ona gizemli dişi derler
ve gizemli dişinin kapısı »
cennet ve dünyanın çıktığı temeldir
her zaman vçimizdedir... ^
Tiamat (şimdi okuduğumuz gibi) tanrılarla, çocukları ile savaşmak üzere hazırlandı. Ea bunu öğrendiğinde korkudan uyuştu ve yere oturdu. Babası Anşar'a gitti ve Tiamat'm yaptıklarını bildirdi. Arışar gazapla bağırdı, Anu'yu çağırdı, en büyük oğlunu ve ona Tia-mat'a karşı çıkmayı emretti. O da öyle yaptı, fakat dayanamadı, döndü.
O zaman, bütün tanrılar toplandılar. Fakat sessizlik içinde, korkuyla oturdular. Ve Ea, onların durumunu görünce, oğlu Marduk'u çağırdı. Tapmağının ve yüreğinin sırrını ona açtı. 'Sen benim oğlum-sun' dedi, 'babana kulak ver. Kendini savaşa hazırla ve Anşar'ın önüne dikil. Seni görünce huzura kavuşacaktır.'
Efendi Marduk babası Ea'nın sözlerinden hoşnut oldu. Kendini hazırladı, yanma geldi ve Anşar'ın önüne dikildi. O da onu görünce, neşeyle doldu.; Onun dudaklarım öptü. Korkusu gitmişti 'Becereceğim' dedi Efendi Marduk, 'bütün yüreğindekileri. Tiamat, bir kadın, silahlanmış üstüne geliyor. Birazdan onun boynunun üstünde gezineceksiniz. Fakat ulu tanrıların kaderi efendim, eğer senin öcünü alan olacaksam, Tiamat'ı kesecek ve seni yaşatacaksam, kurulu çağır ve be-
72
nim üstünlüğümü ilan et, yani bundan sonra senin değil benim tanrıların kaderini belirleyeceğimi ve ne yaratırsam değişmeden kalacağını bildir'.
Gerçekten iyi iş! Artık rasyonel, mistik olmayan zihnin yardımsız kavranmaya başladığı mitos tiyatrosuna girdik. Siyaset sanatı, insanlar üstünde güç kazanma sanatı, her zamanki semavi modeline kavuştu.
Anşar veziri Kaka'ya seslendi ve ona tanrılar kurulunun toplanmasını emretti. 'Onları konuştur, bir banka oturt, ekmek yedir ve şarap içirt. Onlara Tiamat'ın, bizi kanunda taşıyanın, bizden nefret ettiğini açıkla, bütün küçük tanrıların kendi yarattıklarımızın bile onun yanına geçtiğini, her şeye biçim veren Tiamat'ın şimdi silahlar, yılanlar, koca aslan ve çılgın köpekle geldiğini, Kingu'yu eş seçtiğini, Anu'yu ona karşı gönderdiğimi fakat başarısız olduğunu anlat ve şimdi Marduk, tanrıların en kurnazı, eğer öcümüzü alacaksa, dudaklarından çıkan bir emrin değişmemesini istiyor* de.'
'Emir gitti, tanrılar toplandı, kurulda birbirlerini öptülçr, konuştular, banka oturdular, ekmek yediler, şarap içtiler ve şarap korkulanın giderdi, içtikçe gövdeleri şişti, daha dikkatsiz oldular ve gururlandılar. Efendileri ve öç alıcıları Marduk için bir kral tahtı kurdular, orada yerini aldı ve babalarına baktı.'
'Ey Efendi', dediler, 'senin kaderin bunda böyle tanrılar içinde en üstün olmaktır. Yükselmek ve alçaltmak, bunlar senin elinde olacak. Senin sözlerin gerçek olacak, senin emrin karşı çıkılmaz tannlar arasında karşı gelinmez buyruklar olacak. Seni evrenin kralı olarak selâmlıyoruz'.
Ortalanna bir örtü yaydılar (gece göğünün yıldızlı örtüsü) 'senin sözünle" dediler, 'yok olsun, gene senin sözünle görünsün'; (güneşin geçmesi ile gece göğü gibi) Marduk konuşunca, örtü yok oldu, sonra gene göründü. Ve tannlar bunu, işaretin, yerini bulması sayınca, hoşnut oldular, biat ettiler ve açıkladılar, 'Kral Marduk'tur.'
'Tannlar bundan sonra Marduk'a asa, taht, soylu krallık ve karşı konulmaz fırtına ihsan ettiler. Yayını hazırladı, sopasını sağ eline aldı, Her bucaktan rüzgar ve bir sürü fırtına çağırdı, dört küheylanın çektiği Rüzgar arabasını getirtti. Atların adları Katil, Acımasız, Gezgin ve Uçan'di, ağızları dudakları ve dişlerinde zehir vardı. Sağına Savaş-Darbesi'ni yerleştirdi, soluna Kavgayı, başında korkutucu sarığı sarınmış, zırhı giydi, yüzünü öfkeli Tiamat'ın olduğu yere
73
çevirdi. Ağzında sözü hazırdı. Elinde zehire karşı bir ot tutuyordu.
Tanrılar çevresinde dönüyordu. Ve Tiamat'ın yüreğine bakmak ve eşi
Kingu'nun planım bozmak üzere yaklaştı.' :.-:,y_
'Marduk dik dik bakarken Kingu'nun aklı karıştı, isteği şaştı, hareketi durdu ve yanında yürüyen yardımcısı kötü tanrılar onu böyle görünce görünüşleri karardı. Fakat Tiamat başını çevirmeden Mar-duk'a küstah bir alayla bağırdı. 'Tanrıların efendisi gibi ilerliyorsun! Onlar kendi yerlerinde mi toplanmışlar yoksa sertin yerinde mi?'
'Marduk güçlü silahım kaldırdı, "Neden' diye meydan okudu, 'böyle ayaklandın, yüreğinde mücadeleyi kabartarak pusu kurdun? Kiıv-gu'yu eşin olarak seçtin, Anu'nun yerine değersiz Kingu'yu. Tanrıların kralı Anşar'a karşı kötülük tasarlıyorsun. Benim babalarıma tanrılara karşı kötülüğünü gösterdin. Ordun silahlansın! Silahlarım düzene sok! İlerle! Seninle birbirimize gireceğiz!'
Bunu duyunca Tiamat ele geçirilmiş biri gibi oldu. Mantığım yitirdi, vahşi, içe işleyen çığlıklar attı, titredi, her organma kadar sallandı, büyüler söylendi ve savaşın bütün tanrıları bağırdılar. Sonra Tiamat yaklaştı, Marduk da savaşmak için ilerledi. Efendi onu yakalamak için ağım attı ve ağzını sonuna kadar açtığında içine öyle kötü bir rüzgar üfledi ki, karnına döküldü ve cesaretini aldı, çeneleri açık kaldı. Ona içini yırtan bir ok attı, ok içini kesti ve yüreğine ulaştı. îşi bitmişti. Cesedinin üstüne çıktı, şimdi onun yanında yürüyen tanrılar kendi yaşamlarını düşünmeye başlamışlardı. Ayağıyla onları sardı, silahlarım parçaladı ve onları tutsak etti. Ve onlar ağladılar.'
Tiamat'ın doğurduğu ve saltanat verdiği zehirli canavarı Marduk bukağıya vurdu, kollarını arkadan bağlattı, ayakları altında ezdi. Kingu'yu bağladı ve ötekilerin arasına attı, bu küstahın hiç de hak etmediği Kader levhasını ondan söktü aldı.'Muzaffer bunu kendisine aldı, kendi mühürü ile mühürledi, kendi göğsüne yerleştirdi. Tiamat'ın cesedine döndü, kabaetlerinin üstüne çıkarak, acımasız topuzu ile ka-fatasını parçaladı. Kan damarlarım kesti ve kuzey rüzgarına, bilinmeyen yerlere götürmesi için bıraktı. Babaları bunu görünce memnun oldular ve armağanlar gönderdiler.'
'Marduk ölü gövdeyi seyrederken artık durdu. Çirkin şeye bakarak zeki bir plan tasarladı. Böylece onu deniz kabuğu gibi yardı. Parçalardan birini cennet tavam olarak bir kol demiri ile göğe yerleştirdi. Sularının kaçmaması için gözcüler atadı. Sonra cenneti dolaştı, odalarını araştırdı, babası Ea'nm Apsu'su üstünde Derinliğin büyük-
74
lüğünü ölçtü. Sonra bu büyük konut üstünde, Apsu'ya gök kubbe olmak üzere Dünya 'yi yarattı. Anu> Enlil ve Ea 'yi belirli bölgelere (yani Cennet, Dünya ve Cehennem) yerleştirdi ve girişiminin ilk bölümü böylece tamamlandı.'
Kalanı yalnızca özetlememiz gerekiyor. Zaferi kazanan Marduk yılı ve onun 12 işareti zodyakı belirledi; yılın günlerini, çeşitti yıldız ve gezegen düzenlerini ve ayın hallerini, güneşin tersine ayın ortasına doğru büyümesini sonra küçülmesini ve yokolmasını, güneşin durumuna göre ayarladı ve tanrının yüreği sonra ona başka bir şey tasarlattı, bir şey ki gerçekten çok zekice idi.
Babası Ea'ya 'kan toplayacağım' dedi, 'kemik yapacağım ve bir yaratık yaratacağım. Adı insan olacak. Evet insan! Tanrılara hizmet etmesi gerekecek ve bunlar o zaman huzurda dinlenmeye izinli olacak-lar.'H
Marduk babasına planını nasıl tamamlıyacağmı açıkladı. Tanrıları iki gruba bölecekti, biri iyi öteki kötü. Kötülerin kan ve kemiğinden -yani Tiamat'm yanını tutmuş olanlardan- irsan ırkım yaratacaktı.
'Fakat, Ea, cevap verdi:. 'Kötü tanrılardan yalnız birini al, parçala, yok et ve insan cinsini onun parçalarından yarat. Ulu tanrıları bırak toplansınlar. En suçlu olanı parçala.'
'Ea'mn oğlu Marduk razı oldu. Tanrılar toplandılar ve Efendi Marduk onlara seslendi: 'Sözü verilen şey yerine getirilmiştir. Fakat Tiamat'm ayaklanmasına ve savaşa hazırlanmasına neden olan kimdi? Onu bana getirin ona cezasını vereceğim, kalanlar güvenliktedir'.
'Tanrılar hep birden yanıtladılar: 'Kingu'ydü. Tiamat'm isyan etmesine ve savaşa hazırlanmasına neden olan'. Onu yakaladılar, Ea'mn önüne getirdiler, kan damarlarım yardılar ve kam ile insan cinsini yarattılar. Sonra Ea insan cinsine tanrılara hizmeti yükledi ve tanrıları işten kurtardı.'
Bu işlerin tamamlanmasından sonra tanrılar çeşitli kozmik görevlere atandılar. Efendileri Marduk'a 'Ey Efendi, bizden sıkıntılı işleri kim aldı, bizim büyüklüğümüz nasıl belli olacak? Haydi bir tapınak
(*) Tanrıların hizmetçisi olarak insanın yaratılmasının Ea'mn kendisine ve eşi tanrıça Toprağa bağlandığı eski Sümer mitosu ile karşılaştırın. {Doğu Mitolojisi, sayfa 116-19) Kralları ile Babil bu zamanda dünyadaki üstünlüğüne erişmemişti. Mevcut mitos, daha sonrakiler gibi, mitolojik uyurrüaş tırmanın örneğidir. Daha sonraki bir tanrı, öncekilerin desteği ile veya desteksiz biçimde başkasının rolünü üstlenir.
75
yapalım, gece dinleneceğimiz bir yer, orada dinlenelim. Orada bir taht
olsun, efendimiz için arkalığı olan bir sıra' dediler. Marduk bunu du
yunca yüzü aydınlandı ve 'öyleyse Babil kurulsun, sizin bildirdiğiniz
gibi" dedi/69) s
Epik masal büyük Babil zigurrahrun kuruluşunu ve adanmasını ve Efendi Marduk'un elli adı île yüceltilmesinin törenlerini anlatarak sürer. Marduk'un ağzmdan çıkan bir sözü hiç bir tanrı değiştiremez, yüreği erişilmezdir, zihni her şeyi alır, günahkarlar ve itaatsızlar onun önünde iğrenç kabul edilirler, bu nedenle insan cinsi Marduk'la hoşnut olsun.
Bilimadamları arasında, yaratılış epiğinde geçen Babilin canavar annesinin, Tiamat in, Tekvinin ikinci bapındaki Yahudi 'derinlik' -te-kom- terimi ile etimolojik olarak ilişkili olduğu üstünde sık durulmuştur. Ve Anu'nun rüzgarı derinliğe estiğinde ve Marduk'unki Tia-mat'ın yüzüne, Tekvin l:2'deki gibi 'Allanın ruhu (veya rüzgarı) sulatın üstünde hareket ediyordu*. Aynı şekilde, Marduk'un annesinin gövdesinin üst kısmını sulan ile birlikte yukarıdaki cennete çatı olarak yaydığı gibi, Tekvin 1:7de, 'Allah kubbeyi yaptı ve kubbe altında olan sulan, kubbe üzerine olan sulardan ayırdı'. Ve gene, Ea' nın Apsu'yu fethettiği gibi Marduk Tiamat'ı fethetti, Yahuda da, deniz canavarı Rahab'ı (Eyüp 26:12-13) ve Levyatan'ı (Eyüp 41, Mezmurlar 74:14) ezdi.
Kitabı Mukaddesin çeşitli yaratılış öykülerindeki imgelerin Sü-mer-Semitik mitosdan türediğine kuşku yoktur, Babil yaratılış epiği de bir örnektir. Fakat Kitabı Mukaddes ile bu epik arasında birçoklarının üstünde durmakta gayretli olduğu nokta var ki, bir yetkiliden alıntı ile 'ayrılıklar, benzerliklerden çok daha kapsamlı ve dikkate değerdir'.1-70' Kitabı Mukaddes ataerkil gelişimin daha sonraki bir aşamasını yansıtır. Eski Tunç Çağında ulu ana tanrıça ile temsil edilen dişi ilke ise, bu epikte canavar şeytan ile temsil edilmektedir ve burada öğesel duruma tehom'a indirgenmiştir. Erkek tanrı kendi başına yaratır, geçmişte annenin yalnız yarattığı gibi. Babil epiği mantıksal olarak dört adımda şematize edilebilecek bir çizginin içinde yer alır:
-
eşsiz bir tannçadan doğan dünya,
-
bir eşten gebe kalmış tanrıçadan doğan dünya,
-
erke savaşçı tanrı tarafından tanrıçanın gövdesinden biçimlendirilen dünya.
76
4. erkek tanrının gücü ile yardımsız yaratılan dünya.
Şimdilik Babil metni ile ilgilenirsek, önce tanrının, eğer bırakılırsa hâlâ herşeyi biçimlendiren diye nitelenen tanrıçadan zorla onun yaratacağı şeyi aldığını görüyoruz. Yani tanrıça açısından, tanrı, çocuğu, tüm azameti ile, gerçekte hiç bir şey değil, onun bir ajanıdır, olması gerekeni yapmış gibi görünmektedir. Fakat onu, kendisi yapıyor sansın diye bırakır, güzel evini o bloklardan kendi gücüyle yapar; gerçekten iyi bir annedir. Ama, öte yadan, bu epik, erkekçe işlerin ironisini gerçekleştirmekten uzaktır. Doğrudan ataerkil bir dokümandır. Dişi ilke, bakış açısıyla birlikte, değersizleşmiştir, bir doğa gücü veya ruh yerinden edildiğinde her zaman olduğu gibi, olumsu-za, tehlikeli bir öfkeli şeytana dönüşmüştür. Batının ortodoks ataerkil düzeninin tarihini izledikçe, ana tanrıçanın' karalanmış, küçük görülmüş, hakaret edilmiş ve kendi oğullannca yerinden edilmiş gücünü bulacağız. Her zaman onların mantık şatosuna yönelik bir tehdit olarak, onlarca ölü kabul edilen, gerçekte canlı, soluk alan ve yerini almak üzere onları tehdit eden bir güç olarak bulacağız.
İkinci nokta, ana ile oğullar arasındaki yer değiştirme; yaşam ve ölümün kişiliği tanımladığı anlamın, kendi iyi biçimlerini yaşam gücü ile ortaya çıkaran anlamın yitmesidir. öyle ki, şimdi her şey bir mücadele ve çabadır. Yabana, gösterişçi, tumturaklı ve suçun gizlenmesi mantığı' ile karalayıcıdır. Sonuçta, insan mitosta anlatıldığına göre iğrenç Kingu'nun kanından yaratılmıştır, tanrılara bağlanacak ve hizmet edecektir. Tanrının (senim benim gibi) Kingu'nun gerçekte kader levhasını taşımaya, yalnızca gücü olan Efendi Marduk'tan daha fazla hakkı olduğunu bilmesine rağmen.
Son olarak, dünya tanrılarının, tanrıların ana tanrıçaya karşı büyük zaferine eşlik eden insan kaderi imgesi nedir? Birçoklannca insan kaderine ilişkin ilk büyük epik olarak anılan ünlü Gılgamış efsanesi bu öyküyü anlatır. Ayrıntısı ile almamız gerekmiyor, zaten bu efsane iyi biliniyor. Fakat bazı ana temalar, Tiamat'ın öldürüldüğü arka sahneye karşı yeni bir burukluk kazanıyor.
Gılgamış Sümer şehri Uruk'un kralının adıdır. Eski Sümer kral listesinde 'Kutsal Gılgamış' diye geçer. 'Babası lillu-demon'du' deniyor bize. Dikenin yüce rahibiydi ve 126 yıl hüküm sürdü*.^ Bu eski dokümandan, eski Sümer şehirlerinden daha eski kaynaklara gittiğimizde, adı, ölü ve dirilmiş oğul ve tannçanın eşi olarak bildiğimiz kutsal Dumuzi'ninkini izler. Kutsal Dumuzi'den önce 1200 yıl hüküm
77
süren Kutsal Lugalbanda vardır. Gılgamış gerçekte egemenliği normal insan yularını aşan kralların sonuncusudur. Tanrı kral olarak 'kutsal' unvanı ile şereflenmiş tir. Fakat daha sonraki Babil epiğinde, imgesi insan kaderiyle göründüğünde, oldukça değişmiştir.
Hâlâ üçte iki tanrı ve üçte bir insan olarak tanımlanmaktadır. Fakat bir tiran olarak 'kusursuz güzellikte dır, oğulları babalarına bırakmaz, bakireleri analarına. Halk tanrılara dua etti ve tanrılar yalvarışlarına kulak verdiler. Adı şimdi Aruru olan tanrıçaya döndüler, 'Onu yaratan sensin ey Aruru' dediler, "Şimdi de öyle birini yarat ki ona denk düşsün'. O da bunu duyunca zihninde gökyüzü tanrısı Anu'nun maddesinden bir şekil oluşturdu. Ellerini yıkadı, bir parça çamur aldı, çöle düşürdü ve soylu Enkidu böyle yaratıldı.
Kısacası, yaşlı ana henüz yeteneğini yitirmemiştir. Gerçekten, göreceğimiz gibi, bu masalın başta gelen kutsal kişisi odur. Aslında şaşılması gerekmez, .çünkü Gılgamış/ın kendisi gördüğümüz gibi, oğullan tarafından yenilmesinden önceki bir çağa (Î.Ö. 2500) aittir.
Fakat şimdi, son çocuğu Enkidu'nun garip görünüşü!
'Enkidu sağlam bedenli, bir kadınınkini andırır uzun saçlıydı.' Buğday tanrıçası Nisaba'nınki gibi dalgalıydı saçı. Vücudu tıpkı davarların tanrısı Samukan'ınki gibi kıvır kıvır tüylerle kanlıydı, insanoğlunun suçsuzuydu o. Ekili topraklardan haberi yoktu.
Enkidu, dağlarda ceylanlarla otlayıp yabanıl hayvanlarla su başlarına iniyordu. Av hayvanı sürülerinin toplandığı su başlarından hoşlanırdı. Ama günlerden birinde, yabanıl hayvanların, topraklarına daldıkları bir tuzakcı, Enkidu'yla su başında yüz yüze geldi. Üç gün üst üste Enkidu tuzakçıyla karşılaştı. Tuzakçıysa, korkudan dona kaldı. Ardından, avını yüklenip evine döndü. Dehşetten dilini yutmuş, kendini kaybetmişti. Yüzü, uzun bir yolculuktan döneninkine benzeyiverdi. Başından geçeni babasına korkuyla karışık hayranlık taşıyan şu sözlerle anlattı: 'Baba, başka hiç kimseye benzemeyen, dağlardan kopup gelmiş bir adam var. O yeryüzünün en güçlüsüdür, sanki gökten inmiş bir ölümsüz kişi. O dağlarda yabanıl hayvanlarla gezinip ot yiyor. Sonra, senin topraklarında dolanıp kuyulara dadanıyor. Korkuyorum. Bu yüzden de yanına gitmekten sakınıyorum. Kazdığım çukurları dolduruyor. Avlanmak üzere kurduğum tuzakları bozuyor... Babası ağzını açıp avcıya şöyle dedi: 'Oğlum, Gılgamış Ufuk'ta yaşıyor... Uruk'a var git. Gılgamış'ı bul. Ona bu yabanıl adamın gücünü abartarak anlat'...' Tuzakcı' dedi Gılgamış, yanına bir
78
yosma alıp geldiğin yere dön. Kadın, pınar başında soyunsun. Kadının işaret ettiğini görünce, gelip onu kolları arasına ahverecek. O vakit de yabanıl av hayvanlarmca reddedilecektir".
'Yosma, yabanıl adamı koynuna almaktan utanmadı. Soyunup adamın isteklerini karşıladı. Adam, kadının üstüne çıktığında kadın da ona dişilik sanatını göstermeye koyuldu. Altı gün, yedi gece birlikte yattılar... Aşka doyduktan sonra, yeniden yabanıl hayvanların yolunu tuttu. Ceylanlar, onu görür görmez fırlayıp kaçıverdiler. Yabanıl yaratıkların gözlerine ilişir ilişmez, bu kez onlar da, kaçmaya başladılar. Onları izlemek istedi. Ama sanki bağlanmıştı, bedenini bir türlü doğrultamıyordu. Koşmaya yeltendiğinde de dizlerinin tutmadığını anladı.'
"Kadının ayakları dibine oturdu. Onun söylediklerini dikkatle dinledi. Kadın şöyle dedi ona: 'Sen Enkidu, bilgesin. Tanrıya benzedin artık. Niçin yabanıl hayvanlarla dağlarda, tepelerde öyle başıboş koşturmak için yanıp tutuşuyorsun? Gel benimle! Gel seni, yıkılmaz duvarlı Uçuk kentine, aşkın ve göğün, Anu'nun ve İştar'm kutsanmış tapınağına götüreyim. Bir yaban boğası gibi insanların üzerine egemenliğini kurmuş olan çok güçlü Gılgamış yaşar tapmakta'
'Kadının söyledikleri Enkidu'yu sevindirdi. Ruhunu anlayacak birinin, bir dostun özlemini çekiyordu. 'Gel kadm! Anu'nun ve İştar'm evine, Gılgamış'm halka söz geçirdiği yere, kutsal tapmağa götür beni. Hiç çekinmeden Gılgamış'ı vurmaya çalışacağım. Urak'ta var gücümle, burada en güçlü benim, eski düzeni değiştirmeye geldim, ben dağlarda doğdum, ben herkesten daha güçlüyüm, en güçlüyüm diye haykıracağım'.
'Hadi gidelim' dedi kadın... Uruk'ta bütün ahali, debdebeli giysilerle dolaşır. Orada her gün bayram var. Delikanlıları ve genç kızları seyretmek, insanı öylesine gönendiriyor ki... Sana türlü türlü huylan olan bir adamı, Gılgamış'ı göstereceğim. Ona iyice baktığında, çevresine erkeklik saçtığını göreceksin. Hem güç hem de olgunluk bakımından bedeni kusursuzdur. Gece gündüz dur otur bilmez. Senden güçlüdür.'
'Sonra kadm kendi giysisini yırtarak ikiye ayırdı. Yansıyla Enkidu'yu giydirdi, geri kalan yansım da kendi kullandı. Enkidu'yu çocuk gibi elinden tutarak çobanların çadırına götürdü... Böylece doyana kadar yedi, sert şaraptan da yedi kase içti. Bu, ona neşe verdi. Yüreği sevinçle çarpmaya koyuldu. Yüzü de ışıldamaya başladı. Bedenini kap-
79
layan kıvır kıvır tüyleri iyice ovaladı ve güzel kokulu yağlar sürdü... İnsanlaşıverdi Enkidu. Bir de insanlar gibi giyinince güveye benzedi...'
'Halk çevresine üşüştü, itişti, kalkıştı. Enkidu üzerine de çok söz edildi.' 'Gılgamış'm burnundan düşmüş', 'Boyu daha kısa', 'Kemikleri daha iri'... denildi. "İşte şimdi Gılgamış dengini buldu' diye sevinenler çoktu. 'Bir tanrı kadar güzel olan bu yiğit, bu büyük kişi Gılgamış'la bile boy ölçüşebilir.'
"Ufuk'ta aşk tanrıçasına uygun gelin döşeği hazırlanmıştı. Gelin damadı bekliyordu. Ancak geceleyin Gılgamış kalkıp eve yöneldi. Onun ardından Enkidu çıkü ortaya. Sokağın ortasında durup yolu kesti... Onun üzerine boğalar gibi birbirlerine girip göğüs göğüse dövüştüler. Kapı pervazlarını kırdılar, duvarları titrettiler... Gılgamış... Enkidu'yu alaşağı etti. Ve bu durumdayken öfkesi birdenbire geçti... O zaman Enkidu ve Gılgamış, birbirlerine sarıldılar. Böylece arkadaşlıkları onanmış oldu.'(*)
Bu garip eski masalda tanrıça İnanna-İştar ve kutsal oğlu ve eşi Dumuzi-Tammuz temasının insanüstü bir alana, üçte iki tanrı, üçte bö1 insan çevresine nasıl indirgendiğini kolayca görüyoruz. Tanrıça Iştar fahişe, anne, gelin ve kılavuz niteliği ile tapınak hizmetçisinde vücut bulmuştur ve subaşmdaki vahşi Enkidu yabanılların efendisi niteliği ile eski ay-tanrısıdır. Fakat masalımıza yeni ve harika bir insanlık girmiştir. Yeniden dirilişten, ölümlü niteliğe geçişin sonucudur bu. Zaman, ölümlülük ve insanlık ızdırabı, kişisel bir kader dünyasında, bizimki ile ilişkilidir, bu bölüme epik bir nitelik verir. Profesör William F. Albright'ın da çok iyi belirttiği gibi 'dramatik bir hareket ile, eski Sümer'in uzun kanatlı, ayinlere ait kompozisyonlarından oldukça uzaklaşır'.^72)
Enkidu ve Gılgamış ayrılmaz arkadaşlar oldular fakat bir dizi muhteşem mitolojik olaydan sonra Enkidu öldü.
"Yüreğini yokladı. Atmıyordu. Gözlerini de açmadı bir daha. Gılgamış yeniden arkadaşının yüreğini yokladı. Hayır atmıyordu artık. Böylece, bir gelini duvakladıkları gibi, Gılgamış da arkadaşım bir örtüye sardı. Bir arslan gibi, yavrularından yoksun kalmış bir dişi aslan gibi öfkesinden kudurdu. Delilenip, yatağının çevresinde dön-
(*) On iki tablette toplanmış olan Asur Gılgamış epiği (İ.Ö. 650) daha önceki Akad parçalarına dayanır (İ.Ö, 1750). Bunların Hititçe çevirileri ile birlikte bilimadamlarırun hazırladığı Gılgamış methi oluşturulmuştur.
80
dü de döndü. Döndükçe saçlarım yolup yolup sağına soluna saçtı. Debdebeli giysilerini parçalayarak çıkardı, iğrenç şeylermiş gibi yere çaldı.'
'Acıyla haykırdı: Nasıl durup dinlenebilirim, gönlüm nasıl rahat edebilir? Yüreğimi umutsuzluk kapladı. Kardeşim şimdi neyse, ben de öldüğümde öyle olacağım. Ölümden korkuyorum. İyisi mi gidip Uzaktaki diye tanınan Utnapiştim'i bulayım... Böylelikle Gılgamış... insanlar arasmda ölümsüzlüğü yalnızca kendisine bağışladıkları Utnapiştim'i aradı...'
'Geceleri dağ geçitlerine vardığında dua etti: "Bu dağ geçitlerinde, çok eskiden aslanları görürdüm. Korkup da gözlerimi aya dikerdim. Dua eder, dualarım da tanrılar katına yükselirdi. Şimdi yine dua ediyorum. Ay tanrı Sin, beni koru.' Duasının ardından uykuya yattı. Gördüğü düşün etkisiyle uyanıncaya dek uyudu. Çevresinde dolanan aslanlar gördü. Sonra baltasını eline aldı, kılıcını kınından sıyırıp yayından fırlamış ok gibi üzerlerine atıldı, amansızca vurdu ve parçaladı hepsini.'
Sonunda haklarında bunca şey işittiği doğan ve batan güneşin koruyucusu yüce dağlara, Maşüya ulaştı... Giriş kapılarında yan insan, yan ejderha Akrepler nöbet tutuyordu. Görkemleri dehşet vericiydi, bakışları insana ölüm saçıyordu, göz kamaştırıcı. haleleri doğan güneşin koruyucusu olan dağlan silip süpürüyordu.
Fakat biri kapıyı ona açtı. Gılgamış yoğun karanlıklardan geçti. Çok güzel bir bahçeye vardı. Burada harika bir ağaç, değerli taşlar veriyordu. Dalları çok güzeldi ve tepesi lapis lazuli (lacivert taşın-dan)'dendi. Fakat Gılgamış devam etti ve deniz kıyısna geldi. Gizemli dişi Siduri burada ona şöyle dedi:.
'Gılgamış böyle telaşlı nereye gidiyorsun? Aradığın hayatı hiç bir vakit bulamıyacaksın. Tanrılar insanı yaratırlarken, onun payına ölümü ayırdılar, dirimi ise kendilerine sakladılar. Sana gelince Gılgamış, karnını hoş gelen nesnelerle doldur, sabahtan akşama akşamdan sabaha kadar oyna, şölenler düzenle; 'eğlen'. Tertemiz giysilerle kuşan, suda yıkan, elini tutan ufak çocuğu sevindir, karını kucağına alarak mutlarıdır, çünkü bu da insanoğlunun ortak alınyazısıdır.'
Bu dersi hepimiz duymuşuzdur, örnek olarak Vaiz deki şu sözlerle:
1 'İşte, iyi ve güzel olduğunu gördüğüm şu ki, insan yesin ve içsin ve kendisine Allah'ın verdiği ömrünün bütün günlerinde, güneş al-
81
tında çektiği her emeğinden iyilik görsün, çünkü onun payı budur.
Ve ben sevinci övdüm, çünkü güneş altında insan için yemekten ve içmekten ve sevinçli olmaktan daha iyi bir şey yoktur, çünkü Allah'ın güneş altında ona verdiği ömrünün bütün günlerinde çektiği emekte kendisine kalacak budur.
Esvabın daima ak olsun ve başının üzerine hoş kokulu yağ eksik olmasın. Güneş altında sana vermiş olduğu boş ömrünün bütün günlerinde, bütün boş günlerinde sevdiğin karın ile bir hoş hayat geçir, çünkü hayattan ve güneş altında çektiğin emekten payın bu-dur.'*73*
'Ama Gılgamış'm başka umut ve amacı vardı, araştırmasında ısrar etti. Kadın onu ölüm teknesine gönderdi. Bununla kozmik denizi geçip kutsal adaya varacaktı. Ölümsüz Tufan kahramanı -eski mitosun bu örneğinde adı Ut-napiştim- orada yaşıyordu. Karısıyla birlikte, sonsuz bir mutluluk içindeydiler. Yaşlanmayan çift gezgini kabul etti, altı gün altı gece bıraktılar uyusun, onu sihirli yiyeceklerle beslediler, sağaltan sularla yıkadılar ve kozmik denizin altındaki ölümsüzlük otunu anlattılar. Eğer ölümsüz olmak istiyorsa onu koparmalı idi. Ve bir kez daha, ölüm kayığı ile Gılgamış yola çıktı. Ondan önce hiç kimse bu yönde gitmemişti ve bu ölümlü kıyıya dönmemü ti Ut-napiş-tim *bu bitkinin dikeni, gül dikenini andıran bir de iğnesi var. Bu iğne ellerini yaralıyacak. Ama, onu koparmayı başarırsan, ellerin, yitirmiş olduğu gençliğini insana geri veren şeyi tutmuş olacak' demişti.
Yan yolda tekne durdu. Gılgarruş ayaklarına ağır taşlar bağladı, dibe indi. Bitkiyi gördü. Elleri yırtıldı, fakat koparmayı başardı. Taşlan çözdü, yüze döndü, tekneye binip kıyıya yöneldi. Kayıkçıya, 'Onu yıkılmaz duvarU Uruk'a götüreceğim, yemeleri için yaşlılara vereceğim. Adını da Yaşlılar Gençleştiren koyacağım' dedi.
Kıyıya çıkıp yol aldıklarında suyu buz gibi bir kuyu gördü. İnip suya girdi ve yıkandı. Su birikintisinin derininde yatmakta olan bir yılan ise, çiçeğin yaydığı tatlı koyuyu aldı. Sudan çıkıp bitkiyi kaptı. Kapar kapmaz da derisini değiştirdi ve kuyuya daldı. Bunun üzerine Gılgamış oturup ağladı/ 4*
İşte Yılanın Ölümsüz Yaşam Gücü olması bundandır ve eskiden insanın malı iken ondan alınmıştır ve başka yerdedir. Lanetli yılanın ve karalanmış tanrıçafun elindedir, korkudan uzak masumluğun yitirilmiş cennetindedir.
82
Dostları ilə paylaş: |