İntizar Ayetullah İbrahim emiNİ Çeviri: Kadri Çelik


NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET



Yüklə 1,16 Mb.
səhifə14/47
tarix02.08.2018
ölçüsü1,16 Mb.
#65903
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   47

NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


Bazı sünni kardeşler "Şiilerin bir imamın varlığını ispat etmek hususunda niçin bu kadar ısrar ettiğini bilemiyoruz. Bu hususta o kadar ısrar ediyorlar ki ortalıkta bir imam görünmediği halde, "o gâibtir ve gizli yaşamaktadır" diyorlar. Halbuki Hz. Peygamber (s.a.a) halka Allah’ın hükümlerini beyan etmiştir. O halde yaratılış aleminin bir imamın varlığına ne ihtiyacı vardır?" demekteler.
Bu soruya şöyle cevap vermek gerekir: Unutmayalım ki Nübüvvet-i amme’yi ispat eden ve hükümleri göndermeyi gerekli kılan delil, hükümleri koruyacak bir imamın varlığını da gerektirmektedir. Daha fazla açıklık için ilk önce Nübüvvet-i amme’nin delilini özetle beyan edecek ve sonra da asıl konuya değinmeye çalışacağız.
Yerinde ispat edilmiş olan ve şu anda da özetle zikretmek istediğimiz önbilgiler üzerinde biraz dikkatlice düşünülecek olursa Nübüvvet-i amme daha bir açıklık kazanır:
1- İnsan özel yaratılışı gereği, tek başına yaşamını sürdüremez. Kendi türünden olan diğer insanların yardım ve işbirliğine ihtiyacı vardır. İnsan sosyal ve medeni bir varlık olarak yaratılmıştır, çıkar çatışmaları ise hayatın vazgeçilmez bir neticesidir. Çünkü toplumdaki fertlerden herbiri, zaten sınırlı olan maddi çıkarlardan azami istifade etmek ve önündeki engelleri ortadan kaldırmak ister. Halbuki diğerleri de bu hedefe ulaşmak istemekte ve neticede çıkarlar çatışarak diğerlerinin hakkına tecavüz durumu ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple toplum idaresi için kanunun varlığı zaruret arzetmektedir; kanunun sayesinde bireylerin hakları korunmakta, zorbaların önü alınmakta ve ihtilaflar yok olmaktadır. Buna göre denilebilir ki: Kanunların varlığı insanlığın yararlandığı en iyi hazinedir. Dolayısıyla denebilir ki, insanoğlu sosyal hayatı icabı kanunun varlığından istifade etmiş ve ona sürekli saygı göstermiştir.
2- İnsan kemale erme gücüyle donanmış ve fıtratı gereği kemal ve saadetine yönelmiştir. Sürekli çalışmalarının tümünde hakiki kemale erişmek dışında hiç bir maksad ve hedefi yoktur. Tüm fiil, hareket ve yorulmak bilmeyen ciddiyetleri o yüce hedef etrafında dönüp durmaktadır.
3- İnsan terakki ve tekamül yolunda olduğundan ve gerçek kemale fıtratı gereği eğilim gösterdiğinden bu hedefe ulaşması da elbette ki mümkün olmalıdır. Çünkü yaratılış düzeninde anlamsız hiçbir şey yoktur.
4- İnsanın cisim ve ruhun bileşiminden oluşan bir varlıktır. İnsan cisim yönünden maddidir; ama ruhun beden ile tam bir irtibatı olduğu ve onunla kemale ulaştığından mucerreddir.
5- İnsan ruh ve bedenden oluştuğu için ister istemez iki çeşit hayata da sahiptir. Birincisi bedeni ile ilgili olan dünyevi hayatıdır, diğeri ise ruhu ile ilgili olan manevi ve ruhî hayatıdır. Neticede bu iki hayatta da mutluluk ve mutsuzluk olacaktır.
6- Beden ve ruh arasında sıkı bir ilişki ve birlik olduğu gibi dünyevi hayat ile ruhî hayat arasında da bir irtibat ve birlik vardır. Yani insanın bedenî faaliyet ve hareketleri ile dünyevi hayatının, onun ruhunda bir takım etkileri vardır. Nitekim ruhî sıfat, melekeler ve haletlerin de insanın eylemlerinde etkisi sözkonusudur.
7- İnsan tekamül yolunda olduğundan, tabiî ve fıtrî olarak kemale eğilim duyduğundan ve Allah’ın yaratılışı da boşuna olmadığından, o gayeye ulaşmak ve insanlığa ait kemalleri elde etmek için gerekli vesileler ile donanmış olmasıdır. Böylece insan o hedefe ulaşmak ve sapıklıklardan sakınmak için gerekeni teşhis edip yapabilir.
8- Beşer, tabiatı gereği bencil ve çıkarcıdır. Kendi maslahat ve menfaatleri dışında hiçbir şey düşünmez. O diğer insanları istismar etmek ve onların emeğini sömürmek ister.
9- Beşer sürekli gerçek kemallerinin peşinde olduğu ve o hakikati ararken tüm kapıları çaldığı halde onu teşhis etmekten acizdir. Çünkü insanın nefsânî istek ve meyilleriyle derunî duyguları, genelde hakikati teşhis etme ve insanlığın doğru yolunu, insanın amelî (edimsel) aklını karartmakta ve insanı sapıklık yönüne, zulüm ve şekavet vadilerine sevketmektedir.

--------------------------------------------------------------------------------


[1]- Isbat-ul Hudat, c.7, s.148.
[2]- Isbat-ul Hudat, c.2, s.552.
[3]- Isbat-ul Hudat, c.2, s.555.
[4]- Bihar-ul Envar, c.51, s.133; Isbat-ul Hudat, c.2, s. 333 ve 399.
[5]- Bihar-ul Envar, c.51, s.135.
[6]- Isbat-ul Hudat, c.2, s.559.
[7]- Bihar-ul Envar, c.51, s.143; Isbat-ul Hudat, c.6, s.404.
[8]- Bihar-ul Envar, c.51, s.143; Isbat-ul Hudat, c.6, s.404.
[9]- Bihar-ul Envar, c.52, s.322; Isbat-ul Hudat, c.6, s.19.
[10]- Bihar-ul Envar, c.51, s.156; Isbat-ul Hudat, c.6, s.420.
[11]- Isbat-ul Hudat, c.6, s.275.
[12]- Bihar-ul Envar, c.51, s.160; Isbat-ul Hudat, c.6, s.427.
[13]- El- Mehdiye fi'l Islam, s. 48-68.
[14]- Bu hususta daha fazla bilgi edinmek isterseniz bkz: Abdullah b. Seba Masalı (Seyyid Murtaza Askeri. Bu kitab merhum Abdulbâki Gölpınarlı tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.)

İNSANİN SAADETİNİ SAĞLAYABİLECEk KANUNUN ÖZELLİKLERİ


İnsanoğlu toplumsal olarak yaşamak zorunda bulunduğundan, çıkar çatışması ve diğer insanların hakkına tecavüz vb. toplumsal eylemlere muhatap olduğundan insanlar anlaşmazlık ve düzensizlikleri engellemek için boyun eğecekleri bir kanuna ihtiyaç duyarlar. Kanun ise ancak aşağıdaki şartlara sahib olduğu takdirde kanun toplum için yararlı olabilir:
1- Topluma hüküm sürecek kanun sosyal ve ferdi hayatın tüm alanında nüfuz ve etkisi olacak bir şekilde mükemmel ve kapsamlı olmalıdır. Bu kanunlar fertlerin doğal ve gerçek ihtiyaçları esasınca vazedilmiş ve gerçeklere dayalı olmalıdır.
2- Bu kanunlar insanoğlunu hayali kemal ve saadete değil; gerçek saadet ve gerçek kemallere sevketmelidir.
3- Beşeriyet aleminin saadeti o kanunlarla temin edilmiş olmalı ve belirli bireylerin menfaatiyle sınırlı olmamalıdır.
4- Toplumsal nizamı; faziletler ve insanî kemaller esasınca kurmalı ve onları o yüce hedeflere doğru sevketmelidir; bireyler dünyevî hayatı, insanî fazilet ve kemallere ulaşma vesilesi bilmeli ve ona yegane gaye gözüyle bakmamalıdır.
5- Bu kanunlar saldırganlık, her türlü karışıklığı önleyebilmeli ve tüm bireylerin haklarını güvence altına almış olmalıdır.
6- Bu kanunların vazedilmesinde manevi hayat ve insanın ruhî boyutuna da hakkıyla dikkat edilmiş olmalı insanın ruhuna herhangi bir zarar vermemeli ve insanı tekamülün doğru yolundan saptırmamalıdır.
7- Toplumu, ahlakî bozukluklar gibi helak uçurumuna sürükleyen etkenlerden uzak tutmuş olmalıdır.
8- Bu kanunları vazeden, insana ait tüm çıkar ve ziyan yönlerini bilmeli çıkar ve ziyanın bir araya geldikleri haller de hangisin öncelik taşıdıklarına iyice vakıf olmalı, zaman ve mekanın gerektirdiği şeylerden de haberdar olmalıdır.
İnsanoğlu kesinlikle bu kanunlara muhtaçtır ve bu, onun hayatının kaçınılmaz ve vazgeçilmez yönlerinden biridir. Kanunsuz hayat insanlığın çöküşü demektir, ama bu arada beşeri kanunların bu büyük sorumluluğu ifa edip edemeyeceği ve toplumu idare etme salahiyetine sahip olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor.
Biz, insanoğlunun kısıtlı aklının ürünü olan kanunların da haliyle eksik ve yetersiz olduğuna inanıyoruz. Sırf insan aklıyla düzenlenen kanun ve kurallar toplumu idare etmek için yetersizdir. Konunun daha da bir açığa kavuşması için şu noktaları hatırlatmak yeterli olacaktır:
1- İnsanoğlunun bilgileri sınırlı ve eksiktir. Normal bir insan, kendi türünün bütün ihtiyaçlarını, yaratılış kanunlarını, hayır ve şer yönlerini, bu kanunların nerede tıkanıp nerede çelişeceğini, etken ve edilgenlik hallerini, farklı mekan ve zamanların neler gerektirdiğini tam olarak bilemez.
2- Beşeri kanun koyucuların dünyevi ihtiyaçlar alanında böyle kapsamlı kanunları vazedebildiklerini varsayalım. Buna rağmen yine de dünyevi hayatla manevi hayat arasındaki derin ilişki ve amellerin ruhtaki etkilerini bilmediklerinden kanunları yetersiz kalacaktır, çünkü bu bilgileri eksiktir. Esasen insanların, ruhî hayatı kontrol diye bir programları yoktur. Bu kanunlar, beşerin saadetine sırf maddi açıdan bakmaktadırlar. Halbuki bu iki çeşit hayat arasında tam bir irtibat vardır; bunların birbirinden ayrı düşünülmesi sözkonusu edilemez.
3- İnsanoğlu bencil olduğu için hemcinslerini sömürmek kendisine doğal görünmekte ve herkes kendi menfaatlerini başkalarının maslahatına tercih etmektedir. O halde ihtilafların önlenmesi, sömürünün ortadan kaldırılması, onun tabii istek ve salahiyeti dışında kalan bir şeydir. Çünkü beşeri kanun koyucuların temayül, istekleri onlara kendilerinin, yakınlarının çıkarlarını görmezlikten gelmesine ve bütün insanların maslahatlarını eşit şekilde gözönünde bulundurmasına asla izin vermemektedir.
4- Beşeri kanun koyucular daima kısır görüşleriyle kanun vazetmekte ve bu kanunları kendi örf, adet ve dar fikir kalıbına dökmekte bu yüzden de kanunları sadece belli bir grubun çıkarları doğrultusunda vazetmekte, bunu yaparken başkalarının maslahat ve zararlarına asla önem vermemektedirler. Böyle kanunlarda, bütün insanlığın mutluluk ve saadeti gözönünde bulundurulmamıştır. Yaratılış alemiyle uyumlu ve beşerin gerçek ihtiyaçları doğrultusunda tedvin edilen kanun ise ancak Allah’ın kanunudur. Bu kanunlar her nevi sınıfsal ve şahsî garazlardan uzaktır; tüm insanlık aleminin saadeti burada gözönünde bulundurulmuştur. Buradan, insanın, Allah’ın kanunlarına olan ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Allah’ın lütuf ve merhameti de kamil bir program düzenlemeyi ve nihayet peygamberler vasıtasıyla bu kanunları insanlara iletmeyi gerektirmektedir.
UHREVÎ SAADET

İnsan, gece-gündüz dünyevi hayatla meşgul olduğu halde batın, nefsinde de gizli ve örtülü bir hayat sürdürür. Bu hayata önem vermeyip ve onu bütünüyle unutmuş olsa da bu böyledir. İşte bu perde arkasında kalan hayatında da bu mutluluk ve bedbahtlığı sözkonusudur; hak inanç ve fikirler, iyi ahlak ve doğru davranışlar manevî açıdan ilerleme ve kemale neden olmakta, insanın saadet ve olgunluğunu temin etmektedir. Batıl inançlar, çirkin ahlak ve kötü amellerse nefsin sapmasına, zulüm, fesat ve noksanlığa sebeb olmaktadır.


İnsan doğru yolda yer alırsa ruh ve cevheri tekamül ederek sonunda nuraniyet ve sevinç alemi olan kendi asli alemine döner. Manevi kemallerle insânî güzel ahlakı hayvani içgüdülerini tatmin yoluna feda eder, nefsani arzularının esiri olur ve arzusuna düşkün bir hayvan haline gelir, kaniçici ve yırtıcı bir canavara dönüşürse ruhuna ait manevi hayatını baltalayıp, şekavet ve helaket vadilerinde şaşkın hale gelmiş demektir. O halde insan manevi hayatı için de bir program ve kamil bir yolgöstericiye muhtaçtır. Yardım olmaksızın bu hassas ve tehlikeli yolu katedemez. Çünkü nefsani istek ve meyillerle hayvani içgüdüler; genelde hakikati görme yoluyla doğru kararlar verme hususunda aklı karanlığa sürmekte ve onu helaket uçurumlarına yuvarlamakta, onun nazarında iyiyi kötü, kötüyü de iyi göstermektedir.
Hakiki kemalleri ve insanın gerçek saadetini bilen ve iyi-kötü ahlâkı mutlak anlamda tanıyan ise sadece Allah Tealâ’dır. İşte bu nedenledir ki insanoğlunu, nefsânî saadete ulaştırma ve onu şekavet faktörlerinden sakındırma yolunda kapsamlı bir program düzenleyebilecek olan da gerçekte, sadece O’dur. O halde insan uhrevî hayatının saadetini temin etmek hususunda da alemlerin Rabb’ine muhtaçtır.
Buradan şu sonuca varılmaktadır: Hikmet sahibi olan Allah Tealâ hem saadet hem şekavet için kabiliyeti olan insan türünü hayvani kuvvelerin nüfuzu altına ve nefsani isteklerin tasallutuna bırakmamıştır. Aksine, Allah’ın sonsuz lütuf ve merhameti beşer cinsinden olan seçkin peygamberler vesilesiyle bireylerin dünyevî ve uhrevî saadetini temin eden kamil bir program, kanun, hükümler göndermeyi ve onlara şekavet ve saadet yolunu öğretmeyi iktiza etmektedir ki böylece insanların hedeflerine ulaşma yolu açık bulunsun.
TEKAMÜL YOLU

İnsanın tekamül ve Allah’a dönüş yolu, Allah Teâlâ’nın insanlara bildirmeleri için pak peygamberlerinin kalbine nazil buyurduğu beğenilmiş ahlâk, iyi amel ve hak inançlardır. Şunu unutmamak gerekir ki bu yol, ana hedefle bir ilişkisi olmayan kuramlar değildir, aksine, rububî alemden kaynaklanan hakiki ve gerçek yoldur. O yolda yürüyen herkes benlik ve zatında tekamül seyrine başlatmış, geniş alem ve rızvan cennetine doğru yükselmiş demektir.


Dinin doğru yolundan sapanlar ise ister istemez insanlık faziletlerini kaybetmiş, hayvanlık yoluna sapmış, hayvanî ve yırtıcı sıfatları takviye etmiş, dolayısıyla da insanlığın dakik yolunu katetmekten aciz kalmış demektir. Böyle bir insanın çok zor bir hayatı yaşamak ve cehenneme yuvarlanmaktan başka akıbeti yoktur.


Yüklə 1,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin