|
Gayba İman ve İman Esasları, 10, 11, 12 Mart 2017 www.kalpehli.com
|
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
GAYBA İMAN VE İMAN ESASLARI
İman, gözle görülmeyen şeylerin varlığını tasdik etmektir. Buna gayb denir. Gayb, yok olan, varlık amelinde bulunmayan hayâlî bir şey değildir. Gayb, var olan fakat dünya şartlarında beş duyu organı ile görülemeyen şeydir. Bizim için yüce Allah, melekler, cinler, Arş, Kürsî, Levh-i Mahfuz, kader yazısı, ahiret, cennet ve cehennem gaybdır, fakat hepsi şu an vardır. Müminlerin en temel vasfı gayba imandır. Allah Teala, hidayete ulaşan muttaki müminlerin sıfatlarını anlatırken, birinci olarak: “Onlar gayba iman ederler.”1 buyurmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v) imanı şöyle tarif etmiştir: “İman, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın kulu ve Resûlü olduğuna, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerr, iyilik ve kötülük her şeyin Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.”2
İmanın esası olan bu altı şey, Âmentü’yü oluşturmaktadır. Bu esaslar maddeler hâlinde şunlardır:
1-Allah’a iman,
2-Allah’ın meleklerine iman,
3-Allah’ın kitaplarına iman,
4-Allah’ın peygamberlerine iman,
5-Âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye iman,
6-Kader ve kazaya/her şeyin Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna iman.
İman esaslarına topluca iman etmeye “icmâlî iman” denir. Bir kimse: “Ben Yüce Allah’ın varlığına, birliğine ve O’ndan gelen dine, peygambere, ilahi emirlere inandım, hepsinin hak olduğunu tasdik ettim” dese, bu topluca bir iman olur. Bu iman geçerlidir.
İman esaslarını tek tek inceleyerek, aslını bilerek iman etmeye “tafsilî iman” denir. Tafsili iman, Yüce Allah’a, Hz. Muhammed’e (s.a.v), ahirete ve dinin inanılmasını istediği bütün şeylere yakinen inanmaktır.
Nasıl ve nice olduğunu incelemeden, deliline bakmadan, haber verene güvenerek iman etmeye “taklîdî iman”, yani taklide dayalı iman,kalbini uyandırıp, ruhunu manevî kirlerden arındırıp, nefsi hakka ulaşmaya engel olan perdelerden kurtararak Yüce Allah’ı görüyormuş gibi bir hâli elde etmeye “tahkiki iman” denir. Bu, müşahede hâlidir. Ona yakinî iman da denir. Bu iman, nefis mutmainne makamına çıkınca elde edilir. O, yüce Allah’tan razı olma ve bütün benliği ile O’na teslimiyet makamıdır. Bu makamda elde edilen ilme irfan; sahibine de ârif denir. Arifler yeryüzünde yüce Allah’ın şahitleridir. Gerçek irfan ve iman dersleri onlardan öğrenilir.3
Mugayyebât-ı Hamse
Beş bilinmeyen gayba ait şey anlamında Kur'anî bir tabir. Bunlar, Lokman sûresinin otuz dördüncü âyetinde geçen ve ilmini Allah'ın kendi zatında sakladığı gayb anahtarlarıdır.
Hz. Peygamber (s.a.s), İbn Ömer'den rivâyet edilen bir hadiste: "Gaybın anahtarları beştir" buyurarak Lokman sûresinin, "Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilir ve herşeyden haberdardır" mealindeki otuz dördüncü âyetini okumuştur.4
Bu beş şeyi Allah'tan başkası bilmez, Ancak Allah bunlardan birine veya bir kaçına ait bilgiyi dilediğine verebilir. Bu verilen bilgi de, yine Allah'ın bilgisi yanında sınırlıdır. Bu beş şeyi Allah'tan başkası hem küllî, hem cüzî olarak, kapsamlı, geniş ve ayrıntılı olarak bilmez.5
Cibril hadisinde Hz. Peygamber (s.a.v)'e: "Ey Allah'ın Rasûlü kıyamet ne zamandır?" diye sorulan soruya: "Bu konuda sorulan kişi sorandan daha bilgili değildir. Fakat sana onun şartlarından (alametlerinden) haber vereceğim: Cariye, efendisini doğurduğu zaman bu onun alametlerindendir. Yalınayak, elbisesiz, miskin kişilerin reis oldukları zaman da bu onun alametlerindendir. Beş şey vardır ki, onları ancak Allah bilir. Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allahın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez" cevabını vermiştir.6
İmam Maverdî ve Kuşeyrî'nin bildirdiğine göre yukarıda geçen âyetin inişi hakkında da şu hadis rivâyet edilir: Varis b. Amr adında bir adam Hz. Peygamber'e gelerek: "Karım gebedir ne doğuracağını bana haber ver. Ülkemizde kuraklık var yağmurun ne zaman yağacağını bana haber ver. Ne zaman doğduğumu biliyorum, ne zaman öleceğimi bana haber ver. Bu gün ne yaptığımı biliyorum, yarın ne yapacağımı bana haber ver. Kıyametin ne zaman kopacağını da bana bildir" der. Bunun üzerine yukarıdaki âyet inmiştir.7
Allah Teâlâ kıyamet gününü bir gayb olarak bırakmış ve kendisinden başka kimseye onun zamanını bildirmemiştir. "Kıyametin bilgisi Allah'a havele edilir."8
"Sana, gelip çatması ne zaman, diye kıyamet saatini soruyorlar. Sende ona ait bilgi nerede ki anlatasın? Onun gerçek bilgisi Rabbine aittir."9
Kıyametin ne zaman kopacağını bildirmemesinin hikmetine gelince, bu suretle insanlar daimî bir uyanıklık ve bekleyiş hali içinde bulunmayacaklar, hazırlıklı olarak bekleyeceklerdir. Bu ruh haline sahip olmayanlar ise, gaflet halinde iken ansızın yakalanacaklar ve hazırlık yapmaya fırsat bulamayacaklardır.
***
Gayb nedir?
Gayb “mutlak” ve “izafî” olmak üzere iki kısma ayrılır. “Mutlak gayb”, hiç bir mahlukun bilemeyeceği gayb türüdür ki, Kur’an’da zikredilen “beş gayb” (mugayyebat-ı hams) bunlardandır.
Bu hususları Allah Tealâ’dan başka hiç kimse tam anlamıyla bilemez. Teknolojinin ilerlemesiyle bunlardan bir kısmının “bilinebilir” hale geldiğini söylemek ya demagoji veya cehalettir. Zira insanoğlunun yağmur veya rahimdeki ceninin durumu hakkında bildikleri, hiçbir zaman “bütün detaylarıyla kesinlik ifade eden” bilgi türü değildir ve Allah Tealâ bunların bilgisini hiç kimseye vermemiştir.
Elmalılı merhum, “mutlak gayb”a ilişkin olarak da rüya, ilham, keramet vb. sebeplerle bazı şeyler “sezilebilmesinin” mümkün olduğunu, ancak bunların hiç birisinin zan ve vehimden uzak, yakinî ilim olamayacağının altını çizer. (Hak Dini Kur’an Dili, 8/ 5415)
“İzafî gayb” ise mahlukattan bir kısmının, Allah Tealâ’nın bildirmesiyle bilebileceği gayb türüdür. Peygamberlerin muttali kılındıkları gaybî hadiseler böyledir. Esasen bir insan için gayb olduğu halde başka biri için gayb olmayan hususlar da bu kapsama girer. Kalbimizden geçen hususlar buna örnektir. Herkes kendi kalbinden geçeni bilir; dolayısıyla bu onun için gayb değildir. Ama bunu bir başkası bilemeyeceği için, insanın içinden geçen şeyler başkaları açısından gaybdır.
Allah Tealâ’nın bildirmesi
Allah Tealâ, gaybın bir kısmını bir kısım kullarına bildirdiğini haber vermektedir. Kur’an’da da gerek Efendimiz (s.a.v)’in, gerekse diğer peygamberlerin Allah Tealâ’nın bildirmesiyle gaybdan haberler verdiklerini ortaya koyan ayetler mevcuttur. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Allah, pisi temizden ayırıncaya kadar müminleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O halde, Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve takva sahibi olursanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.” (Âl-i İmran, 179)
“Bu suretle İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtünü gösteriyorduk ki yakîn hasıl edenlerden olsun.” (En’âm, 75)
“Yusuf dedi ki: “Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini bıraktım.” (Yusuf, 37)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve gayb
Yüce Kitabımız’da şöyle buyurulur: “De ki: ‘Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana gönderilen vahye uyuyorum.’ De ki: ‘Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?’” (Enfal, 50)
Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurulur: “De ki: ‘Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.’” (A’raf, 188)
Bunlar ve benzeri muhtevadaki diğer bazı ayetler Rasul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’e gayb bilgisi verilmediğini ifade etmektedir. Bu durumda daha önce zikrettiğimiz ayet-i kerimelerle bunlar arasında bir uyuşmazlık yoktur. Zira yukarıda zikrettiğimiz ayetler, Allah Tealâ’nın seçtiği elçilere gaybı bildirdiğini açık bir şekilde anlatmaktadır. Meseleyi şöyle anlamak gerekir: Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz de tıpkı diğer peygamberler ve hatta melekler gibi gaybı kendiliğinden bilemez. Ancak Allah Tealâ O’na bir kısım gaybî bilgileri iletirse o zaman gaybı bilir.
Evliyaullah ve gayb
Kehf suresinde geçen Hz. Musa-Hz. Hızır kıssası (65-82), peygamberler dışında da bir kısım gaybî bilgilere muttali kılınan insanlar olduğunu kabul etmemizi gerektirmektedir.
Yine Hz. Süleyman a.s.’a, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirebileceğini söyleyen ve dediğini yapan “Kitap’tan bir ilim sahibi olan” kimsenin de peygamber olmadığı açıktır (Neml, 40).
Meselenin Kur’an temelinde değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkan manzara kısaca budur. Bir de “rivayetler” vadisine baktığımızda, başta Sahabiler olmak üzere gayba muttali kılınan salih ve veli kullardan nakledilenler hayli fazladır.
Hikmet ve gayb bilgisi
Peygamberler dışındaki insanların gaybî haberlere muttali kılınma vasıtalarından biri “ilham” ise, diğeri de, bizzat Efendimiz s.a.v. tarafından “nübüvvetin kırk altıda bir cüzü” olarak ifade buyurulan (Buharî, Tirmizî) rüya (sadık rüya/mübeşşirat)’dır. Ebû Eyyub el-Ensarî (r.a.) hazretlerinin kabrinin yerinin, Akşemseddin hazretlerinin keşfi ile tesbit edilmesi, üzerinde düşünülebilecek örneklerden sadece bir tanesidir.
Gayb bilgisinin sınırı
İnsanın kendi irade ve gayretiyle elde ettiği bilginin “az bir bilgi” olduğu, Yüce Kitabımız’da altı çizilen bir hakikattir. “Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (İsra, 85)
Yine Kur’an’da, meleklerin şöyle dediği haber verilir: “Melekler dediler ki: (Ey Rabbimiz!) Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.” (Bakara, 32)
Sadece melekler değil, peygamberler de sınırlı bilgiye sahiptir. “Allah’ın, peygamberleri toplayıp, ‘Siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?’ diyeceği, onların da ‘Bizim hiçbir bilgimiz yok; gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin’ diyecekleri günü hatırlayın.” (Maide, 109) ayeti, peygamberlerin dahi Allah Tealâ’nın bildirmesi olmadığında gaybî bilgiye sahip olamadıklarını anlatmaktadır.
İkinci bir nokta da şudur: Gerek peygamberler, gerekse evliyauullah, kendi istedikleri zamanda, miktarda ve şekilde değil, Allah Tealâ’nın istediği zamanda, miktarda ve şekilde gaybî bilgiye mazhar olurlar. Dolayısıyla onların, istedikleri zaman istedikleri gaybî bilgiye muttali olmaları söz konusu değildir.
Kâinatın ve insanın yaratılışı, geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin kıssaları, kıyamet alametleri ve ahiret ahvali gibi konulara ilişkin külli haber ve bilgiler sadece peygamberlere verilmiştir.10
Kıssa: Gaybı Ancak Allah Bilir
Abdurrahman-i Tâhî Hz.lerinin Molla Abdülkadir’e yazdığı bir mektupta şöyle buyuruyor:
“Allah sizi affetsin. Sizlerin ona (Abdurrahman Tâhî hazretlerine gaybı biliyor diye) kötü lakaplar taktığınızı ve kalplere nasıl tasarrufatta bulunduğunu söylediğinizi duydum. O gaybı bilmez. Dikkatli olun! Bu düşüncenizden dönün ve günahlarınıza tövbe edin. Umulur ki merhamet edilirsiniz. Sizler Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen, “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. Onları Allah’tan başkası bilmez”11 buyurmuyor mu? Allah, Nebîsine şöyle emretmiyor mu; “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem”12, “De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.”13 İşte bu yüzden, mutlak gaybı nebî de velî de olsa Allah’tan başkasının bildiğini söylemek küfürdür. Bütün peygamberler de bu yüzden mutlak gaybı bilmezler. Ancak Allah’ın kendilerine bildirdikleri hariç. Nitekim Hz. Musa (a.s), olayın hakikatine sahip olmadığı için, Hızır aleyhisselâmın gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi ve yıkılan duvarı düzeltmesini uygun bulmamıştı.14
Sevgili Peygamberimiz’in İsra gecesinde kendisine emredilen bazı işleri bilmemesi, Bedir Gazvesi’nden sonra esirlerden fidye alınıp serbest bırakılmasından sonra âyetin, esirlerin öldürülmesi yönünde gelmesi bunu gösterir.15 Yine Peygamberimiz’in (s.a.v) Uhud Gazvesi’nde kendi görüşü Medine’den çıkmak olmamasına rağmen Medine’nin dışına çıkmış olması ve bir topluluk hakkında, “Zekat vermiyorlar” denildiğinde Peygamberimiz onlara karşı savaşmayı emredince Allah Teâlâ’nın, “Size fâsık bir adam haber getirirse (hemen ona uyarak hareket etmeyin) onun doğruluğunu araştırın”16 meâlindeki âyetin indirilmesi de mutlak gaybı peygamberlerin bilmediği hususlardandır.
Tüm peygamberler ve onların sonuncusu sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) bile bilmediği mutlak gaybı, bu yolun hizmetkârı (Abdurrahman Tâhî hazretleri) nasıl bilebilir? Böyle bir iddia Allah kelâmını, peygamberleri ve sahâbîleri tanımamak demektir. Sahâbîler kendi aralarında meydana gelen birtakım olağanüstü olaylara itibar etmediler. Bunları kendilerinden bilmediler. Gaybı bildiğini iddia edenlere yazıklar olsun! Bu hizmetkârın, gaybı bildiğini iddia edenlere yazıklar olsun! Bilakis ben, günahlarını ve kusurlarını itiraf eden Allah’ın âciz bir kuluyum. Hatta bu hizmetkâr, günahının dumanının semaya ulaştığını söyleyen ama Allah’ın rahmetinden asla ümidini kesmeyen biridir. Çünkü Allah, affedici ve merhametlidir.”17
***
Tasavvuf müminin imanına hizmet eder. O’nun bir amacı imanı korumaksa diğer bir amacı mevcut imanın yakin mertebesine ulaşmasını sağlamaktır. Veli zatlar bu gayeyi ikmâl için gece-gündüz gayret sarf ederler. Onlar, imana zarar verecek her türlü şüphe, günah ve gaflet kirinden müminleri uzaklaştırarak şeytanın tasallutuna karşı korunaklı gönüller inşa ederler.
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Dostları ilə paylaş: |