İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN GÜNDEMİNDEKİ SORUNLAR TOPLANTISI
24 ARALIK 2001
AÇILIŞ KONUŞMALARI
--------o--------
TAKDİM – Sayın konuklarımız, hoşgeldiniz.
Şimdi, açılış konuşmasını yapmak üzere, Sendikamızın Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Şükrü Koçoğlu’nu kürsüye davet ediyorum.
İNTES YÖNETİM KURULU BAŞKANI ŞÜKRÜ KOÇOĞLU – Sayın Bakanım, sayın milletvekillerim, kamu kuruluşlarımızın değerli yöneticileri, cefakâr sektör temsilcileri ve değerli basın mensupları... Hepiniz hoş geldiniz.
Bugün, TÜBİTAK’ın Yüksek Bilim Kurulu Toplantısı bizimle aynı saatte başlamıştır. Bu kurula üye olan bütün değerli bakanlar orada bulundukları için, toplantımıza biraz geç geleceklerdir. Sanıyorum gün içinde peyderpey gelecek sayın bakanlar vardır. Dolayısıyla, toplantıyı açıyoruz.
Sektörümüzün tüm sorunları ile canla başla ilgilenen, her türlü sorunun çözümünde hiçbir çaba ve fedakârlığı esirgemeyen, bu toplantının mimarı Sayın Bakanımız Profesör Doktor Abdülkadir Akcan’a, sektörümüz adına şükranlarımızı arz ediyorum.
İnşaat Sanayii, ülkemiz geleceğinin altyapısını hazırlayan, bugünü ve yarını şekillendiren, ülkemizin lokomotif sektörüdür. Ekonomide her ilk adımın inşaatla atıldığı hatırlandığında, dünya ekonomilerinin krizleri aşmada neden sektörümüzü kullandıkları daha iyi anlaşılabilmektedir. Ekonomimizin üçte 1’ini etkileyecek güce sahip inşaat sektöründeki hareketlilik, kendisine bağlı yaklaşık 200 alt sektörün de üretime geçmesi anlamını taşımaktadır. Gerek Çalışma Bakanlığı gerek Sosyal Sigortalar Kurumu istatistiklerine göre, sektörümüz, yüzde 15’lik istihdam kapasitesiyle ilk sırada yer almaktadır. Sendikamızın üyeleri 2002 yılında 5,7 katrilyon olarak öngörülen kamu yatırımlarının yüzde 80’ini realize etmektedir ve sektörde çalışan 689 000 çalışanın yarısından fazlası İNTES üyeleri tarafından istihdam edilmektedir.
Taşıdığımız bu sorumlulukların bilinciyle, içinde bulunduğumuz zor günlerin aşılmasında sektörümüzün çok önemli bir misyonu olduğu inancımızı sizlerle burada bir kez daha paylaşmak istiyorum.
Konuşmam, 4 ana bölümden oluşan ve 20 dakikayı bulacak bir konuşmadır. Öncelikle kamu yatırımlarına ayrılan ödeneklerin bütçe içindeki payının yıllar itibariyle gösterdiği düşüşün yarattığı sorunlara kısaca değinmek istiyorum.
Konsolide bütçeden yapılan yatırımların gayri safi millî hasılaya oranı, 1980’li yılların başında yüzde 4 ila 4,5 düzeyinde iken, 1994 sonrasında yüzde 2’lere kadar gerilemiştir. Son yıllarda yaşanan sorunlar ve ekonominin genel durumunun bu sonucu zorunlu hale getirdiği söylenebilir ise de, yatırımlardaki duraklamanın çok daha pahalı sonuçlara gebe olacağı muhakkaktır. Bütçeden ayrılan payla mevcut proje stokunun ortalama tamamlanma süresi 15 yıldır. 15 yıl sonra ekonomiye dönecek yatırımların amaçlarına uygun sonuç sağlayabilmesini beklemek hayalcilik olacaktır.
Kamu yatırımlarından tasarruf etme, yatırımlarımızı resen emekli etme gibi bir lükse sahip olmadığımız inancındayım. Ülkemizin en önemli yatırımcı kuruluşlarından DSİ’nin yatırım bütçesindeki payı, 1991 yılında yüzde 35,5 iken, 2001 yılında yüzde 25,6 seviyesine düşmüştür. DSİ yatırımları için 2001 yılında talep edilen ödeneğin yüzde 17,6’sı karşılanabilmiştir. Bunun da kesinti ve blokelerden sonra fiilen kullanılabilir bölümü yüzde 11 seviyesindedir. Bu ödenekler, büyük su işleri projeleri ihtiyaçlarının yüzde 8,4’ünü, küçük su işleri projelerinin ise yüzde 14’ünü karşılayabilmiştir.
Ayrılan ödeneklerle devam eden projelerin tamamlanması için bir örnek vermek istiyorum. Bu mevcut ödenekler konjonktürü bu şekilde devam ederse, tarım sektöründe 60 yıla, enerji sektöründe de 11 yıla ihtiyaç vardır.
Enerji yatırımlarına ayrılan payın, enerji darboğazlarından dolayı giderek ağırlık kazanması, tarım sektöründe devam eden çok sayıda projenin atıl kalmasına sebep olmuştur. Tarıma 60 yıl sonra kazandırılacak, hatta daha doğru bir ifadeyle kazandırılamayacak olan projelerin doğuracağı ekonomik ve sosyal etkileri dikkatinize sunmak istiyorum. Bu durum, millî ekonomik sorun, hatta bir devlet sorunu haline getirmiştir.
2030 yılı itibariyle DSİ hedeflerinin gerçekleştirilmesi için 60 milyar dolara ihtiyaç olduğu gösterilmektedir. Bu hedeflerin tutturulması, tarım üretiminin 5 kat artışı ile yaklaşık 2,5 milyon kişiye istihdam sağlama olanağı getirmektedir.
Kaynakların yatırımlara etkin şekilde aktarılması ve yatırımların ekonomiye kazandırılması, bu yatırımların 5-10 sene içerisinde kendini finanse eder hale gelmesini sağlayarak, bütçe üzerindeki yükü ortadan kaldıracaktır. Bitirilme aşamasına gelmiş projeler, öncelikli olarak tamamlanarak, bir an evvel ekonomiye kazandırılmalıdır. Ekonomiye yüksek katkı sağlayacak projelerin ise bitirilme yılları hedeflenerek, ancak bu hedeflerden sapmamak kaydıyla, uygulama yapılmalıdır.
Özellikle birkaç senede bitirilebilecek seviyeye gelmiş sulama projeleri, sulama barajları, yol ve diğer önemli altyapı projelerinin çok acil olarak bitirilebilmesi için sektörler arası ödenek kaydırması ile projelerin desteklenerek tamamlanması teşvik edilmelidir.
Özetle, paramız olmadığı için yatırım yapamıyoruz, yatırım yapamadığımız için de paramız olmuyor. Bunun altını bir kez daha çizmek istiyorum.
Millî bütçenin ihtiyaçları karşılamada yeterli olamayacağı ortadadır. Dış kredili işler için cazip koşulların yaratılması zorunlu hale gelmiştir. Dış krediyle veya uluslararası anlaşmalar çerçevesinde yapımı planlanan baraj, sulama gibi önemli projelerin bir an evvel hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Dış krediyle yapılacak projelerde, ülkemizin olumsuz koşulları, faiz oranlarını yükseltmektedir. Bütün zorluklar aşılarak kredi bulunması halinde ise, karşılaşılan bürokratik engeller bazen kredi kullanımını dahi olanaksız hale getirmektedir. Bu konu da acil çözüm bekleyen sorunlarımızdan biridir.
Sektörümüzün anayasası durumunda olan Kamu İhale Kanunu Tasarısı ve ona bağlı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu Tasarısı, Yüce Meclisimizin komisyonunda görüşülmeye başlanmıştır. Tasarıların yasalaşması, önümüzdeki yıllarda inşaat sektörü ve kamu yatırımları için yepyeni uygulamaları beraberinde getirecektir. Yasa tasarıları hakkında görüş ve önerilerimizi bugüne kadar tüm aşamalarda ilgililere ilettik. Bu çalışmalarımızı dikkatle değerlendiren Maliye ve Bayındırlık Bakanlığı yetkililerine, burada tekrar teşekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’nda konunun iyice tartışılması ve doğruya en yakını bulma konusunda yardımlarını esirgemeyen Komisyon Başkanı Sayın Mustafa Gül’e ve komisyon üyelerine teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Kamu İhale Kanunu Tasarısı hakkında iki hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bunlardan ilki eşik değer meselesidir. Eşik değer, kamu ihalelerinin yabancı yüklenicilerin katılımına açılmasını gerekli kılan ihale bedelini ifade etmektedir. Eşik değer, AB direktiflerinde ve Dünya Ticaret Örgütü uygulamalarında da kullanılmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü uygulamalarında yapım işlerinde kullanılan eşik değer, 6 850 000 dolardır. Bizim şu anda Komisyona sunulan İhale Tasarısı’nda öngörülen değer ise, yaklaşık 4,5 milyon dolardır.
Tasarıyla ilgili dikkatlerinize sunmak istediğim diğer bir nokta, dış finansman sağlanarak gerçekleştirilecek projelere ilişkin bulunmaktadır. Son aşamada yapılan ilave ile, dış finansmanla gerçekleştirilecek projelerde uygulama projeleri yapılmadan hiçbir suretle ihaleye çıkılamaz hükmünü taşımaktadır. Dış finansman sağlanabilen projelerde, Enerji, altyapı, ulaşım ve bunun gibi birtakım sektörler de yer almaktadır. Bu sektörlerdeki projeler ise, işin yapımı sırasında belli aşamalarda arazi, zemin etütleri gerektirmesi nedeniyle ihaleden önce uygulama projesi yapılamayan veya birtakım zorlukları bulunan işlerdir. Bu gerçeği dikkate alan yasa koyucu, tasarıda bunların kesin proje ile ihaleye çıkarılmasına imkân vermiştir. Millî bütçeden karşılanan işlerde kesin proje yeterli iken, aynı işlerin dış finansmanla yapılmasında yeterli görülememesi önemli bir çelişkidir. Bu şekilde ihtiyacımız olan yabancı sermaye girişinin ciddî biçimde engellenmesi, önümüzdeki yıllarda pek çok soruna sebep olacaktır.
Son anda ilave edilen bu düzenlemenin, ülkemiz gerçekleri, ihtiyaçları, yasanın amaçları ve düzenlemeleriyle ters düştüğü dikkate alınarak tasarıdan çıkarılması gerektiğine inanmaktayız.
Kamu İhaleleri Sözleşmeleri Kanunu’nun, bildiğiniz gibi bir Kamu İhale Kanunu Tasarısı, bir de Kamu İhaleleri Kanun Tasarısı olmak üzere, iki komisyonda kanun tasarısı vardır. Kamu İhale Sözleşmeleri Kanun Tasarısı da, sektörümüzü yakından ilgilendiren bir diğer önemli mevzuattır. Bu tasarıda idare ile yüklenici arasında imzalanacak sözleşmelerin kuralları düzenlenmiştir. Borçlar hukukumuzun sözleşme uygulamalarındaki temel ilkesi, tarafların hak ve borçlarda eşit olmalarıdır. 1934 yılında çıkarılan 2490 sayılı Artırma ve Eksiltme Kanunu’nda şöyle bir ibare vardı; “Bilhassa karşılıklı bir akit olan devlet alımı ve satımlarında, ferdin haklarını devlet hakları kadar mahfuz tutmak ve akde riayetsizliklerde mesuliyetleri her iki tarafa karşılıklı eşit olarak tahmil etmek gerekir.” 1934’teki bu eşitlik ilkesinin, 2001 yılındaki düzenlemede de yer alması şüphesiz ki gerekmektedir.
Bizim sektörümüzün bir diğer önemli konusu da, müteahhitliğin kriterleridir. Bildiğiniz gibi, pirinç satan da müteahhit, baraj yapan da müteahhit, santral yapan da müteahhit, devlete ayakkabı satan da müteahhit oluyor. Ülkemizde müteahhitliğin her aklına gelenin yapabileceği bir iş olarak görülmesine artık son verilmelidir. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca verilen ve özellikle kamu ihalelerine katılmada önemli rol oynayan karne sayılarına göre ülkemizde 49 938 adet şahıs 25 836 adet şirket olmak üzere, toplam 75 774 adet müteahhitlik karnesi bulunmaktadır. Yurtdışı işlerde kullanılmak üzere verilen belge sayısı 134, bu belge yerine geçen geçici belge sayısı da 222’dir. Bunlar dışında, özel inşaatları gerçekleştiren müteahhit sayısını tespit edebilmek de mümkün değildir.
Meslekî sorumluluk taşıyan ciddî müteahhitler yönünden, sektöre giriş çıkışın hiçbir sınırının bulunmaması, ciddî bir haksız rekabet yaratmaktadır. Batı ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de müteahhit olma kriterlerinin belirlenmesini gerekli görmekteyiz.
En önemli konularımızdan birisi de, malî mevzuat ve uygulamasıdır. Üst kuruluşumuz Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu TİSK’in 625 işletmede 213 bin çalışanı kapsayan işyeri sorunları ve kaynakları anketinin sonuçlarına göre, işletmelerde en sorunlu alanlar girdi maliyetlerinin yüksekliği ve vergi sistemi olarak belirlenmiştir. Kayıtlı sektör mensuplarını kapsayan bu ankette, kayıtdışı sektörün yükünü de taşıyan işyerlerimizin vergisel sorunları ağırlıklı hissetmeleri, hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Sektörümüzün temsilcileri, bu genel ağırlığı yaşamanın yanı sıra, sektörümüze özel olarak uygulanan yüzde 5 küsur vergi stopajı uygulamasını da yaşamaktadır. Kurumlar Vergisi oranlarında geçtiğimiz yıllarda yapılan düşüş, yüzde 5 oranındaki stopaj uygulamalarına ne yazık ki yansıtılamamıştır. Ağır ödenek sorunlarını takiben, bu yüksek oranlı peşin vergi uygulaması da, sektör mensuplarımızın haksızlığa uğramasına neden olmaktadır.
Yıllara sari inşaat işlerinde asıl firmadan ve taşeron firmalardan ayrı ayrı kesilen stopaj, mükerrer ödemelere yol açmaktadır. Bu haksızlığın bir an evvel giderilmesi gerekmektedir.
Kurumlar Vergisi oranının –fon dahil- yüzde 33’ten yüzde 20’ye düşürülmesi, yatırım indirimi stopajının düşürülmesi ve kâr dağıtımlarından stopaj yapılmaması, vergi uygulamaları yönünden taleplerimiz arasındadır.
Kamu yatırımlarına ayrılan yetersiz ödeneklerin, yıl içinde farklı dönemlerde serbest bırakılması, sorunları ağırlaştıran bir başka uygulamadır. Yılı başında ödeneklerin tümünün serbest bırakılması, yatırımlarımıza şüphesiz ki hız kazandıracaktır. Bu sağlanamadığı takdirde, hiç değilse yılın ilk altı ayında tüm ödeneğin serbest bırakılması önemli bir rahatlama sağlayacaktır. Bu suretle ödeneklerin yılın son dönemlerine bırakılmaması, mevcut koşulların ve enflasyonun ağırlaştırıcı etkisini ortadan kaldıracak, teknik olarak yapımı süreklilik gerektiren işlerin tekniğine uygun yürütülmesi temin edilecektir.
Taahhüt işlerinin ayrılmaz parçası haline gelmiş olan KDV ödemeleri, bunların işveren idarelerden zamanında tahsil edilemeyişi, daima problem haline gelmiş ve müteahhitlik yapan firmalara ekstra yükler getirmiştir. Bunun en yeni örneğini 2000 yılı KDV ödemelerinde, bir yılı bulan gecikmelerde yaşadık.
Devlete iş yapan müteahhitlerin idarelerden olan KDV alacaklarının, firmaların devlete olan vergi ve SSK gibi ödemelerine mahsup edilmesi yolunun yeniden açılması halinde, KDV ödemelerindeki gecikme problemi hiç değilse kısmen halledilmiş olacaktır.
İhracatçıların devletten olan KDV alacakları için bu uygulamayı kabul eden hükümetimizin, aynı uygulamayı taahhüt sektöründen niye esirgediğini de anlamak mümkün değildir!
Ayrıca, inşaat sektöründe KDV oranının yüzde 18’den yüzde 12 mertebelerine indirilmesi ve yatırım ödeneklerinin de 12’ye düşerse yüzde 6 oranında artışı anlamını taşıyacak olup, yatırımlarımızın hızlanmasında önemli bir kaynak yaratacaktır.
İzninizle bu konuyu biraz açmak istiyorum. Beyaz eşyada KDV indirimini yapan hükümetimizin, bizlere KDV’yi 18 yerine 12 ödemesini istiyoruz. Bu durumda devletin, maliyenin, Hazine’nin hiçbir kaybı olmayacaktır. Bunun, yüzde 18’den 12’ye düşmesi halinde, yüzde 6’lık bu fark, tekrar yatırıma dönüşecektir çünkü, bize ayrılan, tahsis edilen ödeneklerin içerisinden bu KDV gitmektedir. KDV’yi ne kadar az öderse devlet müteahhidine, bir o kadar da ekstra bir imalat yapılmış olacaktır.
Üçüncü olarak, çalışma mevzuatına değinmek istiyorum. Çalışma Bakanlığı’mızın uygulamalarından kaynaklanan sorunlarımızı şöyle özetleyebiliriz:
Özellikle son yıllarda SSK prim oranlarının akıl almaz ölçülerde yükseltilmesi, kayıtlı sektör işverenlerinin başlıca sorunu haline gelmiştir. SSK gelirlerinin artırılmasında prim ödeyenlerden daha fazla gelir elde etmek yerine, hiç ödemeyenlerin sisteme dahil edilmesi temel hedef olmalıdır diye düşünüyoruz.
SSK’nın sadece inşaat işverenlerini muhatap alan asgari işçilik oranları uygulaması ise, bir diğer önemli sorunumuzdur. Uygulamanın Yargıtay kararları ile hukukî dayanağı tartışmalı hale gelmiş olup, ayrıca uygulanan oranların işin gerçekleriyle bağdaşmaması nedeniyle de yanlış sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Tespit edilen oranlar, teknolojinin ağırlık kazandığı sektörümüz uygulamalarına tamamen aykırı sonuçlar doğurarak haksız ilave prim ödemelerine neden olmaktadır. Bunu hepimiz yaşamaktayız. Bir altyapı şantiyesini örnek olarak ele alırsak ve yine örnek olarak, burada 300 kişinin çalıştığını düşünürsek, bu 300 kişiyi A'dan Z'ye bilfiil aldıkları ücretleri göstermeniz normalde yeterli olması lazım. Buna rağmen, tespit edilen asgari işçilik oranını tutturamıyoruz çünkü, bu işçilik oranlarının oturduğu baz, çok önceleri tespit edildiği için, şu anda da artan teknolojiye uyum sağlayamamaktadır. Dolayısıyla, azalan işgücünün göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
50’den fazla personel çalıştıran işyerlerinde toplam yüzde 8’e ulaşmış olan özürlü, eski hükümlü, terörle mücadele mağduru gibi zorunlu istihdam uygulamaları, özellikle şantiyelerde pek çok sıkıntıya yol açmaktadır. Ağır ve tehlikeli işler arasında yer alan sektörümüzde, özürlü istihdamı ciddî riskler taşımaktadır. Şantiyeler gibi geçici işyeri statüsünde olan, aylar itibariyle çalışan, sayısı sürekli değişiklik gösteren inşaat işkolu işyerlerinde toplam yüzde 8’lik istihdam oranının düşürülmesi, işyeri veriminin artışı kadar, istihdam edilecek özürlülerin sağlık durumları açısından da zorunlu görülmektedir. Zorunlu istihdamdan söz etmişken, son yıllarda gelişen her kanunla işyerlerimize yeni bir istihdam mükellefiyeti getiriliyor ve bu getirme alışkanlığının tehlikeli boyutlara ulaştığını da vurgulamak istiyorum. Mesela, şu anda hazırlanan ve bizlere getirilen ilave yüklerden, Avukatlık Kanunu, Çıraklık ve Meslekî Eğitimi Kanunu, Stajyer Sayısının Artması ve bunun gibi kanun tasarıları bizim mevcut sigorta yükümüzün üzerinedir.
Çalışma Bakanlığı’nı ilgilendiren bir diğer konumuz ise, 50 personeli geçen işyerlerinde istihdam edilecek işyeri hekimlerine ilişkindir. İşveren ve çalışanlar açısından önemli faydalar sağlayabilecek bu düzenleme, uygulamada tabip odalarının baskıcı tutumları nedeniyle tam bir kaosa girmiştir. İşyeri hekimleri konusunda Çalışma Bakanlığımız bünyesinde yeniden yapılandırılan İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’ne çok önemli görevler düşmektedir.
Yurtiçinde olduğu gibi, yurtdışı işler de, inşaat sektörü Türk işçileri için önemli bir istihdam alanıdır. Ancak, Türkiye'den götürülecek işçilerde yaşanan bürokratik sorunlar, sosyal güvenlik sistemindeki karmaşa, SSK primlerinin yüksekliği, yabancı ülkelerin getirdiği sınırlamalarla, Türk işçilerinin yurtdışında başlangıçta yüzde 100 olan istihdam oranı, şimdilik yüzde 50’ye düşmüştür. Önümüzdeki yıllarda mevcut sorunların devamı halinde, bu oran daha da aşağıya inecektir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bu sorunların aşılmasında bize gerekli yardımları sağlayacağına inanıyor ve her türlü işbirliğine de hazır olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Efendim, küresel rekabetin yaşandığı dünyamızda, inşaat sektörü ihracatımızın da görülmeyen kahramanlarından birisidir. Yurtdışı işlerde gösterdiği yüksek performansla inşaat sektörü, Türk hizmet sektörünü, işgücünü, inşaat malzemelerini, dünyanın 50 farklı ülkesine tanıtma görevini de başarıyla tamamlamıştır. Ancak, son yıllarda yurtdışı pazarlarda yaşanan sıkıntı, bu süreci de olumsuz etkilemiştir. Özellikle yurtdışı pazarlara girişte devletimizin ciddî manevî desteğine ihtiyacımız vardır. Yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinde gerekli koordinasyonun sağlanamaması, tam yetkili bir kuruluşun bulunamaması, kolayca aşılabilecek sorunları içinden çıkılmaz hale getirmiştir.
Yukarıda sıralanan sorunlar, burada yapacağımız tespit ve önerilerin uygulamada dikkate alınması, sektörümüze, ekonomimize, ülkemize güç katacaktır. Değerli katılımlarınızla zenginleşecek toplantımızı, etkin ve sürekli diyalog ortamının devam etmesi açısından önemli görüyorum ve sözlerimi tamamlıyorum.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. Bu arada, izin verirseniz, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun iki gündür devam eden genel kurul çalışmasında Sayın Refik Baydur yeniden TİSK Yönetim Kurulu Başkanı seçilmiştir. Kendilerini, sektörümüz adına tekrar tebrik ediyoruz. Çünkü, Refik Bey ve TİSK, sağ olsun, bize her türlü desteği her zaman vermişlerdir. Tebrik ediyor ve tekrar teşekkür ediyorum.
Sayın Refik Baydur’u da, konuşma yapması için kürsüye davet ediyorum.
TİSK BAŞKANI REFİK BAYDUR – Sayın Bakanım, sayın milletvekillerim, değerli inşaat sektörü mensupları, sayın basın mensupları... Sayın Başkanım nezaketle lütfettiler, seçilmemi kutladılar. Tabiî, bu tip genel kurulların sonucu, onun delegesi olan sizlerin sağduyusuna bağlıdır. Bana gösterdiğiniz yakınlığın ve teveccühün yükünün altından kalkabilirsem kendimi mutlu addederim.
Bu memleket, hepimize bir şeyler vermektedir ve vermiştir. Mesela ben, fakir bir beldemizin, fakir bir köyünün çocuğuyum. Eğer bir yerlere gelebilmişsem, var olan memleketimin dalgalanan bayrağı sayesinde buradayım ve sizlerin omuzlarına elimi koyarak ayakta duruyorum. Lütfen omuzlarınızı çekmeyin. Beni hatalarımla, sevaplarımla daima uyarın. O zaman başarılı oluruz. Ben biliyorum ki, Türk işvereni devletinin yanındadır, vatanı ve bayrağı olmazsa kendisinin hiçbir değeri olmadığını idrak etmiş kişilerden kurulmuştur. İşte, bunun sonucudur ki, geçtiğimiz günlerde fevkalade ciddî ve duyarlı bir genel kuruldan çıktık.
Tabiî, benim gibi 12 yıl kesintisiz başkanlık yapan bir insanın dezavantajı da o nispette büyüktür. Ne de olsa hatalar yapmışımdır, ne de olsa yanlışlarım olmuştur. Ama, siz affetmesini, hoş görmesini bilen insanlarsınız ve yaptığınız terazilemede belki terazinin doğru kefesi fazlalık gösterip kaymıştır.
Evvelki gün orada ifade ettiğim gibi, bugün de ifade edeyim, karşımda aday olan arkadaşım Tuğrul Kutadgubilig, benimle 18 yıldır başkanı olduğum sendikada mesai veren çok değerli bir insandır ve sendikacılığı çok iyi bilen bir arkadaşımızdır. Bu tercih, bizim değerlerimizden ileri gelmemiştir, hizmetlerin biraz daha vefaya dayanan unsurudur. Bu vefakârlığı da sizler gösterdiniz. Hepinize minnettarım.
Değerli arkadaşlarım, bizim gibi sivil toplum kuruluşları, devleti yöneten insanlarla dirsek temasını yürütebildiği müddetçe başarılıdır. Tabiî, devleti yöneten insanlarımızın da hoşgörüyle, sıcak kanlılıkla bize bakmasında fayda vardır. Biz bunun misalini, size ait İhale Kanunu’nun hazırlanmasında gördük. Başta, Bayındırlık Bakanı Sayın Akcan ve Meclis Komisyon Başkanı Sayın Mustafa Bey, bu konuya fevkalade lojik ve anlayışlı bir davranışla yaklaştılar. Ben, 12 yıldır bu Konfederasyonun başındayım, 40 yıldır da sendikacılık yapıyorum. Yanlışım var, doğrum var ama, devlet ricalinde böyle bir yaklaşıma ilk defa şahit oluyorum. Yalnız Komisyon Başkanımız ve Bakanımız değil, bürokrasinin bu işi şekillendiren bütün kademeleri, özel sektörün değerini fevkalade takdir etmişlerdir. Hepsine minnettarım. Zannediyorum ki, Türkiye imar hareketini geç değil, 2002’de başlatacak, bu anlayışla yürütecektir.
Türk müteahhitlerinin büyük sıkıntıları vardır. Sayın Başkan’ın ifade ettiği gibi, müteahhitlik sektörü veya inşaat sektörü diyebileceğimiz sektörümüz, 200’ün üstünde yeni veya değişik sektörlerin katılımıyla büyür, gelişir ve onlara su aktarma imkânına sahiptir. Yani, bizim Anadolu’muzun deyimiyle, bitmeyen bir gözedir. Tanıdığımız dünya literatürü içerisinde en fazla veya en çabuk yurtdışına ulaşabilen ve büyük başarılar kazanan sektör, inşaat sektörü olmaktadır. Biz bu sektörü devamlı destekleyeceğiz. Benim görevlerim içerisinde olan çalışmalarınız da beni çok etkilemiştir. Gerçekten faal, insan ilişkilerinde çok hareketli Genel Sekreterinizle karşılaşmam beni size daha hızlı yaklaştırmıştır. Diliyorum ki, bu yaklaşım devamlılık arz edip, sürüp gidecektir.
Bizim kongremizin gelişimi örnek bir gelişimdir. Dilerim ki, bütün kademelerimizde, bütün seçimli faktörlerimizde aynı gelişim zuhur etsin. Kongremize katılan bakanlarımızın seviyeli tavsiye ve eleştirileri, konuşmaları, Türkiye'nin ender müesseselerine nasip olan bir gelişmedir. Nitekim, bizim Başkanlık yarışımız da böyle geçmiştir. Hiç şüpheniz olmasın ki, en büyük sendikamızın Başkanı olan Sayın Tuğrul Kutadgubilig, bizim icra çalışmalarımızda daima eli olacak değerli bir destekçimiz olarak kalacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu konudaki gelişmenin ufak bir kısmını da sizlere arz etmek istiyorum. İş güvencesi, Avrupa standartlarının olmazsa olmaz faktörü değildir. İş güvencesi, 158 numaralı ILO Konvansiyonunun devamı ve parçasıdır. Benim, Yüce Meclisim, geçmiş yıllarda 158’i onaylamış ve kabul etmiştir. 158 üzerinde ciddiyetle durmamız gerekir ancak, mümasil devletlerde iş güvencesinin uygulanması paralelinde, iş kanunları da büyük değişikliğe uğramıştır. İnşaat sanayinde bu sizlerin başına çok gelir. Para alamazsınız inkıtaa uğrar, malzeme gelmez inkıtaa uğrar, sel felaketi sizi yıkmaz ama, yanınızdan geçer, yine de tesir eder inkıtaa uğrar. Bizim İş Kanunumuz bu hallerde hep ücret öder. Halbuki, sizin verdiğiniz fiyatlar, yüzde 100 mesaiye dayanan işçilik unsurlarının maliyet içindeki faktörleridir. Bunlar, beklemediğiniz olaylardır. İşte, bu kanunun da değişmesinin gerekli olduğunu o gün ifade ettim. Ama, ne yazık ki, Sayın Bakanımız, bu konuya bir siyasî meta haline getirmeye gayret etti. Bir kuruluşun seçim içinde bulunduğu günde memleketi yöneten bir bakanın “Bunu delegeler değerlendirecektir” lafı, ne taraftan ve hangi izlenimde olduğunu açıkça göstermektedir. Ben bu memleketin bakanlarının bu kadar hafif olacağını düşünemiyorum.
Sayın Başbakan ise, kendisine yakışan nezaket ve beyefendilikle bu olayı bir cümleyle değerlendirmiş ve bitirmiştir. Ben, huzurunuzda bu değerli insana şükranlarımı arz ediyorum ve değerli tecrübesini saygıyla huzurunuzda yad etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, büyük dertlerinizi Sayın Başkanınız ince özetlerle arz etti. Dolayısıyla, benim detayda rakamsal unsurlara el atmam zamanı kaybetmek olur ama, bir iki kısa noktayı arz etmek istiyorum.
Türkiye'de değişik bir zihniyetle sigorta uygulamaları yürümektedir. Sayın Bakanımız, “Eğer ben Sosyal Sigortaları iki yılda ıslah etmezsem, istifamı verir giderim” dedi. İki yıl geçti, sigortada hiçbir değişiklik yok. Şimdi Sayın Bakan’dan, birtakım davranışları gündeme getirmesini bekliyoruz. Belki şu an doğru zaman değildir. Zor bir dönemde olduğumuzu da biliyoruz. Ama, bütün bunlara rağmen, bu lafın geçtiği gün, işveren kuruluşu olarak bir taahhüt vermiştik. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun bana göre en büyük iki vasfı vardır: Bir, ciddiyetle araştırma yapmak, doğruları gündeme getirmek. İki, Başkanı da, yönetimi de değişse bile taahhütlerine sadık kalmak. Ben değişseydim dahi, yerime gelecek arkadaşım yine sizlere bunu söyleyecekti. Biz, iş güvencesinden kaçmıyoruz. Eğer biz Yüce Meclisimize saygı duyuyorsak –ki hiç şüphemiz yok- onun kabul ettiği yasalara da boyun eğmemiz gerekir. 158 Meclisimizden geçmiştir ama, özentiyle yaklaştığımız Avrupa standartlarında iş kanunları ne emrediyorsa biz de onu istiyoruz, fazla hiçbir şey istemiyoruz. Benim işverenim o mücadeleyi onun şartları içerisinde yapabileceğine inanıyor. Bunun dışına çıkarak, birkaç oy puanı almak için lüzumsuz yatırım yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.
Ne yazık ki, sigorta primleri öldürücü derecede yüksektir. Memleketimizde enflasyonun yüzde 20-25’lerde kalacağının iddia edildiği ve memurumuza, hatta zaman zaman işçimize yüzde 10 zam yaptığımız dönemlerde, Çalışma Bakanlığı sigorta tavan primlerini yüzde 66’ya çıkarmıştır. Bu fahiş yük altında mutlaka kaçak çalışma artacaktır. Kaçak çalışmayı lafla önleyemeyiz. Üç şeyi yapmamız lazım: Bir, işverene serbest çalışma imkânını sağlayabilmek, inisiyatifi takip etmek. İki, prim, vergi ve yan ödemeleri mümkün olduğu kadar asgariye indirmek. Üç, istihdamda sevk ve idareye elastikiyetin sağlanmasını düşünebilmek. Biz bunları yapabildiğimiz müddetçe ileri hamleler içinde bulunabiliriz.
Bugün, belki şartların zorlamasıyla işveren üretimdeki hammaddeyi devamlı artan bir fiyatla tedarik etmektedir. Sizin sektörünüzde petrolü, nakliye hizmetlerini, makine fiyatlarını ele alın, devamlı artan bir unsur karşısında kalmaktasınız. Hatta, uzun vadeli yatırımlarda veya inşaatlarda elinizden bu işin hesabı bile kaçabilir.
Vergilerimiz yüksektir. Asgari ücret denilerek, işçiden vergi kesilmektedir. Vergi ödeyen, defterini muntazam tutan işletmeye Maliye müfettişleri, sık sık ziyarette bulunurken, vergi ödemeyen, vergiyle hiç ilgisi olmayan kişilere de hiç uğramamaktadırlar. Bu ne garipliktir?! Ben tespit edemiyorum.
Bu memlekette verginin en büyük kaçağı serbest meslek erbabında, avukatta, doktorda ve tip işletmelerdedir. Dikkat ediniz, en pahalı arabanın sahibi serbest meslek erbabı, sene sonunda 3 milyar, 4 milyar vergi ödemiştir. Bugün İstanbul’da 6 veya 7 tane vergi dairesi merkezi, bir o kadar da Sigorta merkezi var. Burada 1 500-2 000 kişi çalışmaktadır. Gittiğiniz zaman kuyrukta, günün yarısını bekleyerek geçirmek zorunda kalırsınız. Halbuki buraları, sanayi bölgelerine dağıtmalı, iki veya üç memurlu birer büro kurmalısınız. Buralarda çalıştırılan işçinin hüviyetiyle resmini isteyip, sonra her ay o küçük işletmelere telefon edip priminin haddini söyleyin. Ben iddia ediyorum, özellikle organize sanayi bölgelerinde, vergi ve prim en az yüzde 30 artacaktır. Ve nihayet, diğer devletlerle yaptığımız anlaşmalarda dikkatli olmak zorundayız. Ortak Pazara davette de, gümrük birliğini imzalarken de hata yaptık. Sayın Evren büyük bir babalık yaptı, Yunanistan’ı Karadeniz Bölgesine kabul etti, NATO’ya girmesine “Peki” dedi, Yunanistan güçlendi, elindeki kozlarla biz zayıfladık. Devlet büyüklerimiz buralara çok dikkat etmelidir.
Sayın Bakanımız Akcan’ın bir iddiası var, diyor ki: “Dışarıya açılıyorsak, Avrupa Birliği’ne girinceye kadar ihalede bazı barajlar koymamız lazım” Bence, bu, memleketini seven bir insanın aldığı doğru bir karardır. Yoksa, Avrupa heveslisi bir hava içerisinde bu memleket yönetimi ile Avrupalıya yaranamayız.
1994’te Roma’da, bizim de mensubu olduğumuz Avrupa Konfederasyonlar Birliği’nin toplantısı vardı. İtalya’da âdetmiş, Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a giden heyet, mutlaka Papa’ya gitmek zorundaymış. Biz de Roma’da Avrupa'nın sınırlarını çizen 32 devletin imzasını taşıyan, Türkiye'nin Avrupa sınırları içinde bulunduğu bir protokolü imza ettik ve ertesi gün de Papa’ya gittik. Papa’nın yazmışlar eline vermişler, nokta, virgül, aynen okuyor, zaten yaşlı adam... Sonunda bitti metni, daha evvel de bizim Başkanımız İspanyol Carlos Ferrer konuşma yaptı ve “Sayın Papa, Türkiye'yi Avrupa sınırlarının içine alan büyük protokolü imza ettik, ben mutluyum” gibi bir ifade kullandı. Papa’nın kâğıdı bitti, biz tam alkışlayacağız, “Ancak” deyince tabiî, durduk... “Ancak, bu birliği teessüs ettirirken din faktörüne dikkat edin.” Biz hepsine dikkat etmek durumundayız. Bizi bekleyen, bize kardeş diyen, içtenlikle yaklaşan devletlerimiz var. Biz onlara da el uzatmak zorundayız.
Dostları ilə paylaş: |