2. BİZANS
Spengler, 'klasik insan tanrılarının önünde onlar da birer insanmış gibi dururken' diyor, 'Mecusi tanrısı belirsiz, anlaşılması zor bir güç olarak yukardan gazap veya merhamet saçar, veya uygun gördüğünü karanlığa gömer, uygun gördüğü ruhu ışığa yükseltir*. Bireyin isteği, düşüncesi basitçe anlamsızdır çünkü 'istek' ve 'düşünce' insandan öncel değildir, onun üstünde tanrının etkisinden» ibarettir. Sık ifade edilen ve özünde hiç değişmeyen bu sarsılmaz kök-duygusuyla, dünyada hiç bir dönüşüm, aydınlanma veya ince ayrımlar olmadan, bu durumu karışıklıktan mutluluğa çevirecek Kutsal Aracı düşüncesinin gerekliliği ortaya çıkar. Bütün Mecusi dinleri bu düşünceyle
340
birbirlerine bağlanır ve bütün öteki kültürlerden ayrılırlar'/9)
Mecusi dünyasının Zerdüşt bölümünde, mücadele eden mezheplerin anahtar sorunu Angra Mainyu ile Ahura Mazda'nın iliş-kisindeki ayrımlandır. Karanlık gücünün, ışığın varlık ve kaynağı ile ilişkisi. Başka deyişle, kötünün kökeni ve nihai yapısı. Hıristiyan cemaat için ise, öte yandan, temel uyuşmazlık düğümü Vücut bulma sorunudur. İnsanoğlunu kurtarmak için zaman, madde ve günah diyarına giren Arabulucunun yapısıdır. İznik Konsülünü izleyen bir dizi acil toplantıda herkesin ayrıldığı veya birleştiği konu buydu. Konuyu ince ayrıntılarına kadar yinelemenin gereği yok. Fakat, teolojik bir tartışma olarak 'bu dünyadan değildi' denilişindeki açıkça siyasal olan kararın gücüne bir kaç sayfa ayırmak gerekiyor. Çünkü her zamanki Levanten fikir oydaşması düşüncesi (sonradan da tartışılmaz gerçek olarak kabul edildiği gibi) Hıristiyan öğretideki işlevini bu konsüllerin tarihinde en açık biçimde ortaya koyuyor.
Tartışmada dört önde gelen parti vardı: 1. Büyük Mısır iskenderiye teolojik okulu (genç diyakoz Athanasius İznik konsülünde rapor-L tör olmuş ve Athanasius Amentüsü yayınlanmıştı(*)). Mesihin kutsallığı üstünde duruyorlardı. Çekişmenin bu aşamasmda okul iki güçlü piskopos tarafından temsil ediliyordu, Cyril ve Dioscurus. îlki azizler derecesine sokulurken aynı düşünceyi savunan ikincisi aforoz edilecekti; 2. Mesih'in insanlığını savunan Kapadokya-Suriye-Antakya okulu. Öncelikle büyük saplan Nestorius tarafından temsil ediliyordu. Nestorius Aziz Cyril tarafından mahkum edilecek ve yok edilecekti; 3. İstanbul'daki, Yeni veya İkinci Roma'daki imparator, en büyük amacı da imparatorluğunu böyle bir tartışmayla dağılmaktan korumaktı; ve 4. Roma'daki tahtında Papanın kendisi, Petrus tarafından kurulma iddiasıyla kendi görüşünün önemini ortaya koymak için mücadele ediyordu. Petrus'un bütün havarilerin başı olması gibi Papa da şimdi bütün piskoposların başı olmalıydı. Fakat piskoposların büyük çoğunluğu artık Levantendi ve Roma da imparatorluk yöhetiminiri merkezi değildi.
(•) Bkz. Sayfa 326.
341
BİRİNCİ AŞAMA (370-431)
Anlaşmazlığın ilk büyük aşaması Laodicea'nın (Antakya'nın hemen güneyinde bir şehir) etkin anti-aryan piskoposu Apollinarius İ.S. 370lerde bir soruna çözüm bulunmasını önerdiğinde ortaya çıktı. Sorun şuydu, eğer bütün insanlar günahkarsa ve Mesih günahkar değilse Mesih gerçekten insan olamazdı. İyi piskopos Apollinarius'un yanıtı şuydu: Mesih'de insan ruhunun yerini Logos, ete bürünmüş Kelam almıştı, ama insan ruhu da Logosun suretinde yaratıldığına göre (Tekvin 1:28) Mesih daha az değil daha fazla insan'dı, farklı insan olsa da. Logos ve insan yabancı varlıklar değildir fakat özünde birbirlerine bağlıdırlar ve bir anlamda biri olmadan öteki tam ola-maz.(10>
Bu becerikli bir yanıttı. Fakat tartışmayı yatıştıracağına kızıştırdı. Apollinarius'un kendisi de neredeyse Kurtarıcının görünüşünün hayali olduğuna inanan Gnostiklerin yanma düştü.(*) Bütün hıristiyan-lann katıldığı İstanbul'da 381'de yapılan İkinci Konsül'de mahkum, edildi ve dokuz yıl sonra öldü. Tartışması ise 428 yılına kadar sürdü. Bu tarihte Nestorius İstanbul piskoposu oldu. Meşinin insan yönünün ağırlık taşıdığı Antakya'da eğitim görmüş olan İkinci Roma'-un yeni piskoposu, Meryem'in Tann'nm (BeotOKoa) annesi olmadığını savundu. Meryem Mesihin yalnızca insan yönünün annesiydi. 'Ben Tanrının iki veya üç aylık olduğunu söyleyemem' ve 'Evet Bakire'yi bir tanrıça yapmayalım' dediği söylenir.
Bu noktada İskenderiye'nin ulu piskoposu Cyril, elinde İstanbul tahtına, İmparator Theodosius ü'ye (h. 408-450) seslenen bir dizi mektupla tartışmaya katıldı. İmparatora 'Tanrının dünyadaki imgesi', en büyük kızkardeşi Pulcheria'ya, imparator çocukken eğitimini üstüne almış olan ve küçüklüğünde tahta vekillik eden prensese 'en dindar prenses' diye hitap ediyordu. Kız, kardeşine kendi otoritesine karşı çıkmayacak bir eş seçmiş ve kendisiyle birlikte bütün kız-kardeşlerini hem cennette iyi bir yer için hem de imparatorluğun sarayında rakipsiz bir otoriteyi sürdürmek için ebedi bakireliğe adamıştı. Hanımlar saflıklarım sunaklara çiçek yerleştirmekle ve din adamlarıyla ve harem ağalarıyla dolanıp fikir alışverişi yapmakla sürdürüyorlardı.
(.*) Bkz. Sayfa 305-307.
342
iskenderiyeli Cyril bu hanımlara ve erkek kardeşlerine mektuplarında sayısız yetkiliden alıntıyla Beotokoc terimini haklı görürken, Nestorius'a mektubunda onu İznik amentüsünü anlamamakla suçladı. Cyril ile zamanın Roma'daki Papası Celestine I (422-432) arasında da mektuplar gelip gitti. O zaman Roma da kilise meclisi toplanarak Nestorius'u mahkum etmiş, İskenderiye'de toplanan meclis de aynı karara varmıştı. Fakat Nestorius İstanbul'dan yüksek görüş-lülüğüyle karşı aforizmalar çıkarttı. Bu noktada imparator olaya müdahale etti.
Thedosius II 431'de Efes'de, binlerce yıldır Anadolu'nun ana tanrıçası Artemis'in Asya'daki ana tapmağının bulunduğu ve evrenin yaratıcısı ve dirilen tanrının annesi olan tanrıçaya adanmış şehirde bir meclis topladı. Sarayın bakire sultanları kadar tanrıçanın etkisinin, toplanan piskoposların düşüncelerinde de sürdüğünü kabul etmemiz akıllıca olur. Bakire. Meryem'in GeoxoKoa olarak tanındığı yer burasıdır; Antakya delegelerinin gelişinden beş gün önce. Tanrının Anası olarak tanınmıştır. Nestorius katılmayı reddetmişti ve mahkum edilerek görevinden alındı. O da Antakya grubuyla bir konsül" topladı ve Cyril'i mahkum etti fakat sonunda razı olmak zorunda kaldı. Mısır çölünde sürgünde, sonunda, görünüşte, tanınmış ulu bir çöl keşişinin, Senuti'nin elinden öldü.^1'
Ama öğretisi kendi başına sürdü. Roma ve İstanbul'dan uzağa, doğuya yayıldı, İran'da Madras ve Pekin'de gelişti. Marko Polo (1254-1323) Mahanyana Budist keşişlerinin tapınaklarının bulunduğu kervan yollan boyunca Nasturi kiliselerine rastladı. Eğer zor olmakla birlikte henüz incelenmemiş bu alanda çalışacak biri olursa, Asya'run alışveriş merkezlerinde zengin bir Budist, Brahman, Taoist ve Kon-fiçyuscu, Maniheist, Nasturi ve Zerdüştcü ikonografiye ve hepsinin aynı biçimde karşılandığı hoşgörüye rastlayacaktır.
İKİNCİ AŞAMA (448-553)
Vücut bulmanın yapısıyla ilgili ikinci büyük tartışma 448 yılında açıldı. Piskopos Cyril dört yıl önce ölmüştü, takdis edilerek; ve İskenderiye görüşünün, görevini Dioscurus yüklendi. Tartışma yaşb manastır rahibi Eutysches, İstanbul yakınındaki zaviyesinden, söz kalabalığı ile Nestorius'a karşı çıktığında yeniden başlamıştı. Euryches, başka türde yanlışlar yaymakla suçlandı. Başkentte bir konsülün
343
örtüne çıkartıldı, kaba görüşünü açıkladı: Mesihin vücut bulmadan önce iki yapısı (Tanrı ve İnsan) bulunduğuna, sonra tek yapısı olduğuna inanıyordu. Eutyches mahkum edildi ve saygınlığı kaldırıldı. Fakat, imparatora. Papa Büyük Leo'ya (440-461) ve istanbul keşişlerine başvurdu. Thedosius ilkinin görüşünü değiştirecek ikinci bir konsül topladı, İskenderiyeli Dioscurus başkanlık yapması için davet edildi. Fakat bu kez Papa Leo imparatora, Pulcheria'ya ve başka sayısız önde gelen kişiye yazmaya başladı. Şunları iddia ediyordu: 1. Eutyches hatalıydı, 2. eğer bu konsül toplanacaksa onun yeri Roma'ydı, 3. kendisi Petrus'un halefiydi ve Kitaplarla birlikte tartışılan noktalarda görüş bildirme yetkisi kendisinindi. Konsül 449'da toplandı. Ama Roma'da değil, Efes'te. Ve Leo değil, İskenderiyeli Dioscurus başkanlık etti. Leo üç delege gönderdi, bir piskopos, bir rahip ve bir diyakoz fakat Kitabı okunmadı bile. Eutyches'i mahkum edenler mahkum edildiler, 115 piskoposun imzasıyla yaşlı manastır rahibinin Ortodoksluğu ilan edildi ve eski yeri iade edildi. Tek itiraz -contradicitur- papanın delege olarak gelen diyakozundan, Hilarius'dan geldi, o da canım kurtarmak için kaçtı ve felaket haberini Roma'ya götürdü. Leo da konsüle, halen bilindiği adıyla, Soyguncu Konsül adım verdi.
Theodosius II 450 Temmuzunda attan düşüp Lycus ırmağında bel kemiğini kırarak ölünce, Pulcheria imparatoriçe ilan edildi. Gibbon, 'Romalılar ilk kez bir kadm hükümdara boyun eğdiler' diye yazıyor. (12) Pulcheria, bakireliğine saygı gösteren sağduyulu bir senatörle, Mar-cian'la evlendi. Marican, imparator olarak, onu, Papa Leonun yeni bir konsül toplanması isteği yönünde destekledi. Fakat konsül beklendiği gibi Roma'da toplanmadı, İstanbul yakınında Kadıköy'de toplandı. Bu kez Papanın Kitabı etkili oldu, Dioscurus aforoz edilerek sürüldü. Ama on yıl geçmeden İskenderiyeli kilisenin İstanbul'dan kopmasına neden olundu, imparatorun atamalarına meydan okuyarak piskoposlar yerlerinden kıpırdamıyorlardı.
Böylece, bağımsız Kıpti Monofizit (Tek Yapı) görüşü, Mesihin Yaşayan Gövdesinden hızla ayrılıp yayılan bir dal olarak gelişti. Sayısız etkilerle bu görüşü biçimlendirenler içinde, Mısır çöllerinde görücünü yayan Aziz Anthonyla birlikte (251-356?) o zamandan beri etkinlikte bulunan bir çok zahid vardır. Bazıları, örneğin, Hindistan'ın bazı yogilerine benzeyen Stylitler ve Dendritelerdi/13) Kendilerini sürekli hareketsizliğe mahkum etmişlerdi, öncekiler sürekli eski tapmak hara-
344
belerinde sütunların tepesinde, ikinciler ağaç dallarında otururlardı. Browserler olarak bilinenler hayvanlar gibi otla beslenirlerdi. Başkaları kendilerini kayalara zincirlerdi. Bazıları da ağır boyunduruklar taşırlardı. Gene de çoğu iskenderiyeli teologların açık bir desteğe gereksinimi olduğunda kalabalığa girerek Tek Yapı! Tek Yapı!' diye sloganlar atarlardı..
Kadıköy'deki hizipleşmeden sonra, Kıpti Monofizit Kilisesi, kendi bölgesinde, Avrupa anlayışından uzak bir görünüşle gelişti, Arap Denizi çevresinde incelenmemiş bir uygarlıkla bağıntılar kurdu: Habeşistan ve Somali, Hadramaut, Bombay ve Malabar. Örnek olarak, Ethiopya'nm kırk küsur monolitik Lalibela kiliselerinin ve onların Ajanta mağara-tapınaklan ile olan ilişkisinin üstünde kim yazmıştır? (14) Veya Axum'dai efsanevi yılan kralı öldüren, Nahas veya Negus (Sanskritce nagas 'yılan, yılan-krar" ile karşılaştırın) Haile Selasie'nin atası kurtarıcıyı?^5) Veya Leo Frobenius'un Sudan'dan batı Nijer'e kadar izlediği İssa (Jesus) ve Pers ve Roma kralları efsanelerinin kökenini kim araştırmıştır?*16' Hepsi, Katolik Kilisesi için olduğu kadar, çağdaş mitoloji bilimi için de kayıp bir dünyadır.
Kadıköy Konsülünün tek getirdiği felaket Afrika'nın bilinmeyen kayboluşu değildi. Bizans ve Roma arasında da ayrılma başlamıştı. Hepsi imparatorlar tarafından toplanan, Levanten şehirlerinde düzenlenen ve Doğudan gerçekten yüzlerce piskopos gelirken Batıdan yarım düzinenin geldiği Konsüllerde Petrus'un görüşü neredeyse hiç rol oynamamıştı. Papanın Petrus'un onuruna iddiaları basitçe küçümsenmişti. Ama şimdi, Büyük Leo, boylu boslu ve kişilikli insan, sürüsünün çobanı olarak şehrinin harabelerine dikilip, 451 yılında Roma kapısında Hunlarrn Atilla'sını karşıladı ve -açıklanmayan bir güçle- onun çekilmesini sağladı. Leo papalık iddiasını havada bırakacak biri değildi. Ve Doğu, onun büyüklüğünden haberdar olarak, Kadıköyde ona XXVII. Yasa diye bilinen açıklamayla yanıt verdi. The-dosius konsülünün bulgularına da dayanarak piskoposlar aşağıdaki noktaya vardılar:
'Her şeyde kutsal Babaların kararlarım izleyerek ve yasarım doğruluğunu kabul ederek, şimdi okunan yasaya bağlı olan aziz Tanrının yüz elli piskoposu olan (imparator Thedosius'un mutlu amsıyla şimdi Yeni Roma olan imparatorluk şehri İstanbul'da toplanan) bizler, şimdi Yeni Roma olan İstanbul'un kutsal kilisesinin ayrıcalıklarına hükmederek inanıyoruz.. Çünkü Babalar haklı olarak ayrıcalıkları Eski#Ro-
345
ma'run tahtına tanımışlardır, çünkü o imparatorluk şehriydi. Ve yüz elli dindar piskopos aynı anlayışla hareket ederek, Yeni Roma tahtına en kutsal ayrıcalıkları veriyor, iktidarla ve Senatoyla onur kazanan şehrin, eski imparatorluk Roma'sıyla eşit ayrıcalıklar taşıdığı kararına varıyor, ve kiliseyle ilgili sorunlarda da onun gibi ululanması ve onun yerini alması gerektiğine inanıyoruz. Pontus'da, Asya'da ve Trakya piskoposluk bölgelerinde (şimdi azar geliyor), metropolitler ve yukarıda söylenilen piskoposlar barbarların içindedirler, kutsal İstanbul kilisesinin tahtı taralından atanmalıdırlar. Yukarıda denilen piskoposluk bölgelerinde her metropolit kendi eyaletinin piskopostan ile birlikte kendi piskoposlarını atamalıdır, fakat kutsal yasalarla da belirlendiği gibi, yukarıda denildiği gibi, yukarıda denilen piskoposluk bölgelerinin metropolitleri İstanbul başpiskoposu tarafından atanmalıdır. Geleneğe göre her zamanki seçimler yapılmalı ve ona sunulmalıdır.'<17>
Bizans'ın Tanrının Dünyadaki Krallığı düşüncesi, İsrailin Eski Ahit'inde olduğu gibi, siyasal, maddi ve somuttur. Musa'nın Harun için olduğu gibi, imparator da papazlar için, dünya tarihinde tanrının yasasının tek aracı olarak kavranılan bir konumdadır. Profesör Adda B. Bozeman'ın Uluslararası Tarihte Siyaset ve Kültür'im. (Politics nd Culture in International History) ilişkisi üstüne yazdığı usta işi araştırmasında söylediği gibi, 'Bizans yapısının ekseni, merkezi devlettir, bu anlayış ayrı fakat içice geçmiş bir çok hükümet kurumuyla gerçekleşir. Kurumlardan her biri kendi çevresine sahiptir çünkü devletin bir yönünde etkinlik göstermek üzere tasarlanmıştır. Ama hepsi, kilise işleriyle ilgili olan da içinde, hükümetin nihai başarısının, önyargılı kuramlar ve imgelerin yarattığı inanç dolu saygıdan çok, insanların kolay kanmasının uygun biçimde yönlendirilmesine bağlı olduğu düşüncesiyle kurulmuştur.'^18^
Dahası, 'devlet genel olarak toplumun yüce bir ifadesi olarak kabul edildiği için, bütün insan etkinliklerinin ve değerlerinin onunla doğrudan ilişki kurması istenmiştir. Bu bilginin kendi yaran için değil fakat devlete hizmet için edinilmesi anlamına gelir. Gerçekten, inanç gibi, eğirimin de siyasal bir değeri vardır'.'19) Yalnız inanç da değil, inanan mitolojisini, yarattığı huşuyu ve hizmet etme arzusunu da eklemeliyiz.
Robert Eisler, Avrupa'da ve dünyadaki kraliyet giyim ve taçlan simgeleri üstüne ansiklopedik çalışmasında, Bizans'a giden bir gezgi-
346 fflfc
run yazdıklarından kralın huzurunda gördüklerini tanımladığı bölümü alıntılar:
'İmparatorluk tahtının yanında pirinçten, yaldızlı bir ağaç duruyordu. Ağacın dalları sayısız pirinçten, yaldızlı kuşla doluydu. Her • kuş cinsine göre, bir nota çıkarıyordu. Ve imparatorun tahtı öyle düzenlenmişti ki, bir alçak, bir yüksek, bir göklere çıkmış görünüyordu. İki kocaman, tunç mu, ahşap mı bilmediğim aslanla korunmuştu, fakat her yerleri altın kaplıydı ve kamçı gibi kuyrukları, açık çeneleri, kıpırdayan dilleriyle kükreme sesleri çıkarıyorlardı. İmparatorun önüne götürüldüm. Benim gelmemle cinslerine göre kuşlar ötüp aslanlar kükreyince ne huşuyla ne korkuyla sallanmadım. Saygıyla üç kez yere kapandıktan sonra başımı imparatora kaldırdım, ve oturduğunu gördüğüm orta yükseklikteki döşemeyi bu tez tavana yakın gördüm, imparator değişik elbiseler içindeydi. Bunun nasıl olduğunu da anlayamadım. Belki şarap presinin serenini kaldıran makina gibi olmuştu.'^
Dr. Eisler 'Chosroes Fin bu tür şaşırtıcı bir tahtı olduğuna göre, altında yıldızlar dolanıyormuş, Romalı imparatorun İranlı rakibinden geri kalmamak için böyle saygı uyandıran fakat gene de çocukça bir tertibat kurdurmuş olduğunu söylememiz yanlış olmaz1 diyor. Simge eski Sümer zamanlarından alma, Orta Çağda da Bizanstan Batı Avrupa ve Rusya'ya geçti. Bu etkinin daha çok barbarlann büyük tahta gönderdikleri elçilerden doğduğunu kabul edebiliriz. Adda Boze-man'ın Profesör Norman H.Baynas'tan aldığı paragraf bunu açıklıyor:
'Bir an stepten veya çölden bir barbar başkanın Bizans Tahtına geldiğini düşünelim. Görkemle, özenli imparatorluk memurlarının gösterdiği ilgiyle misafir edilecek, başkenti gezecek. Ve bugün imparatorla görüşecek. Göz kamaştıran labirentlerden, mermer koridorlardan, mozaik ve altın kaplı odalardan, uzun beyaz üniformalı saray muhafızları arasından, soyluların, piskoposların, generallerin ve senatörlerin arasından, müzik aletlerinin müziğinden ve kilise koridorlarından geçecek. Harem ağalarının yardımıyla sonunda sonsuz saltanatın, sessiz, hareketsiz, hieratik kişiyle yüzyüze gelir, Yeni Romanın Efendisi önünde yere kapaklanır. Constantine'in mirasçısı Sezarlann tahtında oturmaktadır. Başını kaldıramadan, imparator ve tahtı yukarı çıkar, imparator, değişmiş elbiseleriyle, son göründüğünden başka biçimde, tanrının ölümlü insanlara baktığı gibi, ona yukandan
347
bakar. Kimdir o, tahtı çevreleyen altın aslanların kükremelerini ve ağaçlarda kuşların ötüşlerini duyar, o kimdir ki imparatorun buyruklarına uymasın? Aslanların kükremesini ve kuşların ötüşünü anlamak için mekanizmalarını düşünecek zamanı yoktur. İmparator için konuşan bgotit'in(*) sorularına güçlükle yanıt verir, bağlılığı kazanılmıştır: Roma Hıristiyanlığı ve İmparatorluğu için dövüşecektir.'^
Bu aptalca sahneleri aklımızda tutunca. Aziz Cyril'in bir krallık kuklasını nasıl 'tanrının dünyadaki imgesi' diye övebildiğine ilişkin kuşkusuz bir ölçü keşfediyoruz.
Fakat cennetteki tanrının karısı yoktur, tmparatorunsa imparato-riçesi vardır. Ve güçlü monark Justinian İS. 527 yılında bu şakacı tahta çıktığında, mitolojik ve siyasal olarak Roma'yla aranın açık olmasına karşı nazik bir görev üstlendi, ve onun çok güçlü, saygın eşi The-dora kendi kişisel arkadaş-ve dostlarını yani Monofizitleri destekliye-rek Roma'yi kızdırdı.
'Büyük Thedora', Pulcheria'nın bir kopyasıydı. istanbul hipodromunda bir ayı bakıcısının kızıyken, bekar prens Justinian, otuz yedi yaşlarında, onun güzellik, zeka ve aklına hayran kalıp, umutsuz bir aşka düşünce, kızın dünyaca ünü arttı. Bir çok tarihçi onun kocasından daha yetenekli bir siyasetçi olduğunu söylüyor. Onun iizans'ın dinsel eğilimlerini Levant'ınkiyle kaynaştırma isteğinin, İkinci Roma'yi, Justinian in iki uyumsuz kültür dünyasını organik olarak ayırmamak yolunda verdiği yanlış mücadeleden, daha güçlü ve daha uzun süreli Hıristiyanlık merkezi yapabileceği düşünülüyor. Ne olursa olsun, onun Levanten yeteneğiyle gelişen siyasal teoloji harikaydı. Gibbon kitabının her bölümünde bunun üstünde durur. Burada bizim üstünde durmamız gereken yön bunun Papa Vigilius'un (537-555) inana üstündeki etkisi.
Justinian tahta 527'de kırk beş yaşında çıktı ve otuz sekiz yıl, yedi ay, on üç gün iktidarda kaldı. Hemen bütün paganları temizlemek için işe koyulup, iktidarın ikinci yılında Atina'daki Üniversiteyi kapattı, imparatorluk bildirileri ile birçok din değiştirmelere neden oldu ve Mısır'ın Monofizitlerine dinsel baskı yapmaktan ancak güzel karısının yumuşak ama belirleyici eliyle alıkonabildi.
(*) logothete- Bizans İmparatorluğunda eyalet yönetimi veya maliyede görevli yüksek memur veya İmparatoru hükümette veya başka yerlerde temsil eden görevli, (çev. notu).
348
543 yılında, cüretkar imparatoriçesinin öğüdüyle, Justinian Antakya Okulunun üç merhum teologunun yazılarını sapıklık olarak mahkum eden bir bildiri yayınladı. Bunun Monofizitler ile olan açıklığı kapatacağı ve Roma'yı uyumluluğa zorlayacağı umuluyordu. Çünkü yeni Papa Vigilius görevini büyük ölçüde Thedora'nın etkisi ile elde etmişti ve onun isteğine uyması bekleniyordu. Fakat Vigilius ona kocasının bildirisini desteklemek üzere verdiği sözü tutmayı o kadar geciktirdi ki, Justinian onu kaçırttı ve İstanbul'a getirtti. Papa orda Jııdica-tum'u 548 Paskalya Yortusunun arifesinde, baskı altında yayınladı. Fakat Batılı dinadamlarından öyle itiraz yükseldi ki Justinian kurbanının sözünü geri almasına izin verdi.
Aynı, yıl Thedora kırk yaşmda kanserden öldü, konu, papa gene rehin olarak tutularak 557 yılma kadar ertelendi ve Justinian Beşinci Ekumenik Konsülü toplantıya çağırdı. Fakat Vigilius katılmayı reddetti. Onun yerine kendisi Constitution ad Imperatorem diye bilinen dokümanı yayınladı, imparatoru tatmin etmeyen bildiri Antakya teologlarından yalnız birinin yazılarından altı bölümü mahkum ediyor, yazarın kendisini mahkum etmiyordu. Çünkü ölülerin mahkum edilmesinin geleneksel olmadığını düşünüyordu, öteki ikisini ise mahkum etmiyordu çünkü Kadıköy Konsülünde bunlar sapık sayılmamışlardı. Justinian'ın Konsülü ise yalnız sözkonusu kişilerin kendilerini ve eserlerini mahkum etmekle kalmadı, tutsak papayı da mahkum etti. Zavallı adam sonunda işi bitik kendi adını da onlannkinin arasına kattı ve görevine dönme izni verildi, fakat yolda Sirakuza'da öldü.*22*
ÜÇÜNCÜ AŞAMA (630-680)
Bu Şehrazad masalının son bölümü seksen uzun yıl sonra, İmparator Heraclius'un (h. 610-641) iktidarı döneminde başladı. İstanbul patriki Sergius, bütün mito-siyasal patırtıyı çözecek bir formül buldu: Mesjhin iki 'yapısı'nın arasında tek bir 'enerji' vardı ve ikisinde de yer alıyordu. İmparator Heracliüs bu düşünceyi uygun buldu ve İskenderiye'nin Monofizitleri de 633 yılında bunu kabul ettiler. O zaman Papaya, Honorius'a (625-638), iyimser bir mektup gönderildi. Papa da bu düşünceye katıldı fakat 'enerji' terimi yerine 'irade' terimini önerdi. Böylelikle sonunda Bizans, Roma ve İskenderiye arasında her şey
349
çözülmüş gibi görünüyordu. Fakat yeni bir eyaletin sesi duyuldu. Kudüs patriki Sophronius etkin bir sinod-kilise meclisi mektubu yayınladı, tek 'enerji' öğretisinin Monofizitizmle aynı şey olduğunu iddia etti. Herşey tekrar hareketlendi, Kilise, imparatorluk ve herşey.
638'de imparator patrik Sergius eliyle tek 'irade' doktrininin Ortodoksluğunu ilan eden ve tek enerji' veya 'iki irade' terimlerinin kullanılmasını yasaklayan bir bildiri yayınladı. Doğuda ve Batıda itiraz fırtınaları esti ve ondan sonraki imparator Constanz II (h.641-668) basitçe sorunun tartışılmasını yasakladı. Fakat yeni, cesur bir papa. Martin (649-654) Roma'da bir konsül topladı ve 'tek irade' öğretisiyle izleyicilerini ve imparatorun tartışma yasağım mahkum etti. Bu çabasından dolayı da kaçırıldı, İstanbul'a getirildi ve halka çıplak, boynunda bir zincirle teşhir edildi, önünde tutulan kılıçla, taşlar altında, başı kesilmek üzere hapisaneye gönderildi. Cezası tecil edilerek Kırım'a sürüldü, orada .kötü muameleden dolayı son nefesini verdi23)
Son söz, Altıncı Ekumenik Konsüle kalmıştı. 680 yılında 'iki yapı* öğretisi teyit edildi, eski "tek irade' görüşünün bütün kişileriyle uzla-şıldı ve bütün Monofizitler mahkum edildi/24'
Fakat, yeni ve hiç de karmaşık olmayan bir teoloji Arapç« duyulmaya başlanmıştı bile: La ilahe illallah. Açık 'Allahtan başka tanrı yoktur' deyişinin dikkatleri çekici- bir hoşnutluk yaratacağı anlaşılabilir. Sesleniş yirmi parlak yılda bütün Yalan Doğu'yu kapladı, Kuzey Afrika'ya yayıldı ve 711'de İspanya'ya ulaştı. 732'de Fransa'da son sınırına ulaştı, Marathon ve Makabiler'de olduğu gibi, Doğu-Bah-Doğu-Bah-Doğu dengesi içinde bir akım daha sona erdi. Bu tür bütün akımların gösterdiği gibi, işgal edilen ülkenin ana kültürünün yok edilemeyeceği bir nokta vardır. Bu kez bu noktaya Avrupa'da Poitiers Savaşında gelindi, Frank Kralı Çekiç Charles İslamı Pirenelere geri attı.
3. İSLAM PEYGAMBERİ
Dostları ilə paylaş: |