Rusya - Nereden nereye?
Okay Deprem
İnsanlığın binlerce yılı bulan sınıflı toplum deneyimi ve bunun getirisi olan maddi, manevi ayrıcalılar ile bunların korunması ve elde edilmesi uğruna yapılan savaş dönemine yönelik ilk ciddi gedik, 1871’deki Paris Komünü deneyimi sayılmazsa, Rusya’daki 1917 Bolşevik Devrimi ile açılmıştı. Rusya çapında, sayıları milyonları bulan işçi, köylü ve askerler ile çeşitli kesimleriyle yoksul halk katmanları, Bolşevik Partisi’nin ideolojik-politik önderliğinde ve Sovyet’lerin örgütlülüğünde somutlaşan mücadeleleri sonucunda otokratik ve teokratik Çarlık düzenini yıkarak, tarihte ilk kez halk yığınlarının tabandan gelen inisiyatif ve mücadelelerine denk düşen; daha da önemlisi ilk kez olarak Marksizmin öngördüğü nihai sınıfsız, imtiyazsız ve özgür toplum modeline giden yolu örmeye aday olan bir toplumsal sistem kurmuşlardı. 1917 yılında kurulan yeni rejim, yoğun ve ağır bir iç savaş dönemini atlattıktan sonra, eski Rusya’nın kapsadığı topraklarda SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) resmen ilan edilmesi (1922) ile birlikte inşa sürecine girdi. Kısa süren NEP (Yeni Ekonomik Plan Dönemi) sonrasında girişilen ağır sanayi atılımı ve tarımda kollektifleştirme hareketi neticesinde, Sovyetler Birliği, ekonomik ve toplumsal-kültürel ölçütlerden en geri Avrupa ülkesi konumundan, çok uzun sayılmayacak bir süre sonunda, dünyanın ikinci ekonomik, askeri devi haline gelirken, bilimde, teknikte ve sanat dallarında da dünyada sayısız ilke imza atıp, eğitim ve kültürel yönden en yüksek standartlara ulaşmış bir toplum yaratabilecekti.
İkinci Paylaşım Savaşı sonrası, uluslararası tekelci kapitalizm tarafından Hitler faşizminin üzerine salınmasına izin verilen SSCB, 26 milyon ölü vermesi ve 20 yıl süresince nice fedakarlıklar pahasına kurduğu sanayiinin çoğunun harap olması pahasına 4 yıl süren savaşı kazanarak, rejimin ve onun timsalinde sosyalizmin dünyasal prestijini en yüksek noktaya yükseltmişti. Sovyetlerin uyguladığı ekonomik modelin başarısı, savaşın sona ermesi ile birlikte birçok Avrupa devletinin sosyal devlet (Refah devleti) ilkesini hayata geçirmek zorunda bırakırken, ideolojik-diplomatik ve askeri alandaki başarısı da, pek çok ülkede halk demokrasilerinin kurulmasını sağladığı gibi üçüncü dünya ülkelerinde yükselen ulusal bağımsızlık mücadelelerine de ilham kaynağı oluşturdu.
Ancak, Sovyetler ve Komünist hareket açısından tüm bu olumluluklar, çok geçmeden yerini tersi gelişmelere bırakmakta gecikmedi. Önce, savaştan neredeyse kayda değer bir yara almadan çıkan (300 bin ölü dışında) ABD’nin uyguladığı ekonomik ve askeri abluka ve kuşatma politik-stratejisi, ardından da, SSCBKP-B’nin 1956 yılındaki 20. Kongresi’nde Genel Sekreter Nikita Kruşçev’in sunduğu anti-Stalinist rapor ile birlikte başlayan tartışma ve gelişmeler, bugün pek çok burjuva siyaset ve tarih uzmanı tarafından da kabul edildiği gibi, Sovyetler için sonun başlangıcı oldu. Yine de ekonomi başta olmak üzere sosyal ve kültürel hayattaki gelişim ağır aksak 1960’lı ve bir nebze de 1970’li yıllarda sürdü. Nitekim ‘80’li yılların ortalarına gelindiğinde, tüm dünya gözlerini SSCB’de yaşanmaya başlanan ani ve umulmadık değişim-dönüşüm sürecine odaklayacaktı. Brejnev’den sonra partinin başına geçen Andropov ve Çernenko’nun pek kısa süren tecrübelerinden sonra, 1985 Martında genel sekreterlik görevine atanan Mihail Gorbaçov, önceki yönetimlerin kapitalist restorasyon uygulamalarına tuz biber eker bir şekilde, Perestroyka ve Glasnost adlarıyla anılan “ekonomide liberalizasyon” ve “Siyasette açıklık” politikasıyla, halen dünyanın ikinci süper gücü vasfını koruyan ülkeyi yıkıma ve dağılmaya sürükleyen sürecin startını verdi. Birkaç yıl geçmeden, büyük sükselerle reklamı yapılan yeni politikalar vaat edilenlerin tersi yönde sonuç verdi ve Sovyetler ve etkisindeki Doğu Bloku rejimleri için çözülme süreci başladı. 89 yılında Romanya ve Doğu Almanya’nın “düşmeleri“ne 90 yılı boyunca diğer Doğu Avrupa ülkeleri de katıldı. En sonu ise “en eski kale” SSCB, 91 yılındaki darbe girişimleri, Partide ve yönetim organlarında yapılan revizyonlar ile 91 sonuna doğru, beraberinde sayısız tartışma ve soru işareti ile birlikte tarihe karıştı. Son on yılın dünyasının temel jeo-politikası ile ekonomik-politik dengelerini ciddi bir şekilde değiştiren Sovyetlerin çöküş süresi ile beraber elbette en sancılı ve trajik yılları, eskinin ana mirasçısı Rusya yaşayacaktı.
Aradan geçen 11 yıl sonra
Sovyetlerin dağılmasının üzerinden tam tamına 11 yıl geçti. Dağılma sürecini ekonomik-sosyal yönden tetikleyen Gorbaçov’un iktisadi ve politik uygulamalarına girişmesinin üzerinden ise 15 yıl... Bu süre zarfında, eski Sovyet topraklarında inanılmaz ve önceden öngörülmesi çok güç sayısız sosyo-ekonomik ve siyasi değişim yaşandı. Ve bugün, eski birlik üyesi ülkelerin toplumsal yapısına bakanlar, 10-15 sene önce biçimsel kalıntıları ile de olsa sosyalizmin olumlu kazanımlarının bir şekilde uygulandığı dönemi hayal bile etmekte zorlanıyorlar. Görece kısa sayılabilecek bir sürede, bilhassa 15 federatif cumhuriyetin en büyükleri ve de ülkenin motoru niteliğindeki Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Kazakistan gibi ülkelerde değişen sosyal-sınıfsal yapı neticesinde bir yandan “Yeni Ruslar” denilen olağanüstü bir servet birikimine ulaşan tabaka oluşurken, bir taraftan ise, Sovyet döneminde her tür sosyal güvenceye sahip ve gelecek garantisi olmaksızın yaşayan nüfusun çoğunluğu mutlak bir yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya kaldı. Ne olmuştu da, çok değil, 10-15 sene öncesine kadar dünyanın gelir dağılımının en adaletli dağıtıldığı ülkelerinin başında gelen; açlık, işsizlik, uyuşturucu, fuhuş, iç savaş gibi kapitalizmin karakteristik özelliklerinden bihaber yaşayan milyonlarca Sovyet yurttaşını barındıran bu topraklar, 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde, milli hasılanın en adaletsiz bölüşüldüğü, yoksulluğun, açlığın, işsizlik, intihar, cinayet ve suç oranlarının katlanarak arttığı bir ülkeye dönüşüvermişti. Dahası, eski rejimde gül gibi geçinen onlarca millet, bir anda yerel-etnik savaşların girdabında kendini bulmuş; yurtseverlik, kardeşlik, özveri, insancıllık gibi temel insani vasıflar yerini; milliyetçilik, ırkçılık, bencillik, köşe-dönmecilik gibi duygulara bırakıvermişti. En önemlisi de, her şeye rağmen, geleceğe güvenle bakan, kendilerini az çok yüce bir toplum ülküsünün inşacıları olarak belleyen; dünya barışı ve insanlığın geleceği için çalıştıklarına inanan Sovyet vatandaşları, 1990’lı yılların ortalarından itibaren, dünyanın en umutsuz, mutsuz, gelecekten bir beklentisi olmayan, kaderci insanlar oluvermişlerdi.
İşte, yaklaşık on yıldır onlarca ülkeden sayısız akademisyen ile siyaset, ekonomi, tarih gibi bilim dallarından nice uzmanın, yazarın, yüzlerce araştırmacı gazeteci bu konu üzerine kafa yorarak, eski Sovyet ülkesinde yaşanan köklü değişim süreci üzerine, binlerce makale, kitap, vs yayınladılar. Aslında, SSCB’de yaşanan politik-ideolojik ve ekonomik geri dönüşümümün sinyalleri bazı Marksist çevrelerce çok önceden sezilmiş, özellikle Arnavutluk lideri Enver Hoca 60’lı yılların başlarından itibaren konu üzerine dikkat çekmeye başlamıştı. Enver Hoca, aynı dönemde Çin’in yaptığı “Üç Dünya Teorisi” ile tam anlamıyla aynı eksene oturmasa da eleştiri oklarını üzerine yönelttiği Sovyetlerdeki dönüşümü ilk fark eden, uluslar arası işçi sınıfını ve komünist hareketi de bunun üzerine uyarıp yeni bir saflaşma çizgisi öneren kişi olmuştu. Dolayısıyla, tartışmanın genel kamuoyuna yansıyışı çok sonra, yani rejimin temellerinin sallandığı çok açık hissedildiği yıllarda meydana gelmişti. Bu durumda, bir işçi-köylü devleti olan Sovyetlerin içten içe tahrip edilip kapitalist idari ve iktisadi adımların yavaş yavaş hayata geçirilişinin; sosyalizmin, marksizmin, leninizmin maskesine bürünerek, bunların değerleri adına yapılmış olmasının da payı oldukça büyüktü. Ne olursa olsun; bugünkü Rusya’nın ve diğer eski cumhuriyetlerin toplumsal-iktisadi yapılarının görünümlerini analiz etmenin yolu, süreci başlatan Perestroyka (Yeniden yapılanma) ve Glasnost (Siyasette açıklık) dönemleri ile kısaca da olsa öncesini anımsamaktan geçiyor.
Her şey, daha doğrusu resmi anlamda sonun başlangıcı, Gorbaçov’un 1985 yılında parti genel sekreterliğine yükselmesi ile başladı. Gorbaçov, işe bürokratizmi, aşırı bulduğu “merkeziyetçiliği, partinin hantal yapısını ve ekonomideki kaba eşitlikçi anlayışı” eleştirerek başladı. “Sosyalizmi rayına oturtmak”, “barışçıl sosyalizm” gibi sloganları kendisine şiar edinen Gorbaçov, Sovyetlerin yeniden eski görkemli günlerine döndürmek, ekonomik durgunluğu ve siyasi tıkanıklığı aşma vaatleri (zaten halkın kendisinden beklediği de tam tamına buydu) ile işe sarıldı. Mihail Gorbaçov’un ekonomide ilk radikal icraatı, 1987 Mayıs’ında şoförlük, lokantacılık, ayakkabı imalatı gibi hafif sanayi ve hizmet sektörü alanlarında bireysel mülkiyet ve özel teşebbüse olanak sağlayan bir yasa çıkartmak oldu. Sanayi ve tarım işletmelerinin mali özerkliklerinin güçlendirilmesi yolu ile de merkezi planlamanın sınırlandırılıp, işlevsizleştirilmesi hedef alındı. Bilhassa tarımda ve bazı hizmet kollarında işletmelerin plan hedef üzerindeki üretimlerini istedikleri gibi kullanabilecekleri; istedikleri fiyattan satabilecekleri, yatırabilecekleri ya da tasarruf edebilecekleri bir model hayata geçirilmeye başlandı. Yıllık ücret fonlarını da özgürce kullanım hakkına kavuşan bu işletmeler, ne kadar işçi çalıştırabileceklerine ve fon, prim, teşvik, maaş gibi “çıktıları” da kendileri saptayabileceklerdi.
Prestoroyka
Böylelikle, Sovyetler Birliğinde, “ücretler”, “ücret fonu” gibi ekonomik faktörler, satış gelirlerine bağlı olacaklar, kapitalist ekonomide olduğu gibi metalaşacaklardı. Ürün fiyatları esnek bir şekilde, yeni piyasada oluşacaktı. Bir başka ifadeyle, bu yeni “özerk” işletmelerin satış ve gelir hedeflerini, elde edecekleri “kâr” belirleyecekti. Genel sekreter bunu, “maliyet muhasebesi” ve “son sonuç” diye tanımlamıştı. Devrimden sonra, ilk kez olarak toprak dahil tarım ve sanayii işletmeleri özel kişi ve gruplara kiralanıyor, yani açık bir biçimde işletmelerin kapitalist tarzda işletilmelerinin önü açılıyordu. Kendi finansmanını karşılayamayan, yani kâr edemeyen işletmelere ise devletin kefil olmayacağı kuralı da beraberinde getiriliyordu. Söz konusu işletmeler içinden zarar edenleri, iflasa ve kapanmaya terk edilecek ya da “daha iyi işletmeye aday yeni kiracılara” devredileceklerdi. Ayrıca devlet ve işletmeler bazında yabancı sermayeyle ortak yatırımlar geliştirilip, ülkenin değişik yerlerinde serbest pazarlar oluşması için düğmeye basıldı. Temel olarak bu şekilde özetlenebilecek yeni ekonomik reformlar; görüldüğü üzere kapitalist kâr mantığı eksen alınarak hayata geçiriliyor; ücret, fiyat gibi etmelerin piyasa fiyatı üzerinden şekillenmemesi, en sonu, üretim araçlarının işçi ve emekçilerin elinde olması, kimsenin toplumsal emeğinin bir başka şahsın kârına temel oluşturmaması gibi sosyalizmin temel ilkeleri ile çelişiyordu. “Ücretler, yatırımlar, kredi ve faizler” gibi tüm ekonomik kategorilerin piyasa koşullarında “değerlenmesi” sonucu, Sovyetlerde, 1960 ve 1970’lerden itibaren doğrudan piyasa koşullarında olmasa da ekonomik bakımdan semirmeye, farklılaşmaya, toplumsal servetten emek zamanında harcadığı iş gücü haricinde bir pay almaya başlayan bir tabaka palazlanmıştı. Ancak Gorbaçov ile birlikte bunun önü tüm toplum sathında açılıyor ve işsizliğe, görece yoksullaşmaya neden olacak bir yola girilmiş olunuyordu. Bu esnada, yönetenler yönetilenler, parti ile halk arasındaki kopukluk ise genişliyordu. Parti saflarına kariyeristlerin girişi, onun politik ve manevi otoritesini daha da baltalarken, militanlar ise yavaş yavaş politika dışına çıkartılıyordu.
Glasnost
Gorbaçov’un demokratik reformlarını ise “Glasnost” adı verilen politikalar oluşturuyordu. Kruşçev ve Brejnev dönemlerinde bütünüyle yadsınan bilgi edinme özgürlüğü, açıklık politikası ile el değiştiriyordu. Gorbaçov, bir yandan Kızıl Orduyu Afganistan’dan çekeceğini, nükleer silahları, uzun menzilli füzeleri sınırlandıracağını açıklıyor, bir yandan da, parti ve devletin doğrudan kontrolünde olmayan politik-sivil gruplara örgütlenme hakkı tanımaya başlıyordu. Öte yandan, sosyalist yönetimin demokratik merkeziyetçilik prensibi ekseninde; tabandan mutlak denetleme, vekilleri, temsilcileri her an görevden alabilme ve bu yolla temsili mekanizma aracılığı ile tüm ekonomik politik karar süreçlerinde denetim, düzeltme ve değiştirme hakkının olması gibi ilkeler ise es geçiliyordu. Böylelikle, son 25 yıldır Kruşçev ve Brejnev dönemlerinin bürokrat-denetime kapalı ve demokratik olmayan merkezi modele aslında çok da dokunulmuş olunmuyordu. Gorbaçov, bir taraftan sosyalizmin aleyhine, Sovyetler düşmanı sayısız kültürel, felsefi, ideolojik yayını serbest bırakarak, proleterya diktatörlüğünün emekçiler ve onların dünya görüşleri doğrultusundaki maddi-kültürel önlemlerini ise geçersiz kılıyordu. “Glasnost” adıyla bilenen yayın, muhalif yayınların başını çekiyordu. Milliyetçi akımların örgütlenmelerinin de önü açılırken, din kesimine de eski saygınlığı geri verilmesine dönük uygulamalara geçildi. 1988 şubatında Prestroyka içindeki SSCB’de tarihin yazımı, geçmişi çözümleme ve yargılama sorunu SSCB Merkez Komitesi’nde tartışmaya açıldı. Bu dönemde Stalin karalamaları ise doruk noktasına varacaktı. Keza, heykel ve abidelerinin çoğu çok önceden kaldırılan Stalin’den sonra sıra önce Brejnev’e ardından da Lenin’e gelecekti. Brejnev döneminin son yıllarında patlak veren bazı büyük yolsuzluk olayları, ise yayılarak sürecekti.
Parti ve özellikle komünist örgütlenmenin önemli yerleri olan işletmelerde kurulmuş bulunan şubelerinde, tartışmalar yalnızca iş örgütlenmesi ve verimlilik sorunları çerçevesinde dönmeye başlamıştı. Partinin yukarı basamakları üzerinde her türlü gerçek denetim ortadan kalkmış, militanların kendi politik etkinlikleri derecesiyle sınırlı kalmıştı. Yükselme şansına sahip militanın, “plan”ın gerçekleşmesi için belirlenen pratik görevleri yerine getirmesi beklenirken; siyasi, insani ve ahlaki yetenekleri seyrek olarak hesaba katılıyordu. Demokratik merkeziyetçilik işlev dışı bırakılıyordu.
Gorbaçov’un o yıllardaki unutulmaz bir başka uygulaması ise, Merkez Komitesi üyelerinden 110’unun görevinden istifa ettirerek yerlerine kendisine politik bakımdan daha yakın olan 24 yedek üyeyi yükseltmesi oldu. Bundan bir yıl sonra ise, 2 Temmuz 1990’da başlayan 28. Kongreye katılan 249 üyeye, kendisinin seçtiği 300 çağrılıyı ekleyecek. Böylelikle, istediği kararlar meclisten rahatlıkla çıkartılabilecekti.
SSCB, sermaye lehine girişilen tüm bu ekonomik-siyasi liberalizasyon çabalarına karşın, 80’lı yılların sonuna gelindiğinde sınıflar arası durum, milli servetin bölüşümü konusunda görece adaletli yapısını koruyordu. Milli hasılanın yüzde 25’inin askeri harcamalara gitmesine ve araştırmaya ayrılan paraların ise yüzde 70’inin bu uğurda kullanılmasına rağmen, Sovyetlerde milli gelir 1981 ile 1985 yılları arasında yüzde 20 artış kaydetti. Aynı dönemde, ABD’de yüzde 14, Fransa ve İtalya’da yüzde 8, Japonya’da ise yüzde 21 artmıştı. SSCB’nin son dönemlerinde tüketilen etin üçte biri, buğdayın ise beşte biri ancak ithal edilirken, yeni döneme geçişle beraber, iç tüketim oldukça düşmüş olmasına karşın, aynı mamullerin sırasıyla yüzde 50’si ile 70’i dışarıdan alınmaya başlandı. 1990 yılında ülkeden silah satın alan ülke sayısı 47’yi bulurken, sadece 3 sene sonra, Sovyet cumhuriyetleri de dahil bu rakam 26’ya düşecekti.
Sovyetlerin sonunu getiren ve on milyonlarca kişiyi bir anda yoksulluk cenderesinde bırakan gelişmeler 1991 yılında yaşandı. 1989 yılında Moskova milletvekilli seçilen Boris Yeltsin bu olaylarda baş rolü oynayacaktı. Her şeyin sinyalini ise 1990 Temmuzunda partiyi bıraktığını söylemesi ile başlatan Yeltsin 1991 seçimlerinde henüz kurulan Rusya Federasyonu Başkanlığına seçilir. Eski Yüksek Sovyet Başkanı Anatoli Lukianov, ‘91 başında iki ana eğilimin çarpışmakta olduğunu aktarır. Sosyalizmin korunması arasındaki eğilim ile onu devirip son kapitalist hamleyi yapmak isteyen eğilim. 1991 Martı sonunda Mihail Gorbaçov, SSCB Güvenlik Kurulu ve Yüksek Sovyet yürütme organını güçlendirecek bir “olağanüstü hal” ilan etme olasılığından bahseder. Gerçekte bu bir blöftür, çünkü kendisi apar topar Kırım’daki daçasına gider. Ardından da, Politbüro üyesi iki kişi Gorbaçov’u yerinde ziyaret ederler.
19 Ağustos günü SSCB Başkanına, KGB tarafından, demokratların bir hükümet darbesi hazırlamakta oldukları ve askerlerin Ukrayna Oteli yakınlarında ve Kremlin çevresinde toplandıkları bildirilir. Yeltsin ise tam tersinin iddia ederek ertesi gün halkı parlamento önünde gösteriye çağırır. Alanda yerlerini alan kitle birkaç bini ancak bulur. 21 Ağustos günü, “serbest bırakılarak” başkente dönen Gorbaçov, Yeltsin’in emri üzerine “Olağanüstü Hal Komitesi” üyelerinin tutuklanmalarını kabul eder. 23 Ağustos günü ise, Komünist Parti’nin dağıtılmasını onaylayacaktır.
Aslında tüm bu gelişmeler hiç de beklenmedik değildi. Daha, 1991 Temmuzunda yayınlanan bir kararnameyle, işletmeler ile ordu ve devlet dairelerinde komünist örgütlenme yasaklanıyordu. “Darbecilerin” dağıtılmasından sonra ise, partiye ait tüm malların, taşınmazların, basın kuruluşlarının ve paraların zoralımı yönünde kararname çıkartıldı. Çok geçmeden de Yeltsin’e bağlı güçler, Komünist Partisi merkez Komitesi’ne gelip binada bulunan iki bin parti görevlisi ve üyesine binayı boşaltmaları için 10 dakika tanırlar. Bu arada sonradan, Yeltsin’in meşhur tanka çıkma sahnesinin, parayla tutulan bir halkla ilişkiler şirketinin uzmanları tarafından hazırlandığı bir senaryo olduğu öğrenilecekti.
SSCB’yi bitirme operasyonu
1991 yılı sonuna doğru Minsk yakınlarında buluşan Ukrayna, Beyaz Rusya liderleri ile Yeltsin, Sovyetler Birliği’nin dağıldığını ilan ettikleri bir metne imza atarlar.(8 Aralık) Bu eylem, gerçekte Birlik anayasasına göre yasadışıydı. Aynı yılın 17 Mart’ında yapılan referandumda ise, halkın yüzde 76.4’ü birliğin korunması yönünde oy vermişti. Yeltsin’in sıradaki hedefi, yasama meclisi olan Yüksek Sovyet‘i ortadan kaldırmaktı. Bu arada, yeni koşullarda seçilen Yüksek Sovyet’in toplumsal bileşimi işçilerin ve işyeri temsilcilerinin zorunlu olarak çoğunluk oldukları SSCB dönemi bileşiminden bütünüyle farklıydı. Yeltsin’e karşı çıkan bu mecliste işçilerin oranı sadece yüzde 6’ydı. Komünistler ise azınlıktı. En ağır darbeyi yiyen Komünist Partisinin, eski dönemde üye sayısı 10 milyonken, 1993’te kurulan Rusya Federasyonu Komünist Partisi’ninki 500 bini geçmiyordu.
1992 yılının başında Yeltsin’li yeni rejimin ilk günlerinde Başbakan Igor Gaydar ile anılacak olan ekonomiyi şok tedavisi uygulamaya sokuldu. Aynı yılın sonbaharında 115 bin kamu işletmesinin özelleştirileceği ilan edildi. Vatandaşlara ise bu “pastadan” kendi paylarına düşen özelleştirme bonoları dağıtıldı. Bütün yurttaşların yararlanarak, daha önceden ücretli konumunda çalışıyor oldukları kurumların sahipleri olacakları vaat edildi. Kişi başına düşen bononun hesaptaki değeri 10 bin Rubleydi. Bonoların, çalışılan iş yerinin hisse senetleri ile değiştirilebileceği ya da başka şirketlerin hisse senetlerini edinmek üzere kullanılabileceği öne sürülüyordu. Aradan çok geçmeden bu senetlerin çok büyük çoğunluğu bunları satın almaya parası olan kişi ya da grupların ellerinde toplandı. Ancak 1994 Mayıs-Haziranına gelindiğinde bile bu hisselerin 500 bin kadarı hâlâ çarşı-pazar dolaşımını sürdürüyordu. Yeni sistemin işleyiş mantığına uzak pek çok insan, ellerinde bulunan ve tam olarak ne yapacaklarını bilmedikleri senetleri komik paralar karşılığında iş bilir kesime sattılar. 1995 sonunda Rusya’da 40 milyon hissedar olmasına karşın, yeni hissedarların bu şekilde sahip oldukları mali sermayenin değeri ortalama 5 dolar ancak ediyordu. Devalüasyon sonucu, binlerce işletme faaliyetini durdurunca ya da kapanınca, buraların hisse senetleri ise değersiz birer kağıt haline dönüşüvermişti. 1991 ile 1995 yılları arasında sanayi üretimi yüzde 52 oranında düşerken, 6 bin büyük işletme kapatıldı. Ne ilginçtir ki, İkinci Dünya Savaşında bile üretim yalnızca yüzde 24 düşmüştü. Tarımda ise üretim yüzde 48 oranında azaldı.
1992 ortalarında devlet işletmeleri piyasadaki değerlerinin yüzde 10’una bile satılmıyordu. Sovyetlerin temel kurumlarından olan 50 milyar dolar değerindeki Karadeniz Donanması ile 20 milyon civarında olduğu söylenen istihbarat çalışanının akıbeti ise dağılma sonrası muğlaklığını koruyordu. (Rusya’nın dönüşümü s: 156)
1993 darbesi
Devlet Başkanı Boris Yeltsin, iktidarının ikinci yılının sonbaharında Rusya Federasyonu Anayasa Divanı’na ve Yüksek Sovyet’e savaş ilan eder. Bunların yerine, iki yasama organının almasını ister: “Devlet Duması” ile “Federasyon Konseyi”. Bu kararın yasal hükmüne uyması için tabii ki, öncelikle mecliste tartışılıp, gerekirse referanduma gidilmesi gerekiyordu. Ancak Yeltsin bunların hiçbirine uymadan kararı kendi inisiyatifi ile verdi.
Olaylar, Yüksek Sovyet’in, Yeltsin’in bu hamlesine karşılık olarak onu görevden almayı kararlaştırması ile patlak verecekti. Yeltsin’e bağlı kuvvetler, “Beyaz Ev” denilen parlamento binasını önce dikenli demir tellerle çevirir, ardından da binanın elektrik ve sularını keser. Bunun üzerine Moskova’nın dört bir yanından on binlerce kişi, abluka altındaki meclisi ve vekillerini savunmak için olay mekanına akın eder. Güvenlik güçleri, halkı yumuşatıp bir şekilde dağıtmayı başarır. Bu esnada operasyonları yöneten Aleksandr Rutskov, birkaç yüz göstericiyi kışkırtıp Ostankino televizyon kulesine gidip orayı işgal etmeye sevkeder. Eylemcileri ise bir sürpriz beliyordur. Kule girişinde mevzilenmiş askerlerin tüfek ve makineli ateşine maruz kalırlar. 4 Ekim 1993 sabahı, Sovyet binası mermi ve top yağmuruna tutularak 1500 kişi katledilir... Aynı yılın Aralık ayında Yeltsin tarafından hazırlanan anayasa tasarısını seçmenlerin ancak üçte biri onayladı. Aynı dönemki milletvekilli seçimlerinde ise, Başkanın “Evimiz Rusya Partisi” yalnızca yüzde 8 oranında oy alabildi.
Sovyetlerden “Rusya“ya dönüş sürecinde, pek çok eski yönetici, işletmelerin gerçek sahipleri haline gelirken, çalışanları da keyiflerince işten çıkartıyorlardı. Çıkarılan bir takım yasalardan, oluşan denetimsiz kaos ortamından yararlanan birçok kişinin bu yolla “yeni Rusları” oluşturdukları biliniyor. Sadece 1996 yılı başında bütünüyle özelleştirilen mallar yüzde 70’i gaz ve petrol kesimi olmak üzere 15-20 milyar dolar sermaye birikimine olanak vermişti. Satılan kamu mülkiyetleri arasında, taşınmaz mallar, madenler, fabrikalar, her türden binalar ile hizmet şirketleri bulunuyordu. Satışa çoğu zaman yabancı, hatta çok uluslu tekeller de ya kendi başlarına ya da bir Rus firma ile ortak olarak katılıyordu. Bu türden özelleştirme uygulamalarından birisi St.Petersburg’daki yarı iletken ve elektronik gereçler yapan 31 bin kişinin çalıştığı Svetlana adlı fabrikada yaşandı. Sovyet döneminde üretiminin yaklaşık yarısını ihraç eden fabrika, “reform” ile birlikte, devletin, aldığı malların bedelini ödememek ablukasıyla karşılaştı. Fabrika “işletme karlı değil” gerekçesiyle 22 milyar Rubleden satışa kondu. İlk elden çalışan sayısının 7 bine indirilmesi öngörülüyordu. Mig avcı uçaklarının donanımını sağlayan laboratuarlar ise bir hurda otomobil fiyatına satıldı. Satın alan firma, ilk elden üretimi 7 kat azaltacağını açıkladı. SSCB’ye göre, sanayisizleştirilmiş Rusya hammadde ve ucuz emek satıcısı konumuna getiriliyordu bu şekilde. İşsizlik oranının yüzde 20’lere tırmandığı bu dönemde artık her gün iş kazalarına rastlanıyor; fabrikalarda yangınlar çıkıyor, gaz boruları patlıyor, trenler raydan çıkıyordu. Uçak kazalarında ise gözle görülür bir artış vardı. 1993 yılında çeşitli bilimsel araştırmalara sağlanan fonların miktarı 1990 yılı tutarının dörtte biri ile onda biri arasındaydı.
Bu yılları gazeteci Boris Kagarlitski, şu şekilde anlatıyor: “Trafikteki otobüslerin sayısı her geçen gün azalırken, ortalıkta dolaşan farelerin sayısı arttı. Eskiden telefon kulübelerinin dikili olduğu yerlerde kare biçiminde boşluklar kaldı. Alt geçitler eski püskü eşyalar satan paçavralar içindeki yaşlı kadınlarla doluydu. Caddeler geniş birer çöplüğü andırıyordu. Taşıma ve barınma giderleri fazlalaştı. Ücretsiz hizmet kavramı tümüyle geçmişte kaldı. Eskiden halkın çoğunluğu için sıradan sayılan nesneler ulaşılmaz birer lüks oldular.”
Bu yıllarda ortalık MMM adındaki şirketin hisse yolsuzluğu ile çalkalandı. Şirket, hisselerinin bedelini önce 105 bin Rubleden bin Rubleye indirmiş, daha sonra da ödemeleri tamamen dondurmuştu.
Cinayet ve suçlar
Yeni Rusya’da, ekonomideki çöküşe ve siyasi istikrarsızlığa paralel olarak suç oranları ve ölümler inanılmaz boyutlara tırmandı. 1995 yılında Rusya’da işlenen suç ve cinayetlerin yüzde 65’i, halk güven duymadığı için polise bildirilmemişti. Voronej-Moskova yolunda, başkentin 475 km. güneyinde bir grup silahlı haydut bir otobüse silahlı saldırıda bulunarak 500 bin Ruble “ganimet” ele geçirdiler. İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre, mafya işlerine bulaşan grup sayısı, her birinde en az 30 kopuk ve tepede bir patron olmak üzere, yaklaşık 8 bine yükselmişti. Sadece 1994 senesinde meydana gelen cinayetlerde ölen insan sayısı Afganistan Savaşında ölen Sovyet askerleri sayısının iki katından fazlaydı. (29 bin)
Rusya İçişleri Bakanlığı’na göre, 1992 senesinde işlenen sözleşmeli cinayet sayısı 100’ü bulurken, 1996 yılının ilk sekiz ayında 500’e ulaşmıştı. Kurbanlar arasında Duma’dan 3 milletvekilli ve tanınmış bir de gazeteci de vardı. Servet birikimi yapanlar, paralarını İsviçre başta olmak üzere başka yerlerde açtıkları kişisel hesaplarına yatırıyorlardı. 1994 sonunda özel kesimde yabancı yatırımlar 4 milyar 250 milyon dolara ulaşılıyordu.(Kapitalist Rusya’nın merkezine yolculuk” L’Expansion 7-20 Aralık 1995) Hisse senedi “borsasında” yapılan sahtekarlık sonucu 30 milyon kişinin yaklaşık 6 milyar dolar tutarında parası araklanmıştı. Uyuşturucu kaçakçılığı ile kadın ticareti de bu dönemin yükselen sektörlerinden oldu. Bu yıllarda belli siyasiler röportaj karşılığında bedeli 200 dolarlık rüşvet talep ediyorlardı. Almış başına giden özelleştirme furyasının ilginç bir örneği de Tsentralnaya Otelinin satışında yaşandı: 92 yazında otelin ikinci binasına 200 bin Rubleden fazla değer biçilmişti. Amerikalı bir işadamı ise, sadece avizelerin daha pahalı olacağını söylemişti. Binaların çökmeye, kentin çürümeye terk edildiği büyük şehirlerin ana caddeleri belli başlı yabancı markaların dükkanları ile dolarken, arka sokaklar Harleme dönüvermişti.
Halkın sefaleti
Tüketici taleplerinin 1950 düzeyine indiği 1993 yılında nüfusun yüzde 20’si GSMH’nin yüzde 50’sine sahipken, nüfusun üçte birlik bölümü yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Büyük şehirlerde türeyen büfeler, mafyaya gelirlerinin yüzde 60’ını veriyorlardı.
Ukrayna Kömür madenlerinde 1995 yılında ölümle sonuçlanan 339 kaza meydana geldi. Yetkililer, para yokluğu yüzünden miadı dolmuş aletleri sorumlu tutuyorlardı. Maden işçilerine ise, aylardır alamadıkları ücretleri karşılığı olarak hisse senetleri ile kömür veriliyordu. 1993 yılında 264, 1994’de 2000 ve 1995’de 5847 maden işçisi grevi yapıldı. 1996 yılında yarım milyona yakın madenci grevdeydi. Rusya’nın 51 bölgesinde (tüm bölge sayısı 89) 225 bin öğretmen 1996 yılı içerisinde aylar boyunca ücretlerini alamazken, ortalama ücretleri ise, 100 dolar civarındaydı. Hükümet aylık asgari ücreti 16 dolar olarak duyurur. 1995 yılında Rusya’da bulaşıcı hastalıklar inanılmaz bir artış gösterdi. 1994 yılına göre yüzde 47’e artarak 36 bin hasta ve 800 ölüden oluşan bir tablo çıktı ortaya. Çocuklarda ise bulaşıcı hastalıklar yüzde 150’lik artış gösterdi. Öte yönden eski Sovyet vatandaşları, artık elektrik ve gaz faturalarını bile ödeyemez hale geldiler. Ukrayna’da Mart 1996 itibariyle faturaların yüzde 50’si önenemiyordu. Bunun üzerine, 7 bin fabrika ve sayısız yerleşme yerinin gaz ve elektriği kesildi. Çernobil Hastanesi 96’daki sert kışı ısıtmasız geçirmek zorunda kaldı. Yeni dönemde toplu konut programları da iptal edildi. Dünya Bankası’nın bir araştırmasına göre, Ukraynalıların üçte biri yoksulluk sınırının altında yaşıyorlar ve bu üçte birin tüketim düzeyi fiziksel yaşam asgarisinin yüzde 10 altındaydı. (Kasım 1996) Pasifik yakası gemicilik işletmelerinin 1996 Mayıs ayı itibariyle işçilere 42 milyon dolar borcu birikmişti. Bu yıllarda ülke genelinde et tüketimi yüzde 23, balık tüketimi yüzde 25, süt tüketimi ise yüzde 28 azaldı. Sovyet döneminin son yıllarında bir ailenin mutfak masrafları gelirinin üçte birine eşitken, 93 yılında aile çok daha yetersiz bir beslenme için gelirinin yüzde 70’ini gözden çıkarması gerekiyordu. Batılı araştırmalara göre, başkent Moskova 1994 yılında dünyanın en pahalı 3. kentiydi. Rusya’da eğitimin bütçeden aldığı pay yüzde 2.5- 3’lere kadar düştü. 1995 yılında tahıl üretiminde yaşanan önemli düşüşten sonra ülke ciddi bir gıda bunalımı ile karşı karşıya kaldı.
“Yeni Ruslar”
Birliğin dağılması ile oluşan serbest piyasa ortamında serpilen ve yeni Ruslar diye adlandırılan ve önemli bir kısmı eski bürokratlardan oluşan ülkede inanılmaz bir servet birikimi elde edildi. Örneğin eski yönetici Victor Çernomirdin’in Gazprom sirketinda pay sahibi olmuştu. Parti, devlet başkanı ve çocukları da sermayeden pay almakta gecikmediler. Yeltsin’in uzun süre danışmanlığını yapan Aleksandr Korjakov ile Eski Başbakan Yardımcısı Oleg Soskovetz, dünyanın en büyük işletmesi olan ünlü nikel madeni çıkarma, işletme firması Norilsk Nickel’i yok pahasına satın aldılar. 1993’teki memur sayısı Brejnev dönemindeki tüm Sovyetlerdeki devlet memuru sayısından daha fazla olduğu Yeltsin döneminde, başkanlık seçim kampanyasını desteklemeye yönelik sandıklara yarım milyar dolar değerinde işlenmemiş mücevher aktarılması emredilmişti. 1993 yılında Moskova’da satılan en lüks Mercedes ve BMW sayısı tüm Avrupa satışlarından fazlaydı. Yeni Ruslar, bir fincan kahvenin fiyatının bir işçinin iki haftalık ücretinden daha fazla olduğu restoran ve kafelere gidecek güçteydiler. Yeni Ruslar, Londra’da Kraliyet ailesinin oturduğu yerlere yakın yerlerden evler alıp, 500 bin ile 2 milyon dolar değerinde mücevherler ediniyor, Cote d’Azur’daki otellerin kral dairelerini kiralayacak ve bu bölgede görkemli konaklar alacak güce erişiyorlardı. 1990’dan beri ülkeden batıya kaçırılan paraların tutarının 200 milyar dolar dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bunun büyük bölümü ise karaborsa ve çeşitli kaçakçılıklardan oluşuyor. Her yıl 30 milyar dolar “yasal yollarla” yurtdışına çıkarılıyordu. Ülkenin yeni milyarderlerinden olan ve tek başına birçok banka, kanal, gazete ve petrol şirketlerini kontrol eden Vladimir Bryntsalov’un, karısına her ay giderleri için 18 bin dolar verdiği basına sızmıştı. (Temmuz 1996)
O yıllarda halk arasında yayılan bir dizi fıkra yeni Rusları ustaca betimliyordu:
_Bu kravatı kaça aldınız?
_250 dolar
_Sizi kazıklamışlar, ben aynısını 500’e aldım.
...
Mercedes’i değiştirdin, ha? Ama öteki de yepyeniydi...
Evet, ama kül tablası doluydu. ...
Moskova’da anlatılan bir hikaye ise şu şekildeydi: Lüks bir “Mercedes” sokağın ortasında patlıyor. Sahibi enkazdan bir eli kopmuş vaziyette çıkarılıyor. Adam, ‘Yepyeni Mercedes’im gitti!” diye inliyor. Kaza tanıklarından biri bağırıyor: “ama siz sol elinizi kaybetmişsiniz!” Yeni zengin dövünüyor: “Tüh be tüh, tüh, altın Rollex’im de gitmiş.”
Bu arada üst düzey sermaye sınıfından başka bir de, Moskova, St. Petersburg gibi büyük şehirlerde, yeni mağaza, dükkan, fast food büfe ve stand sahipleri, ticaret aracıları, toptan ve perakende dışalım ürünleri satıcıları, özel iş yerlerini açmak için gereken paraları bulan hekim, diş hekimi ve avukatlar, kendi hesaplarına iş kuran ve yeni iş yerlerinde devletin işçileri oldukları zamankinden çok daha fazla para kazanan muslukçular, duvarcılar, makinistlerden oluşan kesimden de bahsetmek gerekiyor. Bunlara ilaveten; bankalar, seyahat acentaları, kabareler, gece kulüpleri ve lüks otellerde çalışanlar; özel muhafız, telekız, hostes büroları ve başka hizmet dağıtıcıları da azınsanmayacak bir kitleyi istihdam etmeye başlamıştı. Bir azınlığı oluşturan bu yeni toplumsal kesimler, her ne kadar yeni rejimin nimetlerinden faydalanıyor gözüken ve eskiyi en son arayacaklar olarak görülseler de, yarın işsiz kalmayacaklarının hiçbir güvencesi yok. Yapılan istatistiklere göre, Moskova St. Petersburg gibi birkaç merkez dışında Rusya çapında gerçek anlamda “iyi yaşayan” tabakanın oranı yüzde 3’ü geçmiyor. Kente akın eden yabancı sermaye özellikle bankacılık sektöründe göze çarpıyordu. 1988 Mayıs’ında ticari bankaların kurulmasına izin verilen ülkede, 1990 yılında çıkartılan özel bir yasa ile de bankalar mantar gibi çoğaldılar. Daha önceden SSCB Merkez Bankası (Gosbank) tekeli varken, 1996 yılı başında Yalnızca Moskova’da 150’si yabancı bankaların şubesi olmak üzere 2573 banka bulunuyordu. Ocak 1995’in sonunda en büyük 10 banka mevduatın yüzde 40’ını, en büyük 100 banka ise yüzde 80’ini toparlamıştı.
Rusya’da seçim döneminde televizyonda bir dakikalık reklamın maliyeti, yaklaşık 20 bin dolara mal oluyordu. Bu parayı ise ancak, yeni komprador milyarderler, Başbakan Çernomirdin’in patronu olduğu Gaz-petrol kompleksi ile devlet kasasından denetimsiz harcanan para tarafından desteklenen Yeltsin karşılayabiliyordu. 93’teki referandum için televizyon yayınlarının yüzde 85’ mevcut yönetim lehineydi Halkın, yalnızca üçte biri Yeltsin lehine oy kullandı.
Ülkenin bu başıboş ortamında ilginç bir o kadar da doğal anektotlar yaşanıyordu. Aralık 1993’te Bizans kartalı Rusya’nın arması olurken, iktidar partisi de amblem olarak kendisine 1. Petro’nun at üstündeki resmine yer verdi. 1994 yılında askere çağırılan 30 bin kişi Çeçenistan’da savaşmayı reddederek çağrıya karşılık vermedi. Rusya’nın kargaşa ortamından türeyen bazı partilerden bazıları şu şekildeydi: “Suçluluğu Yok Etme Partisi”, “Gençliği Koruma Partisi”, “Otorite Kurbanları ve Yoksullar Partisi”, Vergilerin İndirilmesi için Yandaşlar Partisi” vs.
1995 seçimleri
1995 yılına gelindiğinde Rusya’da genel ve devlet başkanlığı seçimleri gelip çatmıştı. Bu seçimlerin en dikkat çeken tarafı, 1991 yılında yasaklanan ve 1993 yılına kadar da açık faaliyet yürütmesine izin verilmeyen “komünistlerin” ciddi bir alternatif olarak devlet başkanı Yeltsin ile Parlamentodaki partisinin önüne dikilmeleriydi. Başta ABD olmak üzere Batı dünyası ise, koşulsuz olarak Yeltsin’i ve şahsında Rus mafyasını ve yeni semiren sermayedar sınıfını destekliyordu. ABD, 1996 Mart ayı başında işadamı kılıklı “yetkilileri” Kremlin’e gönderip, karşılığında kişisel giderleri haricinde her birinin 250 bin dolar alacağı, Yeltsin lehine envai çeşit garantili seçim kampanyaları örgütlenmesini sağladı.Dört bir taraf, tüm medya tekelinin de desteğiyle Yeltsin reklamları ve Billboardları ile donatıldı. Öyle ki, birinci turdan sonra Komünist Parti lideri Ziganov’un radyo ve televizyonları çıkışı bile önlenecekti.
Sonuçta, kullanılan 40 milyon oyun yüzde 53’ünü Yeltsin alırken, RFKP yüzde 40 da kaldı. RFKP uzmanlarına göre, “yuvarlak rakama tamamlama” usulüyle seçimde en azından yüzde 2-3 oranında hile yapılmıştı.
90’lı yılların ortalarından itibaren Rusya’da muhalefet ve halk yığınları ciddi oranda seslerini duyurmaya başladılar. Moskova’da 1996 yılı 1 Mayıs’ına 70 bin kişi katıldı. Öte yandan, eski komünistler, Rusya Komünist İşçi Partisi, Rusya Bolşevikleri İşçi Partisi gibi partilere dağılırken, eski Gorbaçovcular ise Sosyalist İşçi Partisine yığıldılar.
Rusya’daki büyük sarsıntılı dönüşümden en az sendikaların etkilendikleri söylenebilir.
Bu dönemde sendika üyelerinin yüzde 80’inden fazlası örgütlerine bağlı kaldılar. FNPR ve bölgesel federasyonlar sahip oldukları mal ve fonları ellerinde tuttular. 1989 yılında kurulan çok sayıda alternatif sendikanın önemli bir kısmı zaman içinde sağa kaydı. SSCB Sendikalar Merkezi Konseyi kaldırılarak yerine Sendikalar Genel Konfederasyonu kuruldu. Bunalım anlarında Rus yönetimine destek veren FNPR, komünist fikirleri sendikada kırmaya çalıştı.
Rusyalının ruh hali
Yeni dönemin umutsuzluk girdabına sürüklenen on milyonlarca kişi, dağılmadan henüz birkaç sene sonra Sovyet dönemini güçlü bir şekilde özlerlerken, yeni sistemin çocukları ise bambaşka bir havadaydılar. Üniversite profesörü Svetlana, eski arkadaşlarını şarkı söylemek ve ağlamak için aradığını söylüyordu bir gazeteciye. Yeni rejimin getirdiği ortamdan onun olanaklarından sonuna kadar yararlananlar bile memnun değillerdi. Gazeteci Henri Alleg’e konuşan işadamı Boris Habitsov gibi. Ironbank’ın kurucusu ve genel müdürü olan Habitsov, şöyle konuşuyor: “Kazandığım bütün paraya karşın, içinde yaşadığım konfora karşın,bu değişikliklerden mutlu değilim. SSCB’nin var olduğu, dünyada bir yerinin bulunduğu, insanın Sovyet yurttaşı olmakla övünebildiği zamanları özlüyorum”
“Bizim hiçbir zaman zenginleşme tutkumuz olmadı, ama ayda 90 dolar, bir aileyi geçindirmek için gerçekten çok az” diye söze başlayan, partikül hızlandırıcısını kullanan atom uzmanı Dubna şöyle devam ediyor: “Artık çalışmaları devam ettirmek için para yok. Bilim adamlarının ücretlerini ödeyecek para çok daha az. Kimileri yurtdışına gittiler, kimileri taksi şoförü oldular. Ben ufak tefek işler yaparak ücretimi tamamlıyorum. Yıkıntı halindeki bir ekonomiyle bilimsel araştırma olmaz.”
Dönemin “popüler gazetecilerinden” Veronika Kutsillo ise, açlıktan ölmek üzere olan bir dilenci kadın üzerine şu satırları yazıyordu: “Entelijensiyanın sorumluluğuna yapılan atıflar son derece can sıkıcı bana göre. Bu talihsiz kadına ilginç bir hayvana bakar gibi bakarken kişisel olarak hiçbir suçluluk duymuyorum. Şundan emin olabilirsiniz, ne ben ne de arkadaşlarım hiçbir zaman bu kadar düşmeyeceğiz.” Bir zamanların hümanist şairi Bulat Okutzava ise, 4 Ekim 93’deki Sovyet binasına yönelik saldırıya sevindiğini, silahsız kurbanlar için bile üzülmediğini söyleyebiliyordu. Genç kuşaklar içinde bireyciliğin uç örneklerini görmek çok kolay: Chicago’ya göç eden genç bir Sovyet nükleer fizik uzmanı, Komünizmde sürekli olarak insanın sorumluluk yüklendiğini” vurgulayarak “ABD’de insan düşündüğü değer karşılığı kendisini satmakta özgürdür. Rusya’da ise, her şeyden önceden düzenlenmişti. Hatta yaşamım başlamadan çok önce” diye konuşuyor Alleg’e.
Rusya Bilimler Akademisi üyesi Prof. Robert Landa’nın yorumları ise Sovyetler Birliği’nde son on yıllarda yaşananları en özlü şekilde ifade ediyor:
“SSCB’yi yıkıma götüren şey, yüksek görevlerde bulunan. ama bir ideale ve ülkelerine hizmet etme isteğinden çok, kişisel yükselme ve zenginleşme tutkusuyla öne fırlayanları meydana getiren ‘demokratik’ devrim olmuştur. Bu yeni toplumsal katmanı oluşturanlar, işte bu son dönemde kendilerini bunaltan bir takım engellerden kurtulmak için hareketlenmeye başladılar. Çünkü halkın yoksul kaldığı bazı ‘ayrıcalılardan’ yararlanmakla birlikte yine de talihlerinden hoşnut değillerdi. Önce çıkarları makamlarına bağlıydı. Yani bundan yararlanmanın güvencesi her zaman için geçerli değildi. Bir makamın kaybedilmesi, bir rütbe indirimi bunun sonunu getirebilirdi. Üstelik Sovyet toplumunda, kendini koşum kayışını kemirmeye kaptıran kimse için tehlike büyüktü. Örneğin rüşvet edimleri ile suçlamalar ölüm cezasına kadar varan ağır mahkumiyetler getirebilirdi. Kuşkusuz yaptırımların ağırlığı – özellikle Brejnev’den başlayarak – ‘gizli’ çıkarcılar, rüşvet heveslileri ve kokuşmuşlara karşı hafifleme eğilimi gösterdi; ama bu henüz bu adamların diledikleri tam güvenlik demek değildi. Kendilerini tamamen güvencede hissedecekleri, istedikleri gibi serpilebilecekleri bir konumda bulunmak için aceleleri vardı. İstedikleri şey ‘tam özgürlük’tü; yani çok çabuk zenginleşme, satın alma, satma, kendi hesaplarına iş çevirme, şimdiye kadar yasak olan işlere atılma, denetimsiz ve siyasi ya da ahlaki hiçbir engel olmaksızın kaçakçılık etmekti. Böyle bir ruh hali toplumumuzun içinde bulunduğu ruh halini dile getiriyordu; ama aynı zamanda bu toplumsal katmanın topluma karşı tüm sorumluluk ruhunu yitirmesi demekti. Rejimin yapılarını kökünden değiştirmek, yasaları değiştirmek, tutkularını tam olarak gerçekleştirmelerine elverecek yenilerini yapmak, işte bu katmanın amacı buydu ve sonunda amacına ulaştı.” Bugün yani Vladimir Putin Rusya’sı görece bir istikrar yakalamış olsa da, Rusya’da genel manzara artık çalışmayan fabrikalar, hayat pahalılığı, ödenmeyen ücretler ve emekli aylıkları ile dilenciliğe kadar düşmüş binlerce insandan ibaret. (2002)
Kaynakça:
1- “Büyük Geri Sıçrama” Henri Alleg / Evrensel Basım Yayın
-
“Rusya’da Kapitalizm neden tutmadı?” Boris Kagarlitski / Metis Yayınları
-
“Rusya’nın dönüşümü” Fikret Ertan / Kızılelma Yayınları
-
Özgürlük Dünyası sayı 2, 3, 4 Ekim, Aralık 1988 / Ocak- Şubat 1989
-
Komünist, İşçi partilerinin toplantısı belge, tutanakları (Moskova-Berlin)Ürün y.
Dostları ilə paylaş: |