Dev İmbik
Ebu’n-Nûr:
“Oğlum Hayran! İşte bu dev imbiği yaratan, yerli yerince yerleştiren, yükseklere kaldıran onu yer ile gök arasında koruyan, suyunu denizlerden yetiştiren, o denizlere ısı gönderen buharlaşan suları yükseklere uçuran, bulutlarda toplayarak bir müddet muhafaza eden, damıtılması bitince, damla damla yeryüzüne indiren, onu dağların hazinelerinde göl halinde durduran, oralardan, pınarlar ve gözler peyda ederek çaylar, ırmaklar ve nehirler halinde denizlere akıtan, bitirmeyen, tüketmeyen, daima böyle devam etmesini sağlayan ve üstelik bunun sır ve hikmetini saklayan kimdir?...
Yerküremizin yıllık turundan söz ederken yağmurdan bahsetmiş ve onun bazı sırlarını sana anlatmıştım. Şimdi de bu yağmurların meydana gelmesini sağlayan dev imbik hakkında Cenabı Hakkın Kur'an-ı Kerim'indeki buyruklarını görelim.
“Şimdi içmekte olduğunuz suyu bildirin bana: Onu buluttan siz mi indirdiniz? Yoksa biz miyiz indiren?..”261
“O öyle bir Allah'tır ki, yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü bir bina yaptı ve sizin için gökten bir su indirdi. Onunla türlü mahsullerden bir rızk çıkardı...”262
“Allah O'dur ki, rüzgarları gönderir de bir bulut kaldırır. Sonra onu gökte dilediği gibi yayar ve onu parça parça yapar. Derken yağmuru görürsün ki, bulutların aralarından çıkar...”263
“Allah O'dur ki, rüzgarları gönderip de bulutu harekete geçirerek yükseltiyor. Derken o bulutu ölü bir beldeye göndeririz. Sonra o bulutun yağmuru ile (ölü bulunan toprağı) ölümünden sonra diriltiriz...”264
“Allah gökten bir yağmur indirdi de onunla Arz'a, ölümünden sonra hayat verdi, bitkileri yeşertti. Şüphesiz ki bunda, İbret kulağı ile dinleyenler için öldükten sonra dirilmeğe bir alamet var.”265
“Gökten su indiren de O'dur. Sonra her çeşit nebatı biz onunla bitirip çıkardık. İçlerinden bir yeşillik çıkardık...”266
“Yağmur rahmetinin önünde, rüzgarları müjdeci olarak gönderen O Allah'tır. Nihayet bu rüzgarlar buhar ile yüklü ağır ağır bulutlar kaldırıp yükseldiği zaman, bakarsın ki, biz onları ölmüş memleketlere sevketmişizdir.”267
“Yağmurunun önünde, rüzgarları bir müjdeci olarak gönderen O'dur. Biz gökten pak ve temizleyici bir su indirdik. Ki, onunla, bitkisiz, ölü bir yeri diriltelim ve yarattığımız hayvanlarla insanlara su verelim. Doğrusu, yağmuru, memleketler arasında taksim ettik ki, ibret alsınlar. Yine de insanların çoğu yüz çevirdiler, ancak nimeti inkar ettiler.”268
“Gökten de bereketli bir yağmur indirip onunla bahçeler ve biçilecek ekinler bitirmekteyiz.”269
“Gökten de bir ölçü dairesinde bir yağmur indirdik de, onu yerde iskan ettik. Şüphe yok ki, biz o suyu yok etmeye de kadiriz.”270
“Rüzgarların sıkıştırıp yoğunlaştırdığı bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik. Onunla çıkaralım diye taneler, otlar... Sarmaş dolaş bağlar, bahçeler.”271
“Görmedin mi Allah, gökten bir yağmur indirdi de onunla cinsleri başka başka birçok meyveler çıkardı?...”272
“Görmedin mi ki, Allah gökten bir yağmur indirip de onu, yerde membalara sokmuştur. Sonra o yağmurla türleri çeşit çeşit ekinler bitiriyor...”273
“Görmedin mi ki, Allah, bulutlan sürüklüyor. Sonra bulutların arasını topluyor. Sonra onu bir yığın haline getiriyor. İşte. görüyorsun ki, yağmur bunların arasından çıkıyor...”274
“Görmediler mi ki, biz suyu çorak araziye sevk ediyoruz da, onunla hayvanların ve kendilerinin yiyecekleri ekini bitiriyoruz. Hala bunların Allah'dan olduğunu görmeyecekler mi?”275
Bu ayet-i kerîmelerin meali hakkında biraz düşün Hayran! Bundan önce açıkladığım ayetleri hatırla ilmin ışığı altında yağmurun nasıl meydana geldiğine, bu dehşetengiz düzene bir bak! Sırrını anlamaya çalış!
Bu imbik, muazzam bir damıtma değil midir, oğlum Hayran? Allah'ın yarattığı bu semavî imbik, akılara hayret ve dehşet veren bir mekanizma değil midir? Bu düzen ve tertip üzere yaratılan ilahî imbik müthiş bir süzgeçtir?
Bütün kanunları vazedilmiş, her şeyi yerli yerine konulmuş ilahi bir imbik vazifesi görmektedir. Isısı, buharlaşması, göğün yukarı tabakalarında buharının arı suya çevrilerek damla damla su haline dönmesi ve yere yağmur olarak inmesi, bu olayın her zaman devri daim yapması, her yıl muayyen gün ve aylarda yeniden harekete geçmesi, mevsimlere göre, rüzgarlar vasıtasıyla deniz kıyılarından karaların iç kısımlarına kadar bulutlarla taşınması... Bu muazzam düzen hiç bir zaman, vaktini şaşırmadan, bir değişme ve eksiklik olmadan, ne zerresinde, ne de katresinde bir eksiklik görülmeden devam etmektedir.
Bu düzenin tamamlanması için elbette şartlarının tam olması lazımdır. Ancak o zaman yağmur oluşabilir. Eğer bu hareket, dünyamızın dönüşü, ayın etkisi, güneşin ısısı, dünyamızın ekvator eğilim derecesi, ayın bir yüzünün sadece dünyaya bakması, yörüngesi, deniz yüzeylerinin genişliği, güneşin ısısıyla buharlaşması, yukarı tabakalara çekilip yoğun gaz haline gelmesi, sıvı haline çevrilmesi, toplanması, küçük taneler halinde yeryüzüne inmesi, ağırlığı, yerçekimi kuvvetiyle ay çekim kuvveti, rüzgarların yardımıyla, bir yerden başka yerlere sevk edilmesi, şimşekler..., olmasaydı acaba bu yağmur meydana gelebilir miydi? Şimdi bütün bunların bir yağmur taneciğini meydana getirmesi acaba kör bir tesadüfün eseri olabilir mi?” Hayran:
“Allah'a sığınırım bunu diyenlerin sözünden! Kibirlilik içinde gururlarının kurbanı olanlara ne yazık! Durumları ne kötüdür. Ne anlamaz kişilerdir onlar?..,” Ebu’n-Nûr:
“Bu korkunç denize ne dersin Hayran? İmbikin bir parçasını teşkil eden bu deniz nimetinin sırlarını neyle anlatayım sana? O deniz ki, Allah'ın biz insanlara sayısız nimet ve hikmetleriyle dolu bir hazinesidir. Onun hikmeti ve korkunç kuvvetlerini beyan eden ayetleri bir bir gözden geçirelim:
“Allah O'dur ki, denizi sizin hizmetinize bağladı; Allah'ın emri ile hem denizde gemiler hareket etsin, hem de fazlından arayasımz diye... Gerek ki, şükredesiniz.”276
“Rabbiniz O varlıktır ki, fazlından nasip arayasınız diye, sizin için denizden gemiler yürütüyor. Muhakkak ki O, size, çok merhametli bulunuyor.”277
“Görmedin mi, Allah'ın üzerinize bir nimeti olarak alametlerinden size göstermek için gemiler denizde akıp gidiyor.”278
“İnsanlar için bir alamet de, evlatlarını dolu gemide taşımamız ve kendilerine bunun gibi, binecekleri şeyler yaratmamızdır.”279
“O'nundur, denizde yüksek dağlar gibi akıp giden gemiler...”280
“Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında gece ile gündüzün arka arkaya gelişinde, insanlara yarar şeyleri denizde götürüp giden gemide; yeryüzü kuruduktan sonra, Allah'ın gökten yağmur indirerek arzı diriltmesinde, o arzda her türlü hayvanatı yaymasında, rüzgarları her taraftan estirmesinde, yer ile gök arasında Allah'ın emrine tabi bulutta, akü ve düşünce sahibi olan bir millet için Allah'ın birliğine, kudret ve yüceliğine delalet eden elbette birçok alametler vardır.”281
“Hem iki deniz müsavi olmuyor: Bu gayet tatlı; içimi afiyetlidir, kandırır. Bu (beriki) de gayet tuzlu; acıdır, içilmez. Her iki denizden de taptaze et (balık) yersiniz. Süs eşyası çıkarıp giyinirsiniz. Gemileri de görürsün ki, denizde suyu yara yara giderler, Allah'ın rızkından arayasınız diye... Olur ki, şükredersiniz.”282
Evet, Hayran! Bu ayetlerde çok, pek çok hikmet ve nimetlerini açıklayan sırlar vardır. Denizlerin esas itibariyle, gördüğümüz şekil ve durumda yaratılmasının hikmeti, tuzlu olması, öteki göl ve ırmaklardaki suların tatlılığına rağmen bütün deniz sularının tuzlu oluşu, denizdeki balıkların insan gıdası bakımından çok oluşu ve bunun için önemli denizlerin balıklarla dolu bir hazine teşkil etmesi... Gemilerin denizlerde yüzmesi, insanların bununla bir yerden diğer bir yere taşınmaları ve yüklerini nakletmeleri ve buna benzer sayılmayacak kadar pek-çok nimetleri olan bu denizler, insanlara her yönden faydalıdır.” Hayran:
“Hocam! Denizin birçok yönlerdeki yararlarını, hikmet ve nimetlerini anlamış bulunuyorum. Gerek önemli bir besin maddesini saklayan hazine bakımından olsun, gerekli gemilerin hareketine elverişli oluşu, bir yerden diğer bir yere gitmemizi, yüklerimizi taşımamızı kolaylaştırması noktasından olsun, bu faydaları idrak etmiş durumdayım. Fakat denizlerin yaratılışının, gemileri taşıyan bir nimet oluşunun hikmetini anlayamadım.”
Ebu’n-Nûr:
“Evet! Denizler, gördüğümüz şekilleriyle birçok nimet ve hikmetlere sahiptir. Eğer gördüğümüz şekilde geniş bir yüzeyi olmasaydı veya yeryüzünün üçte ikisini teşkil etmeseydi, buharlaşma olayı tamamlanamazdı. Hayat bakımından yeryüzünün esas unsurunu teşkil eden yağmur, bugünkü gibi yağmazdı. Şayet deniz suları tuzlu değil de tatlı olsaydı, o zaman da içinde yaşayan hayvanlar barınamaz, kokar, hastalıkların yayılmasına en büyük sebep teşkil ederlerdi. Eğer bu denizler, dünyamızın yalnız bir tarafında toplansaydı, öteki tarafta da karalar toplansaydı, şu gördüğümüz dağınık durum olmasaydı, o zaman elbette buharlaşma olayı, yağmurun karaya inmesi, nehirlerin teşekkülü, insan, ağaç ve bitkilerin sulanması mümkün olmazdı. Artık bunun gerisini sen düşün Hayran!...
Denizdeki gemilerin hareketi hususuna gelince... Kur'an-ı Kerim çeşitli ayetleri bu gizlilik ve hikmete işaret buyurmuştur: Arşimedes Kanunu. Gemiler bu konuna göre seyretmektedir. Ve balıklar da, istedikleri yere buna göre gitmektedir. Suyun üzerine konan cismin hacmine müsavi olarak, aşağıdan yukarıya doğru, direkt bir itme kuvveti vardır ki, üzerinde bulunan cismin ağırlığına eşit kaldırma gücüne sahiptir. Suya atılan herhangi bir cismin hacmi, şayet kapsadığı suyun kaldırma veya itiş kuvvetinden daha ağırsa, o cisim suya batar. Aksi takdirde suda yüzer. Arşimedes (M.Ö. 287-212) kanunu öz olarak şöyledir: “Suya batırılan bir cismin ağırlığı, bu cismin yerini tuttuğu suyun ağırlığı kadar azalır.”
Arşimedin matematik alanında da birçok buluşları vardır. Mekanik ve hidrostatiğin kurucusu olan Arşimet, çeşitli bilim konuları üzerine birçok yazılar yazmış olmasına rağmen bunlardan ancak on dördü zamanımıza kadar ulaşabilmiştir. Bir de Arşimet prensibi vardır. Sıvı veya gaz içine batırılan katı bir cisim batan kısmının hacmi kadar sıvı veya gaz ağırlığına eşit bir kuvvetle yukarıya doğru itilir. İşte bu ilahî kanundur. Ezelde, Allah tarafından va'zedilmiş olan bu kanuna uygun olarak denizde, gölde ve nehirde balıklar yüzer. Dağ gibi büyük gemiler de bu kanun ölçüsünde denizde seyrederler. Gemi neden olursa olsun, önemli olan nokta/ iki kuvvetin birbirine eşit olması veya suyun kaldırma gücünün cismin kapladığı hacimden daha ağır bulunmasıdır. Aksi takdirde cisim, suda yüzemez. Hemen suyun dibine iner. Dev yapılı gemilerin ağırlıkları, taşıdıkları insan veya yük, geminin kendi ağırlığı, hesap edilerek, ona göre yüzmesi temin edilir. İşte böyle bir kanunun, bu kadar ince ve dakik bir şekilde kendi kendine veya bir tesadüf eseri meydana gelmesi mümkün müdür?” Hayran:
“Gerçekten biz insanlar, gemilerin denizde nasıl yüzdüğünü ve suların içine dalan balıkların nasıl hareket ettiğini, dibe batmadan nasıl denge sağladığını ancak şimdi bu kanunu öğrendikten sonra idrak etmiş bulunuyoruz. İlahî bir sır olan bu konunu öğrenmeden önce demek ki, gaflet uykusunda imişiz. Gerçeği öğrenmekten çok uzak bulunuyormuşuz.
Böylece Kur'an-ı Kerim'in denizde yüzen gemileri zikretmesinde gizlenen hikmeti ilahiyenin Arşimet Kanunu olduğu anlaşılmaktadır.
Ebu’n-Nûr:
“Görüyorsun ya Hayran. Allahüteala bu mah-lukatı yarattı ve uymaları gereken kanunlarını da va'zetti. Bu sebep ve şartların hepsinin bir araya gelmesi bu koca kainatın bir makine gibi işlemesi, tesadüfün eseri olabilir mi Hayran?” Hayran:
“Hocam, bunlar elbette imkansızdır?” Ebu’n-Nûr:
“Kur'an-ı Kerim'in birçok ayeti celilelerinde zikri geçen şu dağlara ne dersin Hayran! Dağların meydana gelmesinde, oluşmasında, büyümesinde ve içlerinde çeşitli mağaralar açılmasında tesadüfün payı nedir?
Evvela Kur'an'ın bunlar hakkında ne dediğini görelim. Sonra da, modern ilmin sözlerine kulak verelim.
“Allah, yarattığı şeylerden size gölgeler yaptı. Dağlardan size siperler yaptı…”283
“O, yer'i, enine boyuna uzatıp döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar meydana getirendir...”284
“Biz, yeri bir toplantı yeri yapmadık mı? Hem dirilere, hem ölülere... Orada yerli yerinde sabit yüce dağlar yerleştirip de size tatlı bir su içirmedik mi?”285
“Arzı da döşedik ve oraya yerli yerinde dağlar koyduk, orada hikmetle ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik.”286
Bunlar, Kur'an-ı Kerim'in dağlar hakkında zikrettiği bazı ayetlerdir. Ayetlerde belli bir açıklık, bariz bir ifade, ayrıca bı, çok hikmet ve nimetlere işaret vardır. Evet! Dağların kökleri vardır. Bu kökler onları sağlamca tutmaktadır. Evet! Dağlar insanlara, hayvanlara, kuşlara birer yuvadır. Karlara ve sulara birer mahzendir, depodur. Dağlar birer siperdir esen rüzgarlara karşı... Onun yüksekleri karların yıllandığı meskenlerdir. İç kısmı ise su birikintilerinin depolarıdır. Onun kabuk tarafı, suları bir süzgeç gibi süzen imbiklerdir.
Bu hususta ilim ne diyor? Bir de onun görüşlerine bakalım:
Şayet dağlar olmasaydı su kaynakları; tarlalarımızı, ağaçlarımızı ve bitkilerimizi sulayan ırmaklar olmazdı. Sonra bu ırmakların denize dökülmesi ve oradan buharlaşarak yağmur haline yeniden devridaim yapması mümkün olmazdı.
Eğer yeryüzü yuvarlak değil de düz olsaydı, yağan yağmur ve düşen karların hepsi bir yerde toplanırdı. Ne akardı, ne de ırmak halini alırdı.” Hayran:
“Dağların bu kadar işe yaradığını bu kadar faydalı olduğunu şimdiye kadar bilmiyordum.” Ebu’n-Nûr:
“Birçok ayetlerde dağların böylesine sık zikredilmesi, büyük bir nimet olduklarının söylenmesi, doğrusu benim de hayretime gitmişti. Fakat sonraları, dağların niçin yaratıldığını, onlardaki büyük hikmeti ilahiyeyi idrak edince bu hususa hak verdim. Ve inandım ki, dağların çok büyük yararları vardır. Dikkat etmişsen dağlardan bahseden ayetlerin hemen ardından sudan, ırmaklardan, yollardan ve bitkilerden söz etmektedir. Bu hikmetleri düşündükten sonra şunu anlamış bulunuyorum ki, eğer dağlar olmasaydı yağmurlar meydana gelmez ve yeryüzüne bir damla yağmur düşmezdi. Çünkü Cenabı Hak dağları, karların yavaş yavaş eriyerek toprak tarafından emilmesi için bir depo, yüksek yerlerden gelen sular için bir mahzen yaptı. Dağlar olmasaydı, oralarda kaynayan membaların ovalara iniş düzeni bozulurdu. İlmin de belirttiği gibi, yeryüzünün sulanması, denizlere dökülen suların yeniden yağmur halinde devri daim yapması mümkün olmazdı. Hatta yağmuru meydana getiren esas sebepler ortadan kalkardı. Bütün bunlar bir tesadüf eseri midir Hayran?” Hayran:
“Allah'ı bütün noksanlıklardan tenzih ederim hocam!” Ebu’n-Nûr:
“Yağmurun yağış ve oluşunu anlatan bu eşsiz düzeni bırak ta, şu suya bir bak bakalım! Sudaki hikmeti ve çok büyük nimeti anlamaya çalış!
Cenabı Hak Kur'an'da şöyle buyuruyor:
“Biz her şeye su ile hayat verdik”287
İlim de der ki: “Su, hayatın aslıdır. Bütün canlının esası, çekirdeğidir.” Suyun terkip ve oluşumunda tesadüfün payı nedir Hayran?
Biliyorsun ki su, iki çeşit gazdan meydana gelmiştir: Birisi oksijen; ikincisi hidrojendir. Fakat bu iki gaz ancak belirli bir sıcaklıkta birleşebilmektedir. Bu ısı, ne çok yüksek, ne de çok düşük olacaktır. Acaba nasıl oldu da bu ince terkip sadece yerküremizde meydana geldi? Öteki gezegenlere böyle bir şey olmadı. Bunun hikmeti nedir Hayran?
Hayatın bekası ve teşekkülü için esas unsuru teşkil eden suyun, iki element halinde sadece yerde, belli bir ısı derecesinde birleşmesi mümkün oldu da, başka gezegenlerde neden olmadı? Belki “bu birleşme kör bir tesadüf icabıdır” diyebilirsin. Fakat şunu unutma:
Elementlerin birleşmesi, sabit bir periyodik kanunun hükmü altında cereyan etmektedir. Şunu iyice bil ki, bir atom çekirdeğinin yüzeyinde dönen elektronlar sekizden fazla değildir. Bu çekirdeğin, ilave edilen herhangi bir elementle birleşmesi için kendi ailesindeki boş yere eşit olması gerekir ki, o ilave edilen elementi kabul etsin. Şayet ailesindeki boş yere, eşit değilse onu kabul edemez. Ve bu yüzden birleşme de olamaz. Hayran! Bu kanun da mı tesadüfün eseridir? Sonra şu oksijen ile birleşmek isteyen ve kendisine ilave olunmasıyla, yeryüzündeki canlı varlıkların hayatlarının esas unsurunu teşkil eden suyun tekevvünü de mi kör tesadüfün eseridir?..288
Dostları ilə paylaş: |