İnsan gerçEĞİ ve islami hayat


İNSAN NEDİR, NASIL BİR VARLIKTIR?



Yüklə 2,48 Mb.
səhifə3/44
tarix27.12.2018
ölçüsü2,48 Mb.
#86677
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   44

İNSAN NEDİR, NASIL BİR VARLIKTIR?

Bütün insanları yoktan var edip yaratan, sayısız nimetleriyle yaşatan Allah Teâlâ, insanları en güzel bir şekilde, en güzel bir biçimde yaratmıştır. Rabbimiz Allah (c.c.) bunu belirtiyor:

Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” 8

(Resûlüm!) De ki sizi yaratan, size kulaklar, gözler ve gönüller veren ancak O’dur.” 9

Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı.10

İnsanın en güzel şekilde yaratılmasının anlamı şudur:

Ona en iyi biçim ve diğer mahluklardan daha iyi özellikler verilmiştir. Ayrıca insan düşünce, anlayış, ilim, akıl gibi yüksek kabiliyetlerle donatılmıştır. Öyle ise “insan” ne demektir?

“İnsan” kelimesinin, temel olarak iki sözcükten türediğinden söz edilir. Bunlardan biri “üns” kelimesidir. “Üns” ünsiyet, dostluk, yakınlık demektir. Bu, bir taraftan insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir taraftan da Allah’a tüm varlıklardan daha çok olan yakınlığını ifade eder.

İnsan kelimesinin, bir de “n-s-y” unutmak fiilinden geldiği söylenmektedir. Bu durumda insan, unutkan bir varlık demektir. Kur’ân-ı Kerim de, insanın unutkan oluşunu şöyle vurgulanmaktadır:

And olsun, önceden Âdem’e ahid verdik de unuttu ve onu azim sahibi bulamadık.” 11

İnsan nasıl bir varlıktır?

Bu sorunun iki çeşit cevabı vardır: 12



a) Maddecilere Göre İnsan

İnsan, hayvan türlerinden bir türdür. Aslı maymundan gelmiş, tekâmül ede ede insan denilen varlığın şeklini almıştır.” 13 İnsan etten, kemikten, kandan, sinirden, sistemlerden, bez ve hücrelerden oluşan bir kütledir.

İnsan, başka yaratıklara karşı önemi ve üstünlüğü olmayan bir varlıktır. İnsan yeryüzünde çok ve çeşitli olan canlılardan biridir. Hatta insan haşerat, sürüngen ve maymun cinsindendir. Ancak şu kadar var ki, insan zamanla “tekâmül” etmiş ve bu şekli almıştır. Darwin gibi maddecilerin görüşleri:

Bunlara göre insan haşerelerle kardeş, maymunlarla eşittir. İnsan kısaca “tekâmül etmiş bir hayvandır.” Çeşitli evreler geçirmiş, nihayet bu duruma gelmiştir. İşte insanın kendisini düşük bir mahluk gibi hayvan olarak görmesinden daha kötü ne olabilir? 14

Maddeciler insana Allah’ın kıymetli bir yaratığı olarak bakmazlar. Onlara göre insan, varlık âlemine kendiliğinden gelmiştir. Kendi kendine yaşar, kendi kendine ölür. Ölümü ile de hayat hikayesi biter. Hülâsa, insan bir “hayvandır”; ancak “ileri bir hayvan”, “sosyal bir hayvan” veya “gelişmiş bir hayvan”dır, denebilir. Fakat ne olursa olsun yine “hayvan”dır. İşte maddecilerin insana bu şekilde bakışları, insanın kendini basit sanması, kendine sırf bir hayvan gözü ile bakması ve gurur-kibir taslaması. Bu anlayış, gerçek İlâhî itibardan düşürürken, insanı kendinî ilâhlaştırma derecesine götürür. Artık o sorumsuz bir hayat yaşar. 15 Böyleleri için şöyle buyrulmaktadır:

Onlar hayvan gibidir, hatta hayvandan daha aşağıdadır.” 16

Darwinizm: Hayatın ve canlı varlıkların meydana gelişini tesadüfî olaylarla açıklamaya çalışan biyolojik bir görüş veya faraziye, evrim teorisi/nazariyesi gibi isimlerle anılır. Kelime olarak “evrim” basitten mükemmele doğru değişme, gelişme, tekâmül demektir. Darwinizm savunucularının, hayatın başlangıcı ve canlıların çeşitliliğiyle ilgili görüşleri şöyledir:

“Hayat ve canlı varlıklar, tesadüfen meydana gelmiştir. Önce inorganik maddelerden organik maddeler ortaya çıkmış, sonra bu organik varlıklar biyolojik varlıklara dönüşmüştür. Herhalde bütün canlıların yapıtaşı olan hücre, milyonlarca yıl önce denizlerde tesadüfen meydana gelmiş, bundan da zamanla küçük deniz bitkileri ve hayvanları, sonra karadaki bitki ve hayvanlar, en sonra da çeşitli dönüşümlerden geçerek insan yeryüzünde görülmeye başlamıştır” gibi laflar söyleyip iddia ediyorlar. Böylece Âdem (a.s.)’ın topraktan yaratılmadığını, Kur’ân-ı Kerim’in ve mukaddes kitapların, hâşâ, hikâye olduklarını, ilk canlı maddeyi vücuda getiren büyük bir kudrete, Allah’ın varlığına inanmanın ilme, fenne uymayacağını anlatıyorlar. Bazı çevreler bilhassa materyalist ve ateist kimseler için “Darwinizm” âdeta yepyeni bir din ve bir yoldu. 1991 yılı sonlarında dördü Nobel ödüllü 200 bilim adamı, Darwin Teorisinin hiçbir bilimsel temele dayanmadığını ispatladı. Darwin teorisi arkeoloji bilginleri tarafından da çürütülmüştür.” 17

“Evrim Teorisi” ya da “Darwinizm” kavramlarını duyan insanların bir bölümü, bu kavramların sadece biyolojinin ilgi alanına girdiğini ve kendi yaşamları açısından bir önem taşımadığını sanabilirler. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü, evrim teorisi gerçekte, biyolojik bir kavram olmanın ötesinde, dünya üzerinde yaygın bir kitleyi etkisi altına almış çarpık (yanlış) bir felsefenin altyapısını oluşturur.

Bu felsefe, neden ve nasıl var olduğumuz konusuyla ilgili birtakım gerçek dışı görüşler öne süren “materyalizmdir”. Materyalizm, ya da bir başka deyişle “maddecilik”, maddeden başka hiçbir şeyin olmadığını, canlı-cansız her şeyin özünün madde olduğunu varsayar. Buradan yola çıkarak da madde üstü bir yaratıcının, yani Allah’ın varlığını reddeder. Her şeyi maddeye indirgeyen bu düşünce, insanı sadece maddeye önem veren ve her türlü mânevî değerden yüz çeviren bir birey haline dönüştürür. Bu ise, bir insanın yaşamına isabet edecek olan çok büyük yıkımların başlangıcıdır.

Materyalizmin zararı sadece bireylerle sınırlı değildir. Bunun da ötesinde materyalizm, milleti ayakta tutan temel değerleri ortadan kaldırarak, sadece maddeye değer veren ruhsuz ve duyarsız bir toplum meydana getirmeyi hedefler. Böyle bir toplumun bireylerinin adâlet, sadâkat, kardeşlik, dostluk, fedâkârlık, namus, güzel ahlâk gibi yüce değerlere sahip olmaları mümkün olmadığı için, bu insanların oluşturduğu toplum, kısa sürede parçalanmaya mahkûmdur.

Evrim teorisi de, komünist ideolojinin dayandığı materyalizmin 18 sözde bilimsel tabanını oluşturur. Komünizm, evrim teorisini temel alarak kendini meşrûlaştırmaya, ideolojisini geçerli ve haklı göstermeye çalışır. Bu nedenle komünizmin kurucusu olan Karl Marx; Darwin’in yazdığı ve evrim teorisinin temelini oluşturan Türlerin Kökeni adlı kitap için “bizim görüşlerimizin doğal tarihsel temelini içeren kitap budur” demiştir.

Oysa başta Marx’ın fikirleri olmak üzere, her türlü materyalist düşünce bugün temelinden çürümüş durumundadır. Çünkü materyalizmin kendisini dayandırdığı bir 19. yüzyıl dogması olan evrim teorisi, çağdaş bilimin bulguları karşısında bütünüyle geçersiz hale gelmiştir. Bilim, maddeden başka hiçbir şeyin varlığını kabul etmeyen materyalist varsayımı geçersiz kılmakta ve tüm canlıların üstün bir yaratılışın ürünü olduğunu göstermektedir.

Çoğu insan, bir bilim adamından duyduğu her şeyi mutlak doğru sanır. Bu bilim adamının birtakım felsefî ya da ideolojik önyargılara kapılmış olabileceğinden endişe etmez.

Oysa bilim adamlarının bir bölümü, sahip oldukları bazı önyargıları ya da bağlı oldukları felsefî görüşleri, bilimsel bir görünüm altında topluma empoze ederler.

Örneğin, tesadüflerin karmaşa ve düzensizlikten başka bir şey oluşturmadığını gözleriyle gördükleri halde, evrendeki ve canlılardaki tasarım, plan ve düzenin tesadüfler sonucu ortaya çıktığını savunurlar.

Oysa aynı bilim adamı, boş bir arazide yürürken üst üste dizilmiş üç tuğla görse, bunların tesadüfen meydana gelip, sonra yine tesadüfen üst üste dizildiklerine asla ihtimal vermez. Hatta böyle bir şey iddia eden kimsenin aklından kuşkulanır. Pekiyi, sıradan olayları normal değerlendirebilen bu insanlar, konu kâinatın, insanların nasıl var olduğu sorusunu araştırmaya gelince nasıl olup da bu denli akıl dışı bir tutum sergilerler. 19 Kâinatın ve insanların var oluşunun tesadüfler sonucu olduğunu söylerler?

Çünkü bâtıl olan materyalizme bağlılıklarından ve kâinatı, insanları yoktan var edip yaratan Allah’a inanmadıklarından kaynaklanmaktadır.

Günümüzde evrim teorisini kabul edip savunan maddeci ateistler olduğu gibi, bu görüşleri savunmayan ateistler de var. Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, “asıl hayat; dünya hayatıdır” diyerek zevkine, keyfine, hevâ ve hevesine göre yaşayan inançsızlar da mevcut. Neticede bu gibi bâtıl anlayışta olanlar ve ayrıca müslüman olduğunu söylediği halde İslâm’ın prensiplerini, emir ve yasaklarını hükümlerini reddeden, kabul etmeyen kişiler de apaçık bir şekilde kâfirdir.

Yüce Rabbimiz Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

Ehl-i Kitap ve müşriklerden olan (İslâm’ı kabul etmeyen) kâfirler, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” 20

İslâm’ı bir bütün olarak kabul etmeyen, İslâm’ın hükümlerini, kanunlarını reddeden gayr-i İslâmî yaşantıyı savunanların ve İslâm’ın prensiplerine karşı çıkanların kâfir hükmünde olup ebedî ateşe, cehenneme girecekleri, insanların en şerlisi, en kötüsü olduğu âyet-i kerimeden anlaşılmaktadır.

Evrim teorisinin dünya ve Türkiye’deki etkilerine baktığımız zaman, görürüz ki bu teori, insanların haktan, doğrudan, mânevî değerlerden uzaklaşmasına sebep olmaktadır.

Liseler İçin Psikoloji ders kitabı şöyle der:

“İnsan çeşitli bilimlerin konusu olmuştur. Bu bilimlerden her biri, onun bir yönünü inceler. Sözgelimi, biyoloji için “insan; tıpkı öteki hayvanlar gibi bir hayvandır. Onlar gibi yer, içer ve çoğalır. İnsanın davranışlarını ve bu davranışların özelliğini inceleyen psikoloji için ise insan; dili olan hayvandır. Bu dil onu diğerlerinden ayırır. Çünkü hayvanlar içerisinde yalnız insan, duygu ve düşüncelerini sözlü ve yazılı olarak ifade edebilir.”21

Bu iddialar evrimci, Darwin'cilerin, materyalistlerin iddiasıdır. Bu iddiaların tutarsızlığı, yanlışlığı, bilimsel verilerle ve yüce dinimizin gerçekleriyle bağdaşmamaktadır.

Maddeci bir anlayışla yetişen neslin topluma zararı olmaktadır. Çünkü dinî değerlerden uzak olan, İslâmî ahlâktan yoksun kalan kişilerin, insanlara zararlı olması söz konusudur. Takip edilen yanlış bir yol, insanı doğru bir sonuca götürmez. Maddeci, materyalist bir anlayış, çok yanlış ve zararlıdır.

Neslin İslam’a uygun yetişmemesi her türlü kötü alışkanlıklar edinmesine sebep olmaktadır. İçki, kumar, uyuşturucu ve ahlâk dışı davranışlar ve fuhşun artması, haksızlığın, hırsızlığın ve ahlâksızlığın çoğalması insanlara zarar değil de ya nedir? İçki yüzünden trafik kazaları olmakta ve bundan dolayı insanların sakat kalmasına, hatta ölmesine sebep olunmaktadır.

Trafik kazalarının çoğunun sarhoşken araba kullanmaktan kaynaklanmakta olduğunu basından, televizyondan da öğrenmekteyiz.

Maddeci-materyalist yetişen, sadece kendini düşünür, kendisine fayda sağlayacak ne olursa onu yapar. Başkasının zarara uğraması ve onu aldatması onun için normaldir. Ne der? “Aldanmasın!” der. Çünkü egoist bir insan sadece kedini düşünür, başkalarını düşünmez. İslâm’ın prensiplerine uymayan kişilerden insanlara zarar gelir. Çare, bir an önce yetişen nesli materyalist, maddeci değil; İslâmî değerlere uygun şekilde yetiştirmeye çalışmaktır. Doğru bilgilerle, mânevî değerlerle donatılmış kişilerden doğru işler beklenir. Aksi mümkün değildir.

İnsanlık tarihi boyunca insan için çok şey söylenmiştir. Bazıları, şöyle der:

“İnsan, hayvan türlerinden bir türdür. Aslı maymundan gelmiş, evrimleşerek insan denilen varlığın şeklini almıştır.” Bazıları da şöyle der:

“İnsan; düşünen, konuşan ve yürüyen hayvandır.” Bazıları da, şöyle der:

“İnsan, sosyal bir hayvan” veya “gelişmiş bir hayvan”dır. Bazıları da şöyle der :

“İnsan günahkâr olarak dünyaya gelir, sonra günahlarından temizlenir.” Bu inançta olanlar, Hıristiyanlardır.

Hıristiyanlığa göre, insanlığın ilk atası Âdem ve eşi Havvâ, yasak meyveyi yemelerinden dolayı bir günaha düşmüştür. Bu günah, hem şahsî, hen de kollektif bazı sorunlar doğurmuştur.

Hıristiyan inancına göre, Âdem (a.s.) ve eşi Havva’nın günahları, onların züriyetlerine de yayılmıştır. “Yalnız bir adamın itaatsizliği sebebiyle, bütün diğerleri günahkâr kılındılar.” 22 Bugünkü İncil’de yer alan bu cümle, resmî öğretice şöyle tamamlanır:

“Her insan, kutsiyet ve doğruluktan yoksun ve günah ile kirlenmiş olarak dünyaya gelir. Çünkü ilk atası sukut eden (düşüklük gösteren) insan nevinin bir üyesi olarak doğar.” Değişmez olan bu telâkkîye “aslî günah” denir. Bu inanç, St. Paul’ün:

“Biz hepimiz Âdem’de günah işledik ve gazabın çocukları olarak dünyaya geldik” 23 sözlerinden doğmuş ve hıristiyanlığın tahrif edildiği ilk asırdan beri sürdürülmüştür.

Dünyaya gelen çocuk, kendi ruhunda bu ilk günahın mührünü taşıyarak gözlerini açar. Çocuğun bedeni mâsum ise de, ruhu günahla kirlenmiştir, bir gün yaşamış olsa bile!

Sırf çocuk mu? Hayır!

Âdem’in ve Havvâ’nın günahı tüm insanlara da düşünemeyeceği kadar yakındır, o insanın içindedir. Tüm insanların kaderindedir, hatta dünyaya gelmemiş olsalar dahi. İnsanlar ortaya çıkmadan veya günahkâr olmayı istemeden önce, daha şimdiden günahkârdır. Aktüel günahsa, yeryüzüne düşmüş bir melek olan insanın sefâleti, ruhunu ve bedenini kirleten aslî günahtan ileri gelmektedir. Dünyevî ve uhrevî hayatın tümünü etkileyen bu dogma, bütün hıristiyan mezheplerinde esastır. Bu inancı inkâr, aforoza (hıristiyanlıktan kovulmasına) sebep idi.

Aslî günah ve bundan kaynaklanan aktüel (fiilî) günahın bütün sorumluluğu kadının, Havvâ’nın omuzlarındadır. Bu olumsuz değerlendirme, günümüzdeki kadını da içine alır. Çünkü Âdem’i günaha sürükleyen de odur. Aktüel kadın, cennetten kovulmuş olmayı hatırlattığı için kadınlığından ve şeytanın en güçlü aracı olduğu için hele güzelliğinden utanmalıdır. 24

Vaftiz: Dinî anlamı, senbolik olarak ifade edilir. Takdis edilmiş/kutsanmış suya batırılan insan, başta aslî günah olmak üzere bütün günahlardan arınır; çıkarılmak suretiyle de yeniden hayata döner. Mezara girdikten sonra dirilen İsa gibi. Vaftiz âyetinde belirgin amaç şudur:

Aslî günahtan, bütün günahlardan, ahlâkî her kötülükten sıyrılıp bir daha kötülüğün ve günahın ulaşamayacağı, kurtulmuş bir hayata ulaşmak.

Çoğunlukla yetişkinlik zamanında yapılması yanında, doğuştan getirdikleri günahtan arınmaları için çocuklara icrâ edilen vaftiz, Baba ve Rûhuu’l-Kudüs adına yapılır. 25

Günah itirafı ve günah çıkarma:

Günah çıkarma, günahların bağışlanıp af olması için papaza açıkça itiraf edilmesidir. Özelikle Katolik kilisesinde, yılda en az bir defa günah çıkarmak gerekmektedir. İlk asırlarda, günah çıkarma ölüm esnasında icrâ edilmekteyken, sonraları her zaman yapılabilir bir af âyini şekline dönüşmüştür. Kilise ve papazlar bu işte tam yetki sahibidirler. Günahın kedisine itiraf edildiği papaz, af hususunda münâkaşasız bir otoriteye sahiptir. İtiraf işi, papazın şu sözleriyle sona erer. “Ve şimdi Baba, Oğul ve Rûhu’l-Kudüs adına günahlarınızı size bağışlıyorum, Âmin!” Ya da kısaca “günahlarınızı size bağışlıyorum!” 26

Yahudilikte de kadının hiçbir değeri yoktur. Yahudilerin her sabahki duâlarında şu cümle geçmektedir:

“Ezelî ilâhımız, kâinatın kralı, beni kadın yaratmadığın için sana hamd olsun.” 27

Kadını aşağılama geleneğinin hıristiyanlıkta daha da güçlendiğini görüyoruz. Zira kadın, haram meyveyi Âdem (a.s.)’e yedirerek cennetten kovulmasına ve böylece insan neslinin günahkâr olmasına neden olmuştur. Tabiî ki, tüm bu görüşler çok yanlıştır.

Maddecilere göre insan, dünyaya gelir, her canlı gibi yer, içer, nefsî arzularını yerine getirir ve öldüğünde toprağa karışır gider. Yani, insan yaşamak için yaşar. Basit dünyevî hedeflerin ötesinde bir yaratılış amacı yoktur. O, ot gibi yaşayıp gideceğini, sonra ot gibi kuruyup yok olacağını zanneder.

İnsanların bir tesadüf eseri olarak dünyaya geldiğini sananlar ve yaratılış gayesinin meçhul olduğunu, bilinmediğini düşünenler veya yaradılış gayesine uygun bir hayat yaşamayanlar, sorumsuzca bir hayat yaşarlar. Tabiî ki, yaradılış gayesi açısından bakıldığında, insan meçhul bir varlık değildir; o mesul (sorumlu) bir varlıktır.28 Çünkü, insanlar dünyaya tesadüf eseri gelmiş değildir. İnsanlar, dünyaya bir amaç ve gaye için, Allah’a kulluk yapmak için gelmiştir. 29

b. Mü’minlere Göre İnsan

İnsanları yoktan var edip yaratan, sayısız nimetleriyle yaşatan Allah Teâlâ’dır

Allah onu (Âdem’i) topraktan yarattı. Sonra ona ol dedi, o da (insan) oluverdi.” 30

O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.” 31

Allah sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan da eşini (Havva’yı) yaratmıştır.” 32

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.” 33

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini (Havva’yı) vücuda getiren ve ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbnizin emrine uygun yaşayın.” 34

Âyetlerden de görüyoruz ki insanları yaratan Allah Teâlâ insanı nasıl ve ne şekilde yarattığını apaçık bir şekilde bildiriyor.

İlk insan Âdem (a.s.)’ı topraktan yarattığını, ondan sonra da eşi Havva’yı yarattığını ve ikisinden de birçok erkek ve kadınlar yarattığını bildirmektedir. Müslüman olan kişilerin bunu böyle bilmesi ve inanması gerekir.

Aksi halde müslümanlıkla alâkası kalmaz. “Ben müslümanım” dese de, müslüman olan kişi, bu sözün yeterli olmayacağını bilen; Kur’an ve sünnete inanan ve bunları tasdik ve kabul eden kişidir.

Materyalist, evrimci, Darwinci olan kişiler “insanın ilk atası maymundur; evrimleşerek, değişerek bu hali almıştır” diyen ve bu görüşleri savunan kişiler; Kur’ân-ı Kerim’in, insanların Âdem ve Havva’dan türediğini, meydana geldiğini kabul etmeyenler kâfirlerdir. “Müslümanım” diyorsa da mürted olmuş, kâfir olmuş olur. Müslüman kalmak ve böylece ölmek isteniyorsa, İslâm’ın kabul ettiğini kabul etmeli ve reddettiğini de reddetmelidir.

Mü’minlerin nazarında insan Allah (c.c.) katında kıymetli bir mahluktur. Allah (c.c.) onu en güzel şekilde yaratmış ve ona kendi ruhundan üflemiştir.

Rabbin meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım, onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” 35

Melekleri ona secde ettirmiş, ona ilim ve irâde ayrıcalığı vermiş, onu yeryüzünde halife yapmış, kâinatta, göklerde ve yerde ne varsa hepsini emrine vermiştir. 36

Dünya yaşamında insanların ihtiyaçlarını karşılayacak her türlü gereken nimetleri insanlara ihsan etmiştir.

O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. ” 37

Allah (c.c.) kâinatta ne varsa hepsini insanın hizmetine vermiştir. Yer, gök, ay ve güneş, yıldızlar, bitki ve hayvanlar, su, denizler, nehirler, dağlar vs. hepsi insanın yararı içindir.

Şüphesiz bunda düşünen insanlar için ibretler vardır” 38 buyrulmaktadır.

Yüce Allah (c.c.) Hz. Âdem (a.s.)’a verdiği akıl, ilim ve ruh özelliklerini diğer insanlara da vermiş, yeryüzünde onu halife yaptığı gibi, diğerlerini de halife yapmıştır. Onun için Kur’ân-ı Kerim bütün insan cinsinin mükerrem olduğunu açıklamıştır.

And olsun ki Biz; insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, onları temiz şeylerle rızıklandırdık. Yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.” 39

Bütün bunlar insanın seçkin ve başka canlılardan ve özellikle hayvanlardan tamamen ayrı bir varlık olduğunu ispatlamaktadır.40

İslâm’a göre insan doğarken tertemiz doğar. Onun herhangi bir nedenle suçlu veya günahkâr doğması asla sözkonusu değildir. Rasûlullah (s.a.s.):

Her çocuk İslâm fıtratı üzere (tertemiz ) doğar; sonra annesi-babası (yahudi ise) onları yahudi yaparlar, (hıristiyan ise) onu hıristiyan yaparlar, (mecusi ise) onu mecusi yaparlar” 41 sözleriyle bu gerçeğe işaret buyurmuşlardır. İnsan, yaratılırken bütün iyiliklere meyilli ve bütün kötülüklerden de aklı ve irâdesi ile kaçınabilecek yetenekte yaratılmıştır. İslâm gerçekçidir; insanı olduğu gibi kabul eder. İnsanın yaradılışında bulunan normal duyguları kötü görmez, aksine helâl bir biçimde karşılanmalarını ibâdet telâkkî eder. İslâm ile insan fıtratı (yaradılışı), tam bir uyum içindedir. Çünkü İslâm, insanın içgüdülerini inkâr etmez. Aksine yeme-içme, cinsel arzu ve benzeri isteklerini helâl yoldan karşılanması gereken normal ihtiyaçlar olarak görür. İslâm, tertemiz yaratılan insanın, tetemiz bir hayat yaşayarak dünya ve âhiret mutluluğuna hak kazanmasını ister. 42

İslâm, insana yalnız bir yönlü değil, tam üç yönlü bir üstünlük tanımıştır:

İsmet (mâsum) ve himayede üstünlük, izzet (şeref) ve efendilikte üstünlük, istihkak (hak edilen şeyde) ve kazançta üstünlük. İnsan, insan olması hasebiyle üstündür:

Biz Âdemoğlunu üstün kıldık.” 43

Onun inancından kaynaklanan üstünlük:

İzzet Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir.” 44

Çalışkanlık ve iyi ahlâk icabı üstündür:

Her iyilik sahibine, yaptığı iyiliğin karşılığı vardır. 45 Bu üstünlüğün en genişi ve en devamlısı, bu saydıklarmızdan birincisidir ki, insan o üstünlüğe doğuşundan, hatta ana rahmindeki cenin halinden itibaren nâil olur. Öyle bir üstünlük ki, onun kazanılması için ne maddî ve ne de mânevî bir karşılık ödenir. Her şeyden önce bu, dokunulmazlık ve masuniyet demektir. Devamlılık arzeder. İslâm kanunu bu hakkı bütün insanlığa, erkek veya kadın, beyaz veya siyah, zayıf veya kuvetli, fakir veya zengin herhangi bir millet veya kabile farkı gözetmeden, devamlı olarak bütün insanlığa tanıyor. Yayıyor, ilân ediyor ki, bu tanınan üstünlüğü ile insan; doğuştan, İslâm kanunu nazarında, her kim olursa olsun; kanı akıtılmaktan, ırzı tecavüze uğramaktan, cinsi değiştirilmekten, vatanından atılmaktan, hürriyeti yalancılık ve dolandırıcılık yollarıyla ihlâl edilmekten masundur, korunmuştur. Herkese İslâm’da bir insanlık hakkı ve üstünlüğü tanınmıştır. Herkesin bir koruyanı vardır. Kendi üstünlüğünü anlayabilen, ancak gerçek müslümandır. Ki, o ne bir taşa, ne bir ağaca, ne güneşe, ne de ay’a, ne bir krala, ne de (herhangi) bir insana, boyun eğer (hiçbirine tapmaz). Böylece insanî üstünlüğüne, imanî üstünlüğünü de ekler. 46

İslâm inancına göre insan; beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim sahibi bir varlıktır.

Bedenin aslı topraktır. Kur’an’ın açıkladığı bu gerçeği, modern ilimler tasdik ve teyit edip doğrulamaktadır Kimyasal analizler, tahliller toprakta bulunan madenlerin, elementlerin insanda da bulunduğunu göstermektedir.

İnsanın ruhu ise, görünmeyen, mânevî yönünü oluşturur. İnsanın ruhu olduğu âşikardır. Bu gerçek, ölüm halinde özellikle kendini ortaya koyar. Diri ile ölü arasındaki fark, diride ruhun bulunması, ölü bedende ise bulunmamasıdır. Uyku da küçük bir ölüm gibidir. Uyku halinde ruhun insanı bir an için terkedişi de, ruhun varlığıyla ilgili bize kesin bilgi verir. 47

İnsan, bedeniyle hareket eder ve algılar. Ruhuyla idrâk eder, düşünür, bilir, sever, nefret eder, sevinç ve üzüntü duyar. İnsanın bütün iç dünyası, mânevî, görünmeyen âleminin faâliyetleri ruhun faâliyetleridir. Ruh Allah’ın sırlarından, gizliliklerindendir. İnsanın onun esrârına vâkıf olması mümkün değildir. Ruh, Allah’ın katındandır onun hakkında insana verilen bilgi pek azdır. 48



İnsanın Bazı Temel Özellikleri



1. İnsan bilinçli bir varlıktır: İnsan, öz varlığının bilincindedir. Yani kendi yaratılışını, kâinatın niteliğini, kendisi ile kâinat arasındaki ilişkinin nasıl olduğunun ve nasıl olması gerektiğinin bilincine sahiptir.

2. İnsan seçme yeteneğine sahip tek varlıktır. İnsan tabiata karşı, maddî ve ruhî isteklerine karşı, üzerinde egemen olan İlâhî ve beşerî otoriteye karşı gelebilecek kabiliyettedir. Meselâ; insan kendini sevme ve tehlikelerden koruma içgüdüsüne karşı gelip intihar edebilir. Kendi varlığını hiçe sayıp başkası veya inandığı değerler uğruna fedâkârlık yapabilir, hayatını bile fedâ edebilir. Lüks içinde ve rahat bir ortamda yaşama imkânı varken bunlardan kaçınıp mütevâzi yaşamayı seçebilir. Tüm bunlar insanın seçebilen bir varlık olduğunu gösterir.

3. İnsan üretme (icat etme) yapar: En küçük şekillerden dev sanayi ürünlerine, güzel sanatlardan mimariye kadar pek çok yeni şeyler meydana getirir.

4. İnsan meraklı bir varlıktır: İnsan canlılar içinde en meraklı olan yaratıktır; hatta tek meraklı varlıktır diyebiliriz. Çünkü hayvanların herhangi bir şeye yönelmeleri meraklarından değil; içgüdülerinden kaynaklanır. Oysa insan, merakı sayesinde tabiatı ve kendisini keşfeder. Bugün ulaşılan teknolojik gelişmenin ve sosyal bilimlerin temeli, insanın tabiatı ve kendisini merak etmesine dayanır. 49

Kur’ân-ı Kerim’de İnsan

Kur’ân-ı Kerim, insanlara gönderilen bir kitaptır. Kur’an'ın ekseninde insan vardır. Her âyet insanla ilgilidir. İnsanı en iyi tanıyan onun yaratıcısı olduğundan, kulların kılavuzu şeklinde, insanın nasıl yaşaması gerektiği o kitapta öğretilir. İnsanın nasıl bir varlık olduğu, yaratıcı tarafından tanımlanır.



Kur’ân-ı Kerim’de insan gerçeği şöyle açıklanır: 50

a) İnsanın Olumlu Tarafları



1. İnsan, yeryüzünün halifesidir 51.

2. İnsan, çok büyük bir ilmî kapasiteye sahiptir. Çünkü Allah (c.c.), ona kendi ilminden öğretti. Melek olsun, diğer varlıklar olsun, ona öğretilen ilimde, yani eşyanın mâhiyetini bilmekte ona erişemezler. 52

3. İnsan Allah’ı tanıma kabiliyetini fıtratında taşır. Bunun için küfür ve inkâr, insanın fıtrî tabiatından bir sapmadır. 53

4. İnsanın özünde, hayvanda ve bitkide bulunmayan büyük bir güç vardır. İnsan, hem maddedir hem de mânâ; hem cisimdir, de ruh. 54 İnsan, yeryüzünün halifesi olduğu gibi, Allah’ın emanetini de taşır. Bu görevlerini yapıp yapmadığı konusunda sorumludur. O, yeryüzünü kendi çaba ve girişimiyle imar edeceğine dair söz vermiştir. 55

5. İnsan ahlâkî vicdana sahiptir. İyiliği ve kötülüğü seçme kabiliyetine sahip, irâdeli bir canlıdır. Saâdeti ve şekaveti seçmede, serbest bırakılmıştır. 56

6. İnsan, özünde şeref yüceliğini taşır. Allah, onu diğer varlıklara nazaran daha üstün yaratmıştır. Fakat kendi üstünlük ve şerefini sezmezse, aşağılığa ve esârete düşer. 57

7. İnsan, kendisini yaratan Allah’ı hatırlama kabiliyetine de sahiptir. Allah’ın yüce varlığını kavrar ve O’na varmak için tüm diğer arzulardan vazgeçebilir. 58

8. Yeryüzündeki bütün nimetler insan için yaratılmıştır. Diğer yaratıklar onun hizmetine verilmiştir. 59

9. İnsan, Allah’a karşı sorumlu tutulmuştur. Yalnız Allah’a ibadet eder. O’na kulluk edip emrine itaat eder. 60

10. İnsana yaratılış gayesi öğretilmiştir. Allah’ı unutursa, kendisini de unutmuş olacaktır. Allah’ı unutan insan yeryüzünde şaşırmış bir varlık haline gelir. 61

11. İnsan, yalnız maddî meseleler için çabalayıp maddî yönünü tatmin etmez. O, Allah’ın rızasını hedeflerin en yücesi olarak seçer. Yalnız O’nun rızasını kazanmak için çabalar. 62

b-) İnsanın Olumsuz Tarafları



1. İnsan, kendisini tanımazsa zâlim ve câhil kalır. 63

2. Bazen Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek nankörlük yapar. 64

3. İnsan bazen kendini yeterli zanneder ve Allah’a ihtiyaç duymadığı anlayışıyla tuğyan eder (azar, taşkınlık yapar). 65

4. İnsan, işlerinde çoğu zaman acelecidir. 66

5. İnsan, zorluklarla karşı karşıya gelince Allah’ı hatırlar. Zorluklar geçip gidince sanki hiçbir olay olmamış gibi Allah’ı unutur. 67

6. İnsan, hırs ve ihtiraslarla donatılmış bir varlıktır. 68

7. İnsan eğer kötülük görürse inler, sızlanır, bağırır ve yardım ister. Eğer kendisine nimet verilirse cimrileşir. 69

8. İnsan zayıf yaratılmıştır; âcizdir. 70

Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerim’e göre insanın iki ayrı cephesi vardır. Hayır ve şer tarafı. Kur’ân-ı Kerim’de sayılan iyi, üstün özellik ve kabiliyetler insanın özünde potansiyel olarak mevcuttur. İnsan, bunları açığa çıkarmak ve kuvvetlendirmekle görevlidir.

Ancak iman ve takvâ ile bu güzel vasıflar ortaya çıkar ve gelişir. Eğer iman olmazsa, bütün bu iyi kabiliyetler, nefs-i emmârenin hâkimiyetine geçer ve insan Kur’ân-ı Kerim’de beyan edilen kötülüklere esir olur. Yani insan, gerçekten iman edince insanlaşır. İmansız insanın insanlığı noksan olup ihtiraslarla, sömürücükle, cimrilik ve kan dökücülükle insan, vahşi hayvanlardan daha da vahşileşir. 71


Yüklə 2,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin