Münafıkların Hilesi
Sevgili kardeşlerim, derler ki: "Zalimin zulmü varsa mazlumun da Allah'ı var" Münafıkları tanımak çok zordur. Bakın İslâm'da ayrılıklara neler sebep olmuştur? İslâm dininin başına bir takım entrikalardan sonra ciğer yiyen Hind'in oğlu Muaviye geçmiştir. Bu aile uzun bir zaman sevgili Peygamberimizle acımasızca savaştıktan sonra daha başka çareleri kalmadığını görünce İslâm'ı görünüşte kabul ettiler.
Bu sözde Müslümanlar, hiçbir zaman İslâm'ın lehine bir iş yapmadılar. Ancak içten içe fırsat kolladılar ve uygun zamanlarda da mayalarının gereğini yaptılar. Bunların zulümlerini Alevî'siyle, Sünnî'siyle tüm İslâm tarihleri yazmaktadır. Bunlar hiçbir zaman İslâm'a içten inanmadılar. Ancak varlıklarını korumak, çıkarlarını sürdürmek için sevgili Peygamberimizin huzuruna gelip "Biz de İslâm'ı kabul ettik." dediler. "Sen hak peygambersin, Kur'ân da Allah'ın kitabıdır" dediler. Ne var ki bu durum sadece onların dış görünüşüydü. Onların yaptıkları düpedüz münafıklıktı.
Bakın Allah, Münâfikûn Suresi'nin 1 ve 2. ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
Münafıklar, sana gelince, tanıklık ederiz ki dediler, sen, şüphe yok, elbette Allah'ın peygamberisin ve Allah bilir ki şüphe yok, sen, onun peygamberisin ve Allah tanıklık eder ki şüphe yok, münafıklar, elbette yalancılardır. Antlarını kalkan edinmişler de halkı, Allah yolundan çıkarmışlardır; şüphe yok ki ne de kötüdür bu yaptıkları şey.
Münafıkın içi başka dışı başkadır. Ajandır, bir adı da casustur. Hâlden hâle girer onu tanımaksa çok zordur. Evet, bize göre Muaviye'de de bu sıfatlar mevcuttur. Onun yaşamı döneminde İslâm'a Ehl-i Beyt'e olan kini bu görüşümüzü kanıtlamaya yeterlidir. İşte nasıl ki onlar, o zamanın münafıkları iseler, onlara benzer münafıklar her asırda da olacaktır. Yalnız şunu yine söyleyelim ki; zaman ve mekân ne olursa olsun bu sıfatı taşıyan zalimler, mutlaka Allah Teâla’nın adil adaletiyle hesaba çekileceklerdir. Hak ettikleri cezayı da mutlak tadacaklardır. Cehennem tüm zalimleri alabilecek kadar geniştir. Yoksa zalimlerin yaptıkları zulüm kendilerine kâr kalacaksa, o zaman hiçbir şeyin anlamı kalmaz.
İşte Muaviye'nin bu sıfata bürünerek oynadığı oyunlar, o sıfat onda olmadığı hâlde "Ben sünnet ehliyim." diyerek zavallı Müslümanları kandırması, ilk oynadığı oyun olmuştur. Oysa Muaviye kesinlikle sünnet ehli değildir. Çünkü sünnet ehli demek, sevgili Peygamberimizin yaptığı ameli yapmak, söylediklerine de harfiyen uymaktır. Bunu yapan bir kimsenin "Ben sünnet ehliyim" demeye hakkı vardır.
Peki, acaba Muaviye bu kurala uymuş mudur? Bu nasıl bir sünnet ehlidir ki insanları İslâm'dan saptırır? İslâm'ın hak halifesi olan Hz. Ali gibi bir şahsiyete karşı nasıl savaş açabilir? Bu ne biçim sünnet ehlidir ki, Resul-i Ekrem'in ciğer paresi olan Ehl-i Beyt'ine onca zulmü reva görerek onları kana boğar?
İyice düşünüp fikir etmek gerekir. "Ben sünnet ehliyim" demek için evvela sevgili Peygamberimizin (s.a.a) emirlerine uymak gerekir. Muaviye'de bu vasıfların hiçbiri yoktur.
Sevgili dostlarım, biz bütün bunları ayrılık olsun diye, kuru kuruya iddia etmiyoruz. Şimdi bakalım. Acaba hakikatten Muaviye, sünnet ehli olmaya layık mıdır? Ona bakalım. İleride yeri geldikçe, Hz. Ali (a.s) ve Ehl-i Beyt hakkında, onların yüceliği hakkında, Kur'ân-ı Kerim'den; birçok sure ve ayetten örnekler vereceğim. Ancak bu konuyu daha iyi aydınlatacak sevgili Peygamberimizden her kesimin uleması tarafından kabul edilen, birkaç hadisten örnekler verelim. Buyurur ki:
Benim Ehl-i Beyt'im olan Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in düşmanı, benim de düşmanımdır. Benim düşmanımsa Allah'ın düşmanıdır. Allah'ın düşmanının yeri cehennem ateşidir.
Başka bir hadisinde buyuruyor ki:
Sakın olaki benden sonra benim Ehl-i Beytimin önüne geçmeyin, onlardan geride de kalmayın, onlara akıl vermeye de kalkışmayın. Çünkü onlar sizin bilmediklerinizi bilirler.
Başka bir hadisinde ise şöyle buyurmuştur:
Benim Ehl-i Beyt'im bendendir, ben de onlardanım. Kim onları benden ayrı görürse onlar bizden değildir.
Şimdi Allah aşkına, Ehl-i Beyt hakkında böylesi sayısız hadisler var iken, Hz. Ali'ye (a.s) Hz. Fatıma'ya (s.a) karşı, İmam Hasan (a.s), İmam Hüseyin (a.s) ve diğer Ehl-i Beyt'e karşı yapılan bunca zulümler de ortada iken, Muaviye ya da onun oğlu Yezid nasıl sünnet ehli olabilirler? "Ben Ehl-i Sünnettenim" diyen bir kişi bunca ayet ve hadislere nasıl karşı çıkar ve Ehl-i Beyt'e düşmanlığı göze aldığı gibi, Allah ve onun Resulü'ne de düşmanlığı göze alanlara nasıl sevgi besleyebilir? Ehl-i Beyt'e; kadın erkek demeden, sevgili Peygamber'in pak nesline Allah'ın bir damla suyunu dahi çok görerek acımasızca onca zulmü nasıl yapabilir? Müslüman bir aydın, sakin bir kafayla bunu düşünmelidir. Muaviye'yi koruyanlara sormak lazım, acaba Muaviye, Hz. Ali'den daha mı Ehl-i Sünnet idi de Muaviye ona biat etmedi ve onunla savaşmayı tercih etti? Bunu hangi akıl, hangi mantık kabul edebilir? Bunu siz değerli okuyucularımın görüşlerine bırakıyorum.
Yoksa bu hadisleri duymayan, okumayan bir Müslüman yoktur. Âlimi, hocası, hacısı bu mübarek hadisleri, bizim bunları görüp yazdığımız gibi, görmüşler ve okumuşlardır. Allah Teâla bizlere gerçek manada gören göz, anlayan kalp nasip etsin. Yoksa güneşin önüne bulutun geçmesiyle onun ışığı ortadan kalkmaz.
Sevgili okuyucularım, bunu anlamak için ille de müçtehit olmak gerekmez. Bugün yüzümüze baka baka "Hz. Ali haklıdır ama Muaviye de haksız değildir." diyen zavallılara diyoruz ki; bütün insanlık tarihinde bir davada iki haklı olmamış ve olamaz da. Peki, siz hangi ayet ve hadise dayanarak Muaviye'yi haklı çıkarıyorsunuz? Diyeceksiniz ki "Muaviye ehl-i sünnetti" Acaba bu Muaviye, Allah Resulü'nün ev halkı olan Hz. Ali'den, Hz. Fatıma'dan, Hz. Hasan ve Hüseyin'den daha mı ehl-i sünnetti ki, Allah Teala bu ev halkının üstünlüklerini, yüceliklerini ayetleriyle ve Peygamber de tevatüre ulaşan hadislerle bildirmiştir. Bu hükümler birçok müfessir tarafından açıklanmış ve kabul görmüştür.
Allah Resulü defalarca Ehl-i Beyt'in yüceliğini hadislerinde bildirmiş ve bu hadisler de kabul görmüştür. Ama 21 sene boyunca sevgili Peygamberimizle savaşan Ebu Süfyan ve onun uşakları nasıl olur da, "Hz. Ali haklıdır ama onlar da haklıdır." diyebiliyorlar?
Bana göre, "Ben Sünnîyim" diyen kardeşlerimizin üzerinde oynanan bir oyundur bu. Biz Alevîlerin de üzerinde oynanan başka türlü oyunlar gibi. Geçmişteki münafıkların mirasçısı olanlar, hiçbir dine inanmadıkları hâlde bugün herkesten çok Ehl-i Beyt dostu geçiniyorlar.
Bütün bunlara dikkat etmek, biz inananların çok önemli görevidir. Kur'ân'sız Alevî olmaz. Bizim hedefimiz kötü ile iyiyi, haklı ve haksızı birbirinden ayırmak olmalıdır. Tarihte birçok haksızlıklar olmuştur. Ama bizim, geçmişin bu hatalarını bahane ederek "Madem onlar böyle yapmışlar alın din de, Kur'ân da, Peygamber de sizin olsun." dememiz yanlıştır. Bunu demekle işin içinden sıyrılamayız. Bu bir kurtuluş da değildir.
Böyle bir şey yaparsak en büyük hatayı yapmış oluruz. Çünkü Kur'ân'ın ayetleri her zaman ve her yerde geçerlidir. Bu Kur'ân bizim de kitabımızdır. Onun ayetleri bizleri de bağlar. Kur'ân tüm inananlar için, muttakiler için bir hidayettir. Alevîliğin asıl yolu Kur'ân ve Ehl-i Beyt yoludur.
Şöyle düşünün: Bir okulda kitaplar olsa ama öğretmen-ler olmasa ya da öğretmenler olsa ama kitaplar olmasa, o okulda verim olmaz. Bir şey gereği gibi öğrenilmez. Bu aynen bu misal gibidir; Ehl-i Beyt'siz Kur'ân, Kur'ân'sız Ehl-i Beyt olmaz. Şayet olsa da insanı hidayete erdirmez. Evliyalar bu iki emanete sarılarak hak ettikleri derecelere yükselmişler, insanlığın da sevgisini kazanmışlardır.
Biz Alevîlerin asıl görevi, iki emanet olan Kur'ân ve Ehl-i Beyt'e sımsıkı sarılmak ve insanlarımızı bu yola çağırmaktır. Bu bizim başlıca görevimiz olmalıdır. Ben inanıyorum ki, bu yol insanları karanlıktan aydınlığa çıkaracaktır. Bu iki kıymetli emanet, evvela bizim kalplerimizi aydınlatmalıdır. On iki imamları amelimizle hayatımıza canlı birer şahit kılmalıyız.
İşte tüm evliyalar bunları yaşamışlardır. Bizler de onlar gibi olursak, gelecek nesil de bizi takip edecek. Kur'ân ve Ehl-i Beyt'i yaşayacaktır. Çünkü Ehl-i Beyt kurtuluş gemisidir. Onların yolu hak ve hakikat yoludur. Ehl-i Beyt'e doğru gitmek asıl Alevîliği de yaşamaktır. Geçmişin yanlışlıklarını devam ettirmenin kimseye faydası olmaz. Zaten bugüne kadar faydası olduğu görülmemiştir. Bizim A-levîler olarak dinimiz İslâm, kitabımız Kur'ân'dır. Bunun başka bir tarifi mümkün değildir.
Dostları ilə paylaş: |