İLİm-felsefe-kur’an işIĞinda iman



Yüklə 2,07 Mb.
səhifə25/31
tarix03.01.2019
ölçüsü2,07 Mb.
#88844
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   31

KENDİ NEFİSLERİNDE

Gerçeği anlamalarına kadar varlığımızın belgelerini onlara hem ufuklarda ve hem de kendi nefislerinde göstereceğiz”318



Üç Karanlık

Ebu’n-Nûr:

“Canlılar alemindeki akıllara durgunluk veren şu erkeklik ve dişilik nizamına bir bak Hayran! Bütün canlılar çift çift yaratılmıştır. Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetleri de bun­ların belli bir maksat, irade ve hikmetle yaratıldıklarını zikredi­yor. Böyle bir nizamın hayvanlar ve bitkiler aleminde meydana gelişinin tesadüfle ilgisi nedir? Bunu tesadüfe bağlayabilir mi­yiz?

Önce Allah'ın ayetlerine kulak verelim:

Gerçekten O'dur, erkeği ve dişiyi iki eş yaratan”319

Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerin­den çift çift yaratan Allah münezzehtir.”320

Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çift­ler halinde varetmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O'nun bilgisine göredir.”321

Yeri düzleyen, orada dağlar, nehirler vareden, her türlü ürün­den çift çift yetiştiren, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur. Bunlarda, düşünen kimseler için ibretler vardır.”322

İbret alasınız diye her şeyi çift çift yaratmışsızdır.”323

Bu ayetler, bütün canlıların erkekli dişili çift çift yaratıldığı­na dair Kur'an-ı Kerim'in açıklamalarıdır. Çiftleşme kanununu izah eden ayetler bunlar. Bir de ilim ne diyor onu dinleyelim:

Çiftleşme nizamı bütün canlılarda hemen hemen aynı şekil­de cereyan etmektedir. Aynı metod, aynı nispet, aynı aşılama ameliyesi... Bilginler diyor ki: Sözü geçen benzerlik yani çiftleş­me olayındaki eşitlik, her canlıda vukua gelen üreme hadiseleri ortak bir karakter belirtir. Bu nasıl olmaktadır? Bunun hikmeti nedir?

Bu hikmet, çok yakın bir zamana kadar anlaşılamamıştır. Fakat ben, son asrın filozoflarından Fransız düşünürü Henri Bergson (1859-1941)u okuduktan sonra, Kur'an-ı Kerim'de sık sık zikredilen “dişili ve erkekli yarattık” ifadesini anlamış bulu­nuyorum.

Bu filozofun görüşlerini okumadan önce, Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetlerde her şeyin dişili erkekli yaratıldığının tekrar tekrar zikretmesinin sebebini bir türlü idrak edemiyor ve şöyle düşünüyordum.

Herhalde diyordum, Cenabı Hakkın erkekli dişili olarak yarattığı canlıları ikide bir ayetlerde zikretmesinin hikmeti biz insanlara verdiği nimetleri hatırlatmaktır..,

Fakat sonradan “bu ihsan ve ikramın yönü ne olabilir” diye düşünmeye başladım. Çünkü erkekli dişili yaratmanın esas hikmeti, canlıların yeryüzündeki nesillerinin bekasıdır. Bunda­ki ihsan ve ikramın hikmetini önceleri anlayamadım. “Neden bunu tekrar tekrar zikrediyor diyor” diyordum, ilk nazarda ak­la gelen hikmet, bunu aydmlatamaz. Elbette daha başka bir şey aramak gerekir. İşte ben son zamanlarda, Henri Bergson'un ileri sürdüğü görüşleri okuyunca, canlıların dişili erkekli yaratılma­sı olayının tekrar tekrar zikredilmesinin hikmetini anlamış bu­lunuyorum. Şöyle ki:

Allah'ın bütün canlıları dişili erkekli yaratmasının Kur'an'da, tekrar tekrar zikredilmesinin hikmeti; bütün bunların tesadüf olarak değil de, müstakil bir irade ile yaratıldığını açıklamak ve belirtmek içindir.

Bütün canlıların erkekli dişili yaratılması ve bunun ayetler­de sık sık tekrar edilmesi; bizleri o tarafa yöneltmek, çok dik­katli düşünmeye davet etmek, bütün bunların ilahi irade ve kudretin eseri olduğunu tesadüfün rolü olmadığını belirtme hikmetine mebnidir, Hayran! Bunları bir kaç gün önce sana an­latmıştım. Geçen derslerimizde, Henri Bergson'un bu konudaki nazariyesini açıklarken zikretmiştim. Fakat yeri gelmişken bir kere daha tekrar edelim. Çünkü tekrarda fayda vardır:

Henri Bergson'a göre, bütün canlıların, erkekli dişili olması; çiftleşmede hep aynı tertip, aynı nizamın vuku bulması tesadüf değildir. Bergson bunu açık bir misalle ispat eder. Bu olayların tesadüf eseri olmadığını kesinleştirir. Ve aksini savunanlara meydan okur. Böylece ileri sürülen ve tesadüfe bağlanan gö­rüşleri çürütür. Verdiği misallerden birisi görme duyuşudur. “Eğer bunlar tesadüf eseri olarak meydana gelseydi, bütün in­san ve hayvanlarda, hatta bitkilerde, aynı durum bahis konusu olurdu” der ve devam eder:

“Eğer iddia edildiği gibi, tesadüfün varlığını kabul edersek, bütün hayvanlarda, görme organı olan gözün aynı nitelikte olma­sı icap ederdi. Halbuki bitkiler müstakil bir türden meydana gelmiş; hayvanlar ise başka bir türden... Eğer hayvanlarda bu görme hassesi aynı değilse bitkilerin durumuna ne dersiniz! Şa­yet biz erkekli dişili yaratılmış olmayı, hepsinin aynı terkip, ay­nı metot ve aynı birleşme içinde bulunmasının delili sayarsak, o takdirde bitkilerdeki üreme şeklinin hayvanlardaki üreme metoduna tamamıyla aykırı olması keyfiyetini nasıl izah ede­riz? Nasıl oldu da hayvan, kendi kendine erkekli dişili olmasını istedi ve bunu tesadüfle meydana getirdi? Bu nasıl şeydir? Bit­kilerde de bu hususun yine kendi kendine oluşması gerekirken nasıl başka başka yol ve metodlarla bir üreme yolu tuttu?

Bu tesadüf eseri olabilir mi?” Hayran:

Yerin yetirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilme­diklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir.”324 Evet, Allah'ı bü­tün noksan sıfatlardan tenzih ederim, hocam!” Ebu’n-Nûr:

“Şu insanoğlunun ana rahmindeyken cenin halindeki durumuna bir bak! Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de on­dan fazla açıklayıcı ayet vardır. O'nun yaradılışında, şekilleni­şinde, yumurta ve menî halinde, küçük hayvancık nutfe duru-munda, kan pıhtısı, sonra et parçası, daha sonra kemikleşme ve kemiklere et giydirme halinde, ruh verilmesi, rahimde muay­yen bir müddet için karar kılması halinde, yine rahimde bir kö­şeye çekilip dünya yüzüne çıkmayı bekleme demlerinde, bütün bu yaratılış kademelerinde tesadüfün payı ne imiş, onu da tet­kik edelim, Hayran!

Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz, bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, biz sizi topraktan, sonra nutfeden sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süre kadar rahim­lerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağına varırsınız...”325

Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır. Onu deneriz; bu yüzden onun işitmesini sağlamışızdır.”326

Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, müte­nasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?”327

İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi?..”328

Canı çıksın insanın, o ne nankördür! Allah onu nereden yarat­mış? Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek ona şekil ver­miş.”329

Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: Seni topraktan, sonra, nutfeden yaratan, sonunda da seni insan kılığına koyanı mı inkar ediyor­sun?..”330

Sizi bayağı bir sudan yaratıp, onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi? Buna gücümüz yeter; biz ne güzel güç yetiririz!331

And olsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi donmuş kana çe­virdik, donmuş kanı bir çiğnem et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir!”332

Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun suyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, göz­ler, kalpler vermiştir. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz.''333

Ana rahminde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur...”334

.,. Sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde yara­tılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır...”335 Bunlar insanın yaratılı­şını açıklayan bazı ayetlerdir. Bir de ilmî görüşlere kulak vere­lim.

İnsan embriyonu tıpkı tavuk yumurtası gibidir, Fakat on­dan çok çok daha küçüktür. Çapı milimetrenin onda biri veya ikisi kadardır. Ağırlığı ise gramın milyonda biri kadardır. Emb­riyon içinde milimetrenin onda üçü veya dördü kadar çekirdek (Noyou) vardır. Çekirdeğin içinde de çapı milimetrenin binde biri kadar olan çekirdekçik vardır...

Sonra bu embriyon yumurtalığın içinde gelişip olgunlaş­maya başlar. Çekirdeğin içinde de, albümin denilen yapışkan, beyazımsı bir sıvı vardır. Çekirdek gelişmeğe başlayınca içinde bulunan sıvı da artma gösterir. En sonunda çekirdeğin zarına dayanır. Neticede zar iyice incelir ve patlar. Böylece embriyon, çekirdekten ve yumurtalıktan çıkmış olur. Fakat bu küçük embriyoncuk zifiri karanlığın içinde nereye gider?.. Tek başına nasıl yol alır... Fakat onu bekleyen sevgilisi vardır. Dişi yumur­tacık, bilmeden görmeden ona aşık olur. Erkek hayvancık da, yine görmeden ve bilmeden dişiye aşık olur. Her ikisi de birbir­lerine kavuşmak için sür'atle harekete geçerler. Ve nihayet yol­da görüşürler, birleşir ve muratlarına ererler. Birbirlerine sarı­lır, bir karı koca gibi kendileri için özel olarak hazırlanan aile yuvasına doğru güle oynaya giderler. İşte insanoğlunun yani cenin'in teşekkülü burada başlar.

Fakat bu dişi yumurta, çekirdeğinden çıktıktan sonra, er­kek hayvancıkla birleşmek için, rahmin arka tarafındaki boru­nun ağzına saklanır ve sevgilisini beklemeye başlar. Fakat er­kek hayvancık nasıl bulacak onu. Üstelik her taraf karanlık.

Erkek hayvancık denilen sperma, çok çalışkan atik, zeki, cüretli bir mahluktur. Maşukası olan dişi yumurtacığın, rahmin arka tarafındaki kıl gibi ince ve dolambaçlı kanalın ağzında kendisi beklediğini bilir... Erkek hayvancığın rahimden geçme­dikçe ona erişmesi mümkün değildir. Başka hiç bir yol yoktur. Bu bakımdan hemen rahme girer. Hiç bir tarafa sapmadan, doğrudan doğruya, yumurtacığın beklediği, o karanlık ve ince boruya girer. Ve maşukuna kavuşur. Fakat yumurtacığı görün­ce, kendisinin çok büyük bir cesamete sahip olduğunu anlar. Onu nasıl deler? İçine nasıl girebilir? Çünkü spermanın boyu, 52-62 mikrondur. Bu durum karşısında yumurtacığı delmek için başının hem ince ve hem de sivri olması gerekir. Eğer doğ­rudan doğruya dolanarak, yüzerek üzerine gelse, delmesi im­kan haricidir. O halde, ancak bir burgu gibi dönerek, çok hızlı bir şekilde, yumurtalığa doğru gelmesi gerekmektedir. Ve la­zım gelen sür'at ve dönmeyi ayarlar. Nihayet gelir, yumurtacı­ğı deler.

İşte sperma bütün bunları bildiği için, yumurtaya yönelme­den önce başını inceltir. Bir kuyruk yapar. Bu kuyrukla başı arasında bir düğüm meydana getirir. Böylece, başı yumurtanın içine girdiği zaman, kuyruk kendiliğinden kesilir, dışarda kalır. Kuyruğun rolü, sıvının için de yüzerek gitmesini sağlamaktır. Tabiîdir ki, işi bitince kuyruk dışarı atılır. Bu durum fezaya atı­lan roketlerde aynen tatbik edilmektedir. Uydu veya roket, uzayda istenilen sür'ati alıp yörüngesine oturduğu zaman kuy­ruk kısmı ayrılmaktadır.

Bunun yanında dişi yumurtacık, hem vefakar, hem zekî ve hem de iffetlidir. Her şeyden evvel yalnızdır. Halbuki sperma­lar çoktur. Sayıları iki yüz milyonu aşar. Bu milyonlarca hay­vancığın hepsi onu ister. Cidarın arkasında hep ona kavuşma ve ona erişme hareketleri yapar dururlar. Kendisine ilanı aşk etmeye başlarlar. İşte bu hayvancıklar arasından en zeki ve en kuvvetlisi, cidarı delmeye muvaffak olur ve dişi yumurtacık kalbini ona açar (Cöne d'attraction) sevgilisini içeri alır. Ve der­hal kapıyı kapar. İçeriye, cidarı delmeyi başaran kuvvetli hay­vancıklar başkasının girmesine mani olur. Hemen bir dış kabuk meydana getirir, böylece başkasının girmesine engel olur. Geri­de kalan milyonlarca sperma, bu güzel kıza aşık olan ve onunla nişanlanmak isteyen o yakışıklı gençler, sevgilisine erişemedik­leri için mahzun mahzun geri döner, hastalanır ve acı çekerek ölürler.

Oğlum Hayran! Bir de bunlar için hazırlanmış “yuvadan” bahsetmiştim. Karı kocanın birlikte yaşadığı bir aile ocağına değinmiştim. İşte o evin adı “rahim”dir. Rahim, bu yeni konuk­lara o kadar iyi, misafirperver ve şefkatli davranır ki, her ay başı onların gelişini bekler, gelin ile damadı memnun etmek için gerekli bütün hazırlıkları yapar. Evi çekip çevirir, her şeyi dü­zenler. Rahatça yaşamaları, yuvalarını ve yiyecek maddelerini temin etmeleri için rahmin cidarındaki kan damarlarına bağlı ince ince borucuklar vardır. Bunlarla yemek getirilir. Hatta ka­nın içinden gelen oksijenle beslemeyi hiç unutmaz bunları. Et­raflarını saran incecik borular, hücrelere, hücreler de kan damarlarına bağlı olarak işlemeye başlar. Guddeler çalışır. Eğer evlenme burada tamamlanırsa “ilkah” dediğimiz aşılama olur­sa, her ikisi de rahat ve huzur içinde, büyümeye koyulur. Şayet yumurta sevgilisi ile birleşmezse, işte o zaman kıyamet kopar. Yumurta rahmi kanla doldurur. İşte o zaman rahim, ikinci ay­başı için yeniden yeni hazırlıklara başlar.” Hayran:

“Hayret ve dehşet verici bir durum, hocam! Allah ne yücedir! Allah ne büyük kudret ve hikmet sahibidir! Ya Rabbi! Sen ne büyük yaratıcısın!..” Ebu’n-Nûr:

“Bundan daha acayip olanı var, Hayran! Aşı­lamadan, yani ilkahdan sonra her ikisi de kendilerinde bulu­nan kromozom ve genlerle büyümeye ve gelişmeye başlarlar. Burada Kur'an-i Kerim'in veciz bir şekilde beyan buyurduğu bir hikmeti sezmiş bulunuyoruz. Dikkat edersen Hayran, bunu sen de anlayabilirsin. İşte burası hayret ve dehşet verici bir noktadır. Kur'an, bunu bize bin üç yüz elli yıl önce bildirmiştir. Fakat aklı çatıştırıp bunu idrak etmekten uzak kalmışız. Kur'an-ı Kerim'in belagat ve fesahatle beyan buyurduğunu manaları anlamadan okumuşuz. Bak Hayran! Şu duruma dik­kat et!

İlahî kudret ne kadar büyük! İnsanoğlu nasıl meydana gel­mektedir? Ceninden önceki devreyi, biraz olsun idrak etmiş durumdasın. Bu nasıl meydana gelmiştir? Babalarımızdan, de­delerimizden ve atalarımızdan çocuklarımıza gelinceye kadar, insan neslinin bekası ve devamı için kurulan düzene bir bak Hayran! Bunlar nasıl kurulmuş ve nasıl meydana gelmiştir? İş­te ilahî hikmet ve kudretin en büyük ispat ve delili...

Cenabı Hak insanı, önce çamurdan veya balçıktan yarattığı­nı Kur'an'da açıklamaktadır. Bunun yanında insanoğlunun ba­yağı bir sıradan yani erkek ve dişi hücreden meydana geldiği­ne işaret buyurur:

Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışadır. Onu deneriz, bu yüzden onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır.”336

İşte bu gen ve kromozom (chromosomes) lardan meydana ge­len karışımında nutfe tekevvün etmektedir. İlahî kudretin aza­meti burada tecelli etmekte ve Kur'an-ı Kerim'de de işaret buyrulduğu gibi, insanoğlu böylece meydana gelmektedir. Yukarı­daki ayeti celüe bu ilmi görüşü bundan biri üçyüz elli sene ön­ce açıklamış, insanları, “nasıl” ve “neden” yaratıldıklarını dü­şünüp araştırmaya davet etmiştir.” Hayran:

“Bahsettiğimiz “kromozom” ve “gen” nedir, ho­cam?” Ebu’n-Nûr:

“Üreme olayı, erkek ve kadın hücrelerinin bir­leşmesi, beslenmesi, kan pıhtısı iken et parçası haline gelmesi, sonra cenin halini alması, şekli verilerek bütün azaların meyda­na gelmesi, akıl ruh verilmesi; boy, suret, renk, erkek veya dişi­liğin tayini, güzellik ve kuvvet, zeka ve ahlak gibi değerlerin hepsi işte o ilk “kromozom” iplikleri ile genlerle tespit edilir, planlanır ve yazılır.

Geçmiş senelerde insanlar, “ilkah”ı biliyorlardı. Spermanın tam “erkek hayvancığın” dişi yumurta ile birleşmesiyle ilkahın oluştuğunu biliyorlardı. Hatta ebeveynden alman bir çok sıfat ve özelliklerin, irsî olarak kendilerine ve sonraki nesillere inti­kal ettiğini de öğrenmişlerdi. Ancak “erkek suyu” dediğimiz “sperma” nedir? Terkibi nasıldır? Dişi yumurta nedir ve neden meydana gelmiştir? Türleri nedir? Her birinin görev ve vazifesi neden ibarettir? İlkah dediğimiz, erkekle dişinin birbirini aşıla­ması nasıl olmaktadır? İşte bunları günümüzün ilmi açıklamış­tır. Hatta geçmiş müfessirler, Kur'an'daki şu ayetin açıklama­sında büyük zorluklarla karşılaşıyor ve hayrete düşüyorlardı.

Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz, bilin ki, ne olduğunu size açıklamak için, biz sizi topraktan, sonra nutfeden sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnemlik etten yaratmışızdır...”337 Bu ayeti, bir çok müfessir, baş­ka başka açıklamıştır. Mesela “Elmudga” bir et parçasıdır.

“Muhallaka” “yaratılmış” yahut “yaratılış” manasma gelir. O zaman, toplu anlamı şöyle olmaktadır: “Tam veya noksan yara­tılmış bir et parçası” yahut “yaratılışı belli olan veya sizce he­nüz belli olmayan bir et parçası” Daha başka tefsirler de vardır. Ancak “tam yaratılmış parça” nedir? “Noksan yaratılmış et parçası” nedir? “Hilkati belli ve belirsiz” et parçası ne demek­tir? Müfessirler şimdiye kadar bunu bilmiyordu. Modern ilmin araştırma ve tetkiklerinden sonra, büyük elektronik mikros­koplarla elde edilen neticeler meseleyi aydınlatmıştır. Gerek “yumurta”, gerekse “sperma” olsun, her birinin kendine göre, ayrı ayrı görevleri vardır.

Gerek dişi yumurta ve gerekse spermanın ayrı ayrı görevle­ri, yapılışları, terkipleri, özellikleri olduğu meydana çıkınca hayret ve dehşet içinde kalınmıştır.

Kromozom! insan, hayvan ve bitkilerin hücrelerinde kalıtı­mı sağlayan ufacık parçalardır. Bunlar o kadar küçüktür ki, an­cak mikroskopla görülebilir, hatta mikroskopla görülemeyecek kadar küçükleri bile vardır.

Bir hücre iki parçadan meydana gelir:

1- Protoplazma

2- Çekirdek.

Çekirdek de ikiye ayrılır.



1- Kromatin

2- Linin.

Bunlardan “kromatin” boya alır, “Linin” ise boya almaz.

Kromatinin, soyaçekim içinde çok büyük rolü vardır. Hüc­re ikiye ayrılma yoluyla çoğalırken iplik halindeki kromatinler, ucu kıvrık, kısa bir çubuk şeklini alır. İşte bu küçük parçacıkla­ra “kromozom” denir. Hücre ikiye bölünüp iki hücre olunca ilkindeki bütün özellikler yeni hücreye kromozomlara geçer. Böylece bir dölden öbür döle özellikler aktarılmış olur.” Hayran:

“Bu konudaki cehaletimi gidermeye devam edin hocam! Bunları öğrendikçe gönlümdeki huzurun, kalbimdeki imanın arttığını hissediyorum.” Ebu’n-Nûr:

“Yukarıda anlattığımız gibi yolda birleşen yu­murta ile sperma beraberce ve ağır ağır rahme doğru ilerleme­ye başlar. Buluşma yeri olan o ince kanaldan rahme geliş, müd­deti tam sekiz gün sürer. Yani sekiz gün sonra kendileri için hazırlanmış olan yuvaya gelirler. Yani rahime. Burada yumurta ikiye ayrılır. Sonra iki parça tekrar dörde bölünür. Böylece ayrı ayrı parçalara ayrılarak her birisi kendisine özgü görevleri de­ruhte ederler. Çünkü ayrılan hücrelerin bir kısmının vazifesi, yeni meydana gelen cenini muhafazadır. Bazısının da her türlü hücum ve saldırılardan cenini korumak ve himaye etmek gibi vazifeleri vardır. Nihayet aşılanmış yumurta bir müddet sonra rahime varır. Orada kendisinden ayrılmış bulunan hücrelerle birlikte yardımlaşarak, besinini sağlar. Büyüyen cenin veya et parçası, etrafına bir kılıf yapar. Bunu bir defa daha tekrarlar. Hatta üçüncü bir himaye olarak, bir dış tabaka meydana geti­rir. Böylece kendisini üç dış tabaka ile muhafaza eder.

“Dış tabaka” olarak bilinen ve her iki tabakayı kapsayan dış kabuğa chorion denir. Bu zarın vazifesi, rahim cidanndaki kan damarları yoluyla kadın vücudunun hazırladığı hormon ve gıdaları almak, ceninin korunması ve beslenmesini sağla­mak için “çocuk kesesini” meydana getirmektir. Bundan başka, yumurtadan ayrılan hücrelerin vazifesinden biri de, ikinci bir tabaka olan ve ceninin iç zarı halinde, her tarafını kapsayan bir tabaka daha meydana getirmektir. Bu ikinci tabakadan başka, yine içerde fakat dış taraftan her iki tabakayla irtibatlı “sulu” bir tabaka daha vardır ki, doğrudan doğruya cenine yapışıktır. Bu tabakanın sulu olması, titreşim ve darbelerden cenini koru­mak içindir. Ey Rabbim! Yarattığın o küçücük hücreye verilen zeka ve akıl ne kadar dikkatli bir terkip belirtir? Bu düzen ne güzeldir? İşte ayette geçen ve biraz önce izah ettiğim, “noksan yaratılış” veya “belirsiz yaratılış” diye vasıflandırdığım şey bu hücrelerdir, ikinci mana, yani “tam yaratılış” veya “belli bir yaratılış” diye tefsir ettiğimiz şey ise, aşılanmış kadın yumurtasını geliştirip meydana getiren ve “hayat maddesi” dediğimiz hücredir. Tabiîdir ki, bu hücre gelişme ve olgunlaşma merhale­lerine devam eder. İşte bu “tam yaratılmış” diye vasıflandırdı­ğımız hücre, döllendikten sonra, kan pıhtısı, et parçası ve za­manla Kur'an-ı Kerim'in beyan buyurduğu şekilde gelişmeye devam eder. Bu aşılanmış yumurtada bulunan kromozom ve genler, ceninin meydana gelmesini sağlar. Bir kısmı ceninin azalarını, dış organlarını, diğerleri ise kalbi ve ona lazım olan ilk temel olgunlaşmayı hazırlar. Bunun yanında beslenme gö­revlerini de yaparlar. Öteki hücrelerin vazifesi beyin, bel kemi­ği gibi organizmayı meydana getirip beslenmeyi sağlamaktır. Bir kısım hücre ise teneffüs, hazım ve tenasül organlarını mey­dana getirir, onların dokularını hazırlar. Bundan başka kemik dokularını da yaparlar.

Her doku ve hücre, kendisine verilen vazifeler dışında bir şey yapamaz. Böylece herkes, kendi görevi içinde hareket eder. Ta ikinci ayın başlangıcına kadar... İkinci ay biter bitmez, artık ortadaki küçük yumurta, bir kan pıhtısı, bir et parçası ve niha­yet cenin halini almıştır. Ve böylece tam bir insan olmaya elve­rişli duruma gelmiş, her azası tamamlanmış olan cenine, muay­yen bir müddet daha verilerek noksan olan yerlerin ikmali sağ­lanır. İşte bunları yapan, o küçük hücredir. Şimdi sormak la­zım: Nasıl oluyor da bahsi geçen hücre bu kadar çalışkan olabiliyor? İnsanı meydana getirebiliyor? Ne kadar zeki ve akıllı bir hücreyrniş bu!” Hayran:

“Allah’ım! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sen ne büyüksün ya Rabbi!...” Ebu’n-Nûr:

“Evet! Dış tabaka dediğimiz ve ceninin dış za­rını meydana getiren hücre ne kadar zeki ve akıllı değil mi?

İşte bu hücre çok iyi biliyor ki, yeni meydana gelen cenin, biraz gelişince kan vasıtasıyla beslenecektir. Fakat annenin rah­minde emme yoluyla ona verdiği kan, bünyesine uygun düş­mez. İleride bunun zararı olacağını bilir.

Çocuk rahimde “etene” yoluyla beslenir. Etene gebe kalan bir kadın rahminin iç duvarında meydana gelen disk biçiminde bir organdır. Çocuk altı aylıkken etenenin ağırlığı 275 gram, ye­di aylıkken 450 gramdır. Doğumda etenenin ağırlığı 500 gramı bulur. Cenin eteneye göbek kordonu ile bağlıdır. Göbek kordo­nundan bir atardamar, bir de toplar damar geçer. Ceninin kalbi kanı eteneye pompalar, gene oradan alır. Etene, anneyle cenini birbirine bağlayan bir organdır. Göbek kordonu ile eteneye ge­len iki büyük damar burada birçok kollara, bunlar da sayısız kılcal damarlara ayrılır. Bu kılcal damarlar etene içinde anne kanı ile temas eder. Ceninin kanını anne kanından ayıran canlı dokunun kalınlığı ancak 0,02-0,002 mm olduğundan anne kanı ile ceninin kanı arasında erimiş maddeler, oksijen ve karbondi­oksit alış-verişi olur. Buna karşılık her ikisinin kanı asla birbiri­ne karışmaz. Böyle bir karışma olursa annenin veya bebeğin ölümüne yol açabilir. Gördüğü işler bakımından hem akciğeri, hem barsağı, hem böbreğidir.” Hayran:

“Rabbim, ne büyük yaratıcısın!” Ebu’n-Nûr:

“Oğlum Hayran! Kur'an-ı Kerim'in buyurdu­ğu gibi insanın oluşumu yaradılışı ve yumurtanın ihtiva ettiği kromozomlardan tutunuz da, sperma ile aşılanmasına, birleş­mesine, sonra ikiye ve üçe ayrılarak hücreler meydana getirme­si ve bu hücrelerden her birinin kendisine özgü işler görmesi­ne, nutfe olmasına, kan pıhtısı, et parçası haline gelmesine, şe­killenmesine kemiklerin teşekkülüne, etin kemiğe giydirilmesi­ne, gıdalanması için bir organın meydana getirilmesine onunla çocuğun arasında bir bağ kurulmasına, göbeğin teşekkülüne, rahimde muayyen bir müddet kaldıktan sonra dünyaya teşrif etmesine kadar olan bütün gelişme ve inkişaflar bir tesadüf eseri olabilir mi?” Hayran:

“Böyle sapık bir inançtan Allah'a sığınırım, ho­cam! Allah ne büyük yaratıcıdır!” Ebu’n-Nûr:

“Erkekle dişinin sevgisine ne dersin? Kadm erkek arasındaki vazgeçilmez sevdaya bir sözün var mı Hay­ran? Onların arasında bulunan hiç çözülmeyen, daimî ve fıtrî Sevgi bağlarına ne dersin? Kadınla erkek arasında cereyan eden ve insanları büyüleyen bu sihirli sevgi acaba bir tesadüf eseri midir?

Evet! Bu sevgi, mikdar ve ölçüsü meçhul, sırları çözülme­yen, teline vurulmadan sevgi nağmeleri çıkaran, alev alev ya­nan kadınla erkek arasındaki bu sevgi ancak bir gaye içindir. İnsanoğlunda fıtrî olarak yaratılan, Kur'anın o güzel fesahat ve belagatıyla dile getirdiği, en güzel ve isabetli hükümler, en mucez ifadeler, en doğru, en üstün ve en derin muhteva şöyle izah edilmiştir:

İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ye rahmet varetmesi O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen millet için dersler vardır. Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, O'nun varilliğinin belgelerindendir. Doğrusu bunlarda bilenler için dersler vardır.”338

İlahî lütfün bahşettiği bu meyil ve ülfetten doğan sevgiyle bütün kalbler dolar. Onun rahmetiyle kalbler, merhamet ve şef­kat duygularıyla beslenir. İşte bu sevgidir ki, küçüklerin yuvası onun iplikleriyle dokunur, örülür. Hiç şüphe yok ki bu, Allahü-tealanın yeryüzünde ve bütün kainatta, en mukaddes ve en gü­zel şekilde yarattığı ilahi bir lütuftur. İnsanoğlu bu yuvaya, vahşi olarak girer. Kamil bir insan olur. Kadın, bu yuvaya oyuncak gibi gelir, girer. Ayağının altında cennet olarak yükse­lir. Bu yuva ki ülfet, şefkat ve merhamet duygularıyla beslenir. Sevginin hakimiyet ve idaresinde, huzur ve saadet zevkini ta­dar. Rahmet gülleri orada açılır. Şefkat çiçekleri, her tarafını süsler. Orada Allah'a ibadet başlar ve yine orada meyvesini ve­rir. Orada en içli en muhlis dualar, niyazlar ve münacatlar ilahi rahmetin inmesine sebep olur. Kalblere verilen ve sırrı çözülmeyen bu sevgi bağlarıyla muhabbetin haşmeti başlar...

Cenabı Hak şöyle buyuruyor:

Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan vareden Allah'tır. Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklen­di ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, karı koca Rableri olan Allah'a: “Bize kusursuz bir çocuk verirsen and olsun ki, şükredenlerden oluruz” diye yalvardılar.”339

İşte bu ilahi lütfün bahşettiği sevgiyle çocuklarımızı seviyo­ruz. Zevcelerimize, annelerimize, babalarımıza, dedelerimize ve torunlarımıza, bütün akraba ve dostlarımıza, hatta komşula­rımıza uzak yakın herkese ve bütün insanlara karşı sevgi besli­yoruz. Hayvanlara bile ayrı bir şefkatimiz ve sevgimiz var. Öy­le ki, hayvanlardan birisi sürüsünden ayrıldığında onun üzün­tüsüne ortak oluyor veya bir hayvan yavrusunu kaybettiğinde onun mahzun haline acıyor ve ağlıyoruz...

Bu öyle bir sevgi ki, Cenab-ı Hakkın biz insanlara vermiş olduğu bu duygu ile güzeli görüyor ve biliyoruz. Şüphesiz Al­lah, güzeli de bunun için yaratmıştır. Bu sevgi uğruna insan, en güzel şeyleri yapmakla ve meydana getirmektedir. İnsanoğlu bu sevgi sayesinde cesaretli, kahraman, kerim, sahavetli, teva­zu, gurur, zarafet ve güzellik sıfatlarına sahip oluyor. Safa ve cefaya düşüyor. Müziğe hevesleniyor. Şiir yazıyor. Heykeltıraş ve ressam oluyor... Ve sanki o sevgiye aşık oluyor. Veya sevgi­lisini seviyor. Halbuki ibadet ettiği sevgi, kendi nefsinde ve ya­ratılışında, kendi ruhunda gizlenen ve Allah'ın fıtratına koydu­ğu ve şimdiye kadar çözülemeyen, kendi içinde saklanan sev­gidir. Onu başka yerde aramaya neden lüzum duyuyor bilmem ki?

Evet! Bir sevgi ki, evvela arzu ve şehvet hisleriyle başlar, sonunda insanı ilahî ibadete götürür... Kör tesadüfün bu ilahî kudret ve hikmetin bahşettiği sevgiyi meydana getirmede rolü nedir? Bunun sebeplerini, amaçlarını ve bu sevgiyle bundan daha ulvî daha mutlu bir sevginin gayelerini meydana getir­mek, kör tesadüfün eseri olabilir mi?

Bu kainatta vaz'edilmiş olan ilahî kanun, ilahî düzen, bu güzel yaratılış, erkekli-dişili hilkat, kadının erkekle birleşmesi, hayat ve neslin devam ve bekasının bununla sağlanması, er­kekle kadm arasındaki ülfet ve sevgiyi saadet yuvasında huzur ve sükûnu, sevgi ve muhabbeti, şefkat ve merhameti yerleşti­ren bu ilahî kanun hiç kör tesadüfün eseri olabilir mi?”340




Yüklə 2,07 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin