İnsan haklari derneğİ



Yüklə 54,63 Kb.
tarix17.08.2018
ölçüsü54,63 Kb.
#71826

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA,

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNAN: İnsan Hakları Derneği adına Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Türkdoğan Adres: Necatibey Cad. 82/11 Kızılay Ankara
D, KONUSU: Milli Güvenlik Konseyi adı altında 12 Eylül 1980'de ülke yönetimine el koyan ve 24 Kasım 1983 yılına kadar bu statüsünü sürdüren askeri cunta yöneti­minin hayatta kalan üyeleri, Kenan Evren, Nejat Tümer ve Tahsin Şahinkaya'nın iş­lediği

(A) Nürnberg Şartı ile kabul edilmiş ve tüm devletlerin kendi kanunlarında yer al­masa dahi suçun oluşumu halinde takip etmek zorunda oldukları uluslararası hu­kukun buyruk kuralı niteliğine sahip insanlığa karşı suçlar B) 765 sayılı Ceza Kanunu'nun 146,147., 153., 174., 179., 180., 181. maddeleri.) insanlığa karşı suçlar ve resen takdir edilecek suçlar nedeniyle haklarında Başsav­cılık tarafından ceza dava açılması ve haklarında gerekli önlemlerin alınması iste­midir.


AÇIKLAMALAR

BİRİNCİ KISIM: SUÇLARLA İLGİLİ BİLGİLER
12 Eylül 1980 askeri darbesi sonucunda kurulan cunta yönetimi tüm devlet yetki­lerini Milli Güvenlik Konseyi'nde toplamıştı. Dolayısıyla 12 Eylül 1980 ile 24 Kasım 1983 tarihleri arasında idari yetkiler kullanılarak gerçekleştirilen tüm suçların bi­rincil sorumluları İdari makamları emir ve kararlan ile bizzat yönlendiren ya da bu makamlarda bulunan kişilerin fiillerine göz yuman Milli Güvenlik Konseyi üyeleri­dir.
Bu dönem içinde,

•650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,

• 1 milyon 683 bin kişi, komünist, alevi, kürt, dinci, şeriatçı denilerek fişlendi, •Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yargılandı, •7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi,

• 124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,

• Haklarında idam cezası verilenlerden 49'u asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu),

• İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi,

• 71.500 kişi Türk Ceza Kanunu'nun 141,142 ve 163. maddelerinden yargılandı, •98.404 kişi "örgüt üyesi olmak" suçlamalarından yargılandı,

• 388 bin kişiye pasaport verilmedi,

• 30 bin kişi "sakıncalı" olduğu için işten atıldı,

• 18.525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,

• 14 bin kişi "yurttaşlık"tan çıkarıldı,

• 30 bin kişi "mülteci" olarak yurtdışına gitti, •366 kişi "kuşkulu bir şekilde" öldü, •Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,

• 171 kişinin "işkenceden öldüğü" belgelendi,

• 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,

• 14 kişi açlık grevinde öldü,

• 16 kişi "kaçarken" vuruldu, •95 kişi "çatışmada" öldü,

• 73 kişiye "doğal ölüm raporu" verildi, •43 kişinin "intihar ettiği" bildirildi,

•937 film "sakıncalı" bulunduğu için yasaklandı, •23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,

•Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.

• 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,

•400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi, •Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,

• 31 gazeteci cezaevine girdi,

• 300 gazeteci saldırıya uğradı,

• 3 gazeteci silahla öldürüldü, •Gazeteler 300 gün yayın yapamadı,

• 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, •39 ton gazete ve dergi imha edildi,

•Yüzbinlerce yayma el konuldu ve imha edildi. Sadece Bilim ve Sosyalizm yayınlarına ait 113.607 kitap yakıldı. Yayınevi sahipleri gözatına alındı, tutuklandı, işkence gördü. İlhan Erdost işkence yapılarak öldürüldü. Bu suçlardan önemli bir kısmı insanlığa karşı suçlar kategorisindedir.



A- İnsanlığa karşı suçlar

a- Genel Olarak

İnsanlığa karşı suçlar ilk kez İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nürnberg Mahkemesi'ni kuran Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi Şartı ile tanımlanmıştır. Şartın 6. Maddesinde yer verilen bu tanıma göre, insanlığa karşı suçlar, cinayet, yoketme, köleleştirme, sınırdışı etme ve sivil nüfusa karşı girişilen diğer insanlıkdışı eylemler ile siyasi, herhangi bir suçla bağlantılı olarak ırksal veya dini nedenlerle takibat yapılmasıdır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1946 yılında aldığı bir kararla Nürnberg Şartı'nın ilkelerini oybirliği ile onaylamıştır (Birleşmiş Millet Genel Kurulu Kararı 95/1,11 Aralık 1946). Birleşmiş Milletler'in kurucu üyesi olan Türkiye de bu karara katılan üye devletler arasındadır.

İnsanlığa karşı suçlar 1998 yılında Kabul edilen Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni Kuran Roma Statüsü'nün 7. Maddesinde de tanımlanmıştır. Bu tanımda, cinayet, yoketme, köleleştirme, nüfusun sınır dışı edilmesi ya da zorla nakledilmesi, hukuka aykırı bir şekilde hapsetme ya da özgürlükten mahrum bırakma, işkence, tecavüz, cinsel kölelik, zorla fahişeliğe zorlama, zorla hamile bırakma, zorla kısırlaştırma, cinsel şiddet kullanma, zulmetme, kişilerin ortadan zorla kaybedilmesi, ırk ayrımcılığı, diğer insanlık dışı suçlar .insanlığa karşı suçlar olarak nitelendirilmektedir. Türkiye'de ceza kanunları 26 Eylül 2004 tarihinde kabul edilen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girinceye kadar insanlığa karşı suçlar kategorisine yer ver­memiştir. Halen yürürlükte olan 5237 sayılı Ceza Kanunu ise İnsanlığa Karşı Suçlar başlığını taşıyan 77. maddesinde aşağıdaki kurallara yer vermiştir:

(1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plân doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:
a) Kasten öldürme.

b) Kasten yaralama.

c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.

d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.

e) Bilimsel deneylere tâbi kılma.

f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı.

g) Zorla hamile bırakma.

h) Zorla fuhşa sevketme.

(2) Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştı­rılmış müebbet hapis cezasına; diğer bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi ha­linde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Ancak, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.

b- Milli Güvenlik Konseyi üyeleri tarafından işlenen suçlar

1- Öldürme İdam cezaları

Milli Güvenlik Konseyi dönemi boyunca hakkında idam cezası verilen kişiler Ek-l'de verilmiştir. Bu kişiler doğal yargıç ilkesi çiğnenerek kurulan askeri mahkemelerde, sanıklara yönelik uluslararası ve ulusal güvenceler çiğnenerek, sanıkların en temel haklan ihlal edilerek idam cezasına mahkum edilmişler ve bu cezaları infaz edil­miştir.

Bu listede yer alanlardan bazılarına ilişkin kısa bilgiler aşağıda verilmiştir: Necdet Adalı: Adalı 1977 yılında Ankara'da Yıldırım Beyazıt Lisesi'nde öğrenciy­ken Ankara İsmetpaşa'da bir kahvehanenin taranması olayıyla ilgili olarak tutuk­landı ve yargılandı. Ulucanlar Cezaevi'nde tutuklu bulundu. Bu sırada gerçekleştirilen bir firar eylemine "nasıl olsa suçsuzluğunun anlaşılacağını" ileri sü­rerek katılmadı.

Kendisini yargılayan mahkeme başkanı Albay Hamdi Sevinç'in Adalı'nın suçsuz olduğunu ileri sürmesine karşın, mahkeme heyeti tarafından suçlu bulundu. Karara şerh koyan Sevinç bu tutumu nedeniyle ceza aldı ve daha sonra ordudan istifa etti. Mustafa Pehlivanoğlu: 7 Ekim 1980 tarihinde idamı onaylanan Mustafa Pehliva­noğlu, 7 Ekim'i 8 Ekim'e bağlayan gece yarısından sonra, Necdet Adalı' dan birkaç saat sonra, Mamak Cezaevi'nde idam edildi. Pehlivanoğlu, Ankara Karşıyaka Mezarlığı'na gömüldü. Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin iş­kence zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu iddia etti. İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hâkimi Ali Fahir Kayacan daha sonra anlattığı anıla­rında, Mustafa Pehlivanoğlu'nun asılan solcu Necdet Adalı' ya denge olsun diye idam

edildiğini belirtti. Ailesi idamı ancak infazdan 3 gün sonra çocuklarını ziyarete geldiklerinde öğrenebildi.

Erdal Eren: Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a, "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında ol­masına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söy­ledi. Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi. Serdar Soyergin: 14 Eylül 1980 günü bir çatışmada yaralı olarak gözaltına alındı ve bir yüzbaşıyı öldürmekle suçlandı. Beş gün içinde duruşması yapıldı, 40 gün içinde de 25 Ekim 1980'de de idam edildi. Ancak ölene kadar yüzbaşıyı öldürmediğini hay­kırdı. Onu kimse dinlemedi ve 22 yaşında Adana Kapalı Cezaevi'nde asıldı.

b- İşkence sonucu ölenler, kayıplar, faili meçhuller

12 Eylül 1980 ile 24 Kasım 1983 tarihleri arasında çok sayıda kişi kamu gücü kullanmakla yetkilendirilmiş kişiler tarafından öldürülmüştür. Bu ölümlere ilişkin iki adet liste Ek-2 ve Ek-3'de verilmiştir. Çok sayıda uluslararası ve ulusal resmi ve sivil toplum kuruluşunun elinde söz konusu dönemde öldürülenlerle ilgili belge ve bil­giler mevcuttur.

c- İşkence uygulamaları

Gazeteci Oğuz Güven'in 78 kuşağını anlattığı "Zordur Zorda Gülmek" adlı kitabında 12 Eylül dönemindeki işkence yöntemleri anlatılmaktadır. Kitap Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan işkence yöntemlerini de tüm ayrıntılarıyla gözler önüne sermektedir. Diyarbakır Cezaevi Gerçeğiyle Yüzleşme Araştırma ve Adalet Komisyonu raporundan akıllara durgunluk veren bu işkence yöntemleri aşağıda sıralanmıştır:


FALAKA: Yaygın ve sürekli uygulandı. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnak­ları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı. KÖPEK SALDIRTMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.
ZİNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağla­nır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zin­cire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.
GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven kenarlığına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanıp kapı kapatılır, tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öyle kalırdı. Koşuşturulur, zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşerdi.
AYAKTAN ASMA/TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı. Gardiyan "tepe ol" komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın on kıtası okutulurdu. KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlardı. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarıldıktan sonra, gardiyanın "yıkıl" komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır ve böylece tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme ve çıkık olurdu.
RANZA ALTI: Gardiyanlar ellerinde kalaslarla koğuşa girip, "ranza altı ol" komutunu verince, koğuşta bulunan tutukluların hepsi ranzaların altına girerdi. Herhangi bir yerlerinin açıkta kalmaması gerekiyordu. Ranzaların altına tüm tutuklular sığma­dığı için kiminin eli, kiminin kolu dışarıda kaldığından, gardiyanlar ellerindeki ka­laslarla tutukluların dışarıda kalan kısımlarına vurmaya başlardı. KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde di­zilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.
KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir, her tutuklu önündeki tutuklu­nun sırtına bindirilir, bacakları, altındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenirdi. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlar ve bu işlem tutuklular ayakta duramayacak duruma gelene kadar sürerdi. SEHPA: Tutuklu gece koğuştan alınıp, koğuş koridorunda gardiyan ve subaylardan mizansen olarak oluşturulan bir mahkemede sorgulanırdı. Mahkeme, tutukluyu idam cezasına çarptırır, ikinci katın merdiven kenarlığına bir ip geçirilip, ipin ucuna tutuklunun boyun kemiğini kırmayacak düzeyde kalın bezden bir ilmik takılır, tu­tuklunun boynu bu ilmiğe geçirilir ve temsili infaz gerçekleştirilirdi. Tutuklu tam boğulacağı sırada ip açılırdı.
COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.

ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılırdı. Gardiyan ipin diğer ucunu alıp hızla koşar, tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşin­den koşar.


LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluştu­rulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.
KİTAP OKUMA: Koğuşta bir tutuklunun eline kitap verilir, tutukluya avazı çıktığı kadar yüksek sesle tek tek sözcükler okutulurken, diğer tutuklular bu sözcükleri tekrarlarlardı. Sabahtan akşama kadar yapılan bu işlem sırasında, tutuklular ayakta durmak zorundaydı.
MARŞ SÖYLETME: Cezaevinde bulunan herkes elliyi aşkın marşı ezberlemek zorundaydı. Bu marşlar tutukluların ses telleri tahriş oluncaya kadar söyletilirdi.
ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilirdi. Gardiyanın "öl" komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülürdü. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanırdı.
SİGARA İÇİRME: Bunun çok çeşitli yöntemleri vardı. En çok uygulananları şunlardı: Koğuşta kalan tutukluların eline beş adet sigara verilir, sigaraların tümü yakılarak devamlı ağzında tutulurdu. Gardiyanın "çek-bırak" komutuyla sigaralar bitinceye kadar içirilir, sigaralar filtreleri dahil tutuklulara yedirilirdi. Bu sırada koğuş pen­cereleri kapatılır, havasızlık ve dumanla boğulma ortamı yaratılırdı.

BANYO: Tutuklular çırılçıplak soyundurulur ve tek sıra halinde banyoya götürülürdü. Banyoda sabun kullanılmazdı. Hortumla tazyikli su tutukluların üzerine fışkırtılırdı. Daha sonra tutuklular koridora çıkarılır, "Yat-sürün" komutuyla tutuklular yerlerde süründürülerek koğuşlarına götürülürdü.


SAYIM DÜZENİ: Tutuklular günde en az beş kez sayılırdı. Her sayımdan önce, tutuklular sayım düzenine geçer, sayım talimi yaptırılır, yüksek sesle tekmil verilir, rahat-hazır ol ile, çöker kalkarlardı.
GECE NÖBETİ: Geceleri her koğuşta mevcuda göre 2-7 kişiye kadar tutukluya sırayla nöbet tutturulurdu. Nöbet sırasında devriye gezen gardiyanlar, koğuşun mazgal deli­ğini açar, nöbetçi tutuklunun mazgaldan dışarı elini uzatmasını ister, tutuklunun elle­rine cop veya kalasla istediği kadar vururdu.
LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır, İki kişi çırılçıplak soyundurulur, bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu ku­caklardı. Gardiyanın "uygun adım marş" demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar, diğer tutuklular zorunlu olarak bunları izlerdi.
PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardı. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanırdı. Tutuklulara bu çukurdan avuç avuç pis­lik alıp yemeleri istenirdi.
İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir, diğer tutuklulara, yerde yatan tutuklunun yüzüne işemesi istenirdi..
TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altla­rında zorla tecavüz ederlerdi. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbir­lerine tecavüz etmeleri istenirdi.
HASTANE: Hastanede de cezaevindeki kurallar geçerliydi. Hasta, tuvalete götürülmez, yatakta da hazır ol vaziyetinde yatardı.

VEREM: Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılırlardı. Veremlilerin bal­gamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanır, karavanadaki yemeklere karıştırılır ve bu yemekler tüm tutuklulara yedirilirdi.


AYAKTA BEKLETME: Bu yöntem cezaevinde her gün geçerliydi. Sabah saat 05'den akşam 17-19'a kadar tutukluların oturması yasaktı.
KONUŞMA YASAĞI: Koğuş içindeki iki kişinin birbiriyle konuşması, tutuklunun gül­mesi ve düşünür gibi görünmesi yasaktı. Böyle bir suçu işleyen tutuklulara yukarı­daki işkence yöntemleri uygulanırdı.
GECE BASKINI: Nöbetçi subay ve gardiyanlar, gece geç saatte tutukluların koğuşuna girerek, uyku sırasında tutuklulara cop veya kalaslarla dayak atarlardı.
AVUKAT-ZİYARET DAYAĞI: Avukat görüşmesine ve diğer görüşmelere gidip gelir­ken tutuklulara dayak atılırdı. Görüşlerde hiçbir şey konuşulmaması tembih edilirdi. Tutuklular avukatlarıyla savunma konusunda görüş alışverişinde bulunamazlardı.
MAHKEME DAYAĞI: Tutuklular mahkemeye götürülürken cenaze arabasına bindirilirlerdi. Elleri arkadan kelepçeli olurdu. Cenaze arabasına binerken ve çıkarken gardiyanlar tarafından dövülürlerdi.

Bu olayları bizzat yaşamış mağdur ve tanıkların da önemli bir kısmı hayattadır. Ek- 3'de mağdur tanıklıklarından verilen tek örnek dahi işlenen insanlığa karşı suçların boyutlarını göstermek bakımından çarpıcıdır.


d- Cinsel tecavüz ve taciz

Gerek kadınlara gerek erkeklere yönelik cinsel tecavüzler tanıklıklarla belgelenebi­lir. Kadın örgütü Uçan Süpürge, "Darbeciler yargılansın, işkenceciler ve tecavüzcü­lerden hesap sorulsun" talebiyle başlattığı saç kesme eyleminin 1-14 Ekim 2009 tarihleri arasında Garajistanbul'da açılan sergide gündeme getirmiştir.

e- Yaralamalar

Dönem boyunca gözaltına alınan, tutuklanan ya da mahkum edilenlerin tamamına yakını işkence sonucu yaralanmıştır.


f- Vatandaşlıktan çıkarma

Dönem boyunca 14.000 kişi vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Prof. Dr. Mithat Sancar'ın da belirttiği gibi "Yurttaş açık suç oluşturan eylemler dışında devleti, rejimi, yöneti­cileri veya tek tek eylem ve işlemleri eleştirme, benimsememe hakkına sahiptir. Bun­lar, yurttaşlıktan çıkartma hakkını vermez". 12 Eylül döneminde olduğu gibi, bu kurallara uyulmaması insan hakları ihlalidir ve insanlığa karşı suçtur.

g- Zulüm örnekleri

Dönem boyunca siyasi ya da dini görüşleri veya etnik kökenleri nedeniyle binlerce kişiye zulüm yapılmıştır:

Zulüm sayılabilecek fiiler arasında aşağıdakiler yer almaktadır: •650 bin kişi nedensiz gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde özgür­lüklerinden mahrum bırakıldı

•Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yargılandı, önemli

bir kısmı beraat etti.

•388 bin kişiye pasaport verilmedi,

•30 bin kişi "sakıncalı" olduğu için işten atıldı,

• 30 bin kişi "mülteci" olarak yurtdışına gitti, •937 film "sakıncalı" bulunduğu için yasaklandı,

• 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,

•Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.

• 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,

•Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

B) 765 sayılı Ceza Kanunu'nun 146, 147., 153., 174., 179., 180., 181. maddelerinin ihlali ve resen tespit edilecek diğer suçlar

FAİLLERE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLMESİ GEREKEN İŞLEMLERE İLİŞKİN AÇIKLAMALAR

A- Anayasal dokunulmazlık

1980-1983 arasında işlenen ve yukarıda dökümü yapılan suçlara karşı birincil so­rumluluğu bulunan yukarıda ad ve soyadları yazılı kişilere karşı günümüze kadar tek bir işlem dışında herhangi bir savcılık işlemi yapılmamıştır.

Bu durumun temel nedeni 1982 Anayasası'nın Geçici 15. maddesinde yer alan ve anılan kişiler için kabul edilmiş olan dokunulmazlıklardır. 1982 Anayasası'nın geçici 15. Maddesinde yer veı ilen kurala göre, 12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Mil­let Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla Kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumlu­luk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurula­maz.

Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.

Anılan kural 7 Mayıs 2010 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen ve 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referendum ile kabul edilen 5982 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" ile anayasa metininden çıkarılmıştır

Böylece, ilgili kişilere karşı ceza kovuşturmasının başlatılması önündeki anayasal engel ortadan kaldırılmış olmaktadır. Uluslararası hukuk insanlığa karşı suçlar kategorisi söz konusu olduğunda sanıkların sorumsuzluk ya da dokunulmazlıklara dayanarak süreçleri durduramayacaklarını öngörmektedir. Bununla birlikte Türkiye'nin pozitif hukuk sistemi içinde uluslararası hukuk kuralları anayasa üstü bir konuma sahip olmadıklarından ve dokunulmazlığın bir anayasal hüküm ile oluş­turulması nedenleriyle, günümüze kadar yargı yolu kapalı kalmıştır. Geçici 15. Madde artık kaldırıldığına göre anılan kişilerin yargılanabilmesini önle­yecek herhangi bir engel kalmamıştır.

B- Zamanaşımı sorunu

Yukarıda adı geçen suçların işleniş tarihlerinden itibaren en az 27 en çok 30 yıl geçmiş olması son zamanlarda zamanaşımına ilişkin kimi yanlış görüşlerin ortaya çık­masına neden olmuştur. Oysa çeşitli nedenlerle bu görüşlere dayanma olanağı bulunmamaktadır:

1- Türkiye'nin de uyması gereken bağlayıcı nitelikteki uluslararası hukuk kuralları insanlığa karşı suçların nerede ve ne zaman işlenirlerse işlensinler takip edilmele­rini öngörmektedir. Uluslararası Adalet Divanı, Barcelona, Traction, Light and Power Company Ltd. Davası nedeniyle vermiş olduğu kararda uluslararası hukuk tarafın­dan suç sayılan fiillerin tüm devletler bakımından uyulması zorunlu kurallar arasında yer aldığına ve bu kurallara uymanın devletlerin hukuki çıkarlarının bir ge­reği olduğuna karar vermiştir (1JC, 1972 Report, sayfa 32). Yukarıda değinildiği gibi 1946 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu almış olduğu bir kararla insanlığa karşı suçlara ilişkin Nünberg Şartı'ndaki ilkelerin benimsendiğine yönelik bir kararı oybirliği ile almıştır. Birleşmiş Milletler 1973 yılında almış olduğu, "Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçları İşleyen Kişilerin Cezalandırılması, Sınır dışı Edilmesi, Tutuk­lanması ve Belirlenlenmesinde Uluslararası İşbirliği İlkeleri" başlığını taşıyan bir başka kararla da bu suçların nerede ve ne zaman işlendiğine bakılmaksızın devlet­ler tarafından takip edilmelerini hükme bağlamıştır.

Uluslararası hukuktan kaynaklanan bu hükümler karşısında fiillerin işlendiği 1980- 1983 yılları arasında ceza kanunlarında insanlığa karşı suçların zamanaşımına uğramayacağına ilişkin bir ulusal mevzuat hükmünün bulunmaması bu suçların zamanaşımı kurallarına tabi olacağı anlamına gelmez. Türkiye'deki yetkili makam­lar uymakla yükümlü bulunduğu uluslararası hukuk kuralları nedeniyle insanlığa karşı suçları zamanaşımı olmaksızın takip etmek zorundadırlar.

2- Zaman aşımı süreleri hiç işlememiştir

Anayasanın Geçici 15. maddesi madde kapsamında yer alan kişilere milletvekille­rine tanınma benzer şekilde özel nitelikli bir dokunulmazlık getirmiştir. Bu doku­nulmazlık hükmü Anayasanın Geçici 15. maddesinin öngördüğü tarih olan 24 Kasım 1983 tarihinden itibaren tüm zamanaşımı sürelerinin işlemesini durdurmuştur. 12 Eylül 1980 ile 24 Kasım 1983 tarihleri arasında ise zamanaşımı sürelerinin işlemesi önünde hukuki ve fiili engeller mevcuttur.

1983 yılından günümüze kadar uygulanması gereken ceza hukuku kuralları eski Ceza Kanunu'nun 107. maddesi ile Yeni Ceza Kanunu'nun 67. maddesidir. 765 sayılı Ceza Kanunu'nun 107. maddesi:

"Hukuk amme davasının ikamesi mezuniyet veya karar alınmasına, yahut diğer bir mercide halli lazım gelen bir meselenin neticesine bağlı bulunduğu takdirde, me­zuniyet ve kararın alınmasına, yahut meselenin halline kadar mürüruzaman durur." Yeni Ceza Kanunu'nun da, 67. maddesi:

"Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde, izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne kadar dava zamanaşımı durur." Bu maddeler ve yukarıdaki izahatlar ışığında söz konusu fiillerden dolayı dava ve ceza zamanaşımı süreleri günümüze kadar hiç işlememiştir. 13 Eylül 2010 tarihi bu zama­naşımı sürelerinin işlemeye başlayacağı ilk gündür.

3- Mahkemelerin daha önce açılmış idari davalarda zamanaşımını dikkate almamış olmaları

İdare mahkemeleri ve Danıştay 1402 sayılı yasa ile memuriyetlerine son verilenle­rin görevlerine dönmek üzere açtıkları davalarda "hukuk devleti" mülâhazaların­dan hareketle zamanaşırruyla ilgili kısıtlamaları uygulamamalardır. Sıkıyönetim Kanunu'nun açık hükmüne rağmen "1402'likler"in göreve dönüş yolunu açan ka­rarlar vermeleri bu şekilde mümkün olmuştur.

C- Suçların geriye yürümezliği ilkesi

Türkiye'de insanlığa karşı suçlar 2004 yılında Kabul edilen yeni Ceza Kanunu yürürlüğe girinceye kadar kanuni bir düzenlemeye kavuşturulmamıştır. Ceza hukukunun

genel ilkelerinden biri suç ve cezaların geriye yürümezliği ilkesidir. Bu ilke çerçevesinde bir suç ve ceza getiren kanun hükmü ancak kanun yürürlüğe girdikten sonra geleceğe yönelik olarak uygulanabilir.

Bu genel kural iki nedenle hakkında suç duyurusunda bulunan kişiler için uygu­lanma olanağından yoksundur.

1- Türkiye'nin uluslararası yükümlülükleri

Türkiye 1946 ve 1973 yıllarında Kabul edilen ve yukarıda zikredilen bağlayıcı nitelikteki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararları nedeniyle insanlığa karşı suçları 1946 yı­lından beri bir çatı suç kategorisi olarak kabul etmiştir.

2- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi insanlığa karşı suçlar bakımından suç ve ceza kanunlarının geriye yürütülmesine olanak tanımaktadır.

Türkiye'nin 12 Eylül 1980 öncesinden beri tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Cezaların Yasallığı başlığını taşıyan 7. Maddesine göre,

1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

2. Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkele­rine göre suç sayılan bir fiil veya ihmal ile suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.

Maddenin 2. Fıkra hükmünün de açıkça işaret ettiği gibi yürürlükte bulunan Ceza Kanunu'nun 77. Maddesinde yer verilen insanlığa karşı suçlar ve bu suçlar için öngörülen cezaları geriye yürür şekilde uygulaması mümkündür. 1973 yılında kabul edilen bağlayıcı uluslararası hukuk kuralı gereği bu aynı zamanda hukuki bir yükümlülüktür.

3- AİHS'in 13. maddesine göre bugüne kadar etkili bir hukuk yoluna başvurulması olanağı yoktu. Bunun da gözetilerek, bu başvurumuzun etkili hukuk yolundan yararlandırılması sağlanmalıdır.

Sonuç olarak; 12 Eylül Referandumu ile kabul edilen Anayasa Değişikliği Kanunu ile hepimize utanç verici bir tarihi dönemi sorgulama şansı ortaya çıkmıştır. Bu şansın doğru değerlendirilmesi hukukun üstünlüğünün kesin olarak sağlanması yolunda atılmış önemli bir adım olacaktır. Bu görev başta savcılar olmak üzere yargı organlarına düşmektedir.



Geçici 15. maddenin kaldırılmasına rağmen anılan suçlarla ilgili bir takibatın yapı­lamaması durumunda konu uluslararası yargı organları ile Birleşmiş Milletler'in yet­kili organları tarafından ele alınacaktır. İnsanlığa karşı suçlardan dolayı cezasızlık uygulamaları gerçekleştiren bir ülkenin uluslararası camiada demokratik bir hukuk devleti olarak nitelendirilmesi son derece güçtür. Dünyadaki benzer örnekleri gibi Türkiye de bu suçların sorumluları hakkında uluslararası ve ulusal hukuk kuralları çerçevesinde gerekli işlemleri yapmak ve mağdur binlerce insanın acılarını bir nebze de olsa azaltmak zorundadır. Bu aynı zamanda bir insanlık görevidir. İSTEM SONUCU: Suç duyurusunda bulunduğumuz Kenan Evren, Nejat Tümer, Tah­sin Şahinkaya hakkında yukarıda belirtilen ve resen dikkate alınacak hususlar gö­zetilerek, haklarında kamu davası açılması ve gerekli tedbirlerin alınması için gereğini saygı ile arz ve talep ederim.13.09.2010

İnsan Hakları Derneği(İHD) Adına Genel Başkan Öztürk Türkdoğan
Yüklə 54,63 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin