İmge Kitabevi Yayınları: 41 Joseph Campbell



Yüklə 2,24 Mb.
səhifə32/80
tarix03.01.2022
ölçüsü2,24 Mb.
#35123
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   80
Ve buluşmaları Odysseus'un domuz çobanının ağılında olacaktı.

Gene bu ayrılık, kabul edilme ve dönüş epiğinde, arkaik Elevsis-Malenezya domuz motifini görüyoruz. Bütün temayı içeriyor, ölüm­süzlük ve zaman, ölüm ve yaşam, baba ve oğulun dünyalarını bir­leştirme anım çevreliyor.

Kalan epidoslar şunlar:

12) Odysseus'un eve varması: Athene tarafından bir dilenci kılığına


sokulmuş (hala Kimse), evine dönüp gelmiş efendisini yalnızca kö­
peği ve çok yaşlı ninesi tanımıştı. Nine, bir domuzun dişiyle dizinde
açılmış yaradan bilir onu (Adonis ve domuz, Attis ve domuz ve İrlan­
da'da Diarmuid ve domuz ile karşılaştırın) Nineyi susturarak bir za­
man taliplerin ve hizmetçilerin evdeki utanmaz davranışlarını izler ve
sonunda:

13) Penelope, eşinin güçlü yayım gerenle evleneceğini söyledi­


ğinde, on iki balta dikilir. Hiç bir talip, yayı geremez bile, birkaçı er­
kekçe denese de. Sonunda dilenci öneride bulunur ve onunla alay
ederler. Fakat "onlar böyle dediler, çok akıllı Odysseus da bu ara/
koca yayı yoklamış ve her yanını gözden geçirmişti/sazı iyi kullan­
masını bilen bir ozan nasıl/koyun barsağmdan bükülmüş yepyeni
teli/kolaycacık gerer ve tutturursa sazın iki yanına/Odysesseus da
öyle gerdi koca yayı, hiç zorluk çekmeden/sonra sağ eliyle kirişi tu­
tup çekti/kiriş de öttü güzel güzel, tıpkı kırlangıç gibi/büyük bir
korku aldı tekmil talipleri/suratlarında renk menk kalmadı hiç biri­
nin/o sıra Zeus da büyük bir işmar verip gürledi/çok çekmiş tan­
rısal Odysseia çok sevindi buna/bir işmardı bu kendisine sivri akıllı
Kronos'un oğlundan/masanın üstüne koyduğu çıplak sivri oku aldı
eline/öbür oklar duruyordu okluğun içinde sessiz sedasız/az sonra
onları birer birer Akhalar deneyecekti/oku koluna aldı taktı yaya,
kirişle yeleği çekti/nişan aldı oturduğu yerden ve attı oku/ağır tunç

151


hiç şaşmadı geçti delikten deliğe/tekmil baltaların halkaları ara­sından dümdüz'.

Güneşin kahramanı, cm iki işaretten geçişini ve sarayın efendiliği­ni böyle sergiledikten sonra, ustaca taliplere ateşe devam etti. 'Ayak­ları bile adım atacak yer bulamadılar, ama artık uzun zaman yoktu'. Sonra akıllı karısı Penelope, 'yatağın hazır olacak' dedi. Ama madem aklına geldi ve bir tanrı kodu gönlüne/söyle neymiş geride kalan dert/nasıl olsa öğreneceğim şimdiden büeyim daha iyi'.

4. SİTE

Homeros'un barbar savaşçı krallarının karanlık çağından, Ati­na'nın aydınlık günlerine (LO. V. yüzyıl) sıçrama çok çabuk geldi. Bir­den açan çiçek gibi. Dünyadaki en umut verici yeni şey gibi. Çocuk­luk düşünden (mitolojik olarak zorlanmış yaşam) kendini yöneten gençliğe dönüşümsüz bir geçit karşılaştırılabilir. Sonunda eski gü­rültücü, altın tabak içindeki canavarı kesmeye cesaret eden akıl, 'sen yaparsm!', yeni bir anlamla kendi aslan kükreyişini koyverdi. Ve yükselen güneşin parlayan kükremesi, yıldız sürülerini da*ıth, yeni yaşam yalnız Yunanistan'a değil, bir gün gözlerini açmayı öğrenecek tüm dünyaya esti.

Perikles (4957-429) kutsanan cenaze söylevinde, 'bizim yönetim biçimimiz başkalarının kurumlarıyla rekabete girmez' diye iddia eder. Atinalıların, bu dönemde korumak içirt savaştıkları yaşam biçimlerini yüceltir.

'Biz komşularımızı taklit etmeyiz fakat onlara örnek oluruz. Bize demokrasi denildiği doğrudur çünkü yönetim azınlığın değil, çoğun­luğun elindedir. Fakat özel anlaşmazlıklarımızda yasa herkese eşit adalet verirken, mükemmellerin iddialarına da yer verilir. Bir yurttaş bir şekilde ileri çıktı mı, kamu hizmetinde de tercih edilir. Ayrıcalıklı olarak değil, hak etmenin ödülü olarak. Fakirlik de bir engel değildir, herkes koşullarının belirsizliği ne olursa olsun ülkesinin yararına çalışabilir. Kamu yaşamımızda sınırlandırma yoktur ve özel ilişkile­rimizde de birbirimizden kuşku duymayız. Komşumuza da istediğini yaptığı için kızmayız...

'Çalışmaktan yorgun ruhlarımızı dinlendirmeyi de unutmayız. Yıl boyu düzenli oyunlarımız ve kurbanlarımız var. Yurdumuzda yaşam

152


biçimimiz incelmiştir, günlük yaşamdaki neşemiz melankoliyi defet­meye yarar. Şehrimizin büyüklüğünden dolayı tüm dünyanın meyva-lan da bize akar, başka ülkelerin mallarından da kendimizinki gibi serbestçe yararlanırız.

Ve gene, bizim askeri eğitimimiz hasımlanmızdan bir çok bakım­dan üstündür. Bizim şehrimiz tüm dünyaya açıktır, bir yabancıyı asla sürgün etmeyiz ve de bir gizi öğrenir ve düşmanın yaran olur diye görmekten ve öğrenmekten alıkoymayız. Biz egemenlik ve hileye da­yanmayız, kendi yüreklerimiz ve ellerimize güveniriz. Eğitim konu­sundaki tutumumuzla, onlar gençlikten beri onları cesur yapacak zor­lu alıştırmaları öğretseler de, biz rahat yaşanz ve aynı şekilde onların karşılaştığı tehlikeleri göğüslemeye hazırız...

Atinalı bir yurttaş devleti yoksaymaz çünkü kendi sorumluluğunu üstüne alır,, bir işle meşgul olanların bile siyasette iyi bir görüşü vardır. Kamu işleri ile ilgilenmiyen birisini zararsız fakat yararsız bir kimse olarak tanırız. Eğer bir kaçımız mucit ise, hepimiz bir siyasanın yargıçları gibiyizdir. Eylemde büyük engel, görüşümüze göre, tartış­ma değildir. Tartışmayla kazanılan bilgiyi istemek eylemin hazırlığı­dır. Çünkü eylemden önce özel bir düşünüş gücümüz vardır ve ey­lem gücümüz de, başkaları cahillikten cesurken fakat eyleme geçme­de kararsız kalırken, buradan ortaya çıkar. En cesur ruhlar, yaşamın zevkini ve acısını en açık biçimde tanıyanlardır, bu durumda tehlike­den yılmazlar.

İyilik yapmakta gene, başkalarına benzemeyiz. Arkadaşlıkları­mızı iyilik görerek değil, bağışta bulunarak yaparız. Bir iyiliği bağış­layan daha sıkı arkadaştır, çünkü bir zorunluluğun anısını canlı tut­mak için iyilikte istekli olur, iyilik yapılanın ise duygularında soğuk­luk olur, çünkü başkasının iyiliği görmekle büyüklük kazanmadığım fakat yalnızca borcu ödediğini bilir. Biz komşularımıza çıkar hesabı ile iyi davranmayız fakat özgürlüğün güveni ve içten ve korkusuz bir ruhla davranırız.'^

Yunanlılar, çok azının atlatabildiği ateşten bir sıkıntıdan sonra, sayısız İran sürülerini yenip attılar. Bir kez değil fakat dört kez antik dünya tarihinde insan aklının olgunlaşması için belirleyici en verimli yüzyılın kenarına geldiler. Köle olmak yerine insan olmaktan, dün­yada öğrenmiş kimseler olmaktan ve insan gibi yaşamaktan, tanrının hizmetçileri olarak değil, büyüsel kutsal bir yasaya uyarak değil, ne de düzenli sonsuz dönen kozmik düzenin işlevleri olarak değil, fakat,

153


akılcı, karar veren insanlar, yasalarını dinleyen değil, onları koyan, sa­natların kutsallığıyla değil, insanlığı kutsayıp (artık tanrılar bile insan olmuştur) bilimlerinde hayal değil gerçeği görmeye başlamaktan ola­bildiğince gururluydular. Keşfedilen kozmik düzen insan düzeni için bir tasarım olarak okunmuyordu, onun çevresi veya sınırlarıydı. Top­lum da onun içindeki insanların üstünde kutsallaştırılmış değildi. Binlerce yıllık dinden sonra, Yunan sitesinin dünyada temsil ettiği dünyevi insanlığın, yeni düşüncenin, ne kadar harika olduğu görü­lebilir. Profesör H.D.F. Kitto, şöyle der, 'Bu, eski Yunan yurttaşının kavrayışına soktuğu ilk şeydi, yaşamının en iyi yolunu bulmuş-lardı'/38)

Bu dönüşümün etkisi mitolojik panoramada kanıtlanır. Yunan panteonu olağanüstü insan biçimlidir. Tanrıları bile sınırlayan kade­rin, Moira'nm bulanık fakat gene de tam varlığı hep hissedilir. Eski Tunç Çağının berrak görüşünün tersine, matematiksel olarak düzenli süreç, gezegenlerin ritmiyle, tanımlanmış, her şeyin hizmet ettiği, iş­lediği mekanizma, Yunan görüşünde, tanrıların ve insanların bireysel isteklerin ötesinde, tanımlanmaz bir kuşatmadır. Tanımlanamaz sınır­ların kutsallığı bozan tehlikesinde ve sınırlar içinde oynadıkça, insan­larca kavranmaya yetecek bir gerçekleşmeye vanr.

Kitabı Mukaddes görüşündeki (İslamda daha belirlidir) kendisi sı­nırsız, özgürce isteyen, evren düzeninden önce gelen tanrının yerine Yunanlıların tanrıları evrenin görünümleriydiler. Chaos'un ve ulu Top­rağın insanlara benzer çocuklarıydılar. Hatta Chaos ve Toprak bile dünyamızı yaratıcı istekle üretmediler, tohumların ağaç üretmesi gibi, onların varlığından doğal olarak, kendiliğinden üredi. Kendiliğin-denliğin gizi öğrenilebilir veya anlaşılabilir, sessizce, mucizeler ve ya­şam boyunca, fakat istek iş veya bir kişinin kutsal planı ile tanım­lanamaz.

Homeros'un epiğinde büyük erkek Zeus'un bir bakıma Yehova'nın rolünü anımsatır biçimde eylemin ötesinde durduğu doğrudur. Fakat Zeus alanını yalnızca insanlarla ilişkili olarak yönetir, kendisi kadar tohum ile sınırlıdır. Dahası, gücü, kontrolundaki alanda bile öteki tanrılarla karşı karşıyadır. İnsanlar bile öteki tanrıların isteklerini a-yartabilirler. Daha sonraki yazılarda Zeus'u Maira ötesine yükselten bir eğilim görünür, onun kişisel isteği kadere dönüşür, trade artık ye­rine gelmemektedir fakat doğal yasa olarak bilinir. Tanrının kişisel vurgusu o kadar önemsizledir ki Zeus Mairanın bir başka erkek adına

154

dönüşür.


Böylece, Yunan Düşünce tarihinde idea, hiç bir zaman, kişisel bir tanrı tarafından açığa vurulan doğa yasalarının ötesinde ve öncelikli oluş çevresinde, ahlaki durum kitabı olarak görünmez. Sinagog ve ca­minin ikisinde de, yazmda son anlam tanesinin çok titiz araştırması bu nedenle, karakteristik bilimadamlığıdır, tüm bilimin üstünde saygı görür. Yunanda bu hiç olmamıştır. Büyük levanten geleneklerinde skolastisizm üstün tutulur ve Yunan bilimine karşı durur, eğer bilim­ce araştırılacak görgül dünya, tann iradesinin işleviyse ve tanrının ira­desi değişime konu olmuyorsa, doğayı araştırmanın ne yaran olabi­lir? İlk dünya ilkesinin tüm bilgisi yeni tanrının iradesi, tanrının mer-hametiyle insana verilmiş olan kitabında insana öğretilmiştir. Ergo: oku, oku, oku, burnunu kutsal sayfalara göm ve bırak paganlar ayda parmaklarını öpsünler.

Yunanlılar ay çılanca parmaklarım öperlerdi. İnsan artık yalanda, hiç bir ilah bulamayacağı ayda olacaktı. Gerçeklerin alanı olarak dün­yanın akıla araştırılması, hepimizin bildiği gibi Yunanlılarca yeniden gözlemlenecektir. Çünkü ayda, veya gül parmaklı şafakta parmakları­nı öptüklerinde, yüzlerini ona dönüp düşmezlerdi, fakat ona yaklaşır­lardı, insandan insana veya insandan tanrıya. Ve buldukları, bizim bulmuş olduğumuz şeydi: her şey gerçekte harika fakat gene de ince­lemeye muhtaç.

Miletli Thales'in, öldüğünde çok yaşlı olan bilinen ilk ampirik fi­lozofun (I.Ö. 640-546) şuna inandığı ünlenmiştir: 'su do^ıî'dir, ilk ilke veya herşeyin nedenidir'. Fakat gene de, 'her şey tanrı ile doludur, mıknatıs canlıdır, çünkü demiri hareket ettirme gücü vardır'.

Bugün, bu tür iki cümleden heyecanlanmak zor. Yüzyıllarca mitos­lardan biraz daha fazla bir şey söyleyememiş gibi görüldü, her şey tanrı ile doludur ve suların gayyasından çıkmıştır. Fakat burada yeni­lik yeni bir yaklaşımdır: kabul edilmiş bir öğretinin edilgen onayı ve­ya inanç değil, fakat etken, akılcı araştırma vardır. Bu uygulanınca, Thales'in öğrencisi Anaximander'ce (İ.Ö. 611-547) ustasının düşünce­lerinin yinelenmediği fakat bütünüyle değişik bir şey dediği anla­şılır: &yxT| öoteıyov'dur, sonsuz veya sınırsız. Ne su, ne başka bir öğe, fakat hepsinden başka tüm cennet ve dünyaların ondan doğduğu bir özdür.

Sonsuzda zıt çiftleri vardır: nemli ve kuru, sıcak ve soğuk, vb. Bun­ların değişimi dünyayı üretir. 'Ve tekrar form değiştirmeleri ile şeyler

155


bir kez daha olmaları gerektiği gibi olurlar, çünkü zaman içinde birbir­lerine karşı hareketlerini onarır ve yerine getirirler'.

Kışın soğuk, sıcağa haksızlık eder, yazın sıcak, soğuğa. Fakat ada­let ilkesi dengeyi korur. Dünya uzayda asılıdır, hiç bir şeyle desteklen­miş değildir, fakat yerinde durur çünkü herşeye eşit uzaklıktadır. Gök katları, ateş, fırtına ve yıldırımın dönüşüdür. Yaşam ateşle bu-harlanır gibi nemden çıkmıştır ve insan başlangıçta balık gibidir.

Anaximandar ile gerçekten eskisinden çok ötesine adım atıldı, mi­tosun kişileştirme tutumu aşıldı. Thales'in bir başka öğrencisi başka görüş ileri sürmüştür: Anaximenese (Î.Ö. 600) göre &4>xti havadır, so­luktur. Azalma ve yoğunlaşma erdemi ile varlıklarda değişik bi­çimler alır: genleşince hava ateş olur, yoğunlaşınca bulut, Su, toprak ve taş.

Bu zamanda Hindistan'da da felsefi düşüncenin geliştiğini belirt­meliyiz. Bizce en iyi bilineni Sankhya sistemi ve Jain sınıflama bilimi­dir. Burada da ilk ilke veya öğenin akıla araştırılması görülmüştür. Ya hava, ateş, su ve toprağın yoğunlaşma ile oluştuğu uzay veya eter (akasa) veya soluk (prana)'mn ruh ve ruh olmayan (jiva-ajiva)'nm duad'ıydı bu, mantıkla anlaşılmaz güç (brahman) olarak veya boşluk (sunyata) olarak... Dahası, tanrılar dahil herşeyin sınıflandırılma ı, on­ların anlamlı sayısı ile evrim ve gerileme formlarının nosyonu, her şeyin içsel, psikoloji bilimi ile bağıntısı, nesnel bir araştırmaya incel­miş bir gelişim sağlamıştır.

Fakat Hindistan'da ilgisizlik ilkesi o pratik uygulamanın ötesinde,* özellikle psikolojik ve toplumbilimsel amaçlar dışında uygulanmadı. Yaratıcı düşüncenin büyük hareketi ile gelişmiş olan parlak kozmolo­jiler dini (herhalde İ.Ö. 700-600) daha Budanın zamanında (Î.Ö. 563-483) düşünmek için imgelere, akli dünyaya doğru değil onun dışına doğru yönelten imgelere dönüştü. Araştırma ruhunun getirmiş olduk­ları, tekrarlama geleneğiyle, durağan çürümeye hapsoldu. Dinin ola­ğan tutumunda, kozmolojiler korundu ve bilinen gerçekler huzur dolu bu dünyayı çürütse de eleştirici olmayan gençliğe öğretildi ve Doğu' nun bilimi oldu.

Yunan dünyasında Hintle yakınlığı olan düşünce eğilimi Dyoni-sos-Orfik hareketin çizgisini izledi.. Î.Ö. VI. yüzyılda Buda'run yaşlı çağdaşı Pythagoras (Î.Ö. 582-500) militan puritanizme ulaştı. Eski Or-fik düzende dünyaya olumsuz bir anlam yüklenmişti. Büyük Orfik mitosa göre insan Dyonisos ve Titanların küllerinin karışımı ile ol-

156

muştu.(4°) Ruh (Dyonisos etken) kutsaldı fakat gövde (Titan etken) onu esir tutuyordu. Bu nedenle ilke, some sema (gövde-türbe) idi. Dü­şünce ve pratiğin düzeni, Hint zahidliğiyle tam koşutluk içinde kav-ranmıştı. Ustalar eliyle küçük sofu çevrelerine taşındı. Ruhun ya­şama döndüğü yeniden-doğum dairesine (Sanskritce samsara ile kar­şılaştırın) inanılıyordu. Zahidlikle (Sanskrit tapas) gövde Titan posa­sından (Sanskrit »iriara-dökünfü) temizlenebilirdi. Ve ruh kurtularak (Sanskrit mofea-kurtuluş) tanrısal etken üstüne tefekkür ritüellerin yardımım (Sanskrit bhakti-bağlıhk) alabilirdi. Sonunda vecde ula­şarak (samadhi) kendi gerçek varlığına (svasvarupam) ulaşabilirdi, o kutsaldı (Şimham-ben Şiva'yım).



Geceyarısı Zagreus'un dolaştığı yerde dolaşırım onun gümbür tülü b ağrısını sürdürürüm kırmızı ve kanlı bayramlarım yaşattım ulu annemin dağ ateşini tuttum

ben kurtuldum ve adıyla adlandım

ulak rahiplerinin Bakkhos'u saf beyaz giyinmiş kendimi temizledim insanın aşağılık doğumundan ve tabuta girmiş çamurundan ve dudaklarımdan kaçırdım yaşamın olduğu tüm etlere dokunmayı^1)

Disiplin son iki mısranın anlattığı gibi vejetaryanizmi içeriyor­du. Öncelikleri sözlük anlamıyla okursak; "kırmızı ve kanlı bayramla­rını yaşattım', Ofrik ritte de Dyonisos kültü gibi çiğ et (omophagia) riti olmalı. Bir tür canlandırılan veya oyunlaştınlan (taklit edilen) evlilik de görülüyor. Önce, çırağın gelin olarak peçe taktığım görüyoruz, sonra kürek biçimli bir sepet, liknon, taşıdığım ve içinin fallus ve meyvalarla dolu olduğu anlaşılıyor (Şekil 7 ile karşılaştırın). Son ola­rak altın bir yılan göğüsten bırakılır ve aşağıdan alınır, tanrı, kendisi­nin babası, sofuda yemden doğar.

Bunlarla, Hintli Jani-Sankhya-Vedantik çizginin kurtuluş öğreti­leri arasında temel bir ayrım bulamıyorum. Fakat bunlar, ikinci dere­cede kaldı ve genelde pozitif ruhlu kültürle bağıntısız oldu. Hareke­tin Hindistan'dan kaynaklandığını göstermek isteyenler çıkmıştır ama benzerlik fazla değildir. Orfik kaynakların, son aşamasında olumsuz dönüşüme giren ve benim Büyük Tersinedönüş M® adını ver

157


diğim, arkaik Tunç Çağı döneminin kalıntısı olması daha olasıdır. Yüzyıllar süren işgal, öldürme ve yağmacılıktan sonra, Mısırdan Me­zopotamya'ya edebiyat ışığı doğmuştur. Dinsel odağın yüzyılı o za­man bu dünyadan ötekine dönmüş ve eski disiplinler mükemmellik elde etmeye yönelmişlerdir ve burada kaçış disiplinine çevrilmiş­lerdir.

Orfeus adının kendisi, -eus biçiminde sona eren (örnek Atraus) en eski Yunan adlan dizinine aittir. Bunlar Homeros öncesidir. Eski şekil­lerde şarkı söylerken, şarkılarının gücüyle hayvanları güderken görü­nür. Hem de özellikle insanların dinlediği festival şarkıcısıdır. Dr. Kari KerĞnyi, makul olarak, temel idearun yabanıl yaşayanların, in­sanların hatta hayvanların, vahşi yaratıkların değişimini sağlayan çır­ağın gücü olduğunu söyler. Bu tür bir figür, gençlerin yola girmesi ile bağıntılı olabilir. Doğanın yabancılığında, kadınlardan uzakta. Bura­da özellik, onlan müzik ve şarkıyla yaklaştırmasıdır. Öyle ki, kan sa­çan vahşilikten onlan alır ve eksiklikten yetişkinliğe geçiş törenleri­nin derin anlamım kazanır. Bu gizin açıklayıcısı lir çalar fakat anlam­sız bir şarkıcı değildir.

Daha sonra. Yunan şehir yaşamında, eski aşiret bağından kurtu­lan, öo43^

Pythagoras'm felsefi üretiminde in^'mn, ilk neden ve herşeyin nedeni ilkesinin felsefi konuğu, Ofrik insanların yüreklerini yatış­tıran, temizleyen ve kendilerini tannya adayan lirin gizli sorunu ol­muştur. Ona gör fiygcn rakamdır, müzikte duyulabilir ve titreşim, dokunuşlar ilkesi —ve oradan- ruhun sarkışıdır. Bu düşünce Hindi­stan ve Uzak Doğu'da temeldir ve piramitler çağma kadar gider. Fakat bildiğimiz gibi, sistematik olarak onu geliştiren Pythagoras'tır. Sanat, psikoloji, felsefe, rit, matematik ve hatta atletizm bile tek uyum bilimi­ni ilke olarak tanır. Dahası, yaklaşım bütünüyle Yunanlıdır. Aynı ge­rilimdeki tellerin uzunluğunu ölçerek sesin değiştiği notalarda dur­muş ve 2:l'i oktav, 3:2'yi 5., 4:3'ü 3. olarak bulmuştu. Sonra, Aris­to'nun dediği gibi, Pythagorascılar rakam öğelerini her şeyin öğeleri saymışlar; tüm cennet müzik ölçeği ve rakamdır/44) Böylece, sonuçta,

158

bilgi, vecd değil, akıl yoludur ve sanatın eski yolları mitos ve ritüel uyum içinde Yunan bilimsel görüşünün şafağında yeni yaşamla bir­leşir.




Yüklə 2,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin