İnsan gerçEĞİ ve islami hayat



Yüklə 2,48 Mb.
səhifə23/44
tarix27.12.2018
ölçüsü2,48 Mb.
#86677
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   44

BİD’AT VE BÂTIL İNANÇLAR

Bid’at: Sözlükte; daha önceden bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icad edilen şey demektir.

Bid’at sünnetin zıddı olarak kullanılmaktadır ki, Şâri’nin (din koyucunun) açık ya da dolaylı, sözlü ya da fiilî izni olmaksızın, dinde sahâbeden sonra ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmadır.1100

Peygamberimiz (s.a.s.)’in zamanında olmayan veya meşrû telakkî edilmeyen bir inanç, ibâdet veya dinî anlayış ve davranış bid’at mefhumu içinde yer almaktadır. Herhangi bir hareket, âlet ve anlayışın dinî yönü olmadıkça; yani iman ve ibâdet, sevap ve günah çerçevesine sokulmadıkça bid’atle alâkası yoktur. Hacca giderken deveye değil de uçağa binmek veya herhangi teknolojik imkândan yararlanmak bid’at değildir; çünkü bunun inanç, ibâdet, sevap, günah mefhumu ile bir alâkası yoktur. Türbelere horoz ve mum adamak, ölünün başında mum yakmak bid’attir, çünkü bu bir inanca dayanmakta, bundan sevap umulmaktadır; halbuki dinimizde böyle bir inanç, ibâdet ve sevap yolu mevcut değildir. 1101

Rasûlullah (s.a.s.) şu hadis-i şerifte bid’at’ı izah etmektedir:

Sonradan ortaya çıkan her şey bid’attir; her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık da insanı cehenneme götürür.” 1102

Böylesine sapıklık olan bid’atlardan sakınmanın yolu, Kur’an ve sünnetin yolundan gitmekle mümkündür.

Gerçekten Kur’an, insanı en doğru yola iletir.” 1103

Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.” 1104

Câbir b. Abdullah (r.a.)’ın rivâyetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmoştur:

Bundan sonra (mâlumunuz olsun ki), sözün en hayırlısı, Allah’ın kitabıdır. İrşadların (yolun) en hayırlısı, Muhammed’in irşadı (yolu)dır. İşlerin en kötüsü, sonradan çıkarılandır. Her bid’at dalâlettir (sapıklıktır).” 1105

Görüldüğü gibi Kur’an ve sünnet insanları doğru yola iletir. Bunların dışındaki yollar “sapıklıktır ve her sapıklık insanı cehenneme (ateşe) götürür.”

Hurâfeler ise, aslı, esası olmayan, sadece uğur ve uğursuzluk inancından kaynaklanan gerçek dışı bâtıl inanışlardır.

Bâtıl; sözlükte, haktan uzak olan, doğru olmayan, boş ve yanlış olan demektir.

Mü’min kişi hakka uyar, doğru olan hususlara inanır. Kâfirler de Hakka uymaz, bâtıl, yani İslâm’a aykırı olan hurâfelere inanır ve ona göre hareket eder. O zaman da bâtıl yol takip ettiğinden kendine yazık edenlerden olur.

Hurâfe ve bâtıl inanışlar nelerdir, bunları belirtelim: 1106



Nazar Boncuğu ve Muska

Nazar; sözlükte bakış, göz değmesi mânâsına gelmektedir. Göz değmesi veya nazar değmesi diye bilinen, mikrobik olmayan ve âniden çoğunlukla baş ağrısı şeklinde beliren mânevî rahatsızlıkların varlığını, hemen hepimiz biliriz. “Nazar değdi, nazara geldi, nazara uğradı” gibi cümlelerle hep aynı rahatsızlıklar anlatılmak istenir.

Tıp da bu tür rahatsızlıkları kabullenmekte ve insan özünden çıkan şuaların, dikkatle belki biraz da kıskançlıkla bakış esnasında yoğunluk kazanması ve bu yoğun ışınların karşı organizmanın atomlarının çalışma düzenine tesir icra etmesi şeklinde açıklanmaktadır. Rasûlullah (s.a.s.) “Göz değmesi gerçektir (vâki’dir.” buyurmuşlardır. 1107 Nazar değmesine karşı okuma suretiyle uygulanan tedavinin Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashâbı tarafından yapıldığı ve müspet neticeler alındığı örnekleriyle sâbittir. Bu tedavide daha çok Fâtiha, İhlâs, Felak ve Nas sûreleri ve Âyetü’l-kürsi’nin okunduğu da hadislerde yer alan bilgiler arasındadır. Bu açıklamalardan sonra, göz değmesine karşı güya tedbirmiş gibi halk arasında dolaşan birtakım hurâfeler vardır. Kısaca bu hurâfelere değinelim:

Çocukların elbiselerine mavi nazar boncukları vs. takmak; evlere, binaların girişlerine, arabalara nazar boncuğu, at nalı, at kafası gibi şeyler koymak veya kurşun dökmek, bu ve benzeri şeylerin hepsi bâtıl inanışlardır.

Müslümana yakışan, basit birer madde olan nazarlıkların koruyuculuğu zannına kapılmak değil; her şeyini borçlu olduğu Rabbına sığınmaktır.

Şifayı verecek olanın ne ilaç, ne doktor, ne de okuma, ne hoca değil; bizzat Allah Teâlâ olduğunu hiç unutmamaktır. Allah korumayacak, şifa vermeyecek olduktan sonra dünya bir araya gelse ne çıkar? 1108

Eğer Allah sana bir zarar verirse, onu kendisinden başka giderecek yoktur ve eğer sana bir hayır verirse buna da mâni olacak yoktur. Şüphesiz O her şeye kadirdir ” 1109 buyrulmaktadır.

Hastalığı giderebileceği veya herhangi bir üzücü olaydan koruyabileceği inancı ile nazarlık ve benzeri şeyleri asmak da haramdır.

Ukbe bin Amir (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)’e on kişi ile geldiğini ve Allah Resûlü’nün dokuzunun biatını kabul edip, birininkini kabul etmediğini rivâyet eder. Bunun üzerine bulunanlar dediler ki:

“Onda ne var ya Rasûlallah?” Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Onun kolunda nazarlık vardır.” diye buyurdular. Adam kolundan nazarlığı çıkarıp attıktan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onun biatını kabul ettiler. Bundan sonra da şöyle buyurdular:

Kim nazarlık takarsa müşrik olur.” Diğer bir hadiste de şöyle buyurur:

Nazarlık takanın hiçbir işini Allah tamamlamaz.” 1110 Rabbimiz Allah Fâtiha sûresinde şöyle dememizi buyuruyor: “Ancak, Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz..” 1111

Müslüman kişi, yardımı Allah’tan bekler, nazarlıktan değil. Zaten nazarlıktan fayda değil, zarar gelir. Dolayısıyla bu tür hurâfe ve bâtıl inançlardan bir müslüman olarak uzak durmalıyız.

Muska: Hastalıktan kurtulmak, kötülükleri veya nazar gibi zararları uzaklaştırmak için boyuna asılarak vücutta taşınan, içi yazılı ve üçe katlanmış olan kağıt demektir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Allah hem derdi (hastalığı) hem de devâyı (şifayı) göndermiş, her hastalığa bir çare yaratmıştır. Tedavi olun, ancak tedavide haramı kullanmayın” 1112

İslâm âlimlerinin muska konusundaki genel görüşünü şöyle özetleyebiliriz:

Çeşitli sûre, hadis veya duaları okumak, yazmak ya da üzerinde taşımak yoluyla tedavi olmaya çalışmak câizdir.1113 Ancak unutulmamalıdır ki, şifa yalnız Allah’tandır. Dolayısıyla şifa bulmak için şer’i kurallara uygun her yöntem araştırılmalıdır. Tedavi maksadının dışında muska yaptırmak, bunu istismar derecesine varan bir para kazanma şekline dönüştürmek (tedaviden para almak câiz olmakla birlikte), anlamı bilinmeyen birtakım şeyler yazmak câiz değildir. 1114

Sihir (Büyü)

İslâm dini, büyüye ve büyücülüğe karşı çıkmıştır. Sihir öğrenenler için Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: “Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı” 1115 Peygamberimiz (s.a.s.)’in beyanıyla büyücülük insanı felâkete ve helâke sürükleyen yedi büyük günahtan biridir.1116 Rabbimiz Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerimde büyücülerin şerrinden kendisine sığınmamızı buyurmaktadır. 1117 Büyü yapmak veya yaptırmak en büyük günahlardan sayılmıştır. Çünkü büyü yapmak sebebiyle bazı insanlara çok büyük zararlar vermeye çalışmaktalar. Meselâ, karı-kocanın arasını açmak, birbirlerinden ayrılmasını ve başka biri ile yakınlaşmasını sağlamaya çalışmak, istediği kadını veya erkeği elde etmeye çalışmak veya herhangi bir kimseye hakkı olmayan şeyleri elde ettirmek gibi şeyler sihrin kötülüğünü ispata yeterlidir.

Sihir, İslâmî değerlerden yoksun şahsiyetsiz kişilerin yapacağı çok kötü ve çirkin bir iştir. Bazı insanlar, kişileri ‘sana büyü yaparım’ diyerek korkutuyorlar. Onlar da yersiz korkulara kapılıyorlar. Evinde veya herhangi bir yerde bir kağıt görseler, karışık bir yazıysa veya benzer herhangi bir şeyden hemen telaş ederek ‘acaba bana büyü mü yaptılar, bana ne olacak?’ gibi korkular yaşamaktadır. Yapılacak şey, şeytanın şerrinden, insanların şerrinden Allah’a sığınmaktır. “Kim Allah’a güvenirse Allah ona yeter.”1118 Önemli olan husus, insanlardan değil, Allah’tan korkmak, O’na kulluk yapmaktır. Allah Teâlâ kendisine sığınanı her türlü tehlikeden korumaya kadirdir. Allah’a sığınmakla ve Allah’ın korumasıyla sihir etki edemez.1119 Bazı sihirler göz boyamaktan ibarettir, hokkabazlıktır. Bunların gerçekle bir alâkası yoktur. Yapılan sihirbazlık herkesçe nasıl yapıldığı bilinmediği için olağanüstü bir durum olarak düşünülür. Kendi içinde tutarlı bir izahı olduğu halde sihirbazlar, yaptıklarına olağanüstü bir şey süsü vererek insanları kandırmaktadırlar. Her şeyin bir usûlü olduğu gibi, bunun da herkesçe bilinmeyen bir usûlü vardır. Bu usûl içerisinde sihirbazlık yapmaktadırlar. Bunda çok hayret edilecek, abartılacak bir şey yoktur.

Tabiî ki, insanları aldatmak, yanıltmak çok kötü ve yanlış bir şeydir. Bir mü’min bu tür hokkabazlıkları hoş görmez, hatta karşı çıkar ve yapanları uyarır. 1120



Gaybı Bilmek Mümkün mü?

Gayb; lugatta ‘gizli olan, belirsiz, görünmeyen, duyu organları ile bilinmeyen şey’ gibi anlamlara gelmektedir.

Allah Teâlâ’nın biz insanlara verdiği akıl, duyular, sezgi, rüya ve benzeri öğrenme vasıtaları ile hakkında kesin veya zannî bilgi edinebildiğimiz şeylerin tümüne şehâdet âlemi denir.

İnsanın bu kendine ait vasıtalarla hakkında bilgi edinemeyeceği, Allah, cennet, cehennem, yarın başına neyin geleceği gibi konuların hepsine de insan nokta-i nazarından gayb âlemi denir.

Eskiden beri gayb âlemi, insanoğlunun merakını mûcip olmuş, bu âlem hakkında da bilgi edinmek istemiştir. Tabiî ki bu merak ve istek; gâibten haber verdiğini söyleyen kâhinler, arraflar, falcılar tarafından istismar edildiği gibi, günümüzde de bunlara ek olarak medyumlar, cinciler ve ruh çağıranlar tarafından kötüye kullanılmaktadır.

Hurâfelerin, bâtıl inanışların toplumda yaygınlaşmasına ve bazı kişilerin asla kendilerinde bulunmayan birtakım üstün niteliklere sahip kabul edilmesine ve böylece menfaat sağlanmasına yol açan gaybı bildiği ve haber verdiği yalanına inanılmaktadır. 1121

İslâm dinine göre gaybı sadece Allah bilir.

De ki: göklerde ve yerde gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.” 1122 Ayrıca Rasûlullah (s.a.s.)’e de

Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilemem.1123

De ki: Ben kendime, Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Görülmeyeni (gaybı) bilseydim daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeciyim” 1124 demesi buyrulmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim gaybın Allah’tan başka hiçbir şahıs tarafından bilinemeyeceğini bildirmekle beraber, peygamberleri ayrı tutmaktadır:

Allah sizi gaybe muttalî kılacak değildir. Ancak Allah, rasûllerinden dilediğini seçer.” 1125

Gaybı bilen O’dur. Gizli (olan) bilgisini kimseye göstermez, ancak râzı olduğu rasûle gösterir.” 1126

Âyetlerde görüldüğü gibi, peygamberlerin gayba ait bilgileri Allah Teâlâ’nın bildirmesiyle mümkün olmaktadır. Allah bildirmedikçe peygamberlerin de kendi güçleri ile gaybı bilmeleri mümkün değildir. 1127



Falcılık

Gaybden haber verme. Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yolların en bârizlerinden biri faldır. Falcılık önceki devirlerde fal oklarıyla yapılmaktaydı, günümüzde ise iskambil, bakla, yıldız, kahve, kitap açma, suya bakma vs. gibi vasıtalarla yapılmaktadır. Falcılık, gaybdan haber verme iddiasında olduğundan bâtıldır.

Falcılar, birtakım şeylerle geleceği gördüklerini, bilinemeyen hususları bildiklerini savunmaktadırlar.

Rabbimiz Allah Kur’ân-ı Kerimde falcılığı yasaklamıştır. 1128 Ayrıca Peygamberimiz (s.a.s.) hadis-i şerifinde şöyle beyan etmektedir: “Gayb habercisine (kâhin, falcı) gidip onun dediğini doğrulayan kişi Muhammed’e gönderileni (Kur’an’ı) inkâr etmiş olur.” 1129 Gaybdan haber verme iddiasının ne kadar büyük bir tehlikeye götürdüğü âyet ve hadislerden anlaşılmaktadır.1130

Dolayısıyla bir müslüman bu tür câiz olmayan işlerden uzak durmalıdır. 1131

Ruh Çağırma

Ruh; insan ve hayvanlardaki dirilik kaynağı, sürekli hayat, can anlamlarında kullanılır. İnsandaki canlılığın ve diriliğin, iradeyle ilgili ve irade dışı hareketlerin ve idrak kabiliyetinin kaynağı, nefs demektir. Bazı âlimler, ruhun iyiyi kötüden ayırt etme denen temyiz ve düşünme tarafını karşıladığını belirtmişlerdir.

Ruh Allah’ın yaratma işlerindedir; sırlarından bir sırdır ve o yüzden mâhiyetini ancak Allah bilir.

“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” 1132

Ruhun kendisi görülmüyorsa da, yaptığı işlerden varlığını anlıyoruz. Her şeye canlılık veren, hayat ve dirilik kaynağı olan özelliğe ruh diyoruz. 1133

Günümüzde, özellikle sosyete denilen kesim arasında yaygın olan modern kâhinlik (gâibden haber verme iddiasında bulunan kimse, falcı) veya cincilik diyebileceğimiz bir uygulama vardır.

Ruh çağırdıklarını iddia eden bazıları; gâfil, câhil insanları muhtelif şekillerde aldatmaktadırlar. Bunlardan en yaygını şudur: Medyum, yani ruh çağıran kişi bir masa üzerine birkaç fincan dizer ve birtakım harfler koyar. Güya çağıracağı ruhun ismini söyler. Biraz sonra fincanda kımıldanmalar başlar. Masadan tak tak sesler yükselir. Bu arada, harfler sağa sola hareket eder. Harflerin kımıldamasından sözde ruhun suallere verdiği cevapların belirlenmesine çalışılır. Ruh çağırma hâdisesinin, gerçekten ruhlarla bir ilişkisi var mıdır? Medyumların çağırıp konuştuklarını iddia ettikleri, hakikaten ölmüş insanların ruhları mıdır? Eğer bunlar, ölmüş insanların ruhları değilse, masaya vurarak ses çıkaranlar kimlerdir?

Evet, çağırıldıkları zaman gelenler ve medyumların masalarına vurarak ses çıkaranlar cinlerdir.1134

Bu olayın ruhlarla kesinlikle bir alâkası yoktur. Ancak cinlerle sıkı sıkıya bir ilişkisi vardır. Bu ses ve hareketleri de çıkaran cinlerdir. Bu olaya ‘ruh çağırma’ değil de ‘cin çağırma’ dense daha doğru olur. Çünkü bu bir cin çağırma olayıdır.1135

Bu kimseler düzenlemiş oldukları ruh çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların cehâletlerinden istifade ederek menfaat elde etmektedirler. Ruh, Allah Teâlâ’nın emrinde ve denetiminde olan bir varlıktır. Onun insanlar tarafından çağırılıp bazı istekleri yerine getirmesinin mümkün olduğuna inanmanın hiçbir dayanağı yoktur. 1136



Tenâsüh (Reenkarnasyon/Ruh Göçü)

Ölüm sonrasında ruhun bir başka bedene girmesi inancına tenâsüh yani ruh göçü denir. Ruhun bir bedenden diğerine ve ara sıra insandan hayvana veya hayvandan insana geçmesi şeklindeki bâtıl inanç. Eski Hint, Mısır, Yunan din ve kültürlerinin hemen hemen tamamında değişik şekillerde de olsa görülen ve günümüze kadar da gelen bâtıl inançtır. Kur’an ve hadislerin hayat, ölüm ve sonrası hakkındaki izahı, tenâsühün İslâm’ın esaslarına ve akide ölçülerine ters düştüğünü, bu şekilde bir inancın İslâm’da reddedildiğini gösterir.

Nihâyet onların (müşriklerin) birine ölüm geldiği zaman, ‘ey Rabbim! Beni dünyaya geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi amel ve hareketlerde bulunayım’ (der). Hayır, asla! Onun söylediği bu söz, şüphesiz boş laftan ibarettir. Önlerinde ise, ta diriltilip kaldırılacakları güne kadar (dünyaya döndürülmelerine engel vardır).” 1137

Ateşin karşısında durdukları vakit bir görsen! ‘Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek ve mü’minlerden olsak!’ diyecekler. Hayır! Evvelce gizleyip durdukları şeyler karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar.” 1138

Tenâsüh inancının İslâm dini ile en ufak bir ilgisi yoktur. Bu inanç, kişinin müslümanlık dairesinden çıkıp kâfir olmasına sebeptir. Çünkü bu inançta; öldükten sonra dirilme, âhiret, ceza ve mükâfat gibi İslâm’ın temel esaslarını inkâr vardır. Âlim İbn Hazm; tenâsühçülerin kâfir olduklarında icmâ olduğunu söyler. Bu sapık inancın asılsızlığını ispat etmek için İslâm âlimleri tarafından birçok aklî, ve ilmî deliller getirilmiştir. Bunlardan birkaçı şöyledir:

1. İnsan ruhunun bazı hayvanların bedenine geçtiğini kabul etmek aklen mümkün değildir. Çünkü öyle olsa idi, kendilerine insan ruhlarının geçtiği kabul edilen hayvanların da insanlar gibi düşünmeleri, konuşmaları, onlar gibi yaşamaları gerekirdi. Halbuki böyle bir şey olmamaktadır.

2. Tenâsühçülerin dediği gibi, eğer ruhumuz şimdiki bedenden önce başka bedenlerde olsaydı, o bedenlerdeyken bütün yaptıklarımızı şu anda bilmemiz gerekirdi. Halbuki hiç birimiz böyle bir şey hatırlamıyoruz.

Eğer tenâsüh inancı doğru olsaydı, o zaman dünyada doğanlarla ölenlerin aynı sayıda olmaları gerekirdi. Halbuki nüfus devamlı artmaktadır ve insanlar nüfus artışının önlemini almaya çalışmaktadırlar. Ölenlerden fazla olarak dünyaya gelenlerin ruhları nereden gelmektedir?

Demek oluyor ki; tenâsüh (reenkarnasyon, ruh göçü) inancı asılsız bir safsatadır. İslâm’la hiçbir alâkası yoktur. Tamamen çok tanrılı dinlerin bâtıl inançları arasındadır.1139 Müslüman kişinin bu tür bâtıl inançları kabul etmemesi gerekir. 1140

Uğursuzluk

Hurâfe ve bâtıl inançlardan biri de uğur ve uğursuzluk anlayışıdır. İnsanlar eskiden beri zaman, yer, şahıs veya herhangi bir şeyi, yeri uğursuz veya uğurlu saymışlardır. Meselâ günümüzde baykuşun ötmesi, evden çıkınca kedi veya köpek görmek, köpek uluması, horozun vaktinden önce ötmesi, elden makas ve sabun almanın ayrılığa sebep olacağı, 13 rakamının uğursuzluğu gibi inançlar bâtıl inançtır. Makasın ağzı açık kalırsa düşman ağzını açar ve zarar verir, terlik ters dönerse işler ters gider, Salı günü yolculuğa çıkılmaz, çamaşır yıkanmaz gibi hiçbir ilmî ve dinî temele dayanmayan bâtıl inançları İslâm dini reddetmektedir. İslâm’da ‘uğursuzluk’ diye bir şey kesinlikle yoktur, hadis-i şerifte de belirtilmektedir:

Uğursuzluk diye bir şey yoktur.” 1141

Bazı insanlar hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaştığında, ‘falan kişi veya şey bana uğursuz geldi, işim iyi gitmiyor’ veya onu sevindirici bir şey de olmuşsa ‘falan kişi veya şey bana uğurlu geldi’ diye düşünmektedir. Rabbimiz şöyle bildirmektedir:

İnsana gelen iyilik Allah’tandır. Başınıza gelen kötülük ise kendinizdendir.” 1142 İyilikler Allah’ın ihsanı ile olmakta, kötülükler ise insanın yaptığı haksızlıklardan, ahlâksızlıklarından, yani günahlardan da olmaktadır.

Firavun ve kavmi de “Bir fenalığa uğradıkları vakit Musa ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna verirlerdi.” 1143

Sâlih (a.s.) dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken, niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah’tan af dilemeniz gerekmez mi? Belki size merhamet edilirdi. Cevap verdiler: ‘Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık (başımıza musibetler geldi).” 1144 Peygamberler bunlara cevap olarak “Dediler ki: Uğursuzluğunuz sizin kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır. Siz aşırı giden (haddini aşan) bir kavimsiniz” 1145 Âyetlerden de anlaşıldığı gibi “uğursuzluk dediğimiz şeyin sebebi, Allah ve Rasûlüne karşı gelmenizden dolayı haddi aşmanız nedeniyle kendinizsiniz.” diye buyrulmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslâm’da uğursuzluk diye bir şey yoktur. Dolayısıyla herhangi bir şey ve kişi “bana uğurlu gelir veya uğursuz gelir” gibi bir inanç bâtıl bir inançtır. 1146

Yatır, Türbe ve Kabir Ziyareti

Kabir konusu eskiden beri, insanların sapmalarına ve tevhit inancına şirk karıştırmalarına sebep olan konulardandır. Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.s.) İslâm’ın ilk devirlerinde kabir ziyaretini bütünüyle yasaklamıştı. Sonra müslümanların tevhidi ve şirki iyi öğrenmeleriyle;

Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, artık kabirleri ziyaret edin, çünkü onlar size âhireti hatırlatır.” 1147 buyurdu. Böylece hem kabir ziyareti serbest edildi, hem de ziyaret sebebi açıklanmış oldu: Kabirde yatan kişinin de bir gün diri olduğunu, ölümün onu sevdiklerinden ayırdığını, kendisinin de nihâyet öleceğini, öbür âlemde hesabın, kitabın bulunacağını... düşünmek, böylece kalbinin yumuşaması, günahlardan sakınarak Allah’a iyi kulluk yapmaya sebep olması söz konusudur.

Merhum Elmalılı, tefsirinde; Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) kabir ziyareti öğretisinde ve fıkıh kitaplarının bu konudaki açıklamalarında ‘ölülerden bir şey istemek’, ‘ yetiş ya filan’ gibi yardım istemek yoktur, sadece selâm vardır denilir.

Allah için halka yardım etmek güzel, övgüye değer ve istenen bir iş olmakla beraber, halktan istemek yerilen, nâhoş bir davranıştır. Dirilerden istenmesi câiz olmayan şeyleri, ölülerden istemenin hiç yakışmayacağı da son derece açıktır. 1148 Birçok İslâm âlimi, ölülerden bir şey istemenin ve beklemenin küfür ve şirk olduğunu söyler. Çünkü Allah bize Fâtiha sûresinde, günde beş vakit namazda, kırk kez “Ancak Senden yardım isteriz” dedirttirir. Ve bu anlaşmayı sürekli yeniletir. Artık insanın O’ndan başkasından bir şey istemesi, günde kırk kez verdiği sözde durmaması anlamına gelir. Başkasından yardım isteme meselesi bu kadar önemli olduğu için Allah onu bu derece çok tekrar ettirmektedir.

Artık evleneceği, çocuğu olmadığı ya da yaşamadığı, kocasıyla geçinemediği vs. şeyler için oradaki buradaki türbelere giden, hıristiyan âdetlerine uyarak mum yakan, çaput ve bez bağlayan, şeker dağıtan, mürüvvet arayan bu zavallı kişilere acımaktayız.

Hacı Bayram, Eyüp Sultan, Şehzadebaşı, Telli Baba, şu baba, bu baba, falanca dede türbelerine gidenler, câhil ve biçare insanların putların önünde secde eder gibi yakarışlarını ve bu câhil bırakılmış duyguları istismar eden bir sürü inanç simsarlarını ibretle göreceklerdir.

Ancak bu büyük zatlara bir insan çerçevesi içinde sevgi ve saygıdan ötürü onları ziyaret edip bir Fâtiha ile de olsa bir hediye gönderenleri, ölümü hatırlama duygusu ile de gidenleri öbürlerinden ayırmak gerekir.1149.

Peygamberimiz (s.a.s.);

Lezzetleri parça parça eden ölümü çok anın!” 1150 buyurur. Az önce sözünü ettiğimiz maksatlarla türbeleri ziyaret edenlere şunu tavsiye edebiliriz:

Tıbbın çare bulamayacağı hastalığınız veya herhangi bir derdiniz varsa namazlardan sonra ve gece teheccüd namazının ardından çok dua ederek sıkıntının gitmesi için Allah’a yalvarın, çünkü Allah Teâlâ duaları kabul edicidir. 1151

Kim Allah’a güvenirse, Allah ona yeter.” 1152



Ölünün Yedisi, Kırkı, Elli İkinci Gecesi

Bu tür şeyler İslâm’da bulunmayan ve İslâm’ın yaşandığı dönemlerde uygulanmayan bid’at davranışlardır. Buna benzer bid’atlar hep dinî hayatın ve inançların zayıflamasıyla ortaya çıkar ve iki şeyi ispata yarar:



1. Demek ki insanlar, inançsız yaşayamazlar. Eğer Allah’ın gönderdiği gerçek dini öğrenip ona uymazlarsa kendileri icat ettikleri saçma, bâtıl dinleri uygularlar.

2. İslâm dinini bilinçle yaşayan insanlar, bu tür bid’atlara ihtiyaç duymazlar.

Ancak, bazı işlerin ölüye yarar sağlayacağı ve bazı davranışların sevabının onlara ulaşacağı da bir gerçektir. Âlimlerin çoğu, meselâ, ölen birisi için verilen sadakanın, yapılan hayırların, şartlarına uygun olarak okunan Kur’ân-ı Kerim’in, yapılan duaların ona ulaşacağını söylemişlerdir.1153

Dirilerin ölülere duası, onlar adına sadaka vermek kendilerine büyük ölçüde fayda verir.1154

Tabiî ki ölen kişinin mü’min olarak ölmüş olması gerekir. Mü’min olarak ölmeyenler için yapılan hayırların, duaların asla kabul olmayacağını, ona fayda sağlamayacağını Kur’ân-ı Kerim bildirmektedir. 1155

Çeşitli Hurâfeler, Cahilî Âdet ve Düşünceler

Dinimizle hiçbir ilgisi bulunmayan, ancak halk arasında mutlaka uyulması gerektiği zannedilen câhilî âdet ve düşüncelerden bazıları şunlardır:

Akşamleyin tırnak kesilmez.

Akşam sakız çiğneyen, ölü eti çiğnemiş olur.

Ayak kaşınınca yolculuk var demektir.

Bir kimsenin sağ avucu kaşınınca ona para gelir, sol avucu kaşınırsa ondan (elinden) para çıkar.

Bir kimsenin üstünde dikiş dikilirse kısmeti bağlanır.

Bir kimse evinden çıkıp gurbete giderse o gün ev süpürülmez.

Bir kimsenin burnu kaşınırsa hakkında dedikodu yapılıyor demektir.

Bir kimse diğerine makas ya da bıçak verirken, eline vermemeli, bir yere koymalıdır. Eğer eline verirse tükürmesi gerekir, değilse kavga ederler.

Dişi çıkınca onu hiç kimsenin görmeyeceği bir yere gömmeli, yoksa o kimse için iyi olmaz, başına kötü şeyler gelir.

Doğuma giderken kadının beyinin ayakkabısı su içine konup, kadın bunun suyunu içerse doğum kolay olur.

Ellerini bağlayanın rızkı (veya kısmeti) bağlanır.

Göz dalması misafir geleceğine işarettir.

Genç kızların adı, gelinin ayakkabısı altına yazılırsa o kızlar çabuk evlenir.

Göz seğirmesi ve kulak çınlaması, o kişinin kötü haber alacağına işarettir.

Hamile bir kadın odadan dışarıya çıkarılır. Bir sandalyenin altına bıçak, diğerinin altına makas konur. Kadın içeriye girince bıçağa oturursa oğlu, makasa oturursa kızı olacağı anlaşılır.

Güneş batarken iş yapılmaz, çorap örülmez, dikiş dikilmez.

İki bayram arası nikâh olmaz.

Nikâhta kim kimin ayağına basarsa evlilikte onun sözü geçer.

Yolcunun arkasından su dökülürse, su gibi akar gider (yolculuğu kazasız geçer).

Yeni gelinin kucağına erkek çocuk verilirse, ilk çocuğu erkek olurmuş.

Bir kimse birisinin başına gelen felâketten veya bir kötülükten söz ederken, eliyle kulağını çekip, tahtaya, duvara veya herhangi bir şeye vurursa o fenalığın, üzücü olayın kendi başına da gelmesinden korunmuş olurmuş.1156

Tabiî ki, bunlar da yukarıda sayılan bâtıl inançlardandır. Bunların doğruluğuna dair hiçbir dinî veya ilmî açıklama söz konusu değildir. İnsanlar tarafından uydurulmuş, aslı esası olmayan, fakat uygulanan bâtıl inançlardır. Bunların hiçbir faydası yoktur, ancak bâtıl olduğundan müslüman kişi bunlara inandığında ona zararı vardır. Dolayısıyla mü’min kişi bu tür hurâfelere inanmamalıdır.

Bu tür bâtıl inancı olan kişilere, bunların yanlışlıklarını, dinimize aykırı olduğunu çok iyi bir şekilde anlatmalıyız.

Mü’minler olarak, İslâm’a aykırı uygulamalardan ve cahillerden kaynaklanan her türlü bid’at, hurâfeler ve bâtıl inanışlardan müslümanları sakındırmaya çalışmalıyız. Bunun için çok gayret göstermeliyiz. Çünkü mü’minler, insanların İslâm’a aykırı bâtıl yaşam içerisinde olmalarına üzülmelidir, onların hakka uygun yaşamalarını istemeli, bunun için çok çaba sarf etmelidir.

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. (Birbirlerine) iyiliği emreder (hakka çağırır), kötülükten (bâtıldan) sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir.” 1157
HAKKA ÇAĞIRMAK VE BÂTILDAN SAKINDIRMAK
Hak; doğru ve gerçek olan şey, yani Allah Teâlâ’nın ölçü ve rızasına uygun olan demektir. Hakk’ın zıddı bâtıldır. İslâm dini hak dindir. “İşte en doğru (hak) din budur (İslâm’dır)”1158 Hak dini İslâm’ı Allah ve Rasûlü’nün beyan ettiği gibi kabul etmek, inanmak ve uygulamak gerekmektedir. Çünkü hak din budur. İslâm’ın dışındaki dinler (yaşam biçimleri) bâtıldır. İlk peygamber Hz. Adem (a.s)’dan son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar gelen bütün peygamberler insanları hak din’e çağırmışlardır. “Andolsun ki, Biz her kavme, Allah’a ibâdet edin, tâğuta kulluktan kaçının diye (tebliğ) yapması için bir peygamber gönderdik.” 1159

(Rasûlüm) Biz seni bütün insanlara ancak (rahmetimizin) müjdeleyicisi,(azabımızın) habercisi olarak gönderdik’’1160Eğer (benim öğütlerimden) yüz çeviriyorsanız (zaten) ben sizden bir ücret istemedim. Benim mükâfatım Allah’tan başkasına ait değildir ve ben müslümanlardan olmakla emrolundum” 1161 buyrulmaktadır. Bütün peygamberler, Allah’ın emri olduğu için insanları hakka çağırmışlar ve bâtıldan sakındırmaya çalışmışlardır.

Allah ve Rasûlü’nün gösterdiği hak yolu kabul eden mü’minler de insanları hakka çağırmalı, bâtıldan sakındırmaya çalışmalıdır. Çünkü bu, Allah ve Rasûlü’nün emridir. Mü’min kişiler Allah ve Rasûlü’nün emirlerine itaat etmelidir.

Ey iman edenler Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve kendi amellerinizi geçersiz kılmayın” 1162 Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederek gösterdiği hak yoldan giderek ve yasak ettiklerinden kaçınarak kendimizi ve yakınlarımızı cehennem ateşinden korumaya çalışmalıyız. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

Ey insanlar! Kendinizi ve ailenizi (yakınlarınızı) yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten (cehennemden) koruyun” 1163 Allah’ın emrettiklerini yaparak ve yasak ettiği günahlardan sakınarak kendimizi ve yakınlarımızı cehennem ateşinden korumaya gayret etmemiz gerektiği gibi, aynı şekilde diğer insanların da cehennem ateşinden korunmaları için gücümüz yettiği ölçüde onları da hakka çağırıp bâtıldan sakındırmaya gayret göstermeliyiz. Çünkü Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

Mü’min erkekler, mü’min kadınlar birbirinin velileridir (dostları ve yardımcılarıdır), iyiliği emrederler (hakka çağırırlar), kötülükten alıkorlar (bâtıldan sakındırırlar). Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. 1164

Durra bint Ebu Leheb’den rivâyet edildiğine göre; o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.s.): Minberde iken birisi kalktı ve ‘Ey Allah’ın elçisi, insanların hangisi en hayırlıdır?’ diye sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “İnsanların en hayırlısı (Kur’ân’ı) en çok okuyan, (İlâhî emir ve yasaklara uyarak) Allah’a en çok itaat eden, hakka en çok çağıran, bâtıldan en çok sakındıran ve en çok sıla-i rahimde bulunandır.” 1165

(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” 1166 Allah’a dâvet; hakka, doğruya, iyi, faydalı, İslâmî olan işlere dâvet... Âyet ve hadis’te görüldüğü gibi, hakka çağırmanın ve bâtıldan sakındırmanın önemi anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla mü’minler olarak Arapça terimiyle “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker" yapmalıyız. Yani iyilikleri emretmek (hakka çağırmak) kötülüklerden men etmek (bâtıldan sakındırmak) için çaba göstermeliyiz.

Sizden hayra çağıran, iyiliği (ma’rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” 1167

Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder ve kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.” 1168

Hakka çağırmak ve bâtıldan sakındırmak görevinin muhâtabı, İslâm’a inanan ve inanmayan bütün insanları kapsamaktadır. Yani müslüman, emr-i bi’l-ma’ruf görevini mü’min ve kâfir tüm insanlara karşı yerine getirip herkesi hakka davet etmeye çalışmalıdır.

Tabiî ki, İslâm dâvetçisi önce İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenmesi gerekir, dâvet ettiği İslâm’ı iyi bilmesi lâzımdır.

De ki: (Rasûlüm) işte bu benim (doğru) yolumdur. Ben (insanları) Allah’a (körü körüne değil) bir basiret üzere (bilerek) dâvet ediyorum.” 1169

Körü körüne değil, İslâm’ı bilerek dâvet etmek lâzımdır. Bunun için kendisini geliştirmesi gerekir. Gerek hocalardan, itikat, ibâdet, ahlâk, siyer, tefsir, hadis, fıkıh dersleri alarak, gerekse bu tür kitapları okuyarak da öğrenebilir. Zaten dâvetçinin, önce İslâm’ı öğrenmesi ve öğrendiğini uygulaması, sonra da tebliğ etmesi gerekir. Ayrıca dâvet ettiği İslâm’ın topluma da hâkim olması, yaygınlaşması için, bu yolda gereken gayreti de göstermesi de lâzımdır. Bu şekilde Allah Teâlâ’ya iyi bir kulluk yapmaya çalışmış olur. İslâm dâvetçisinin ahlâk ve kültürü nasıl olmalı ve İslâmî tebliğ nasıl yapılır ve nelere dikkat etmek lâzımdır? Bunların iyi bilinmesi lâzımdır. 1170

Efendimiz (s.a.s.) “Din nasihattir’1171 buyurmuştur. Nasihat ederek Allah’ın emirlerine uyulması ve yasak ettiklerinden sakınılmasına çalışmalıyız.

Rabbimiz Allah, kendisine iyi kulluk yapılması için de insanlara nasihat edilmesini, öğüt verilmesini emrediyor.

Sen, öğüt verip hatırlat, çünkü gerçekten öğütle hatırlatma, mü’minlere fayda verir.” 1172

İnsanlara fayda verecek hatırlatmalarda bulunarak iyi işlerde insanlar birbirlerine yardımcı olmalı, insanlara dünya ve âhirette zararı olacak işlerde ise yardımcı olmamalı, hatta mâni olmaya çalışmalı. Çünkü Rabbimiz Allah öyle buyuruyor:

İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın, Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” 1173

Asr Sûresinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

Asr’a yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan, ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.1174 Demek ki, diğerleri zarardadır, ziyandadır, sonları perişanlıktır.

Zararda, ziyanda olmak istemeyenler şunları yapmalı:



1. İman etmek,

2. Sâlih ameller işlemek,

3. Hakkı ve sabrı tavsiyede bulunmak.

İnsanları hakka çağırarak hidâyetine vesile olmanın mükâfatı şöyle belirtilmektedir: İbn Ebu Cafer (r.a)’den, Rasûlullah (s.a.s.) Muâz (r.a.)’a “dini öğretsin diye” gönderdiği zaman ona şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ’nın, senin sebebinle bir tek adama hidâyet etmesi, senin için dünyadan da, dünyanın içindeki şeylerden de daha hayırlıdır.” 1175 İşte köşeyi dönmek böyle olur.

Rasûlullah (s.a.s.): “Ya Ali, Allah’ın senin irşadınla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır” 1176 buyurdu.

Ebu Hureyre (r.a)’dan Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Bir kimse, doğru bir yola (hakka) dâvet ederse, ona tâabi olanların ecirleri kadar kendisi için ecir (sevap) olur. Bu, tâbi olanların ecrinden bir şey eksiltmez.” 1177

Ne mutlu insanların bâtıldan, hakka gelmesine vesile olanlara! Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi, İslâm’ı tebliğ etmenin ve yaşanmasına vesile olmanın mükâfatı çok büyüktür. 1178

Dâvetçinin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar


1. Dâvetçi olan kişi, gerekli olan ilim ile kuşanmalıdır: Önce tevhide dâvet, sonra amel etmeye... Önce iman, sonra amel! Önce her türlü şirk ve küfrü reddetmek, sonra namaz kılmak ve zekât vermek! Bir kişinin hidâyetine vesile olmak, önce katıksız bir şekilde iman etmesini sağlamak, sonra sâlih amele yönelen ibâdet ehli bir kul olmayı gerçekleştirmek demektir... İçine şirk karışmış, küfür bulaşmış bir iman ile yapılan amellerin makbul olmadığı, ne kadar çok olursa olsun hepsinin zâyi olduğunu Rabbimiz Allah beyan buyurmaktadır: 1179

Andolsun, sana ve senden öncekilere vahiy olundu (ki): ‘Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.” 1180 Küfürden, şirkten sakınmak suretiyle sâlih amel korunmuş olur. Aksi halde yapılan ibâdetler, iyilikler, hayır ve hasenâtlar boşa gider. Bunun için dâvetçinin Tevhid ve şirk konusunu çok iyi bilmesi gerekir. Aynı şekilde diğer İslâmî konuları da iyi bir şekilde öğrenmesi ve öğrendiğini yerine getirmesi lâzımdır. İnsanları hakka çağırıp bâtıldan sakındırmaya gayret eden kişinin önce kendisi bunu yerine getirmesi ve buna gayret etmesi gerekir. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurur:

Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza sebep olur.” 1181

“Dâvetçi, ihlâslı, samimi, Allah rızâsı için İslâm’ı tebliğ etmeli, tebliğ ettiği hususları önce kendisi kabullenmeli, özümsemeli ve yerine getirmelidir. Aksi halde Allah’ın rızâsına değil, buğzuna sebep olur. O zaman tebliğ Allah rızâsı için değil, nefsi için olmuş olur. Kişi kendisi için ne kadar bilgili, kültürlü desinler ve övsünler, beğensinler, methetsinler diye tebliğ yaparsa bunun faydasını değil, zararını görür.

Allah’ın emirleri, Allah rızası için yerine getirilmelidir. İnsanların rızası, övmesi için yapılan ameller sâlih amel değildir. Sâlih amel, ancak ve ancak Allah’ın rızâsı ve emri olduğu için yapılan ameldir

Artık kim azgınlık etmişse ve (âhiret karşılığında) dünya hayatını tercih etmişse işte muhakkak ki o alevli ateş, onun varacağı tek yerdir.”

Ama kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsini hevâ (ve hevesten kötü işler)den alıkoyduysa işte muhakkak cennet onun varacağı yerin ta kendisidir.” 1182

Kim kendini hevâ ve hevesten, İslâm’a aykırı olan işlerden alıkoyarsa, uzak durursa onun varacağı yerin cennet olduğunu Allah Teâlâ beyan ediyor.

İslâm dâvetçisi, bana hoca desinler, bana yazar desinler, beni övsünler, medhetsinler diye değil, insanların hidâyetine vesile olmak, onlara faydalı olmak için, Allah rızâsı için tebliğ etmeli ki, tebliğ etmenin sevabına nâil olmuş olsun. Yoksa, insanlara İslâm’ı tebliğ eden ve söyledikleriyle amel etmeyen kişiler hakkında Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

Kıyâmet gününde bir kişi getirilir, cehennemin içine atılır da, cehennemde onun bağırsakları derhal karnından dışarı çıkar. Sonra o kişi, (bağırsakları etrafında) değirmen eşiğinin değirmende döndüğü gibi döner. Bunun üzerine cehennem ahalisi, o kişinin başına toplanırlar da: ‘Ey falan, senin halin nedir? Sen bize (dünyada) iyilikle emreden ve bizleri kötülükten nehy eden değil miydin?’ derler. O da: ‘(Evet) Ben, size iyilikle emrederdim, fakat onu kendim yapmazdım. Yine ben sizleri kötülükten nehy ederdim de onu, kendim işlerdim (bundan dolayı cehennemdeyim)’ diye cevap verir.” 1183

İnsanlara iyiliği emreden ve kötülükten nehy eden dâvetçiler, ancak söylediklerini önce kendileri yerine getirmek suretiyle, hadis-i şerifte belirtilen acı duruma düşmekten korunmuş olur.

2. Katı değil, yumuşak olmalı: Yumuşak ve güler yüzle hitap etmek karşımızdaki kişinin etkilenmesine sebep olur. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz Allah Mûsâ ve Harun (a.s.)’a azgın Firavun’a karşı yumuşaklık ve iyilikle hitap etmelerini beyan ediyor:

Firavun’a gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar.” 1184

Yumuşaklık ve katılıktan kaçınma hususunda Allah Teâlâ yine şöyle buyuruyor:

Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; Onlarla en güzel şekilde mücadele et; doğrusu Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O doğru yolda olanları da en iyi bilir.” 1185

Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi.” 1186

Âyetlerden de görülüyor ki dâvetçi katı değil, yumuşak, tatlı dilli, güler yüzlü olmalı. İnsanların anlayacağı şekilde, seviyesine göre anlatmalı, İslâm anlayışı fikir ve düşüncesinin ne olduğunu, tevhid, şirk, iman, amel, ahlâk ve helâl, haram konusundaki eksikliklerini anlayarak o eksikliklerini giderme yoluna gitmeli. Önemli olan konuşmak, hitap etmek değil; Önemli olan, kişinin iyi bir mü’min olması için ne gerekiyorsa onu yapmak. Bazı kişiler şöyle derler. “Ben anlattım, ister kabul eder, ister etmez. Ben görevimi yaptım” diyerek işin peşini bırakırlar. Maksat sadece anlatmak değil, onu ikna etmek için gerekeni yapmaktır. Gerekeni tam mânâsıyla yaptıktan sonra hâlâ netice alınmıyorsa o zaman Rabbimizin şu beyanını düşünmeliyiz.

Ey iman edenler, siz kendinize bakın, siz doğru yolda iseniz sapan kimse size zarar vermez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O size ne yaptığınızı haber verecektir.” 1187

Hakka dâvet olunan kişiler, eğer hakkı kabul etmezse kendi zararınadır. “Dinde zorlama yoktur.” 1188 “De ki: ‘Bu gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.”1189 “Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa (onun mükâfatını) görür ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa (onun zararını) görür.” 1190

Durum böyle olunca hak yoldan sapanlar kendine zarar vermiş olur. Aynı şekilde insanlara zarar verenler de yine aslında kendilerine zarar vermiş olurlar. Çünkü yapılan haksızlıkların, ahlâksızlıkların, zulümlerin, kötülüklerin cezasını kendileri görecektir.

Haktan uzaklaşan insanlar birbirlerine haksızlık, kötülük, zulüm yapmaktadırlar.

İnsanların haktan uzaklaşmasına ve bâtıl bir yaşam sürmesine neden olanlar, hem kendilerine, hem de sebep oldukları kişilere büyük zarar vermiş oluyorlar.

3. Dâvetçi, Allah’tan Başka Hiç Bir Şeyden Korkmamalı: Çünkü Ebu Said (r.a.)’ın rivâyeti ile şöyle buyurur Önderimiz Rasûllullah (s.a.s.):

Herhangi biriniz kendi nefsini küçümsemesin” Sahabeler:

‘Birimizin kendi nefsini küçümsemesi nasıl olur?’ diye sordular. Rasûlullah (s.a.s.):

Biriniz öyle şey görür ki, onunla ilgili söz söylemesi Allah’ın onun üzerinde bir haktır. Fakat o konuda bir şey söylemez (yani insanlardan korkarak susmakla nefsini küçümsemiş olur). Sonra kıyâmet günü Allah Teâlâ ona ‘şöyle ve böyle olan şey hakkında söz söylemekten onu men eden ne idi?’ diye soracaktır. O da: ‘İnsanların korkusu!’ diye cevap verecektir. Ve Allah: ‘Sen (insanlardan değil) öncelikle Benden korkmalıydın’ buyuracaktır.1191 Ve Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır.

Şüphesiz şu şeytan kendi dostlarını korkutur. Eğer mü’minler iseniz, onlardan korkmayın, Benden korkun.” 1192

Allah yolunda giden mü’minler, Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmamalı ve “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker’i” tam mânâsıyla yapmalıdır. Bunu da tam anlamıyla yapabilmesi için kişinin Allah’tan başka kimseden korkmaması lâzımdır. “Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun” 1193 buyuruyor.

Rabbimiz Allah. İnsanlardan korkmayarak Allah’ın emrettiği hak yoldan gitmeli. Bazı yapılması gereken veya mâni olunması gereken şeyleri tedbir diye terk edenler, tedbirle korkuyu birbirine karıştırıyorlar. Korkaklıktan dolayı yapması gerekeni terk etmek çok yanlıştır. Tabiî ki, bir şey yapılacağı zaman tedbir alınmalı, fakat iyi şeylerin yapılmasında, kötü şeylere mâni olmada gereğinin yapılması da lâzım. Çünkü Ebû Said el-Hudri (r.a.)’ın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

Sizden, herhangi biriniz, bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (buğuz etsin, kin duysun). İmanın en zayıfı da budur.” 1194 Demek ki, kötülüğün karşısındaki tavrımız, gücümüzün yettiği ölçüde karşı çıkmak olmalıdır. “Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır” 1195 denilmiş. Böylece haksızlığın, karşısında sessiz kalınmaması gerektiği anlaşılmaktadır.

Dâvetçi İslâm’ı doğru olarak anlatmalı ve gerçekleri söylemeli, gizlememelidir. “Şüphesiz indirdiğimiz delilleri (emirleri) ve doğru yolu gösteren (âyetleri) insanlara Kitapta açıkça bildirdikten sonra (hakikati) gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.”’ 1196 buyurulmaktadır.

4. Sabırlı olmak: Mü’min için iyi şeyleri yapmada ve kötü işlerden sakınmada en gerekli olan şey sabırdır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor.

Ancak sabredip yararlı işler yapanlar, işte bunlara bağışlanma ve büyük mükâfat vardır.” 1197

“(Lokman, oğluna dedi ki:) Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere karşı sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir.” 1198

Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” 1199 İnsanlara İslâm’ı anlatıp onların da, hemen anlayıp gereğini yapmasını arzu etmeli, fakat anlatılan doğruların yerine getirilmediğini anladığımızda onu terk etmemeli, sabrederek anlayacağı şekilde anlatarak, duâ ederek İslâm’ın emirlerini yerine getirmesine yardımcı olmaya çalışmalı, hemen bıkıp terk etmemeli, netice almaya gayret gösterilmelidir.



5. Kendisini Beğenip Gururlanmamalı: Dâvetçinin insanlara İslâm’ı anlatırken “ben ne iyi anlatıyorum” diye düşünüp gururlanmaması gerekir. Dâvetçinin, gazete ve dergilerde köşe yazılarından veya yazmış olduğu kitaplardan dolayı veya herhangi bir özelliğinden dolayı gururlanmaması, bu özellikte olmayanlara karşı kendini üstün görerek insanları küçümsememesi gerekir. “Bütün iyilikler (özellikler) Allah’tandır.”1200 Karşısındaki kişilerin makamına, mevkiine, tahsiline ve zenginliğine göre onlara yakın olup, bu özelliklere sahip olmayanlardan uzak durmak, nefsanî ve şeytanî bir tavırdır. Mümin kişi, böyle bir tavır içerisinde olmamalı; hele hocaysa, dâvetçiyse daha çok kendisine dikkat etmelidir. Çünkü Rabbimiz Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenip övünen (gururlanan) hiç kimseyi sevmez.” 1201

Dâvetçinin amacı, Allah rızâsı için insanlar arasında ayrım yapmadan, gurur ve kibirden uzak bir şekilde onları hakka çağırıp bâtıldan sakındırmak olmalı ve kendisi de bunu yerine getirmelidir. Arkasından şu lâfı dedirttirmeye fırsat vermemeli: “Hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme!”, “bu hocalar, İslâm’ın emirlerini yapın derler fakat kendileri yapmazlar,” deme noktasına getirmemek gerekir. Tabiî ki, bu söz İslâm’ı tam mânâsıyla benimsemiş kişilerin, İslâm dâvetçilerinin insanlar üzerindeki etkisini kırmak için hakka yönelenlerin sayılarının artmasından rahatsız olanların ürettiği bir sözdür. Bunun gibi üretilen “irtica, mürteci, gerici, yobaz” gibi sözler de bu türdendir. Fakat bizim için önemli olan; bu sözleri haklı çıkartacak tavır ve davranışlardan sakınmak. Söylediklerimizi uygulayarak insanlara iyi bir örnek olmaktır.

Yapılan İslâmî tebliğ hiçbir maddî çıkar ve beklenti için değil, sadece ve sadece Allah rızâsı için olmalıdır.

İslâm’ı tebliğ ederken bid’atlerden, hurâfelerden, isrâiliyat olan bilgilerden ve İslâm’a aykırı, yanlış anlaşılmaya sebep olacak hikâyelerden sakınmak gerekir.

Anlatacağımız İslâm anlayışı Kur’an ve Sünneti (sahih hadisleri) esas almalı; İnsanların seviyesine göre anlatmalıyız. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

İnsanları mevkisine (seviyesine) göre muâmele edin.” 1202 İnsanların anlayacağı şekilde, seviyelerine göre anlatmalı, kolaylaştırmalı, zorlaştırmamalı. Yine Rasûlullah (s.a.s.): “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” 1203 buyuruyor.

İslâm’ın dışına çıkmadan ve taviz vermeden kolaylaştırmalı, zorlaştırmamalı ve insanlara iyiliği emrederken kendisini unutmamalı, şu âyeti hatırlamalı: “Siz insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz Kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” 1204 buyruluyor. Aklımızı kullanıp, gereğini yaparak Allah’a iyi kul olmaya çalışmalıyız.

Bazı müslüman kardeşlerimiz: “İslâm’ı eksiksiz, tam mânâsıyla yaşayamadığımız için, insanlara İslâm’ı anlatmamalıyız” diyorlar ve tebliğ görevini terk ediyorlar. Bu çok yanlıştır. Tabiî ki, İslâm’ın emirlerini yerine getirmeye gayret etmelidir. Fakat İslâm’ı tebliğ etmeyi de asla terk etmemek gerekir.



6. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkeri terk etmemeli: Beşir oğlu Numan (r.a.)’dan Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Allah’ın emir ve yasaklarına uyan kimseler bir gemide kura çekerek yerleşen şu topluluğa benzer. (Çekilen kura sonucu) Onların bir bölümü geminin üst, diğer bölümü alt katına yerleşti, alt katta olanlar, su ihtiyaçlarını gidermek için üst katta bulunanların yanından geçiyorlardı. Daha sonra dediler ki; biz bulunduğumuz yerde bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek; Eğer üst kattakiler bunları delik açmada serbest bırakırlarsa, hepsi de helâk olurlar. Eğer engel olurlarsa hem kendileri, hem de onlar kurtulurlar.” 1205

Huzeyfe (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etti:

Kudret iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten (insanları) uzaklaştırırsınız veya Allah Teâlâ size yakın bir zamanda felâket gönderir, sonra da yapacağınız duâları da kabul etmez.” 1206

İbn Abbas (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet etti:

Küçüklerine sevgi, büyüklerine saygı göstermeyen, iyiliği emretmeyen ve kötülükten sakındırmayan bizden değildir.” 1207

Ebu Hüreyre (r.a.) der ki; Rasûlullah (s.a.s.)’den şunu işittik:

Kıyâmet gününde bir adam tanımadığı birine asılır. ‘Benden ne istiyorsun, aramızda bir şey mi var?’ der. O da ‘ben hatalı ve kötü yolda yürürdüm de sen sakındırmazdın’ diye cevap verir.” 1208 Hadislerden de görüldüğü gibi insanlara iyiliği emretmeyi kötülükten nehy etmeyi terk edenlerin bu görevi yerine getirmeyenlerin âkibetinin kötü olacağı beyan ediliyor. Dolayısıyla insanların iyi şeyleri yapmasına, kötü işleri terk etmesine katkıda bulunmalı. İslâm’ın emirlerinin yerine getirilmesi ve yasaklarından sakınılması için gereken nasihati yapmalı ve söylediklerimizi yaparak da onlara iyi örnek olmalıyız.

Gerek ailemize, komşularımıza, akrabalarımıza, tanıdıklarımıza ve gerek herkese İslâm’ın kurallarına uyarak iyi örnek olmalıyız. Yaptığımız işler doğru, dürüst, adâletli olmalı ve kimse yaptığımız işlerden dolayı bizden şikâyetçi olmamalı ve buna çok dikkat etmeliyiz ki, insanlara iyi örnek olalım ve söylediğimiz sözler tesirli olsun, aksi halde tesirli olmaz, faydası olmaz.

“Cihadın en efdali, zâlim sultanın veya zâlim emîrin yanında söylenecek hak sözdür.” 1209

“Haklı isen korkma, Hak seni korur.” 1210

“Kim ki hak yoldan sapmıştır. Hak yolundan sapan insan, yenilmeye mahkûmdur.” 1211

“Hâlık’ın nâ mütenâhi adı var, en başı: Hak, En büyük şey Hakkı tutup kaldırmak. 1212

“Adam aldırma geç git, diyemem, aldırırım; Çiğnerim çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.” 1213

“Kendinizi hayata değil, hayatınızı Hakka uydurmalısınız.” 1214

“Zehir kadar acı da olsa hakikat ilacını içiniz.” 1215

“Herkesle birlikte haksız olmaktansa, haklı davranıp tek olmak daha iyidir.” 1216

“Hakikati konuşmaktan korkmayınız.” 1217

“Fakirlikte küçük düşme korkusu, zenginlikte şöhret hırsı, insanı kör ederek Hakikati görmesine mâni olur.”

“Hak deyince haksızlar darılır, Hakkı bilenler, Hak yolunda Hakka sarılır.”

“Hak dedikten sonra akan sular durur.”

“Hakkı tanıyan halka baş eğmez.”

“Hak en sonunda yerini bulur.” 1218

“Şeytan ve dostları kandırıyor insanları, haktan uzaklaştırıyor bir bir onları.

Müminler de insanları hakka çağırıp bâtıldan sakındırmalı, şeytan ve dostlarının yolundan gitmemeleri için onları tek tek uyarmalı.” 1219


Yüklə 2,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin