Ince memed 1



Yüklə 2,05 Mb.
səhifə6/28
tarix26.10.2017
ölçüsü2,05 Mb.
#14156
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28
Çitin dibine doğru iyicene kaydılar.
Memed elini uzattı, usulcana:
Hatçe, dedi.
Hatçe:
Can, dedi. Yolunu, yolunu çok gözledim. Gözlerim yollarda kaldı.
Sıcaklıkları birbirine geçiyordu. Nefesleri bir yalım rüzgarı gibi.
Birbirlerine biraz daha sokuldular. Başı dönüyordu. Buz gibi, yumuşacık ipekli, bir su gibi, karanlıkta Memedin elinden Hatçenin ellerine aktı.
Bir zaman öylecene sarılmış kaldılar. Konuşmadılar. Tirtir titriyorlardı.
Bacakları geriliyordu. Taze çimen kokusu... Başı dönüyordu. Sen olmasan ben ölürüm. Yaşamam. İki gün gittin de... Dünya başıma dar geldi.
Memed:
Ben de duramadım.
Hatçe:
Kasaba?
Memed:
Dur, dedi. Sana söyliyeceğim var. İşler başka... Bir Hasan Onbaşı tanıdım. Bir Hasan Onbaşı ki, İstanbulu bile görmüş... Bir Hasan Onbaşı ki...
Hasan Onbaşı Maraşlı... Maraşın içinden olurmuş. Bana her bir şeyi söyledi...
Bir Hasan Onbaşı ki, bana dedi ki al nişanlını gel Çukurovaya... Hasan Onbaşı dedi ki, Çukurovanın ağası yok. Öyle dedi. Hasan Onbaşı bana tarla bulacak, küz bulacak, ev bulacak... Hasan Onbaşı var Çukurovada. Nişanlını kaçır gel dedi.
Hatçe:
Hasan Onbaşı...
Memed:
Bir iyi adam ki canıyın içine koy. Bize her bir şeyi yapacak... Kaçarsak.
Hatçe:
Kaçarsak...
Memed:
Hasan Onbaşı... Bir sakalı var, uzun. Sütbeyaz. O Çukurovada varken, bize yok, yok gayri. Yaa, Hasan Onbaşı... Ulan delikanlı, edi, al nişanlını, kaçır gel. Peki dedim ben de, on gün sonra alır gelirim.
Hatçe:
On gün sonra...
Babadan da eyi... Bir ak sakalı var, akar su gibi, parıl parıl.
Hatçe:
Hemen gitsek, dedi.
Memed:
On gün sonra...
Hatçe:
Korkuyorum.
Memed:
Hasan Onbaşı Çukurovada varken. Amma benim derdim anam. Anama zulmeder Abdi.
O da gelir. Mademki Hasan Onbaşı var.
Memed:
Yalvarırım: Söylerim. Onbaşı var derim. Belki gelir.
Hatçe:
Ben korkuyorum. Abdiden korkuyorum. Yeğeni hep bizde. Anamla hep fiskos... Bir gün önce...
On gün. On birinci deyince... Sen, ben, anam... Bir gece...
Yollara... Ver elini Çukurova... Hasan Onbaşı biz geldik deriz. Şaşar kalır.
Bir de sevinir ki...
Sevinir. Ben korkuyorum.
Uzun uzun sustular. Soluklarından başka ses yoktu. Gece böcekleri ötüşüyorlardı.
Ben korkuyorum.
Memed:
Onbaşı çok sevinir...
Anamdan korkuyorum.
Memedin başı dönüyor. Sarı çağıltı... Habire dönüyor. Alabildiğine akan, önen, şimşeklenen sarı güneş çağıltısı...
On gün deyince, on birinci gün... Yallah...
Hatçe Osmanın kızıdır. Osman yumuşak, kimseyle ilgilenmeyen, kendi halinde bir adamdır. Hatçenin anasıysa Allahın bir belasıdır. Köyde ne kadar kavga, e kadar gürültü varsa içindedir. Uzun boylu, güçlüdür. Evin bütün işini o görür. Çifti bile o sürer.
Memedle Hatçenin çocuklukları birlikte geçmişti. Erkek çocuklar içinde, en güzel evciği Memed yapardı. Onu, en güzel de Hatçe süslerdi.
Beraber oynadıkları çocukları oyunlarına bırakır, kendileri başka bir yere gider oyunlar icat ederlerdi. Türlü türlü...
On beşine değince Hatçe, Memedin anasından çorap örmesini öğrenmek için;
her gün Memedlerin evine gelirdi. Memedin anası ona en güzel örnekleri verir, n güzel nakışları öğretirdi.
İkide birde de saçlarını okşayarak:
Sen benim gelinim olursun inşallah, sürmelim, derdi.
Hatçenin anasına, herkese, Hatçeden konuşurken gelinim, derdi.
Bunun üstüne, on altı yaşlarında olan oldu. Memed yorgundu. Çift sürmeden geliyordu. Hatçe de dağdan, mantar toplamadan. Belki bir aydır birbirlerini görmüyorlardı. Birbirlerine Alacagedikte rastlayınca, ikisini de bir sevinç, ir gülme aldı. Bir taşın üstüne oturdular. Karanlık basıyordu. Hatçe kalkmak istedi. Memed, elinden tuttu geri oturttu:
Dur hele! dedi:
Tirtir titriyordu. Her bir yanı ateşe kesmişti. Bedeninde çımgışmalar oluyordu:
Sen benim nişanlım değil misin? dedi.
Hatçenin ellerini ellerinin içine aldı:
Sen benim... dedi.
Hatçe gülmeye başladı.
Memed:
De kız, dedi, sen benim nişanlım değil misin?
Hatçe Memedden çekiniyordu. Memed tutmuş göndermiyordu. Bir ter basmıştı ki...
Kız, diyordu. Sen...
En sonunda öpmeyi akıl etti.
Hatçe kıpkırmızı kesilerek Memedi hızla itti. Kaçtı. Memed arkasından yetişti tuttu. Kız durgunlaşmış, kuzu gibi olmuştu. Memedin de eski heyecanı azıcık geçmişti.
Bu gece yarısı gelirim, dedi. Büyük dutun gölgesine sığınırım. Divlik kuşu gibi öterim... Herkes divlik kuşu ötüyor sanır.
Sonra da birkaç kere divlik kuşu gibi öttü:
İşte böyle, dedi.
Hatçeyi bir gülme aldı:
Divlik kuşu gibi... Kimse fark etmez.
Memed:
Biz birbirimizin nişanlısı değil miyiz? Kimse fark etmesin.
Hatçenin birden rengi attı:
Ya bizi gördülerse, dedi, kaçtı.
İşte bundan sonradır ki, gün geçtikçe sevdaları büyüdü, kara sevda oldu. Sevdaları dillere destan oldu.
Her gece ne yapar yapar buluşurlardı. Buluşmazlarsa ne onun gözüne uyku girerdi, ne onun... Hatçenin anası tarafından yakalandıkları da oldu.
Hatçeye işkence yaptı anası. Çaresiz. Geceleri elini ayağını bağladı. Kapıya kilit üstüne kilit vurdu. Çaresiz. Hatçe her engele bir çare buldu. Hatçe
Memede muhabbet çorapları dokuyor, mendilleri işliyordu. Üstüne türküler çıkarmıştı. Aşkım, hasretini, kıskançlığını renk renk nakışlara, ses ses türkülere dökmüştü. Bu türküler hala Toroslarda söylenir. Çorapları gören ürperirdi. Türküleri duyan, söyleyen hala ürperir, içinden bir şey başlar yeşil yeşil, taze yeşermeye...
Memed, evlerine ne zaman, nasıl geldiğinin farkına varmadı. Şafağın yerindeki, o kıvılcımlanan yıldız, ışığını yitirmiş, ağarmıştı. Şafağın yeri de usuldan ağarıyordu.
Ana! Ana! diye kapıdan çağırdı.
Ana uyumuyor, oğlunu düşünüyordu.
Yavrum! dedi kalktı. Kapıyı açtı, boynuna sarıldı.
Demek gece yürüdünüz?
Memed:
Yürüdük.
İçeri girer girmez, Memed kendisini yatağın üstüne attı. Müthiş uykusu geliyordu. Kafasında sarı bir pırıltı şavkıyordu. Şavkıyan pırıltılar dönüyorlardı.
Belki umuttur. Belki de bir özlemdir. Özlem sıcacıktır. Özlem bir dost, bir sevgilidir. Sarıverir insanı sıcaklığı. Memedin kafasında, önlünde ta iliklerine işlemiş, sarı pirinç pırıltıları vardı. Pırıltıların ötesinde kırmızı kiremitleri maviliğe yapışmış kasaba...
Sarı pirinç pırıltıları, koyu, mor, savrulan kebap dumanlarına karıştı:
Kör Hocanın nal şıkırtısı... Kaldırımı beyaz; sıykal, yani cilalı çay taşlarından yapmışlar. Beyaz beyaz parlıyor.
Ana oğlunun başucuna oturmuş soruyor:
Kasaba nasıldı yavrum?
Hı? diyor, başı düşüyor.
Kör Hacının nal döverken, nasıl türkü söylettiğini düşünüyor.
Naldan düşüncesi kırmızı kiremitli evlere geçiyor. Yarı uykulu, yarı uyanık gülümsüyor. Düşünüyor ki, yarın öbür gün kaçacaklar. Hasan
Onbaşı köylerden on gün sonra dönecek. Üzülüyor bu işe. Sonra dönüyor üzüntüsünden. On güne kadar ancak düzenlerler işlerini.
Hasan Onbaşının çocuksu, şakacı güleç yüzü... Ak sakalları. Ak sakalları yüzünde takma gibi duruyor. Hasan Onbaşı bir yer bulur. Bir de çift, yani iş bulur. Nedense Hasan Onbaşıya çok güveniyor. Bütün dünyayı karış karış gezmiş, biliyor, diyor içinden. Kasabanın ağası da yok. Hatçe, anası, üçü üç yerden çalışırlar. Çalıştıkları kendilerinin olur. Hasan Onbaşı bu işi yapar mı yapar. Düşünüyor ki, nereden duymuştur, onu bilmiyor, Çukurova toprağı verimlidir. Düşünüyor, yüreği daralacak şekilde seviniyor. Çukurova toprağında çakırdikeni bitmez. Kendi Çukurovaya yerleşince, ev bark sahibi olunca, bir gün köye gelecek, Çukurova böyle böyle diyecek... Bütün bir köy arkasında inecekler Çukurovaya. Abdi, tek başına kalacak köyde. Ne ekin ekmesini bilir, ne biçmesini... Acından ölecek.
Ana tekrar ediyor:
Kasaba nasıldı oğlum? diyor.
O, anasına cevap verdiğini sanıyor, düşünüyor. Beyaz bir fötör şapkalı görmüştü manavların önünde. Tertemiz... Pantolonlu bir adam... Adam, portakal alıyordu. Parmaklarına dikkat etmişti. Uzun, eyaz parmakları çabuk çabuk para sayıyordu. Paralar parmaklarının arasından akıyordu. Gümüş parıltısı...
Ana:
Yavrum,dedi, uyuyor musun?
Uyuyor muydu? Pirinç pırıltısı yeniden kafasını allak bullak etti.
Çukurova güneşinin altında, güneş çarpınca fışkıran milyonlarca pırıltı.
Uyandığı zaman gün kuşluktu. Anası, başında oturmuş ona bakıyordu. Birden, edense anasından utandı. Yorganı başına çekti. Çocukluğunda sevinçli olduğu zamanlar hep böyle yapardı. Anası gülerek, yorganı başından çekti:
De kalk koca delikanlı. Gün kuşluk oldu. Kalk da kasabayı anlat.
Gözlerini kirpiştire kirpiştire açtı. Dışarda, göz kamaştırıcı bir güneş vardı. Güneşe şöyle bir göz attı. Birden kamaşan gözlerini içeri çevirdi. Güneş her şeyini altüst etmişti.
Yataktan çok yorgun bitkin kalktı. Bütün yorgunluğuna içindeki bütün karanlığa karşın, yüreğine bir yerlerden bir ışık, bir aydınlık sızıyordu.
Yüreğindeki kasveti dağıtan şeyin kendi de farkında değildi.
Bu sevinç, bu sıcak ışıktan ileri geliyordu. Bu ışık nedendi?
Anasının dizinin dibine oturdu. Kasabayı bir bir anlattı. Kadın, irkaç kere kocasından, birkaç kere de başkalarından dinlemişti kasabayı, ma bu kadar güzel kimse söylememişti. Sarı şavka gelince coşmuştu Memed...
Su gibi akıyordu ağzından sözler...
Memed ateş içinde kasabayı anlattı bitirdi. Fakat anasına söyleyeceğine gelince yutkundu kaldı. Anası, onun bu halini bilirdi. Bu sefer de meseleyi çaktı. Oğlunun saçlarını okşadı. Gözlerinin içine baktı. Oğlu bir şey, ama önemli bir şey söyliyecekti ama, söyleyemiyordu.
Oğlan, anasının gözlerinden gözlerini kaçırdı. Ana içinden, tamam, edi. Bir şey var. Mutlak bir şey var. Memede baktı. Memed, hareket edecek, ıpırdayacak halde değildi sanki. Söyleyemeyecek, dedi, kolay kolay.
Dayanamadı:
Çıkarsana şu diliyin altındakini Memedim!
Memed bunu duyunca irkildi. Yüzü kül oldu.
Ana:
De çıkar, diye tekrar etti.
Memed başını yere dikti:
Ben, dedi, bu gece Hatçeyle konuştum. Kaçmaya karar verdik.
Ana:
Sen aklını mı yitirdin Memed?
Memed:
Düşündük ki, sen köyde kalırsan, Abdi Ağa, sana zulmeder. Sen de bizimle gel Çukurovaya. Kasabada yerleşiriz.
Ana aynı şiddetle:
Sen delirdin mi? dedi. Ben yurdumu yuvamı, evimi barkımı bırakır nereye giderim? Hem sen elin kızını alır nereye götürürsün?
Memed:
Öyleyse ne yapalım? Sen bir akıl ver.
Ana:
Ben sana yüz kere söyledim. Vazgeç bu Hatçeden. Yüz kere, bin kere söyledim. Vazgeç! Onu Abdi Ağanın yiğenine nişanlıyorlarmış.
Olmaz. Böyle kafalardan vazgeç!
Memed:
Vazgeçemem. Abdi Ağa olmazsa, kim olursa olsun. Vazgeçemem.
Abdi Ağa herkesin gönlünün Ağası mı? Alır kaçarım. Benim bir tek korkum var, o da sana zulmederler. Benim korktuğum bu! Yoksa...
evelallah...
Ana:
Evimi barkımı yurdumu yuvamı bırakıp da hiçbir yerlere gidemem. Sen, al git Hatçeyi. Gene de sana derim ki oğlum sen yalnızsın. Bundan iyilik çıkmaz.
Karşında beş köyün kocaman Ağası var. Kızı onun yeğeni istiyor. Bunun sonu iyi çıkmaz. Vazgeç bu işten. Kız mı yok sana!
Memed kızdı. Anasına karşı pek az kızmıştı:
Kız yok, dedi. Dünyada Hatçeden gayri kız yok.
Memed bir daha ağzını açmadı.
İki gün sonra duyuldu ki, Abdi Ağanın öteki köydeki yiğeni
Hatçe için dünür göndermiş. Dünürleri arasında Abdi Ağa da var. Çığırıp bağırmasına, çağırmasına bakmadan, kızı ilk gelişte Abdi Ağanın yiğenine veriyorlar. Abdi Ağanın yiğeni bulunmaz kısmet. Kızı kendi gönlüne bıraksan, ya çingeneye varır, ya da davulcuya. Hatçeyse ağlar ağlar avunur.
İki gün sonra da nişan takıldı. Abdi Ağa da gelinine bir beşi biryerde taktı.
Nişandan sonra köyün içine bir dedikodudur yayıldı. Kadınlar konuşuyor, ocuklar konuşuyor, yaşlılar, gençler, erkeklef konuşuyordu:
Memed, kaçırır onu. Yedirmez Hatçeyi Abdi Ağanın kel yiğenine.
Korkar Memed.
Hiç de korkmaz.
Memedin gözünde kimse korkuyu göremez.
Göremez.
Memed bu!
Memed olsun. Memed kaç para eder. Abdi onu parça parça ettirir de leşini itlere attırır.
Bir kere kızmasın... Attırır mı attırır.
Memed kızı alır da gider.
Nereye gider?
Nereye gider? O gidecek yeri bilir.
Nereye gitse, yılanın deliğine bile girse, Abdi Ağa onu bulur çıkarır.
Abdi Ağanın eli kolu uzun. Hükümet var arkasında...
Hükümet de var. Kaymakam da, Müdür de var. Karakol Onbaşısı da var.
Her gün Müdür iner evine.
Vallahi yüreğim parçalanıyor şu Memede.
Geldi yabanın köylüsü de elinden aldı.
Dün gördüm Memedi...
Vay fıkara!
Evlerinin arkasında gördüm. Yüzü sapsarı. Zehir sarısına kesmiş.
Yeşil sarı.
Ben de gözlerinden korktum. Bir hoş ışıklı gözleri var.
Fıkara, nişan yapıldı yapılalı evden çıkmıyormuş...
Karanlık bir köşede...
Akşamadek... Düşünürmüş...
Kara sevda... Zor!
Kara sevda deli eder insanı.
Memed yarı deli zaten...
Kızı her gece bağlarmış anası. Elini ayağını kendirle bağlarmış.
Kilit üstüne kilit!
Dönenin de hali kötü.
O da oğlundan korkuyor.
Abdi Ağa da duymuş meseleyi...
Vay fıkara Memed!
Duymuş da gülmüş...
Kızın iki gözü iki çeşme...
Vay fıkara Memed!
Abdi Ağanın kel yiğeni, gelmiş fıyaka satıyor. Dolanıyor köyün içinde.
Boynuzlu...
Geyik boynuzları...
Geyik...
Zulüm.
Vay fıkara Memed!
Zulüm.
Kahrından ölmezse Memed...
Asıl kız ölecek kahrından...
Ayıran kör olsun.
Yavaş yavaş söylen.
Onmasın inşallah...
Sürüm sürüm sürünsün.
Kurt işlesin tenine inşallah.
Yılancıklar çıkarsın da yılın yılın yatsın.
Yavaş yavaş...
Gözlerinde çakırdikeni bitesi.
Beş köy kendinin, şu dağlar da kendinin.
Dünya parayla alınır. Yürek alınmaz.
Vay fıkara Memed!
Görsün Abdi. Görsün ne işler getirecek Memed onun başına.
Siz hele durun.
Öldürse...
Öldürse eli nurlanır.
Memed daha çocuk.
Vay fıkara Memed!
Çocuk ama...
Yılda kaç tane dağ keçisi, vurur Memed?
Say!
İğnenin deliğinden kurşun geçirir.
Abdinin gözlerinin bebeğinden inşallah.
Yavaş söyle yavaş!
Bir silah geçse eline Memedin, koymaz Abdiye.
Koca Ahmet dağda olaydı bu sıralar...
Gelirdi köye, bozardı nişanı, verirdi kızı Memede.
Bir silah geçirse eline...
Memed hakkından gelir onun.
Keşkeee!
Köylü o günleri görse... Kırk gün kırk gece şenlik eder.
Kara sevdalıları ayıran iflah olmaz.
Olmaz inşallah.
Memedden bulmazsa, Allahtan bulur.
Bulur inşallah.
Yavaş yavaş!
Neredesin Koca Ahmet. Kendini göstereceğin gün bugündü.
Koca Ahmet Dağıstanda çift sürüyormuş. Avrattan korkak olmuş.
Memed kasabaya gitmiş.
Yer yapıyor kendine.
Şu kel yiğenine bir şey olsa...
Bir yıldırım düşse tepesine.
Durup dururken canı çıkıverse.
Çıkıverse...
Memed alsa kızı. Alsa götürse...
Memed alsa kızı...
Alsa götürse kızı...
Ben Hatçeyi bilirim. Öldürür kendisini.
O ölürse, Memed de yaşamaz.
Vay fıkara Memed!
Vay fıkara Döne! Kocasız kaldı genç yaşında. Oğulsuz kalmasın.
Oğulsuz kalmasın.
Bir köy insanı tekmil konuşuyordu. İçlerine dert olmuştu Memedin işi.
Ama ellerinden bir gelir yoktu. Bu konuşmalar Abdi Ağanın kulağına dakikası dakikasına gidiyordu. Köyde çıt dese, o duyardı.
Olup biteni, köylünün neler konuştuğunu bir bir biliyordu. Adamını gönderdi.
Memedi evine çağırdı bir gece. Memed, süklüm püklüm gelip karşısına el pençe dikildiğinde, bas bas bağırarak:
Ula namussuz nankör! Köpek gibi kapımda büyüdün. Adam oldun. Ulan namus düşmanı! Duydum ki yiğenimin nişanlısına göz dikmişsin...
Memed taş kesilmiş kıpırdamıyordu. Yüzü duvar gibi bembeyaz olmuştu. En ufak bir hareket yoktu. Yalnız, o iğne ucu kadar küçücük pırıltı gelip gözbebeklerine oturmuştu.
Abdi Ağa:
Bana bak Memed! dedi. Bu köyde yaşamak, ekmek yemek istiyorsan benim dediğimden ayrılma. Sen çocuksun. Sen bilmezsin. Sen beni bilmezsin. Ben adamın ocağına incir dikerim. Duydun mu ekmeksiz, nankör? Ben adamın ocağına incir dikerim.
Geldi Memedin kolundan sertçe tuttu:
Bana Abdi derler, dedi. Ben adamın ocağına incir dikerim.
Memed susuyordu. O sustukça öteki kızıyor, bağırıyordu.
Ulan ekmeksiz oğlu ekmeksiz... diyordu. Kimse benim yiğenimin nişanlısına göz dikemez. Ben adamı parça parça eder de leşini köpeklere atarım. Bana bak! O kapıdan bir daha geçmeyeceksin. Anladın mı? Geçmeyeceksin.
Anladın mı?
Memedi birkaç kere sert sert sarstı. Taştan ses çıkıyordu da ondan ses çıkmıyordu. İşte bu sessizlik kudurtuyordu Abdi Ağayı.
Birden kendini kaybedip Memedi tekmelemeye başladı. Memed onu öldürmemek için kendini zor tutuyordu. Dişi dişini yiyordu. Avurt etleri.
dişlerinin arasındaydı. Isırıyor, yiyordu avurt etlerini hırsından.
Ağzı kan içinde kalmıştı. Kafasında sapsarı bir ışık şavkıdı.
Defol buradan! Sizlere iyilik yapmak, sizleri büyütüp adam etmek haram zaten. Besle kargayı gözünü oysun. Defol, itin oğlu.
Dışarı yarı baygın, yarı sersem çıktığında, yere kocaman bir tükrük attı.
Tükrük bir avuç kandı.
8
Evler, ağaçlar, kayalar, yıldızlar, ay, toprak ne varsa dünyada, epsi karanlığın içinde kaybolmuşlar, erimişlerdi. Usuldan usuldan karanlığın üstüne yağmur çiseliyordu. Yağmurla birlikte, hafif de bir yel esiyordu. Yel, soğuk bir yeldi. Arada bir, durup durup köpekler karanlığa havlıyorlardı. Sonra, yalnız bir horoz uzun uzun öttü. Vaktinden önce öten bu horozu sahibi sabahleyin erkenden mutlak kesecektir.
Uzaktan, dağın ötesindeki yoldan bir çıngırak sesi geliyordu. Bir ara çıngırak sesi kesiliyor, sonra tekrar başlıyordu. Bu, gelen yolcuların yorgunluğuna alamettir.
Memed, hayli zamandır kocaman dalları şemsiye gibi açılmış dutun yanındaki çitin altına sinmiş bekliyordu. Memed düşünüyordu ki... Hayır, bu durumda
Memed, hiçbir şey düşünemez. Memed, yalnız üşüyordu. Memed, bir şeyler duyuyordu düşünmeden. Karanlığa yağmur çiseliyordu usuldan. Karanlık bastığından beridir ki Memed, bu yağmuru yiyordu. İçine geçmişti. Bazı bazı bir titreme alıyor, sonra geçiyordu. Çitin ötesinde bir patırtı duydu, kulak kabarttı. Bu, çitten atlayan bir kediydi. Öyle sandı. Anası düştü aklına bir ara.
Etini kesmişler gibi bir yerleri ağrıdı. Yüreğinde bir zehir acılığı duydu. Bir sızlama. İşkence edeceklerdi anasına... Çok uzakta bir şimşek çaktı. Karanlıkta erimiş dutun gövdesini, dallarını yaldızladı. Memedin de içinin karanlığından bir ışık yolu geçti. Uzun bir ışık yolu.
Bu anda bütün köy, atıyla, eşeğiyle, sığırı, keçisi, koyunu, böcekleri, avukları, kedileri, köpekleriyle uyuyordu. Düşmanlıkların, kinlerin, evgilerin, korkuların, kaygıların, yiğitliklerin üstünü kalın bir uyku örtmüştü. Düşler çarpışıyordu. Düşler yaşiyordu şu anda.
Görüş sahası ne kadar dar olursa olsun, insan muhayyilesi geniştir.
Değirmenoluk köyünden başka hiçbir yere çıkmamış bir insanın bile geniş bir hayal dünyası mevcuttur. Yıldızların ötelerine kadar uzanabilir. Hiçbir yer bulamazsa Kaf dağının arkasına kadar gider. O da olmazsa, düşlerinde yaşadığı yer başkalaşır. Cennetleşir. Şimdi, şu anda düşler veryansın ediyordur, ykuların altında. Şu fıkara, şu kahırlı Değirmenoluk köyünde, değişmiş dünyalar yaşanıyordur.
Memed de düş görüyordu. Hem korkuyor, hem düş görüyordu. Kafasında birden, ir şimşek çaktı. Çukurovanın bol güneşi kafasında parçalandı, büyüdü, enişledi, aydınlandı. İçindeki ışık seli durunca Memed endişelendi. Korktu.
Ya gelmezse, diye düşündü. Ya gelmezse ne yaparım? Kafasından türlü ihtimaller geçti. Gelmezse, ben bilirim yapacağımı, dedi. Eli tabancasının kabzasına gitti. Tabancası aklına gelince bütün korkuları siliniyor, aresizliğini unutuveriyordu.
Tabancasını düşünüyordu ki çok hafif bir ayak sesi duydu. Az önce düşündüklerinden utandı. Gelip başında duran Hatçeydi. Gündüz olsaydı da
Hatçe, Memedin yüzüne baksaydı. Önce yüzünün sapsarı kesildiğini, sonra yavaş yavaş kızardığını görür şaşardı. Başka şeylere, belki korkuya yorardı bunu.
Çok beklettim, diye özür diledi. Anam bir türlü uyumuyordu.
El ele tutuşup korka, sine uzaklaştılar. Toprağa öyle usturuplu basıyorlardı ki, en küçük bir çıtırdı bile çıkartmıyorlardı. Toprağa basmıyorlardı sanki.
Köyü çıkıncaya kadar, nefes bile alınadılar dersek, doğrudur.
Köyü çıktıktan sonradır ki, korkuları biraz azaldı, kendilerini azıcık serbest hissettiler.
Hatçenin bohçasını Memed taşıyordu. Hatçe bohçasını, Memed yoruldu diye istedi, öteki vermedi.
Tam sırasıymış gibi, çiselemekte olan yağmur delicesine bastırdı.
Yanlarında, arkalarında, önlerinde şimşekler çakıyordu. Kayalığı geçtikten sonra bir ormana düştüler. Çakan şimşeklerden arada bir orman ışıyor, ortalık gündüz gibi oluyordu. Ağaç gövdelerinden oluk oluk suların aktığı görülüyordu ışıkta. Hatçe hıçkırarak ağlamaya başladı.
Memed kızdı:
Tam da ağlayacak sırayı buldun, dedi.
Ortalık ışıyıncaya kadar, ormanda bir minval üzere yürüdüler.
Nerede olduklarının farkında değildiler. Yağmursa, hala yağıyordu.
Hatçe, her adımda yağmura:
Allahın kahrı gazabına uğra! diye beddua ediyordu.
Ortalık iyiden iyiye ışıyınca, bir kaya kovuğu buldular sığındılar.
Ayakta durmuşlar, ikisi iki yerden tirtir titriyorlardı.
Elbiseleri vücutlarına yapışmıştı. Hatçenin saçlarının ucundan hala yağmur altında yürüyormuş gibi sular sızıyordu.
Memed, dişleri birbirini döverek:
Kav ıslanmamışsa, bir ateş yakar ısınırız, kurunuruz, dedi.
Hatçe kıvançla gülümsedi.
Memed:
Gülme, dedi. Öyle bir yağmur yedik ki, değil deri kesenin içine, derimizin altına bile geçti.
Bel kayışına bağlı keseyi elleri titreyerek açmaya uğraşıyordu.
Bütün umut, kurtuluş buradaydı. Gözleri kesenin içine dikilmişti.
Sonra göz göze geldiler gülümsediler. Kesenin içine su işlememişti.
Memed:
Bu keseyi kim yapmıştır biliyor musun?
Hatçe:
Yok, dedi.
O, evine kaçtığım Süleyman emmi var ya, o yaptı. O zamandan beri onun yadigarını saklarım.
Telaşlı telaşlı etrafına bakındı.
Hiçbir kuru şey yok ki ellerimi kurulayım. Elim değince kav ıslanacak.
Hatçe:
Aman tutma kavı yaş ellerinle, dedi.
Memed:
Bak nasıl kurularım! diye öğündü.
Kovuğun arka tarafına doğru gitti. Oraya yağmur işlememişti.
Toprak, kupkuru tozlanıyordu. Ellerini toprağa soktu, toza beledi.
Tozlu ellerini havaya kaldırıp, Hatçeye:
Oldu mu? dedi.
Hatçe gülümsedi.
Memed:
Git Hatçe, dedi. Git de çalı çırpı topla!
Hatçe kovuktan dışarı, yağmura fırladı. Biraz sonra, kocaman bir kucak çalıyla geri döndü. Çalılar ıslaktı ya, aslında kurumuşlardı. İnce ince kırdılar, kovuğun orta yerine yığdılar. Memed, kavı çaktı. Çaktı ama, kav yansa bile, tutuşturmaz ki çalıyı. Çalının tutuşması için küçücük de olsa yalım gerek. Ne yapsalar?
Memed:
Dur sen burada, dedi. Ben gideyim çıra bulayım.
Az sonra elinde yağlı bir çırayla döndü. Kocaman, iki ağızlı hançerini çıkardı, çırayı yardı. Kav çırayı da ateşlemez. Ona da yalım gerek.
Küçücük bir yalım olsa çıra alışıverir. Bir kibrit olsaydı şimdi...
her şey kolaydı ama... Kibrit de almıştı Memed. Ama kibrit ıslanmış, orba gibi olmuştu.
Memed:
Hatçe, dedi, azıcık kuru bez bulamaz mıyız?
Hatçenin dişleri şakırdıyordu.
Bohçayı bir açayım bakayım. Belki ortasına su geçmemiştir.
Dışarda, yağmur veriştiriyordu. Aynen gök delinmiş gibi.
Hatçe bohçayı açtı. Aradı taradı. Entarilerinin içinde sıkışıp kalmış bir mendil buldu. Bu, Memedin ona ilk hediyesiydi. Kırmızı benekli bir mendildi.
Kadınlar köyde böyle mendilleri başlarına bağlarlardı.
Bu var kuru, diye Memede gösterdi.
Memed mendili tanıdı.
O mu var? dedi. Bir hoş olmuştu mendili görünce.
Hatçe:
O, dedi.
Memed, birazcık kızgın:
Burada donup öleceğimi bilsem; onu gene yakmam.
Hatçe:
Belki entarilerde kuru bir parça bulunur.

Yüklə 2,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin