "Gitmiş. Onu çaldı! Ziynet onun üstünde olmalı!"
Silahı olmayan Steel, içgüdüsel olarak en yakınındaki kılıca uzandı. Kılıcı -babasının kılıcını- katafalkın üstünden aldı. Kılıcı kaldıran Steel, Sor VVılhelm'in aşağı doğru savurduğu gözü dönmüş darbeyi kolayca engelledi. Genç adam, daha yaşlı olan şövalyeyi geriye doğru itti, şövalye de bir zırhın kadim, tozla kaplı tabut üzerine çarpış tıngırtısıyla düşüverdi.
87
Diğer şövalyeler yaklaşıyordu. Güçlü ve becerikli olan Steel bile, yedisiyle birden aynı anda savaşıp yenmeyi ümit edemezdi.
Tanis kılıcını çekti. Katafalkın üstünden sıçradı ve Steel'in yanına kondu.
"Caramon! Onun arkasını kolla!" diye haykırdı Tanis.
Caramon ağzı beş karış açık duruyordu. "Tanis! Sanırım benim gördüğüm-"
"Biliyorum! Biliyorum!" diye haykırdı Tanış. 'Ben de gördüm!" Koca adamı dalıp gitmiş şaşkınlığından silkeleyip kurtarmak için bir şeyler yapması gerekiyordu. "Caramon, bir ant içtin! Steel'i kendi oğlunmuş gibi koruyacağına dair yemin ettin."
"Öyle yaptım..." dedi Caramon vakur bir ciddiyetle. Yolunu kesmeye cüret eden en yakınındaki şövalyeyi yakalayan koca adam, onu bütün bütün kenara fırlatıverdi. Kılıcını çeken Caramon, sırtını Steel'in sırtına dayadı.
"Bunu benim için yapmanız gerekmez," diye zar zor nefes aldı Steel, kanı çekilmiş dudakları arasından. "Benim savaşımı savaşmanıza ihtiyacım yok!"
"Bunu senin için yapmıyorum," diye yanıt verdi Tanis. "Bunu baban için yapıyorum."
Steel ona baktı, şüphe doluydu, inanmıyordu.
"Ne olduğunu gördüm!" dedi Tanis basitçe. "Gerçeği biliyorum."
Kara şövalye yamağının göğüs zırhını, Karanlık Kraliçe'nin berbat nişanıyla süslü zırhı işaret etti. Ve onun altından bir beyaz ışık parıldıyordu.
Steel'in yüzünü bir rahatlama kaplayıverdi -genç adam bunun gerçekten yaşanmış mı olduğunu yoksa delirmeye mi başladığını kara kara düşünmekteydi çünkü. Hemen kendini toparladı, yüzü sertleşti. Steel bir kez daha Takhisis'in Şövalyelerinden biriydi. Düşmanlarıyla yüzleşmek için sertçe dondu.
Solamniya Şövalyeleri kılıçlarını çekmiş duruyordu ama hemen saldırmadılar. Tanış Yarımelf ülkede güçlü bir şahsiyetti ve Caramon Majere ise hürmet gören, meşhur bir kahramandı. Şövalyeler emirlerini duymak için tedirginlikle kumandanlarına baktılar.
Sor VYilhelm ayağa kalkmak için debelenmekteydi. Onun için cevap epey açıktı. "Diğer ikisi kötülük tarafından ayartılmışlar! Hepsi de Karanlık Kraliçe'nin hizmetkârı. Üçünü de yakalayın!"
Şövalyeler saldırmak için sıçradılar. Steel iyi dövüşüyordu;
88
gençti, yetenekliydi ve bütün hayatı boyunca bunun gibi bir karşılaşma bekleyip durmuştu. Gözleri alev alevdi ve kılıcı meşale ışığında parlıyordu. Ama genç Solamniya Şövalyeleri ona denkti. Şimdi aralarında duran kötülüğü gördüklerinden, gözleri kutsal bir ışıkla parlıyordu; şereflerini koruyor, kafirliğin öcünü alıyorlardı. Dört tanesi Steel'in etrafını sardı, onu canlı yakalamaya niyetliydiler, onu yaralamaya kararlıydılar, öldürmeye değil.
Kılıçlar şangırdadı. Vücutlar itilip kakıldı. Kısa süre sonra, Steel'in alnındaki derin bir yaradan kan akıyordu. Şövalyelerden ikisi de kana bulanmıştı ama yenilenmiş bir güç ve coşkuyla savaşıyorlardı. Steel'i katafalkın önünde sıkıştırdılar.
Tanis yardım etmek için elinden geleni yaptı ama yıllardır hiddetle bir kılıç kullanmamıştı. Caramon öfleyip pöflüyor, harıltıyla soluyor ve homurdamyordu. Koca adamın kafasından terler boşalıyordu. Düşmanı altı darbe indiresiye kadar o bir darbe indiriyordu ama Caramon -büyüklüğü ve kuvvetiyle- o bir darbenin etkili olmasını her zaman başarırdı. Kılıcı, bir örse inen çekiç gibi çınlıyordu.
Üçü de merdivene doğru yollarını açabilmek için savaşıyordu ama şövalyeler de onların kaçış yolunu kesmeye aynı derecede özen gösteriyordu. Bereket, Sor VVilhelm'in aklına takviye çağırması için şövalyelerden birini yollamak gelmemişti. Muhtemelen, şan şöhret edinmek için Karanlık Kraliçe'nin şövalyesini kendi başına yakalamak istiyordu. Ya öyleydi, ya da küçük birliğinin gücünü azaltmayı göze alamıyordu.
"Eğer merdivenlere ulaşabilirsek," dedi Tanis, Caramon'a, ikisi sırt sırta dövüşürken, "ana kapıdan hızla çıkabiliriz. Orada iki muhafız var. Ve ondan sonra..."
"Dur hele... önce oraya kadar bir gidelim!" Caramon katafalkın yanma dayanmıştı, hâlâ yiğitçe savaşıyordu ama koca adam nefes nefeseydi. "Kahrolasıca ağır... zincir zırh!
Tanis artık Steel'i göremiyordu; o gümüş zırhtan örülmüş bir duvar tarafından kuşatılmıştı. Ama Tanis genç adamın kılıcının çınlayışını duyabiliyordu ve Solamniya Şövalyeleri üzerindeki sayısız taze yaraya dayanarak Steel'in hâlâ savaşmakta olduğunu kestire-biliyordu. Onu kesip biçene kadar savaşmaya devam edecekti. Kendisini canlı ele geçirmelerine asla izin vermeyecekti.
Babasının hatırasına leke sürmeyecekti.
Tanis'in vücudundaki her kas ağrıyordu. Bereket ki, genç bir şö-
89
valye olan rakibi, büyük kahramana karşı korkuyla karışık bir saygı duyuyordu da, gönülsüz bir şekilde savaşıyordu. Sor VVilhelm hiddetten köpürmüş gibi görünüyordu. Bu çatışma şimdiye kadar bitmiş olmalıydı. Merdivenlere baktı. Artık şimdi alarm verecek, takviye güç çağıracaktı.
Eğer bu gerçekleşirse, kesinlikle sonlan gelmiş demekti.
"Sturm Brightblade," dedi Tanis yavaşça, "başımıza bu belâyı sen sardın. En azından dışarı çıkmamıza yardım edebilirsin!"
Paladine'ın semboluyle süslenmiş demir kapılar merdivenlerin tepesinde duruyordu. Doğanın tuhaf bir muzipliği olabilirdi, ya da tanrının nefesi. Aniden, büyük bir şiddetli rüzgâr kapıyı yarıp içeri girdi, meşaleleri sanki onlar mummuş gibi söndürüverdi ve türbeyi karanlığa boğdu. Asırların tozunu kaldıran rüzgâr, Solamniya Şövalyeleri'nin yüzlerine toz toprak saçıverdi.
Tam yardım çağırmak için derin bir nefes almakta olan Sor VVilhelm, içine kocaman bir toz bulutu çekiverdi. Boğulmaya ve öksürmeye başladı. Şövalyeler körleşmiş bir halde etrafta sendelemeye başladılar, gözleri çakıl kumuyla dolmuş, ağızları tozla kaplanmıştı.
Gariptir ki bu toz Tanis'i etkilemedi. Karanlığın içinde, göğüs zırhının altından parlayan donuk ışık sayesinde Steel'in yerini belirledi. Aniden dezavantaj içine düşmüş rakibine karşı kılıcını havaya kaldırmakta olan genç şövalye yamağını sıkıca yakaladı ve genç adamın kulağının içine haykırdı.
"Haydi buradan çıkalım!"
Bir anlığına, bir tartışmayla karşılaşacağını düşündü -Sturm olsa karşı çıkardı- ama o sırada Steel, Tanis'e sırıttı, çarpık bir sırıtıştı bu, Kitiara'nın çarpık sırıtışı. Kılıcı elinde merdivenlere doğru koştu. Tanis aldığı ağır nefesler sayesinde Caramon'u buldu.
Elini koca adamın omzuna koyan Tanis, şöyle dedi," Merdivenler bizim tek şansımız. Başarabilir misin?"
Caramon başıyla onayladı -konuşamayacak kadar bitkindi- ve Steel'in ardından paldır küldür ilerlemeye başladı. Tanis katafalkın yanından geçerken elini hafifçe, kısaca antika zırhın üstüne koydu.
"Teşekkürler dostum," diye fısıldadı Tanis.
Bir yaygara içinde merdivenleri tırmandılar. Demir kapıları pat-latırcasına açıp çıkan Steel, ana kapıya doğru koştu. Savaşın alevi karanlık gözlerinde parlıyordu. Tanis onu yakaladı ve neredeyse hevesli adamı yere devirecekti. Steel ona hiddetle baktı ve kendini
90
kurtarmak için debelendi.
Tanis genç adamı sıkı sıkıya tuttu. "Caramon, kapılar!"
Caramon demir kapıları yakaladı, onları güm' diye kapattı, sonra onları kapalı tutabilecek bir şey bulmak için aceleyle etrafına bakındı. Tamirat sırasında kullanılan birkaç ağır mermer blok hemen yan tarafta durmaktaydı. Homurdanarak bloklardan birini kaldıran Caramon, tam merdivenleri tırmanan ayak sesleri duyulur olduğunda onu kapılara doğru ittirdi. Demir kapılara bir darbe indi ama yerlerinden kıpırdamadılar.
Paladine Odası'nın içinden darbeler ve sesleri boğulmuş haykırışlar geliyordu. Birinin duyması an meselesiydi.
"Şimdi gidiyoruz," dedi Tanis genç adama. "Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaya- Ah, neyse boş ver."
Caramon'un yüzü kıpkırmızıydı, hiddetli bir boğa gibi öfleyip pöflüyordu. Tanis'in gömleğinin sol kolu şerit şerit kesik duruyordu; aldığını hiç fark etmediği bir yaradan kan akmaktaydı. Steel'in kafası kan içindeydi, zırhı ezilmiş ve çizik çizik olmuştu.
Ve Tanis şöyle düşündü, 'içimden bir ses, kimse bir daha bir Tak-hisis Şövalyesi'ni bir Solamniya Şövalyesi ile karıştırmayacak diyor bana.'
Haklıydı da. Üçü ana kapıya varır varmaz arkalarından bir borazan sesi duyuldu. Bu alarmdı, silahlara çağrıydı. Kapıları koruyan muhafızlar sıçrayarak harekete geçtiler, hemen savunma önlemleri almaya başladılar.
Birkaç saniye içinde kapılar inecek, sıkı sıkıya kapatılacaktı.
"Koşun!" diye emretti Tanis. "Ve koşmaya devam edin," dedi Steel'e.
Kapanmakta olan kapılara doğru çılgınca ve umutsuzca bir depara geçtiler. Görevdeki şövalyeler, Steel'e tek bir kez baktılar ve kılıçlarını çekerek onu durdurmak için koşturdular
Kapının dışında bir şimşek nefesi patlaması oldu. Devasa bir mavi kanadın ucunun havadan hızla süzülüp geçtiği görüldü. Dışarıda kalan siviller ejderhalar hakkında bir şeyler haykırıyordu. Panikleyen, korkuya kapılan insanlar, giriş yerinde bir karambol oluşturarak, hem şövalyelerin saldırısına, hem de kapıyı kapamalarına engel oldular.
Tanis ve Caramon arbedeye daldılar. Kendisine meydan okuyan bir şövalyeye darbe indirmek için dönen Steel'i sürüklemek için ikisinin birden tutması gerekmişti.
91
Kulenin dışında, mavi ejderha Flare, alçaktan uçarak dehşete kapılmış kalabalığın üzerinden süzülüyor, insanların tökezleyip hendeklerin içine düşmesini sağlıyordu. Arada sırada ejderha, şimşek nefesini kullanarak yerde ve kalenin surlarında delikler açarak paniği arttırıyordu.
"Sara!" diye haykırdı Tanis, kollarıyla işaret ederek.
Sara, ejderhayı yere yaklaştırdı. Kadın elini uzatıp Tanis'i semerin üzerine çekiverdi. Tanis ise, hâlâ dövüşmekte olan Steel'ı yakaladı ve Caramon'un da arkadan yaptığı yardım ile genç adamı ejderhanın sırtına çekmeyi başardı. Caramon en son olarak at-layıverdı. Sara bir emir sözü söyledi ve Flare havaya yükseldi.
Şövalyeler, kutsal türbeyi kirletmek gibi iğrenç bir teşebbüste bulunanlara doğru haykırarak ve Paladine adına lanetler okuyarak kaleden dışarı koşturdular. Surlarda konuşlandırılmış okçular havaya oklar fırlattılar. Tanis, kaleyi koruyan ve borazan sesi duyulduğunda havalanmış olan gümüş ejderhalar hakkında daha çok endişeliydi.
Ama gümüş ejderhalar ya bir maviyle dövüşüp şu aralar ejderhalar arasında olan tedirgin ateşkesi bozmak istemiyorlardı, ya da gümüşlerin kendisi de ölümsüz bir el tarafından engelleniyordu. Flare'e nefretle baktılar ama onun uçup da kendini kurtarmasına izin verdiler.
Dostları ilə paylaş: |