3- Halkı Tanımak
Halkı tanımak liderliğin en esaslı ve en temel unsurlarından biridir. Halkın oylarına çokça başvurulan yönetimlerde insanlar kilit ve eksen rolü oynamaktadırlar. Ve liderin yönetiminin devamı için onların isteklerine, maddi ve manevi ihtiyaçlarına dikkat etmesi gerekmektedir. Açıktır ki bu da toplumun güçlü ve zayıf noktalarını bilmekle mümkün olabilir. Bu yüzden lider eğer kendi döneminin halkını doğru tanıyabilirse toplumu yönetme ve hedeflerini gerçekleştirmede daha başarılı hareket edebilecektir.
Peygamber’in (s.a.a) Halkı Tanıması
Peygamberin hayatı ve tarihi, halkı tanıma açısından incelendiğinde onun, toplumun ruhi, ahlaki, kültürel, siyasi ve toplumsal özelliklerini çok iyi bildiği görülmektedir.
Davetin türü, mücadelenin nasıl yapıldığı, nasıl aşamalı hale getirildiği, onun halka, özel veya genel düzeyde nasıl davrandığı, Peygamberin halkı tanıdığı gerçekliğini ortaya koymaktadır. O, halkı çok iyi tanıdığı için onların fikri, ruhi, ahlaki ve duygusal kapasitelerini de en iyi şekilde biliyordu. Herkesle sahip olduğu ruhi ve fikri kapasite ölçüsünde konuşuyor, ona göre davranıyordu. İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Allah’ın Resulü (s.a.a) halkla kendi aklı ve bilgi derinliğine göre konuşmuyordu. Peygamber, ‘Biz peygamberler, halkla onların akıları ölçüsünde konuşmakla görevlendirildik’ diye buyurmuştu.”[1]
Buna ilaveten, kişilerin kapasitesini, onların iyi özelliklerini ve kabiliyetlerini bilmek lidere, kişileri yönlendirmede yardım eder. Aşağıdaki mesele bunu göstermektedir.
Rivayet edilir ki, idamı hak etmiş bazı esirleri peygamberin huzuruna getirdiler. Hz. Peygamber, (s.a.a) Müminlerin Emiri’ne (a.s) onların tümünü öldürmesi emrini verdi. Ancak hemen sonra yeniden emir vererek onlardan birini ayırmasını ve öldürmemesini söyledi.O adam, Peygamber’in bu emrini öğrendikten sonra Peygamber’e “İşlediğimiz cinayet aynı olmasına rağmen neden beni onlardan ayırdınız?” diye sordu. Peygamber ona şu cevabı verdi:
“Allah Teâlâ, bana senin kendi kavmin içerisinde cömert bir kişi olduğunu vahyetti. Bu yüzden öldürülmemen gerekiyor.”
Daha önce ölümüne kadar İslam’ın karşısında duran bu adam, Peygamberin (s.a.a) bu tutumu karşısında İslam’a meftun olarak kelime-yi şehadet getirip Müslüman oldu.[2]
Bu tutumdan liderlik konusunda öğrenilmesi gereken şudur: İnsanları iyi tanıyarak kazanılmaya müsait birçok sapkın kişiyi doğru yola yöneltmek mümkündür.
Ali’nin (a.s) Halkı Tanıması
Halkı tanıma konusunda kendine özgü bir mahareti olan kişilerden biri de Müminlerin Emiri Ali’dir (a.s). O da Peygamber gibi, halkı tanıma konusunda uzmandı ve bu tanıma sayesinde hiçbir zaman ölçüsüz bir harekette bulunmadı.
Müminlerin Emiri (a.s) bir gün mescitte bulunuyordu. Ashabı etrafında toplanmıştı. Hz. Ali’nin takipçilerinden olan bir adam girdi ve ona duyduğu sevgiyi ifade ederek ‘Allah da biliyor ki ben zahirde ve batında seni sevenlerdenim’ dedi. Ali (a.s) teyit ederek, ona bu yoldaki zorluk ve sıkıntılarda istikameti tavsiye etti. Adam, gözyaşlarına boğularak mescitten dışarı çıktı. İmam’ın yanında oturmakta olan haricilerden biri arkadaşına: ‘Şimdiye kadar görmediğim tuhaf bir olay’ dedi. Arkadaşı ise: ‘Bunda şaşılacak bir şey yok. Adam gelip seni seviyorum deyince Ali’nin de onu tasdik etmekten başka çaresi yoktu’ dedi.
O şahıs, ‘Şimdi ben sınamak için gidiyorum. Acaba ben Ali’yi seviyor muyum?’ deyince, arkadaşı ona: ‘Hayır, senin Ali’ye sevgin yok’ dedi. O adam da: ‘Ben, şimdi o adamın dediklerini tekrar edeceğim, Ali de bana aynı cevabı verecek’ dedi.
Adam, yerinden kalktı ve önceki şahıs gibi İmam Ali’ye sevgisini ifade eden şeyler söyledi. İmam, bir an o adamın yüzüne baktı ve ‘Hayır vallahi yalan söylüyorsun, sen beni sevmiyorsun, ben de seni sevmiyorum’ dedi.
Adam ağlayarak ‘Ey Müminlerin Emiri, siz bana böyle davranıyorsunuz; hâlbuki Allah sizin söylediklerinizin aksini biliyor’ dedi. Çok geçmeden Nehrevan savaşı başladı, o adam düşmanların safında İmam’a karşı savaşırken öldürüldü.[3]
Görüldüğü gibi, İmam Ali (a.s) de tıpkı Peygamber (s.a.a) gibi insanları tanıma özelliğine sahipti ve onun liderliğinin en önemli unsurlarından biri de kendi halkını tanımasıydı. Peygamberin, İmam Ali’nin ve diğer masumların halkı tanıması konusunda daha birçok örnek verilebilir. İslam araştırmacılarının bu konuda birçok araştırma yapması gerekiyor. Çağımızdaki bir lider modeli olarak İmam Humeyni de tıpkı ataları gibi halkı tanıma özelliğine sahipti.
İmam Humeyni’nin Halkı Tanıması
İslam Devrimi’nin Lideri, bütün mücadelesi boyunca halkı çok iyi tanıyarak halka dayanmanın gerekliliğini vurgulamıştı.
Ümmetin İmamı, çeşitli olaylarda ve gelişmelerde defalarca halkın eksen rolünü hatırlatmış ve halkın sahnede oluşunu devrimin devamlılığı için bir garanti olarak görmüştür. Burada birkaç noktaya işaret edelim.
1- İmam’ın İran milletinin birliğini ve bu birliğin bozulmamasını vurgulaması: İmam Humeyni, defalarca halkın rolünü hatırlatmış ve milletin bütünlüğünü İran İslam Devrimi’nin bekasının sırrı olarak görmüştür. O, İlahi-Siyasi Vasiyetnamesinde şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz İslam Devrimi’nin bekasının sırrı, işte bu zaferin sırrıdır. Zaferin sırrını da millet biliyor. Gelecek kuşaklar da tarihte okuyacaklardır ki onun iki asli sütunu; İlahi motivasyon ve bu motivasyon ve amaç için tüm ülkedeki milletin birlik ve beraberliği ve İslami yönetimin âli hedefleridir.”[4]
Görüldüğü gibi İmam Humeyni, ilahi motivasyonu ve milletin birlik ve beraberliğini devrimin bekasının iki asli unsuru olarak görmektedir. Gelecek nesillere de bu parametrelerden gafil olmamalarını öğütlemektedir. O, halkın içindeki ayrılık ve parçalanma tehlikesine ve düşmanın bu yöndeki çabasına işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
“Tüm dünyadaki propaganda borazanlarının ve onların yerel liderlerinin tüm güçleriyle ayrılık çıkarıcı yalan ve söylentiler yaymaya çalışmaları ve bunun için milyarlarca dolar harcamaları boşuna değildir…
Benim bu çağdaki Müslümanlara, özellikle de İranlılara tavsiyem şudur: Bu komplolara tepki göstersinler, birlik ve beraberliklerini mümkün olan her yolla güçlendirerek kâfirleri ve münafıkları umutsuzluğa düşürsünler.”[5]
2- İmam’ın ülkenin üst düzey yöneticilerine halka yönelmeleri konusundaki tavsiyeleri: İmam Humeyni, (k.s) defalarca yöneticilerin dikkatini halka yöneltmiştir. Birçok konuşmalarında halkı devrim hareketinin asli unsuru sayarak bu konuda gevşeklik göstermenin bağışlanmaz olduğunu söylemiştir. Örneğin üst düzey yöneticilerin ve politika belirleyicilerin yani milletvekillerinin ve bakanlar kurulunun hazır bulunduğu bir toplantıda yaptığı konuşmada onlara millete yönelmeleri tavsiyesinde bulunarak şöyle buyurmuştur:
“Bizim bugün ihtiyaç duyduğumuz şey bu milleti umutlu kılmaktır. Bizim neyimiz varsa hepsi bu millettendir, neye sahipsek hepsi bu millettendir, bu büyük insan kitlelerindendir. Şu an görüyoruz ki bu güç, bizden dolayı öldürülmüştür. 15 Hordad’dan savaşın bitmesine kadar olanları gözünüzün önüne getirin. Bizden ne kadarı öldürüldü, ne kadarı sakat kaldı, ne kadarı evsiz barksız kaldı, ne kadarı mülteci durumuna düştü. Bütün bunların hepsi, bağımsızlığı elde etmek içindi. Bizler, şu an birçok sorunla uğraşırken ve henüz zafere ulaşmamışken bu halkı yüzüstü bırakmamalıyız.”[6]
3- İmam kalp hastanesindeyken milleti düşünmektedir: İmam Humeyni, (k.s) kendi rahatına bakıp başkalarını unutan bir lider değildir. Çünkü iyi bir liderin özelliklerinden biri de onun halkçılığıdır. İmam hangi hal içerisinde bulunursa bulunsun her zaman mustazafları düşünmüştür. O, halkın sorunlarına yönelmede ısrar etmiştir. Onu, kalp rahatsızlığı tedavisi gördüğü hastanede kendisiyle ilgilenen doktorlara, mazlum milleti düşünmelerini hatırlatırken görüyoruz. Hastane yetkililerinden imkânlarını yoksullar için seferber etmelerini isterken görüyoruz. O, hastanede bir konuşma yaparak şöyle buyuruyor:
“Buradaki beylerin tağut döneminde hiç ilgi gösterilmeyen kentin varoşlarında çadırlarda yaşayanlara halkın en temel ihtiyacı olan sağlık hizmeti verdiklerini görünce mutlu oluyorum. Bu sağlık hizmetleri herkes için olmalıdır, birilerine protokol uygulanıp başkalarına hiçbir şey yapmamazlık edilmemelidir. Umarım beyler, her nerede olurlarsa olsunlar, hükümet, sağlık bakanlığı, halkın kendisi, bu meseleye dikkat ederler. Bu varoşlarda yaşayanlar, bu yoksullar, bunlar Allah’ın ailesidir. Bunların sorun yaşamaması gerekiyor.”[7]
[1] Muhammedi Reyşehri, Mizanu’l- Hikme, c. 9, s. 341
[2] Bkz. Meclisi; Biharu’l- Envar, c. 71, s. 354
[3] Şeyh Müfid; İhtisas, s. 312
[4] Sahife-yi Nur, c. 21, S. 176
[5] Age. S. 177
[6] Age. C. 14, s. 31
[7] Sahife-yi Nur, c. 11, s. 248
Dostları ilə paylaş: |