İnsan gerçEĞİ ve islami hayat


İSLÂM DİNİNİ DOĞRUANLAMAK



Yüklə 2,48 Mb.
səhifə10/44
tarix27.12.2018
ölçüsü2,48 Mb.
#86677
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   44

İSLÂM DİNİNİ DOĞRUANLAMAK

‘Din’ kelimesi çok geniş bir anlam sahasına sahiptir. Kur’an’da ve hadislerde birçok mânâda kullanılan bu kelime, kavram olarak insanlığın en önemli faâliyeti olan inanmayı, bir yaratıcıya itaat ve ibadet etmeyi, ahlâkî davranışları, fazilet ve iyilikleri, toplumsal düzeni, doğru yolda olmayı ifade eder.

‘Din’ kelimsi ‘d-y-n’ kökünden gelir ve sözlükte şu anlamlara gelir: Üstünlük, egemenlik, itaat, zorlamak, itaatkâr olarak kendini bir güce teslim etmek, borçlanmak, boyun eğmek, hakkını almak, ödünç almak, boyun eğdirmek, egemenlik, idare etmek anlamlarına gelir.

Birinin emrine girmek, onun emrine âmâde olmak, onun hâkimiyet ve otoritesi altında boyun eğmeyi kabul etmek, şeriat, kanun, yol, millet, âdet, taklit, hesaba çekmek, ceza veya mukâfat vermek de din kelimesinin anlamlarındandır. İsim olarak ‘din’ kelimesi şu mânâları kapsamaktadır: İyi ya da kötü karşılık; itaat, zillet, bağlılık, üstünlük sağlamak, galip gelmek; hâkimiyet, mülk ve hüküm; bir şeye zorlamak; itaat etmek, ya da tersi olarak isyan etmek; bir şeyi alışkanlık haline getirmek; şeriat ve millet, yani tevhid inancı.

Din kelimesinin Türevleri:

Aynı kökten gelen ve hadislerde Allah’ın bir ismi olarak geçen ‘Deyyân’, mutlak kudret sahibi, işlerin karşılığını veren, hikmetle yöneten, egemen olan demektir. Araplar, bir kimsenin bölgesine ve kavmine üstünlüğünü belirtmek için ‘deyyân’ sıfatını kullanırlardı. Buna göre aynı kökten gelen ‘medîn’; köle, ‘medîne’; şehir ve câriye, ‘temeddün’; dinli veya şehirli-medenî olma, ‘tedâyün’; borçlanma, ‘diyânet’; din ve millet anlamına gelir. ‘Mütedeyyin’ ise boyun eğen, itaatkâr, Allah’a teslim olan demektir. 410

Terim olarak din; Akıl sahibi kimseleri kendi istek ve arzuları ile iyiliğe, hayırlı olan şeylere sevk eden İlâhî bir kanundur.411

Din Allah Teâlâ (c.c.) tarafından vahiy yolu ile indirilen, peygamberler tarafından tebliğ edilen, insanların dünya ve âhiret saâdetine, kurtuluşuna vesile olan (çağıran) itikadî ve amelî bir nizamdır. 412

Din, insanların yaratılış gayesini bildirir.

Din; İslâm, iman ve ihsandan teşekkül eden bir yaşam biçimidir.

Burada geçen din tanımları şu hususları içermektedir:

Dinin koyucusu ve sahibi Allah’tır. Hiçbir insan, hatta peygamberler dahi vahye dayalı bir din meydana getiremez. “İyi bilin ki, hâlis (gerçek) din Allah’ındır.” 413

Din akıl sahibi insanlara hitap eder. Din akıl üstüdür, fakat akıl dışı değildir. Din, akıl sahibi olmayan çocukları, delileri sorumlu tutmaz.

Dinde serbest seçme vardır. Yani iman edip etmeme insanların özgür irâdelerine bağlıdır. “Dinde zorlama yoktur. Artık hak ile bâtıl açıkça ayrılmıştır.” 414

Din insanları hayra ve güzelliğe iletir. Fakat din, insanları güzele iletme hususunda onların şahsî kanaatlerini değil; genel ve değişmez evrensel yaradılış kanunlarını esas alır. Bu esaslar: Din, akıl, can, mal ve nesli koruma şeklinde formüle edilen esaslardır.

Vahy kaynaklı dinler, insana kendi mâhiyetini, başlangıcını ve sonunu, yaratılış gayesini, yapmakla sorumlu olduğu vazifelerini bildirir. 415

Kur’ân-ı Kerimde din kelimesinin, eksiksiz bir düzeni ifade ettiği görülür. Söz konusu bu düzen dört unsurdan meydana gelir:

1. Hâkimiyet ve yüce egemenlik,

2. Bu yüksek egemenlik ve hâkimiyete itaat edip boyun eğmek,

3. Bu hâkimiyetin otoritesi altında meydana gelen fikrî ve amelî nizam,

4. Bu nizama uymaya ve ihlâsla bağlanmaya karşı bu yüce egemenliğin verdiği mükâfat veya karşı gelmek suretiyle isyan etmeye verdiği ceza.

Kur’ân-ı Kerim, bazen bu anlamlardan biri için, bazen de tüm bu dört anlamdan müteşekkil nizam için ‘din’ kelimesini kullanır. Kur’ân-ı Kerim’in bu kelime ile bir hayat nizamını kast ettiği görülmektedir. 416

Din kelimesiyle kastedilen mânâ amelî, ahlâkî, fikrî, itikadî her cephesini içine alan şümullü ve mükemmel bir hayat nizamıdır. 417

Din sadece inançtan ibaret değildir; aynı zamanda kişinin dünyevî hayatına yön verecek ahlâkî, hukukî ve sosyal kuralları da ihtiva eder. 418

Din, insanları dünya ve âhiret saadetine götüren, içerisine iman, amel ve hayatla ilgili bütün hükümleri alan insan üstü bir sistemin adıdır. 419

Dinin Önemi

Din, tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda daima mevcut olan evrensel ve köklü bir olgudur. İnsana hitap eden ve insan için söz konusu olan din, insanla beraber var olmuş ve tarih boyunca varlığını sürdürmüştür. Din insanlığın vazgeçilmez bir gerçeği olması sebebiyle, bundan böyle de varlığını devam ettirecektir. Tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsiz bir toplum görülmemektedir. İnsanlık tarihinin her döneminde din, canlılığını korumuş ve insan hayatının ayrılmaz bir vasfı olma karakterini sürdürmüştür. Bunun da temel sebebi, insanın dinî bir varlık olması, başka bir ifadeyle dinî duygunun, fıtrî (doğuştan gelen) bir özellik olarak insanın kendi öz varlığı hakkındaki şuur ile birlikte gelişmesidir.

Din duygusu insanın doğuştan beraberinde getirdiği bir duygudur. İnsan, her zaman ve her yerde kudretli ulu bir varlığa sığınma, ona güvenme ve ondan yardım dileme ihtiyacı hissetmiştir. Bu sığınma ve güvenme duygusu, din ile karşılanmaktadır.

Dinin fıtrî oluşu Kur’an’da şu şekilde belirtilmektedir:

Sen yüzünü bir hanif olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki o, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez.” 420

İnsan, yapısı itibariyle dine muhtaçtır. Çünkü insan ruh ve bedenden ibarettir. Bedenî ihtiyaçları karşılamak nasıl hayatın bir gereği ise, mânevî varlığın devamı da ruhî ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıdır. Onun bu ihtiyaçlarını karşılayan en köklü müessese ise dindir. İnsanın yüce bir kudretin mevcudiyetini kabul edip ona yönelmesi, dua ve niyaz ile ona sığınması, doğuştan getirdiği sığınma, güvenme ve bağlanma duygularının en güzel karşılığıdır. Bu güvenme, sığınma ve bağlanma duyguları insanda öylesine köklüdür ki, tarih boyunca bütün insanlar şu veya bu şekilde bir kişi, nesne veya varlığa kutsallık ve yücelik nispet edip bağlanmışlardır. Kendisine yönelinecek, sığınılacak en mükemmel varlık ise şüphesiz kâinatın yaratıcısı olan Allah’tır. Çeşitli dinlerde farklı isimlerle anılan, çeşitli şekilde tasvir edilen yüce kudret veya kutsal varlıkların özünde bu inanç yatmaktadır.

Her şeyi var eden bir yüce kudretin mevcudiyetini kabul edip ona bağlanma insanı kuvvetlendirdiği gibi, dua niyaz ve Allah’a sığınma da insanı mutlu eder.

Din, fertleri mukaddes duygu ve alışkanlıklarda birleştiren, toplumları geliştiren bir kurumdur. Din, insanlara yön verip, onları iyi ve faydalı şeyler yapmaya yönelten bir hayat nizamıdır.

Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak insanlara yön veren, en mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir.

İnsanın psikolojik yapı ve yaşayışında karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik, korkular, üzüntü ve sarsıntılar, hastalıklar, musibet ve felâketler karşısında ona ümit, teselli ve güven veren son sığınak din olmuştur. Ayrıca dinî yaşayışın insanı ruhî bunalımlardan koruduğu; kendisine ve çevresine karşı daha duyarlı ve dengeli yaptığı bilinmektedir. Dindeki âhiret inancının hem dünya hayatındaki davranışlarda etkili olduğu, hem de insandaki ebediyet duygusuna cevap verdiği ortadadır. İnsanlığın mânevî ve zihnî gelişmesind dinin önemli payı vardır.421 İslâm Dini, insanlara dünya ve âhiret saâdetinin, mutluluğunun yolunu göstermektedir. 422



Dinlerin Tasnifi

Kur’an’a göre dinler üçe ayrılır:



1. Hak Din (İslâm Dini),

2. Muharref Dinler (Yahudilik ve Hıristiyanlık),

3. Bâtıl Dinler (İnsanlar tarafından uydurulan dinler). 423

Hak Din

Hak din, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen hiçbir değişikliğe uğramadan ve bozulmadan günümüze kadar gelen hayat şeklidir. Bu din, yani hayat şekli; inancı, dünya görüşünü, davranış ve eylem biçimini, Allah’a karşı görevleri, ibadet anlayışını, insanlara ve tüm yaratıklara karşı muameleyi, kanunları ve cezaları içermektedir. İşte, bütün peygamberlere Allah’ın gönderdiği din, İslâm Dini’dir. Peygamberlere günün şartlarına göre şeriatları farklı olarak gelmiştir. Akide (inanç) ise, bütün peygamberlerde aynıdır.

Hak Dinin Genel Özelikleri Şunlardır:

* Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden ve nasıl uygulanacağını gösteren peygamberler vardır.

* Her peygamberin, ya kendisine verilen suhuf (sayfalar -küçük kitap-) veya kitabı vardır, ya da kendisinden önceki peygambere inen henüz bozulmamış kitabın hükümlerini tatbik eder.

* Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhirete inanç vardır.

* Akla ve kesinliği ispatlanmış ilmî gelişmelere aykırı hiçbir şey yoktur. 424

Muharref Dinler

Muharref dinler, tahrif edilmiş, bozulmuş dinler demektir. Allah’ın gönderdiği İslâm Dini’nin atmalar ve katmalarla değiştirilmiş şeklidir. Yahudilik ve Hıristiyanlık muharref dinlerdir.

Dinleri bozmanın amacı:

İnsanlar zamanla Allah’ın yolundan sapmış, tatmin olmak bitmeyen arzu ve isteklerini gerçekleştirmek isteyince de, Allah’ın insanlar arasında dengeyi ve huzuru sağlamak için gönderdiği din, kendilerine mâni olmuştur. Bu engeli ortadan kaldırmak için de iki seçenek vardır:

Allah düşüncesini ve inancını reddederek, Allah’a dayalı bir dini de oradan kaldırmak,

Allah’ın gönderdiği dinin, kendi arzu ve istekleriyle çelişen, kendi çıkarlarına müsaade etmeyen kurallarını değiştirmek.

Din düşüncesinin, reddedilmesi işlerine gelmeyen veya toptan reddetmenin mümkün olmadığını görenler, dinin işlerine gelmeyen yönlerini kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmişlerdir. Böylece hem cahil ve gafil dindarların tepkilerinden kurtulmuşlar, hem de değiştirdikleri bu dinleri kendi sömürü düzenlerine koltuk değneği yapmışlardır. Bu tip insanlar, zaman zaman dinî merasim ve törenlere katılıp kendilerinin de dindar olduklarını, dine karşı olmadıklarını söyleyerek dindar ama cahil kesimin desteğini almaya çalışmışlardır. Allah’ın gönderdiği Hak Din’in bazıları tarafından kendi çıkarları doğrultusunda değiştirilip Allah’ın dini imiş gibi sunulduğu dinlere muharref dinler denir. 425

Bâtıl Dinler

İnsanlar tarafından uydurulan dinler, bâtıl dinlerdir.

İnsanlar tarafından oluşturulan bâtıl dinlerin tümünün ortak özelliği Allah’ın vahiy ile bildirdiği dini olan İslâm’a karşı olmalarıdır. “Allah’tan (gelen bir delil veya vahye dayalı) bir yol gösterici olmadan kendi arzusuna (veya işine gelenlere) uyandan daha sapık kim olabilir?426 diye buyrulmaktadır.

Bir insan; ya Allah Teâlâ’ya iman eder ve Allah’ın indirdiği hükümlere göre hayatını düzenler, ya da tâğuta teslim olup tâğutun kurallarına hevâ ve heveslerine uyar. Bu iki yolun dışında, üçüncü bir yol yoktur.427

Dinde zorlama yoktur. Artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır. Kim tâğutu reddedip, Allah’a iman ederse (Allah’ın gönderdiği hak din İslâm’a teslim olursa) kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur.

Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. Allah iman edenlerin velisidir, onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kâfir olanların velisi ise tâğuttur, onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.” 428

Allah katında hak din İslâm’dır.” 429

Artık kim, İslâm’dan başka bir din ararsa (ona uyarsa) asla ondan kabul edilmeyecek ve o âhirette de büyük zarara uğrayanlardan olacaktır.” 430

Bu izahlardan da açıkça görüldüğü gibi, insanları dünya ve âhiret saadetine götüren hak din İslâm’dır. İslâm’ın dışındaki muharref ve bâtıl dinler (yaşam biçimleri) insanları dünya ve âhirette hüsrana götürür. Bunu iyi bilmek gerekir. 431



İslâm Dini

İslâm’ın lugat mânâsı; Tâbi olmak, teslim olmak, bağlanmak itaat etmek, boyun eğmek (tevâzu göstermek) mânâlarına gelir. 432 Allah Teâlâ’nın emirlerine teslim olup itaat etmeğe dayanan bir din olması sebebiyle bu dine İslâm denmiştir.

Terim anlamı ise; Allah tarafından peygamberler aracılığı ile insanlara bildirilen dünyada ve âhirette insanları mutluluğa ulaştıracak hayat şekli, itikadî ve amelî bir nizamdır. İslâm, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren İlâhî bir kanundur.

İslâm’ın mânâsı teslim olmaktır; Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmak. Allah’ın hükümlerine teslim olmaksızın İslâm olmaz. 433

İnsan, Allah’ın yarattığı kuldur. Allah ilmiyle her şeyi kuşattığından ve hikmet sahibi olduğundan kulluğun gereği, O’ na teslim olmaktır.434

İslâm; Allah’ın insanlar için seçtiği dinin özel adıdır. Size din olarak İslâm’ı seçtim” 435 buyrulmaktadır.

İslâm, kelime olarak “barış” (esenlik, mutluluk) anlamına gelen “silm”, “selâm”ve “selâmet”le aynı kökü paylaşır. Dolayısıyla “İslâm”ın kelime olarak anlamlarından biri de “barış”tır (esenlik, mutluluktur). Tüm insanlar fitneyi, fesâdı terk edip Allah’ın dini olan İslâm’a teslim olsalar, her taraf selâmete kavuşup tümüyle barış ve kardeşlik hüküm sürer. Çünkü İslâm barış, esenlik, mutluluk dinidir.

İslâm Hz. Adem’den (a.s.) peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar bütün rasûl ve nebîlerin dinidir. Kur’ân-ı Kerim bu gerçeği şu şekilde ortaya koymaktadır. Hz. Nuh (a.s.)’ın dilinden şöyle buyrulur: “Müslümanlardan olmakla emrolundum.” 436

Hz. İbrahim (a.s.) ve Hz. İsmail (a.s.)’ın dilinden:

Ey Rabbimiz bizi sana müslüman (samimiyetle teslim) olanlardan kıl. 437

Hz. Yakup (a.s.)’ın çocuklarına vasiyetinden: “Şüphe yok ki, Allah râzı olduğu İslâm dinini sizin için seçti, o halde siz ancak müslüman olarak can verin.” 438

Hz. Musa (a.s.)’ın dilinden:

Eğer müslüman iseniz Allah’a tevekkül edin.” 439

Hz. İsa (a.s.)’ın havârilerinin dilinden:

Allah’a iman ettik ve sen şahit ol ki, biz gerçekten müslümanlarız.” 440

Sahih bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur:

Peygamberlerin dinleri birdir, İslâm’dır.” 441 Ayrıca Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır:

Dini el birlik tatbik edin ve ayrılığa düşmeyin diye Allah, dinden (tevhid esasından) Nuh’a tavsiye ettiğini ve sana vahyeylediğimizi; bir de İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya tavsiye ettiğimizi, sizin için şeriat yaptı.” 442 Aslında İslâm’ın mânâsı:

Vahiy üzere gelen Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmaktır. Kim bütün işlerde yüzünü ve kalbini Allah’a teslim ederse, işte müslüman odur. Nebî ve rasûller diğer insanlardan daha çok Allah’a teslim olduklarından onlar müslümanların ilkleridir. Allah’ın hükümlerine teslim olmaksızın İslâm yoktur. 443 Görülüyor ki, İslâm mutlaka teslimiyet ister. Kulluğun gereği, Allah’a teslim olmaktır. Allah’a ve Rasûlü’ne teslim olmaksızın müslüman olunmaz.

Rabbin hakkı için onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmaz.” 444

Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İslâm’dır. 445

İslâm ile ‘din’ âdeta eş anlamlı iki kelime gibi tellâkkî edilmiş ve bütün peygamberlerin getirdiği dinin İslâm olduğu ifade edilmiştir. 446

Ayrıca İslâm, özel olarak Hz. Muhammed (s.a.s.)’e gelen dinin adıdır. 447

Hz. Muhammed (s.a.s.)’den önceki peygamberlere gönderilen hak din, daha sonra tahrif edilmiş, değiştirilmiş ve taşıdığı hakikatler kaybolmuş, unutulmuştur. Ona tâbi olanların inanç, ibâdet ve yaşayışlarına bâtıl karışmış, haktan, doğrudan uzaklaşmışlardır. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelmesi suretiyle aslı bozulmuş, değiştirilmiş olan dinin hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Allah Teâlâ, son peygamberi ve son kitap Kur’ân-ı Kerim’i göndermiş ve bütün insanların uyması gereken Hak din İslâm, peygamberimiz (s.a.s.) tarafından tebliğ edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle bildirmektedir:

Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir, ancak o, Allah’ın Rasûlu ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.” 448

(Ey Resûlüm) Biz seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı, korkutucu olarak gönderdik.” 449

De ki: ‘Ey İnsanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gelen Allah’ın (son) peygamberiyim.” 450

Bazı kişiler bilmeyerek veya kasıtlı olarak şöyle diyorlar:

“İslâm dini son din; fakat yahudiler kendi dinlerine, kitaplarına (Tevrat’a) uydukları zaman doğru olanı yapmış olur veya hıristiyanlar kendi şimdiki dinlerine, İncil kitabına uyarlarsa, onlar da dinin gereğini yapmış olur. Bunları eleştirmenin bir gereği yok. Onlar da doğrusunu yapmış oluyorlar, değil mi?” Tabiî ki, değil. Çünkü Hz. Musa (a.s.)’a gönderilen Tevrat sonradan değiştirilmiş, bozulmuş, insanlar haktan ayrılmış, uzaklaşmış durumunda olduğundan, Allah Teâlâ Hz. İsa (a.s.)’ı peygamber olarak İncil’le beraber göndermiş, o da insanları hak dine dâvet etmiş, fakat Hz. İsa (a.s.)’dan sonra İncil de değiştirilmiş ve bozulmuştur. İnsanlar gittikçe Allah’ın dininden uzaklaşmışlar, dolayısıyla Rabbimiz; son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’ı göndermek suretiyle İslâm dinini onunla tebliğ ettirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.)’ın dâvet ettiği İslâm dinini kabul edenler müslüman olmuş, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in yanında yer almış, kabul etmeyenler “biz atalarımızdan gördüğümüz gibi yaşarız, kabul etmeyiz” diyenler kâfir olmuşlardır. Rabbimiz Allah bu gerçeği belirtmektedir:

Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır.” 451

Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (ona tâbi olursa) asla ondan kabul edilmez. O, âhirette de kayba (hüsrana) uğrayanlardandır.452

Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip râzı oldum (beğendim).” 453

Allah Teâlâ’nın insanlar için seçtiği, râzı olduğu İslâm dininden râzı olmayıp beğenmeyenler, “bu çağda, bu asırda İslâm’ın prensipleri uygulanmaz” diyenler, “âhirette de hüsrâna uğrayanlardandır.”

Dünya ve âhirette huzur, saâdet isteniyorsa, İslâm’dan başka bir din, yaşam biçimi kabul etmek asla doğru değildir. Allah’a iyi bir kul olmanın, imtihanı kazanmanın tek çıkar yolu Hz. Muhammed (s.a.s.)’i önder, örnek edinmek, onun gösterdiği İslâm’a tam mânâsıyla tâbi olmak, teslim olmakla mümkündür. Bunun dışındaki yollar, yaşam biçimleri “asla ondan kabul edilmez, o âhirette de kayba uğrayanlardandır.

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki; doğruluk sapıklıktan (yanlışlıktan) apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp (onu reddederse) Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” 454



İslâm’ın Rükünleri (Temelleri)

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) İslâm için birçok tarifler yapmıştır. Ancak bütün bu tarifler, izahlar temel olarak beş ana rükün (temel) üzeredir. İbn Ömer’in rivâyet ettiği sahih bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:

İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: ‘Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, Kâbe’yi hac etmektir” buyurdu. 455

Bu hadis-i şerif İslâm binasının bu beş temel üzerine kurulu olduğunu açıklamaktadır. Bu beş husus, İslâm’ın temelleridir, ama İslâm’ın tamamı değildir. Nasıl ki, temel atılınca bina tamamlanmış olmadığına göre, binanın tamamlanması için bu temeller üzerine yapılacak işler olduğuna göre, İslâm’ı bu beş temelden ibaret görmek “temel atılınca bina tamamlanmıştır” demek kadar, çok büyük bir yanlıştır. Kur’an ve sünnete baktığımızda görülecektir ki bu beş esastan başka iktisadî, ictimaî, hukukî, ahlâkî, siyasî, kısaca hayat için gerekli olan her şeyden bahsetmektedir. İnsan hayatının hiçbir alanı ve yönü yoktur ki İslâm’ın onu düzenleyen hükümleri bulunmamış olsun. İslâm dini insanların yaşantısına yön veren, yol gösteren bir ‘Din’dir. İslâm insanın bütün hayatına, yaşantısına; doğumundan ölümüne kadar, a’dan z’ye kadar her şeyine bir ölçü, düzen koymuştur.

İslâm, barış, esenlik, mutluluk vaat ettiğine göre, bu vaadin gerçekleşmesi, İslâm’a tam anlamıyla tâbi olmak, teslim olmakla, İslâm’ın her alanda uygulanmasıyla mümkündür.

Din’in tarifinde de görüldüğü gibi “insanları dünya ve âhirette huzur ve mutluluğa götüren itikadî ve amelî bir nizamdır.” Bugün yaşadığımız dünyada huzur, saâdet, mutluluk, hak, adâlet, insana saygı, sevgi yoksa orada İslâm’ın hükümleri, prensipleri tam mânâsıyla uygulanmadığından dolayıdır. Başka türlü bir izaha çalışmak doğru değildir. Gerek emperyalist müşrikler, gerekse bunların yerli hayranları tarafından devamlı İslâm aleyhinde propaganda yapılmaktadır. İslâm barış, esenlik, mutluluk getiren bir din olduğu halde, İslâm’ı sanki insanların barış, huzur ve mutluluğuna engel imiş gibi gösteren bu zâlimler İslâmî hayatı, yaşam biçimini tehlikeli, yetersiz, gereksiz göstermektedirler. Haksızlığa, ahlâksızlığa, sömürgeye dayanan dünya ve âhiret hayatı için insanlara çok büyük zararı olan bâtıl anlayışları, yaşayışları doğru yaşam biçimi olarak sunmaktadırlar. Bu da haktan, doğrudan ayrılmaları, hevâ ve heveslerinin arzu ettiği gibi yaşamak istediklerinden kaynaklanmaktadır. Diğer insanların dünya ve âhiret hayatında zor duruma düşmesi onları ilgilendirmemektedir.

Onlar için varsa yoksa, zevkli, keyifli, hevâ ve heveslerine göre yaşamalarıdır. Başka şey düşünmezler. Çünkü takip ettikleri yol bâtıl bir yoldur, yanlıştır. Bu yanlışlık kendilerine de insanlara da zarar vermektedir. Tabiî ki, yapılan zulümler, haksızlıklar, ahlâksızlıklar, hırsızlıklar yanlarına kâr kalacak değildir. Ya kendilerini düzeltirler, haktan yana, İslâmî prensiplere uygun yaşam biçimi tercih ederler, bâtıl yaşantıyı terk ederek Allah’a iyi kul olmaya gayret ederler. Veya bu İslâm’a aykırı gidişat onları çok kötü bir sonuca götürecektir. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

Artık kim azgınlık edip, kâfir olmuş, (âhiret üzerine) dünya hayatını (İslâm’a aykırı yaşam tarzını tercih etmişse) muhakkak onun varacağı yer cehennemdir.” 456

Kim İslâm’dan başka bir din (yaşam tarzı) ararsa (kabul ederse) ondan kabul olunmaz, o âhirette de zarara uğrayanlardandır.” 457

İslâm’ın Hükümleri

İnsanların dünya ve âhiret saâdet ve mutluluğu için İslâm dininin ihtiva ettiği hükümler, başlıca şu dört kısma ayrılır:



1. İtikada ait hükümler,

2. Helâl, haram, mubah ile mekruha ait hükümler,

3. Ahlâka ait hükümler,

4. İbâdetlere, muâmelelere, muamelâta ait hükümler. 458

Muâmeleler, insanın iş ve pratiğe yönelik amelleridir. İslâm’da fiilî ibadet hükümleri dışında kalan ve insanların birbiriyle veya ferdin toplumla yahut da toplumların birbirleriyle olan hukukî, idarî, malî, iktisadî ve beşerî münasebetlerini düzenleyen hükümleri ifade eden bir fıkıh terimidir. 459

Muamelâtla ilgili konular, İslâm hukuku kitaplarında, fıkıh kitaplarında detaylı bir şekilde yer almaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslâm, insanın tüm yaşantısına düzen getiren, dünya ve âhirette huzurlu ve mutlu olabilmesi için gereken hükümleri getirmiş ve bunun yolunu göstermiştir.

Birçok kimse, İslâm dinini yalnızca inanç, ibâdet, ahlâk ile olan münasebetlerinin düzenlenmesine önem veren dinî bir dâvet olduğunu; bunun ötesinde hayat olayları ile alâkalı bir nizamın, devlet ve idare sistemlerinin bulunmadığını sanırlar veya kasıtlı olarak bunu savunurlar. Böyle bir iddia İslâm nizamının reddettiği ve aksini ortaya koyduğu mesnetsiz bir görüşten başka bir şey değildir.

İslâm hukukunun özelliklerinden biri genelliktir. Hayatta hiçbir şey yoktur ki, İslâm hukukunda hüküm altına alınmamış olsun. Bu sebeplerle hükümlerinde ahlâk ve inanç kurallarının yanında fert ya da toplum olarak, fertlerin birbirleriyle münasebetlerini düzenleyen, geniş anlamıyla muâmelât 460 kurallarını bulmamız oldukça mümkündür. 461

İslâm’ın Kaynakları

İslâm dininin dünya ve âhirete ilişkin tüm hükümlerinin kaynağı dört tanedir.



Kitap: Allah Teâlâ’nın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerimdir.

Sünnet: Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sözleri, yaptığı işler ve yapılmasına müsaade ettiği işlerdir ki, müsaade ettiğini sükût ederek belli etmişlerdir.

İcmâ-i Ümmet: Aynı asırda yaşayan müctehidlerin dinî meselelerde görüş birliğine varmalarıdır.

Kıyas-ı Fukahâ: Müctehid olan zâtın bir meseledeki hükmü, diğer meseledeki hükme benzeterek hüküm çıkarmasıdır. 462

İslâm Dininin Özellikleri



1. Allah İnancı: Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur.

2. Peygamber İnancı: Bütün peygamberler Allah’ın elçisidir. Hz. Muhammed (s.a.s.) son peygamberdir ve bütün insanlığa gönderilmiştir.

3. Kitap İnancı: Allah’ın gönderdiği kitaplar gerçektir. Kur’ân-ı Kerim, son ilâhî kitaptır, bozulmamıştır.

4. Evrensellik: İslâm dini evrenseldir ve kıyamete kadar geçerlidir.

5. Akıl: İslâm dini, akla ve mantığa hitap eder.

6. İtidal: İslâm dini, orta yol dinidir ve her türlü aşırılığa karşıdır.

7. Dünya-Âhiret: İslâm dini, dünya ve âhiret işlerinin beraberce yürütülmesini emreder.

8. Üstünlük: İslâm dinine göre insanlar arasında soy, sop, makam, mevki gibi şeyler, üstünlük nedeni değildir.

9. Güvenlik: İslâm dinine göre; insanların mal, can ve namusları güvence altındadır.

10. Temizlik: İslâm dini, maddî ve mânevî temizliği emreder.

11. Adâlet: İslâm dini, sosyal adâleti ve adâletin ayakta tutulmasını emreder.

12. İlim: İslâm dini faydalı olan her şeyi öğrenmeyi ve öğretmeyi emreder. 463

İslâm dininin bu özellikleri ve hükümleri, insanları dünya ve âhiret saâdetine, mutluluğuna kavuşturur. Fakat bazı kişiler: “din ayrı, dünya işleri ayrı; din ayrı, insanların istediği gibi yaşama tarzı ayrı, insanların yaşam tarzını din belirlemez, karışmaz” diyorlar. Bunların ya İslâm dininden haberleri yok, bilmiyorlar veyahut kabul etmek istemediklerinden dolayı karşı çıkıyorlar. Eğer İslâm’ın muâmelât yönünü bilmiyorlarsa öğrenilmesi kolaydır; ya fıkıh kitaplarından ya da bu konuları iyi bilen hocalardan öğrenmek mümkündür. Fakat bu hükümler var, ama ‘ben kabul etmiyorum’ derse işte o zaman durum değişir; müslüman olduğunu söylüyorsa da bir şey ifade etmez, mürted olmuş, dinden çıkmış, müslümanlıkla alâkası kesilmiş olur. Bazıları da şöyle diyorlar: “İslâm’a inanıyoruz; namaz, oruç, hac, zekât tamam da, diğer sosyal meseleleri kafamıza göre, yapsak ne olur?” Veya “İslâm’ın bazı yönlerini kabul etmesek ne çıkar?” Bu şekilde düşünenler dinden çıkar. İşte Rabbimizin beyanı: “Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı (red mi) ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası, ancak dünya hayatında rezil olmaktır, âhiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar.” 464

İslâm bir bütündür, bir kısmını kabul edip, bir kısmını kabul etmemek mümkün değildir. İslâm, pazarlık dini değil, teslim olma dinidir. Müslüman, İslâm’a teslim olmuş kişiye denir. Mü’min, müslüman olarak yaşamak isteniyorsa yapılacak şey, İslâm’ın kabul ettiğini kabul etmek, reddettiğini reddetmek, İslâm’a tâbi olmak, teslim olmaktır. “Şu hususu kabul ediyorum, bu hususu kabul etmiyorum.” demeye hakkı yoktur. İslâm’ın hükümlerine, emir ve yasaklarına karşı çıkarak “bu zamanda bu çağda, yirmi birinci yüzyılda böyle hüküm, böyle emir, böyle yasak olur mu?” diyen kişi, İslâm’a teslim olmamış demektir. Bir örnek vermek gerekirse, nasıl ki askere giden kişi, asker ocağına teslim odlumu, oranın kurallarına göre hareket etmesi gerekir. Oranın kuralları ne ise ona uymak zorundadır. Oraya teslim olduğu halde kurallarına uymazsa, gereken ceza ne ise onu görür. Meselâ, sabah kalkma saati altıda; fakat “ben onda kalkarım” veya nöbet saati gece üçte, birileri çıkıp da “yok, ben gündüz üçte tutarım veya hiç tutmam, verilen görevi ben yapmam, canımın istediği gibi hareket ederim, kurallara uymam!” derse cezası ne ise, onu görür. Hiç askere gitmeyip teslim olmayan kişi de “niye teslim olmadın?” diye hesaba çekilir. Ona da, verilecek ceza verilir. Bir de oraya teslim olduğu halde yukarıda değindiğimiz gibi “kafama göre, keyfime göre, çağa göre, şunu kabul ederim, şunu kabul etmem, şunu yaparım, bunu yapmam” deme hakkı ve selâhiyeti yoktur. Oranın belli başlı kuralları vardır, herkes o kurallara uymak zorundadır. Keyfîlik yoktur, kim o kurallara uyar, gereğini yaparsa, zamanı gelince kurallara uyduğu için tezkeresini verirler. O da evine sevine sevine gider. Aksi halde verilen görev yerine getirilmezse ceza görür, askerliği uzar, zor duruma düşer. Askere gidenler bunu bildiği için oranın kuralları zor gelse de ceza görmemek için katlanıyorlar, sabrediyorlar. Bu böyle olduğuna göre, İslâm’ın belli başlı kuralları, prensipleri var. Her kim “ben müslümanım” diyorsa, bu söz “İslâm’a teslim oldum” anlamındadır. İslâm’a teslim olduktan sonra, yukarıda örnek verdiğimiz gibi, “bana göre, şuna göre, çağa göre şöyle olsun, böyle olsun” deme hakkı ve yetkisi yoktur. Ya teslim olduğu İslâm’ın kurallarına uyar, dünya ve âhirette huzur, mutluluk bulur, ya da hevâ ve hevesine tâbi olur, hak yoldan ayrılıp bâtıl bir yaşam biçimini tercih edip onun devamından yana olursa kendisine yazık edenlerden olur. 465

“Din nasihattir.” 466

“Dünyada en esaslı terbiye cemiyet için, dindir.”467

“Din, hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhyâ-yı din ile olur, şu milletin ihyâsı.” 468

”Dinin, imanın için bir gayret göstermezsen bir gayret,

“Bâtıl gelip, her şeyi, alt-üst edecek elbet.”469

“Din ve ahlâk duygularının zayıflaması, zekânın zayıf olması kadar zararlıdır.” 470

“Din insanlık tarihine hâkim olan ve toplumları ayakta tutan en büyük kuvvettir.” 471

“Din; doğru inanç, riyâsız ibâdet ve yüksek ahlâk demektir.”

“Vücudunuzu (sıhhatinizi) koruduğunuz gibi, dininizi de korumalısınız.”

“Dinsiz bir toplum, pusulasız gemiye benzer.”472

“İslâm: Hak ve hakikat imanı, saâdet ve selâmet ilmi, cemiyet, hukuk, iktisat, ahlâk nizamı, sanat düzeni, huzur ve beka duygusudur.” 473

“İslâm dini, her bir üzüntü için bin teselli bulan kara gün dostudur. Sakın ümitsizliğe düşme” 474

“İnsanlık için; ahlâkî kemâlin ve kurtuluşun tek yolu, İslâm’dan ibarettir. Gayrisi çıkmaz sokak.

“İslâm’ın bütün emirleri, insanların yararına, bütün yasakları ise insanların zararınadır.”

“Yol arama yorulursun, İslâm’la mutlu olursun.”

“İslâm’ı önce kendimiz yaşamalı, sonra başkalarını dâvet etmeliyiz.” 475

“İslâm dini, dünya ve âhiretin huzur ve mutluluk yolunu gösterir. Bu yoldan gidilirse bu gerçekleşir. İslâm’ın dışındaki bâtıl dinler ve düşünceler, bu huzur ve mutluluğu asla gerçekleştiremezler. 476




Yüklə 2,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin