İlk Müslüman


Doğu'daki İlk Türk Yerleşmelerinden Cunni Mağarası / Yrd. Doç. Dr. Alpaslan Ceylan [s.425-429]



Yüklə 14,56 Mb.
səhifə37/95
tarix17.11.2018
ölçüsü14,56 Mb.
#83295
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   95
Doğu'daki İlk Türk Yerleşmelerinden Cunni Mağarası / Yrd. Doç. Dr. Alpaslan Ceylan [s.425-429]

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Coğrafi Konum

unni, Erzurum’un 158 km. kadar güneydoğusunda yer alan Karayazı İlçesi’ne bağlı Salyamaç Köyü’nün 6 km. kuzeydoğusunda yer alan bir mağaradır. Karayazı’ya, Erzurum-Kars yolundaki Köprüköy yakınlarından ayrılan yol üzerinden Güzelhisar (Avnik) ve Geyikli Köylerinden geçerek ulaşılmaktadır (Harita 1). Bu yolun en önemli geçidi Gücür Boğazı’dır. Karayazı İlçesi yeryüzü şekilleri olarak yüksek dağlarla çevrilmiş olup, Karasu-Aras Dağlarının kollarından Topçu Dağı (2695 m.) ile kuşatılmıştır. Bu iki dağlık kitle arasında “Karayazı Düzü” adı ile tanımlanan ovalık ve platoluk alanların bulunduğu depresyon sahası uzanır. Bölge gerek yer altı gerekse yer üstü suları açısından son derece zengindir. Bölgede ayrıca Çikılgan Deresi, Göksu ve Elmalı Derelerinin yanı sıra, tektonik ve heyelanlar sonucu oluşan büyüklü ve küçüklü göller bulunmaktadır.1

Karasal iklimin etkisinde bulunan bölgede kışlar çok şiddetli geçmekte; yazlar ise, kısa ve serin sürmektedir. İlçenin denizden yüksekliği 2000-3000 metreyi bulmaktadır. Yeryüzü şekillerinden dolayı tarım fazla gelişmemiştir. Bölgede hayvancılık ön plana çıkmıştır. Tarlalar yerine çayırlar, meralar ağırlık kazanmıştır. Bölgenin bu özelliği tarih boyunca göçer kavimler için vazgeçilmez bir alan olmasını sağlamıştır.

“Karayazı Düzü”nün çevresinde bulunan dağlarının eteklerindeki kalkerli kayalıklarda çok sayıda mağara bulunmaktadır. Bu mağaralardan biri de Cunni Mağarası’dır (Harita 2). Bu mağaranın ilk defa tespiti ve bilim dünyasına tanıtımını, 1965 yılında bölgede kazı çalışmaları yürüten Dr. Hermann Vary ve Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İsmail Yalçın yapmışlardır.

Damgalar, Eski Türk Yazısı (Runik Harfleri) ve Remizler

Cunni Mağarası’nda yapmış olduğumuz incelemede iki katlı olup alt katta Apsisli bir Orta Çağ kilisesi bulunmuştur (Resim 1-2). Mağaranın ovaya bakan büyük bölmesinin kayaları üzerinde Türk boylarına ait dağınık şekilde 50 adet damga, işaret ve resimler bulunmuştur.

Damgalar üzerinde yapılan incelemelerde Oğuz boylarından 12’sinin damgası belirlenmiştir. Bu 12 boyun 29 çeşit damgası tespit edilmiştir.

Cunni Mağarası’nda tespit edilen Oğuz boyları şunlardır: Üçoklardan, Gök Han’a bağlı Beçenek, Çuvaldır (Çavuldar), Çepni; Üçoklar’dan Dağ Han’a bağlı Salgur, Eymür, Ula-Yundlu (Alayuntlu); Üçoklardan Deniz Han’a bağlı İgdir (Yigdir), Büğdüz; Bozoklar’dan Yıldız Han’a bağlı Afşar (Avşar); Bozoklardan Ay Han’a bağlı Yazgır (Yazır); Bozoklardan Gün Han’a bağlı Bayat ve Kayı (ğ) boylarıdır.

Cunni Mağarası’nda bulunan damgaların benzerleri (Resim 3-4), Belçikalı bilim adamı Prof. Dr. Cumont tarafından 1900 yılında, Sivas’ın Suşehri İlçesinin 10 km. güneyinde Aksu kaynağı yakınlarında tespit edilmiştir. Cumont2 bu damgaların sınır işareti olabileceğini ifade etmiştir.

Taş ve kayalar üzerindeki damgaların yapılış ve kullanım nedenleri şunlardır:

1- Otlakların belirlenmesi ve otlaklardan faydalanan kabile ve boyların işareti olması gerekir. Günümüzdeki tapu senedi yerini tutmaktadır.3

2- Türklerde yuğ törenine gelenlerin damgalarını vurmaları ile ilgili olabileceğidir. Boyların beyleri veya ileri gelenlerinin yuğ törenine katıldıklarının belgesi sayılmaktadır.4

3- Eski Türk geleneğinde önemli yol kavşakları ve konak yerlerine işaret etmek için kullanılmış olabilir. Ayrıca damgaların çok çeşitli kullanım alanları olduğunu bilmekteyiz.5

Damgaların Eski Türk kaynaklarında geçtiği şekilleri ile Cunni Mağarası’ndaki şekiller karşılaştırılmıştır (Levha).6

Cunni Mağarası’nda Eski Türk Alfabesi (Runik) harflerinden 5 adetinin varlığı kesin olarak tespit edilmiştir (Çizim 1).7

Belirlenen harflerin benzer şekillerine Yenisey Sulek Köyü yakınındaki Karayüs Yazıtı’nda,8 Batı Türkistan’da Talas Vadisi’ndeki Açık-Taş Bölgesi’nde9 ve Sulbur-Ula Kayalıklarında da rastlanmıştır.10 Özellikle de gösterilen birinci harfin Orhun (Göktürk) Alfabesi’nin birinci harfi olan “A” olduğu belirlenmiştir.11 İkinci harf Hazarların başkenti Sarkel Sur duvarları üzerinde rastlanılan damgalardan biri ile aynı özelliği göstermektedir. Bu harf Orkun tarafından “2r”olarak okunmuştur.12 Üçüncü harf ise Çin’den İskandinavya’ya kadar uzanan sahada işaretli kayalarda ve mezar taşlarında rastlanılmaktadır. Ay-Ölüm tarlası ve dört yönü işaret etmektedir.13 Dördüncü harf olarak görülen ok işareti bir boy işareti olarak görüldüğü gibi kaynaklarda aynı zamanda tabiiyet ve davet sembolü olarak da kullanılmıştır. Harf karşılığı “t” olarak verilmiştir.14 Beşinci harf dört yönü ifade eden işarettir. Harf karşılığı “ı/u” olarak verilmiştir.15

Cunni Mağarası’ndaki bir grup işaretin ise Turfan Bölgesi’nde 13. ve 14.yüzyıllara ait Uygur hukuki belgelerinin sonunda bulunan Uygur Uruğ remizleriyle aynı olduğu görülmüştür (Çizim 2).16

Hayvan Resimleri ve Bunların Türk Dünyası ile Bağlantıları

A. Dağ Tekesi/Dağ Keçisi

Cunni Mağarası’nda bulunan diğer bir grup şekil ise hayvan ve binici tasvirleridir. Hayvanlardan, at, dağ keçisi/t eke resimleri bulunmaktadır17 (Resim 5-6). Mağarada yaptığımız inceleme sonucunda burada bulunan dağ keçisinin teke (erkek dağ keçisi) olduğunu tespit ettik. Keçinin kuyruğunun var olduğu ve bunun dik olarak çizildiği dikkate alındığında bunun teke olması gerekmektedir. Türklerde börü/kurt olduğu gibi, sürünün önünde giden, onları idare eden tekeler de “kök” sıfatı ile adlandırılıyorlardı. Örneğin Kırgızlar “kök-serke” yani “gök teke” diyorlardı.18 Kül Tigin (Köl-tigin) ve Bilge Kağan Abîdelerinde de damga olarak, dağ tekesinin kullanıldığı bilinmektedir.19

Dağ keçisi/dağ tekesi Türk dünyasının en eski damgalarından biridir. Bu damga yüceliği, erişilmez yerlere erişebilirliği, bağımsızlığı, özgürlüğü, kararlılığı, asaleti ve cesareti sembolize eden bir damga olarak Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanılan kağanı simgelemektedir.

Türk dünyasında Doğu Türkistan’dan Anadolu’ya kadar bütün bölgelerde kağanı temsilen veya kağana bağlılığı belirtmek için dağ keçisi/dağ tekesi damgası kullanılmıştır.20 Bugün Hakasya, Tuva ve Buryat’taki Türkler arasında dağ keçisi/dağ tekesi/kök çepiç hâlâ kutsal kabul edilmekte ve dağların tepesine heykelleri dikilmektedir. Altay Türkleri arasında, şamanın kötü ruhları kovmak için keçi kanıyla yıkanıp teke postuna girmesi dağ keçisi/dağ tekesine verilen önemi göstermektedir. Ayrıca Türk tarihinde önemli görevler üstlenen Teke boyu, Akkeçililer, Kızılkeçililer, Sarıkeçililer, Tekeoğulları gibi yer adları, lakaplar ve unvanlar bulunmaktadır.21

Orkun ve Moğolistan bölgesi abidelerinde damga olarak gözüken dağ tekesi şekilleri çizim 3’te gösterilmiştir.22

Türk dünyasında çeşitli dönemlere ait çok sayıda dağ keçisi ve dağ tekesi motifli eşyalara rastlanılmıştır (Çizim 4).23

B. At


Cunni Mağara resimlerinden bir kısmını da at resimleri oluşturur (Resim 7-8). Eski Türklerde atın çok önemli bir yer tuttuğunu bilmekteyiz. Orhun ve Yenisey Kitabeleri’nde “yılkı” ve “at” adları kullanılmıştır. Bugünkü Türk lehçelerinde ise “at”, “yılkı/cılkı/çılgı” şeklinde kullanılmaktadır. Eski Türklerin kullanmış oldukları on iki hayvanlı Türk takviminde bir yılın adı at yılıdır.24 Türklerin ata çok önem verdikleri bilinmektedir. Atın ilk ehlileştirildiği bölge tartışmalı olmakla beraber, atı bütün Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına tanıtan Türkler olmuştur. Hunların at besledikleri ve ekonomilerinin büyük çapta ata dayandığı ve Çin’e gönderilen hediyelerin büyük bölümünü atların oluşturduğu bilinmekteydi.25 Türkler, efsanelerinde, türkülerinde, tasvirlerinde, kaya resimlerinde, kurganlarında, şahıs ve yer adlarında bile atı kullanmışlardır.26 Türkçedeki isim manasına kullanılan “ad”’ın da at ile alâkalı olduğu, bazı bilim adamlarınca ifade edilmektedir.27 Türkler atın etini yer, sütünü (Kımız) içerlerdi. Pazırık Kurganlarında at tasvirli gümüş eşya, at tasvirli halı, at başı şeklinde kamçı sapı bulunduğu gibi Doğu Türkistan’da Şorcuk Mabedi’nde de at başları bulunmuştur.28 Türkler, matem göstergesi olarak atın kuyruğunu kesiyor ve savaşa giderken atın kuyruğunu düğümlüyorlardı.29 Türklerde at bir “kül” bir bütün olmuştur. Bazı kaynaklar “durmak dinlenmek bilmeyen Hun askerlerinin geceleyin yol alırken at üzerinde uyuduklarını”, fakat “uykuda bile atın başlarına sahip olduklarını” ifade etmektedir.30

Türk dünyasının bütün bölgelerinde görüldüğü gibi Anadolu’da da at resimlerine sıkça rastlanır. Oğuzların Anadolu’ya girdikleri ilk bölgelerde (Erzincan-Tunceli-Elazığ çizgisinin doğusu) at motifli mezar taşları bulunmuştur. Van’ın Muradiye İlçesi Yağız At Köyü’nde, Antalya Arkeoloji Müzesi’nde, Kars Arkeoloji Müzesi’nde, Erzurum’un Oltu İlçesi’nde, Erzurum’un Hınıs İlçesi Beyköyü’nde, Tunceli Bölgesi’nde Azerbaycan-Gence’de, Azerbaycan-Bakü Müzesi’nde, Nahçıvan’da ve Nahçıvan-Kelbecer’de at heykelleri bulunmaktadır. Eski Türk Yazıtlarından Yenisey’deki Kara-yüs Yazıtı’na çizilen hayvan resimlerinde, Bey-Kem, Şisterlik ve Ulu-Kem Buluk Kaya resimlerinde at resimleri görülmektedir.31

Cunni Mağarası’nda bulunan at resimleri de Türk milletinin kayalara kazıdığı bir mühür olarak tarihteki yerini almıştır (Çizim 5).

C. Atlı Süvari Resmi

Eski Türk geleneğinde atlı olmayan (yaya) bir adamın kıymeti yoktur. Yukarıda da değindiğimiz gibi at bir Türk için her şeydir. At, avda, güçte ve savaştaki vazgeçilmez hizmetlerinden ötürü Türkler için ölçüsüz bir değer taşımaktadır. Öteki dünyada hizmetlerini sürdürmek için sahibi ile birlikte gömülmüştür.32 Altaylar’daki kurganlarda çok sayıda at iskeleti sahibi ile birlikte bulunmuştur. Bu gelenek çok eski bir gelenektir (Çizim 6).

Askeri birliklerin dışında Anadolu’nun pek çok yöresinde oynanan “Cirit” oyunu içinde özel atlar yetiştirilmiştir. Günümüzde bu geleneksel atlı oyunun devam ettiği az sayıda ilden biri Erzurum’dur. Cunni Mağarası’nda bulunan resimlerden bir bölümünü Atlı Süvari resimleri oluşturmaktadır (Resim 9-10).

Sonuç

Cunni Mağarası günümüze taşıdığı önemli veriler ile Anadolu’nun Türk Yurdu olduğunu belgelemektedir. Yine bu verilerden anlaşıldığına göre Erzurum ve çevresi Türkler’in (Oğuz Boyları) Anadolu’ya gelip yerleştikleri ilk merkezlerden biri olma özelliğini taşımaktadır. Karayazı’nın otlaklarının bol olması ve hâlâ günümüzde hayvancılık merkezi olması bu görüşü desteklemektedir.



Değerli bilim adamı Vary’in görüşüne katılarak mağarada bulunan damgaların 12. yüzyıldan önce olması gerektiğini vurguluyorum. Selçuklu’ların Anadolu’ya tamamen yerleşmeleri ile birlikte istisnaları olsa da damgalar eski önemlerini kaybetmişlerdir.

Cunni Mağarasının bize taşıdığı en önemli bilgilerden birisi de Orta Asya ile Anadolu’nun sıkı bağını ortaya koymasıdır. Mağara ile ilgili çalışmalarımız devam etmekte olup her geçen gün yeni bilgilere ulaşacağımızı umut etmekteyiz.33

1 Sözer 1974, 28.; Yalçınlar 1973, 43.; Tuncel 1991, 333.

2 Cumont, 116.; Vary 1968, 54.

3 Kırım’da Abuzlar Köyü yakınındaki bir kaya üzerinde bulunan 60 damga ve bunların değerlendirmesi yapılırken önerilen yöntem, Akçoraklı 1927, 2.; İnan 1968, 284.; Tezcan 1990, 14.

4 İlteriş Kağan’ın mezarında üzerinde çok sayıda damga bulunan abide vardır. Esin 1986, 284 (İlteriş Kağan’a atfedilen bu mezarın İlteriş Kağan’a ait olmadığı belirlenmiştir.); Tezcan 1990, 14. yuğ törenin yapılışı ile ilgili olarak bk., İnan 1972, 176 vd.; Ögel 1988, 762 vdd.

5 Kabilelerin ortak malları olan sürülere, evlerin kapı ve duvarlarına, dokuma eşyalarına ve bunun gibi 27 ayrı kullanım alanı sayılabilir. Bk., Tezcan 1990, 15 vd.; Gülensoy 1989, 18 vd.

6 Damgaların karşılaştırması beş kaynaktan yapılmıştır. Bunlar; Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lûgati-t Türk.; Reşîdü’d-din Fazlullâh El-Hemedâni’nin Cami’üt Tevârih.; Yazıcıoğlu Ali’nin Selçuknâme.; Seyyid Lokman’ın Hünername.; Ebûl Gazi Bahadır Hân’ın Şecere-i Terahim’dir. Geniş bilgi için bk., Sümer 1999, 229 vd.; Türkay 1979.; Yalgın 1943, 6 vd.

7 Vary 1968, 61 vd.; Koşay 1984, 33 vd.

8 Orkun 1994, 603.

9 Bu bölgede belirlenen yazı çeşidinin Selek Yazısı olduğu ifade edilmiştir. Seleklerin Batı Hunların devamı olduğu kabul edilmektedir. Bk., Orkun 1994, 659 vd.; Salbur-ula Yazıtı için bk., Orkun 1994, 619 vd. Eski Türk Yazısı (Runik harflerle) ilgili bilgi için bk., Vary 1968, 61 vd.; Gülensoy 1989, 6 vdd.

10 Orkun 1994, 651 vd.

11 Gülensoy 1989, 76.

12 Bu harf Maloff tarafından “agıp”, Maloll tarafından ise “r” olarak okunmuştur bk., Orkun 1994, 620 vd.

13 Koşay 1969, 29; Orkun 1994, 619 vd.; Vary 1968, 62 vd.

14 Doğan 2000, 236.; Türklerde okun önemi için bk. Turan 1945, 305 vdd.

15 Doğan 2000, 211, 223, 228, 230, 237, 239.; Tezcan 1990, 43.

16 Arat 1987, 552 vd.; Koşay 1968, 27 vd.; Koşay 1984, 53 vd.; Vary 1968, 60 vd.; Turan 1945, 306 vd.

17 Dağ Keçisi ve Türkler için önemi hakkında bk., Alyılmaz 2001, 14.; Diyarbekirli 1972, 71 vd.; Esin 1985, 131 vd.; Kaşgarlı Mahmut 1985, 409.

18 Ögel 1971, 30.

19 Tezcan 1990, 177.; Graç 1973, 318., Res. 1.

20 Alyılmaz 2001, 14 vdd.;

21 Çay 1983, 111, 123, 192.

22 Tezcan 1990, 179. Res 1.

23 Mannay-Ool 1967, 142, Res. 1.; Graç 1973, 390, Res. 2.; Esin 1980, Lev. XXXIX/C.; Esin 1978, 5.; Alyılmaz 2001, 14.; Gülensoy 1989, 56.

24 On iki hayvanlı Türk takvimi hakkında geniş bilgi için bk., Turan 1941.

25 Mc Govern 1939, 44, 104.; Tezcan 1990, 95.

26 Ögel 1991 I, 31 vd. Atla ilgili geniş bilgi için bk., Caferoğlu 1953.; Esin 1965.; aynı Makalenin Türkçesi, Rıza Nour 1941.; Elçin 1965.

27 İnan 1987, 116.

28 İnan 1952, 138; Diyarbekirli 1972, 120, 122.; Tezcan 1990, 96 vd.; Tekçe 1993, 123 vd.

29 Tekçe 1993, 126 vdd., Res. 14.; Kafesoğlu 1993, 246.; Sevim 1988, 65.

30 Tekçe 1993, 122.

31 Tekçe 1993, 123, Res. 13., 126, Res. 14.; Ögel 1991 I, 8, Res. 4., 14, Res. 6., 40, Res. 14.; Orkun 1994, 425, 936.; Tezcan 1990, 97.; Gülensoy 1989 170.; Kırzıoğlu 1993, 133 vdd.

32 Esik Kurganında yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan atıyla beraber gömülen süvari bu görüşü teyit etmektedir. Bk., Akpınar 1982 II, 28 vdd.; Akpınar 1982 III, 36 vdd.; Akpınar 1982 IV, 32 vdd.

33 Çalışmalarım sırasında yardımlarını esirgemeyen değerli bilim adamlarından, Yrd. Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Tezcan’a, arazi çalışmalarına katılan Arş. Gör. (M. A.) Akın Bilgöl, Arş Gör. Veli Ünsal, Yüksek Lisans Öğrencisi Müfit YAKUT ve Yasin Topaloğlu’na teşekkürü etmeyi bir borç bilirim.

O. Akçoraklı, Tatarskie Tamgi v Krımu, Simferopol 1927.

Y. Akpınar, Kardaş Edebiyatları II,III,IV, Üç Aylık Edebi Dergi, Erzurum 1982.

C. Alyılmaz, "Bir Asparagas Haber ve Kurt, Dağ Keçisi, Geyik. Sembol ve Damgaları", Orkun 37, 14-17. 2001

R. R. Arat, "Eski Türk Hukuk Vesikaları” Makaleler I, 506-572. 1987

A. Çay, Anadolu’da Türk Damgası, Ankara 1983.

A. Caferoğlu, "Türk Onamastiğinde ‘at’ Kültü", Türkiyat Mecmuası X, 201-212. 1953.

Fr. E. Cumont, "Voyage d’Exploration Archa„ologique dans le. Pot et la Petite Arm„nie", XXII. Studia Pontica II.

İ. Doğan, Kafkasya’daki Göktürk (Runik) İşaretli Yazıtlar, Ankara. 2000.

N. Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul. 1972

Ş. Elçin, "At Damgaları" Türk Etnografya Dergisi VI. 1965.

E. Esin, "The horse in Turkish art", Central Asiatic Journal X/3-4, 167-227. 1965.

E. Esin, İslamiyet’ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve Türk Kültür Tarihine Giriş, (Türk Kültürü El-Kitabı II I/b’den Ayrı Basım), İstanbul.

E. Esin, A History of Pre-Islamic and Early-Islamic Turkish Culture, İstanbul. 1978.

E. Esin, "‘Kotuz’, İkinci Kök-Türk Sülalesinin ‘Tamgası’", Erdem 1/1, 125-143. 1985

E. Esin, "İlteriş Kağan (M. 681-692) ", Erdem 2/4, 171-188. 1986.

T. Gülensoy, Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları, İstanbul. 1989

A. D. Graç, "İzobrajeniy Gornago Kozla" Tyurkologiçeskiy Sbornik, Moskva, 1973 316-333.

A. İnan, "İkinci Pazırık Kurganı", Belleten XVI/61. 1952.

A. İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara. 1968.

A. İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara. 1972.

A. İnan, "Manas Destanı", (Makaleler ve İncelemeler), Ankara. 1987.

İ. Kafesoğlu, İslam Ansiklopedisi, İslam Alemi, Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Biyografya Lügati 7. Cilt, 239-248. 1993.

Kaşgarlı Mahmut, Divanî Lûgat-it-Türk Tercümesi, Çev: Besim Atalay, Ankara, 1985.

M. F. Kırzıoğlu, Azerbaycan ve Anadolu’ya Türkistan’dan Gelen Eski Millî-Gelenek: Kabirtaşı Olarak Kullanılan Koyun ve At Heykelleri, X. Vakıf Haftası Kitabı, 133-160. 1993.

H. Z. Koşay, "Kuzey-Doğu Anadolu’da Kayalara Hakedilmiş Eski Türk İşaretleri", Türk Etnografya Dergisi XI, 27-32. 1968.

H. Z. Koşay, Erzurum ve Çevresinin Dip Tarihi, Ankara. 1984.

M. H. Mannay-Ool, "Drevnee İzobrajeniy Gornago Kozlav Tuve", Tyurkologiçeskiy Sbornik 1967.

W. M. Mc Govern, The Early Empıres of Central Asia, North Carolina 1939.

H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1994.

B. Ögel, Türk Mitolojisi, (Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar) I, Ankara 1971.

B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul. 1988

B. Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş I, 6. 1991.

Rıza Nour, "Sinop At Damgaları", Konya Mecmuası 36, 13-17. 1941.

A. Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara. 1988.

A. N. Sözer, "Erzurum Coğrafyası: Tabii ve Beşeri Özellikler". 50. Yıl Armağanı Erzurum ve Çevresi, c. I, 28. 1974.

F. Sümer, Oğuzlar, İstanbul. 1999.

E. F. Tekçe, Pazırık, Ankara. 1993.

M. Tezcan, Eski Türklerde Damga (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Erzurum. 1990.

Tuncel Aras, TDV İslam Ansiklopedisi 3, 332. 1991.

O. Turan, On İki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul 1941.

O. Turan, "Eski Türklerde Okun Hukuki Bir Sembol Olarak Kullanılması", Belleten IX, Sayı 35, 305-318. 1945.

C. Türkay, Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul 1979.

Von H. Vary, "Alttürkische in Nordeast-Anatolien Ural-Altaische", Jahrbücher 40/1-2, 50-78. 1968.

İ. Yalçınlar, "Doğu Anadolunun Jeolojik Temel Strüktürleri", Coğ. Ens. Der. 18-19, 35. 1973.

R. Yalgın, Anadolu’da Türk Damgaları, Bursa. 1943.



Dânişmendliler / Dr. Sefer Solmaz [s.430-451]

Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Danişmendliler Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da kurulan ilk Türk devletlerinden birisidir (1071-1178).1 Bu devlet, Melik Ahmet Gümüştekin Danişmend Gazi tarafından kurulduğundan dolayı “Danişmendliler (Danişmendiyye) ” adını almıştır. Danişmendlilerin Anadolu’da takip ettikleri siyasî ve kültürel faaliyetler göz önüne alındığında Türk-İslâm Tarihi’nde önemli rollerinin bulunduğu ve bundan dolayı Anadolu’da kurulan önemli Türk devletlerinden birisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Anadolu Türk Tarihi’nin en karanlık dönemi olan XI. ve XII. yüzyıllarda2 yaşamış olmalarından dolayı, bu dönemin aydınlatılabilmesi için Danişmendlilerin de bilinmesi gerekmektedir.

Ancak XIII. yüzyıl tarihçilerinden İbn Bibi (ö. 1282) eserinin mukaddimesinde Emir Artuk ve Emir Danişmend gibi büyük beylerin ahvalini tahkik etmediğini, uzun zaman geçtiği için o devrin tarihçileri arasında ihtilâflı rivayetlerin olmasından dolayı bu dönemlerin tarihî olaylarını eserine almadığını belirtmektedir. Ayrıca, İbn Bibi, daha kendi yaşadığı dönemde (XIII. yüzyılın sonlarına doğru) bile Danişmendlilerin tarihlerinin ne kadar müphem ve karışık olduğunu gözler önüne sermiştir.3

I. Danişmendlilerin Menşei

Danişmendli Devleti’nin kuruluşuna geçmeden önce, konu ile bağlantı sağlamak için Danişmend Gazi’nin etnik menşei, ceddi ve devletin kuruluşuna kadarki hayatına kısaca değinilmesi gerekmektedir.

Danişmend Gazi’nin etnik menşei ile ilgili üç görüş vardır: Bunlardan birincisi onun etnik menşeinin Arap olduğu şeklindedir. Bunun nedeni de Danişmendnâme’de Danişmend Gazi’nin efsanevî Arap kahramanı Battal Gazi’ye bağlanmasındandır. Ancak bu bilginin doğru olmayıp, destanî bir rivayet olduğu anlaşılmaktadır.

İkinci görüş ise, Danişmend Gazi’nin etnik menşeinin Ermeni olduğu şeklindedir. Bu görüş Hıristiyan kaynaklarından sadece Ermeni ve Bizans (Rum) kaynaklarında müphem ve çelişkili bir şekilde geçmektedir.4 Ancak, Danişmend Gazi’nin menşei hakkındaki bu çelişkili bilgilerinden onun Ermeni asıllı olduğu sonucunu çıkarmak çok zordur. Buna rağmen bu müphem bilgileri yanlış yönde tefsir eden günümüz tarihçilerinden M. H. Yinanç da Danişmend Gazi’nin etnik menşeinin Ermeni olduğunu öne sürmüşse de5 haklı olarak bu konuda çok eleştiri almıştır.6

Danişmend Gazi’nin etnik menşei ile ilgili üçüncü görüş ise onun Türk olduğu şeklindedir. Özellikle Batı kaynaklarında bu görüşü teyit eden bazı bilgilere rastlanmaktadır.7 Bu görüş hemen hemen bütün araştırmacılar tarafından da kabul edilmektedir.

Danişmend Gazi’nin Ceddi ve Devletin Kuruluşuna Kadar Hayatı

Danişmend Gazi’nin babası dışında onun ataları hakkında bir bilgi yoktur. Babası Danişmend Ali8 Taylu9 Harezm’den gelip danişmend olarak Selçukluların hizmetine girmiştir.10 Daha sonra da Danişmend Ali Taylu, Büyük Selçuklulara muallim,11 müşavir,12 diplomat13 ve atabey olarak hizmet etmiş,14 onlarla akrabalık ilişkileri kurmuştur.15

Danişmend Ali Taylu’nun nerede, ne zaman ve kaç yaşında öldüğü belli değildir. İsfahan’da Selçuklu şehzadelerine Atabeylik yaparken muhtemelen 1051-1063 yılları arasında, 1055’lere doğru burada ölmüş olmalıdır.

Babasının ölümü üzerine onun gibi bilge bir kişiliğe sahip olan oğlu Danişmend Gazi babasının görevine getirilmiş olmalıdır.16 Daha sonra merkezden ayrılan Danişmend Gazi, önce Azerbaycan’a geldi ve burada bir müddet kaldı. Bu sırada bir taraftan muallimlik görevini ve diğer taraftan da Azerbaycan bölgesinde gaza faaliyetlerini devam ettirdi.17 Çünkü onun bilge kişiliği yanında, bir de alplık ve yiğitlik tarafı bulunmaktadır.

Danişmend Gazi, Sultan Alp Arslan’ın 1064 ve 1068 yıllarındaki Kafkasya Seferlerine katıldı ve Selçuklu ordusuna kılavuzluk yaptı. Bu seferler sırasında bilgisi, görgüsü ve kişiliği ile Sultan Alp Arslan’ın dikkatini çekti.18

Bundan sonra da Malazgirt Savaşı’na katıldı (1071). Bu savaşta yaptığı konuşmalar ve tavsiyelerle Sultan Alp Arslan’ın moralinin yükselmesini sağladı.19 Bundan dolayı zaferin manevî mimarları arasında yer almıştır.

Zaferin kazanılmasından sonra savaşa katılan diğer emirlerle birlikte, vergiden muaf tutularak Danişmend Gazi’ye Sivas, Tokat, Niksar, Elbistan ve Malatya dolayları ikta edildi. Bizzat Sultan bundan sonra Anadolu’da fethedeceği yerlerin de kendisine ait olacağını kararlaştırdı ve bunlarla ilgili ahit-nâmeler düzenletti.20

Romanos Diogenes’in yeniden tahtına oturamaması ve öldürülmesi üzerine onunla yapılan antlaşmanın da geçersiz hale gelmesiyle Sultan Alp Arslan, beylerine ve komutanlarına Anadolu’nun fethi emrini verdi.21 Bunların arasında bulunan Danişmend Gazi de, bütün ihtiyaçları karşılanarak kendisine ikta edilen bölgelere gönderildi.

II. Danişmendli Devleti’nin Kuruluşu

A. Danişmend Gazi Dönemi

(464/1071-498/1105) Danişmend Gazi, ilk önce kendisine ikta edilen Sivas’a geldi. Malazgirt Seferi sırasında İmparator Romanos Diogenes tarafından tahrip edilen Sivas’ı fazla bir direniş ile karşılaşmadan ele geçirerek22 1071 yılında23 Danişmendli Devleti’ni kurdu.24 Danişmendnâme’de biraz farklı varyantlarla olsa Danişmend Gazi’nin Sivas’a geldiği ve harap halde bulduğu şehri yeniden imar ettiği ve bir gaza üssü haline getirdiği belirtilmektedir.25 Danişmendli Devleti, Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da kurulan ilk Türk devletlerinden birisidir.

Devleti kuran Danişmend Gazi, yeni fetihlerle sınırlarını genişletmeye başladı. İlk fetihlerini Yeşilırmak havzasında yaptı. Önce Sivas daha sonra Tokat, Kayseri,26 Amasya,27 Niksar, Zamantı, Develi,28 Elbistan,29 Gümenek (Komanat), Turhal, Zile ve Çorum’u30 fethetti. Gaza arkadaşlarından Karatekin, Osman ve Süleyman’ı, Çankırı, Kastamonu ve Sinop’u ele geçirdiler.31 Böylece Danişmend Gazi, Orta Anadolu ve Kapadokya’yı kontrolü altına almış oluyordu.32


Yüklə 14,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   95




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin