EHL-İ SÜNNET KİTAPLARİnda Hz. MEHDİ’NİN ÖZELLİKLERİ
Bazı sünni kardeşler şöyle demekteler: "Şia kitaplarında Mehdi’nin varlığı açık ve belli bir şekilde ifade edilmiştir. Ama Ehl-i Sünnet kitaplarında bu konu kapalı bir şekilde yeralmıştır. Örneğin çoğu hadislerinizde görülen ve İmam’ın kesin alametlerinden sayılan gaybet meselesi bizim Ehl-i Sünnet hadislerinde açıklanmamış ve gereğince önemsenmemiştir. Vaadedilmiş Mehdi sizin hadislerinizde "Kâim" "Sahib-ul Emr" vb. isimlerle de anılmıştır. Ama bizim hadislerde Mehdi dışında bir isim kullanılmamıştır. Özellikle de "Kâim" tabiri bizim hadislerimizde hiç kullanılmamıştır.
Bu hususun açıklık kazanması için Mehdi'lik konusunun Emevi ve Abbasiler dönemindeki siyasi boyutuna dikkat etmek gerekir. Va’dedilmiş Mehdi'nin (a.s) özelliklerini, alametlerini açıklayan ve bilhassa gaybeti, kıyamı hakkındaki hadisleri kaydetmek ve nakletmek serbest değildi, zamanın halifeleri, özellikle Mehdi’nin gaybet ve kıyamıyla ilgili hadislerin derlenip yazılmasına karşı özel bir duyarlılık gösteriyorlardı. Hatta gaybet, kıyam ve huruc kelimelerine bile oldukça hassas idiler.
Eğer sizler de tarihe müracaat eder, Emevi ve Abbasi döneminin siyasi olaylarını ve buhranlı dönemini incelerseniz bunu tastik edersiniz. Biz bu kitapta o dönemin olaylarını incelemek istemiyoruz. Ancak maksadımızın açıklık kazanması için şu iki konuya işaret edeceğiz:
Birincisi; Mehdi'lik konusu derin dini kökleri olan bir inançtır. Küfür ve dinsizlik yayıldıktan sonra, Mehdi’nin dünyayı ıslah edeceğini Peygamber (s.a.a) bildirmiştir. Bu yüzden müslümanlar bu konuya manevi bir destek ve ruhi bir dayanak olarak bakmışlardır; dört bir yandan ümitsizlikle kuşatıldıkları buhranlı dönemlerde bu inanç müslümanlara manevi destek olması itibarıyla daha bir canlılık kazandırıyordu. Ama ne yazık ki İslam'da ve genelde bütün ilahi dinlerde olan her mukaddes inanç gibi bu inanç da bir takım çıkarcılar, hatta cahiller tarafından suistimal edilmemiş değildir. Bir çok ıslahat yanlıları ve bazen de çıkarcılar bundan kendi amaçları doğrultusunda istifade etmişlerdir.
Mehdi'lik inancından yararlanmak isteyen kimselerden birisi Ebu Müslim-i Horasani idi. Ebu Müslim, Horasan’da çok geniş bir hareket başlattı. Kerbela’da öldürülen İmam Hüseyin (a.s) ve dostlarının, Hişam b. Abdulmelik zamanında feci bir şekilde öldürülen Zeyd b. Ali b. Hüseyin’in (r.a) ve Velid zamanında öldürülen Yahya b. Zeyd’in intikamını almak için Emevilerin zalim düzenine karşı kıyam etti. Halktan bir grup Eba Müslim’i va’dedilmiş Mehdi sanıyordu. Emeviler'e karşı başlatılan bu savaşta Hz. Ali’nin soyundan gelenler, Abbasiler ve diğer müslümanlar hep bir safta yer almışlardı. Elele vererek Emevileri İslami hilafet makamından uzaklaştırdılar.
Bu hareket gerçi Peygamber ailesinin gasbedilen hakkını almak ve Hz. Ali’nin (a.s) soyundan suçsuz yere öldürülenlerin intikamı için başlatılmıştı; hareketin liderleri arasında gerçekten hilafeti Hz. Ali’nin soyundan gelenlere vermek isteyenler de vardı, ama Abbasiler bu ortamda büyük bir kurnazlıkla hareketi gerçek yolundan saptırdılar ve hakimiyeti ele geçirdiler. Kendilerini Peygamber’in Ehl-i Beyt’i olarak göstererek İslam hilafetinin başına geçtiler.
Bu büyük harekette halk zafere ulaştı ve Emevilerin zalim halifelerini İslami hilafetten uzaklaştırdılar. İnsanlar buna çok seviniyorlardı. Çünkü en azından Emeviler'in zulmünden kurtulmuşlardı. İslam’ı ilerletme ve müslümanların durumunu ıslah etme hususunda kendi durumlarına çeki düzen verme konusunda altın rüyalar görmeye başlamışlardı ve birbirlerini müjdeliyorlardı. Ama çok geçmeden bu tatlı rüyadan uyandılar. Durumun pek değişmediğini ve Abbasilerin de Emevilerle aynı olduğunu ve farklarının olmadığını gördüler. Hepsi de mevki ve makam düşkünü, ayyaş ve halkın malını zorla elinden alan kimselerdi. Adalet, ıslah ve ilahi hükümleri icra gibi bir dertleri yoktu. Yavaş yavaş insanlar uyanıyor, geçmiş hatalarının ve Abbasilerin yaptığı kurnazlığın farkına varıyorlardı.
Ehl-i Beyt dostları, Abbasilerin kendilerine, İslam’a ve müslümanlara yaptıklarının, Emeviler'in yaptıklarıyla fazla farklı olmadığını gördüler. Bu sebeple yeniden savaşa koyulmaktan ve Abbasi halifeleriyle mücadele etmekten başka çareleri yoktu. Hareketi en iyi şekilde başlatacak olanlar Ali ve Fatıma’nın (a.s) evlatlarıydı. Bunların arasında hilafete herkesten daha çok lâyık olan bilgin, fedakâr, iffetli ve layık insanlar vardı; üstelik onlar Hz. Peygamber’in (s.a.a) gerçek evlatlarıydı ve bu yakınlıkları dolayısıyla halk tarafından seviliyorlardı. Öte yandan, onlar zulme uğramış ve meşru hakları çiğnenmişti. Halk kitleleri yavaş yavaş Peygamber ailesine yöneldiler, Abbasî halifelerinin diktatörlüğü arttıkça Ehl-i Beyt’in sevgisi de halkın kalbinde artıyordu. Böylece halk hareketi ve Peygamber'in (s.a.a) soyundan olan seyitlerin kıyamı başladı. Arada bir onlardan birinin etrafına toplanıyor ve büyük bir kıyam başlatıyorlardı. Bazı kimseler de Mehdi’lik inancını kötüye kullanarak inkilabın öncüsünü va’dedilmiş Mehdi olarak tanıtıyorlardı. Bu sebeple Abbasi hükümeti katı, cesur ve bilgin kimselerle karşıkarşıya kalmıştı.
Abbasî halifeleri bu seyyidleri çok iyi tanıyordu, onların zâti liyakâtî, fedakarlığı, hürmeti ve şerafetinden haberdar idiler. Öte yandan İslam Peygamber’inin va’dedilmiş Mehdi hakkındaki müjdelerini de duymuşlardı, Hz. Peygamber’den nakledilen hadisler esasınca Hz. Mehdi’nin Hz. Fatıma'nın (a.s) evlatlarından olduğunu, kıyam edeceğini ve zalimlerle savaşarak kesin bir zafere ulaşacaklarını biliyorlardı. Mehdi’lik olayından ve bunun halkın kalbindeki manevi etkilerinden haberdar idiler. Bu yüzden denilebilir ki Abbasi hilafetine yönelen en büyük tehlike seyitler tarafından idi. Halife ve uşaklarının elinden rahat uykuyu alan onlardı. Halifeler de gece gündüz halkı bu seyitlerin etrafından dağıtmaya çalışıyorlardı. Hertürlü toplanma, hareket ve kıyama engel oluyorlardı. Özellikle de tanınmış Peygamber (s.a.a) evlatlarını büyük bir dikkatle ve gizlice izliyorlardı.
Yakubi şöyle diyor: "Musa Hadi Peygamber'in soyundan olan kimseleri yakalamak için büyük bir çaba gösteriyordu. Onların arasına büyük bir korku salmıştı, bütün şehirlere haber göndererek Ebu Talib’in soyundan olanları yakalamalarını ve kendisine göndermelerini emretmişti."[5]
Ebu-l Ferec şöyle yazıyor: "Mansur hilafete ulaşınca bütün gücüyle Muhammed b. Abdullah b. Hasan’ı yakalamak ve hakkında bir bilgi elde etmek için çalıştı."[6]
O asırlarda oldukça hassas ve önemli konulardan biri de bazı Peygamber evlatlarının gizli yaşamak zorunda kalmasıdır. Bunlardan önderlik sıfatını taşıyan herkes hemen halkın ilgisini topluyor ve kalpleri kendine yöneltiyordu. Özellikle de vaadedilmiş Mehdi’nin alametlerinden birini taşıyorsa bu ilgi daha da artıyordu. Öte yandan halkın ilgisini toplayanlar hilafeti büyük bir korkuya düşürüyor, halifenin açık ve gizli memurları onları çık sıkı bir şekilde takip ediyorlardı. Bu yüzden sözkonusu Seyitler de canlarını korumak için gizlice yaşamak zorunda kalıyorlardı. Ebul Ferec’in "Mekatil-ut Talibiyyin" kitabında naklettiği rivayetleri aşağıda naklediyoruz:
Muhammed b. Abdullah b. Hasan ve kardeşi İbrahim, Abbasi halifesi Mansur zamanında büyük bir gizlilik içerisinde yaşıyordu. Mansur’da onları yakalamaya çalışıyordu. Nihayet Haşim oğullarından bir grubu tutuklayarak zindana attırdı. Muhammed’in yerini söylemelerini istiyor ve bu suçsuz mahkumları zindan köşelerinde işkenceyle öldürtüyordu."[7]
İsa b. Zeyd, Mansur zamanında gizli yaşadı. Mansur onu yakalamak istediyse de yakalayamadı, Mansur’dan sonra oğlu Mehdi’de onu yakalamaya çalıştı, ama o da başaramadı."[8]
Muhammed b. Kasım Alevi’de Mu’tasım ve Vâsık zamanında gizli yaşıyanlardandı, ama Mütevekkil zamanında yakalandı ve zindanda can verdi."[9]
Yahya b. Abdullah b. Hasan da Reşid’in hilafeti zamanında gizli yaşıyordu, sonunda casuslar onu buldular. İlk önce ona eman verdiler, sonra da tutuklayarak zindana attılar. Reşid’in zindanlarında açlık ve işkence altında öldü."[10]
Abdullah b. Musa da, Me’mun’un hilafeti zamanında gizli yaşıyordu. Me’mun bu olaydan büyük korkuya kapılmıştı."[11]
Musa Hadi, Ömer b. Hattab’ın evlatlarından biri olan Abdulaziz adında birini Medine’ye hakim tayin etti. Abdulaziz seyitlere çok kötü davranıyor onların tüm hareketlerini kontrol ediyordu; onlara "hergün yanıma gelin ki varlığınızdan haberdar olayım ve gizlenmediğinizi bileyim" diyordu. Hepsinden söz aldı ve onları birbirlerine kefil kıldı, örneğin Hüseyin b. Ali ve Yahya b. Abdullah’ı Hasan b. Muhammed b. Abdullah b. Hasan’ın kefili kıldı. Bir Cuma günü seyitler onun yanına gelince Cuma namazının vakti gelinceye kadar geri dönmelerine izin vermedi. Daha sonra abdest alıp namaz kılmalarına izin verdi. Namazdan sonra da hepsini tutuklamalarını emretti. Ve ikindi vaktide onları yoklayınca Hasan b. Muhammed b. Abdullah b. Hasan’ın olmadığını gördü. Onun kefili olan Hüseyin b. Ali ve Yahya’yı çağırarak onlara şöyle dedi: "Tam üç gündür ki Hasan b. Muhammed yanıma gelmemiştir. O halde ya kıyam etti, ya da gizlendi! Onu bana getirin, aksi taktirde sizleri zindana attırırım!" Yahya "Mutlaka, bir işi vardır da gelememiştir. Biz de onu sana getiremeyiz. Biraz insaflı ol; bizleri yokladığın gibi, Ömer b. Hattab taifesini niçin yoklamıyorsun! Eğer onlardan hazır bulunmayanlar bizimkilerden daha çok olmazsa ben hiç birşey demem ve hakkımızda istediğin kararı al." dedi. Ama vali bu sözlere aldırmadı onlara yemin ederek şöyle dedi: "Bu gün ve bu gece Hasan’ı çağırmazsanız evlerinizi başınıza yıkar, ateşe veririm ve Hüseyin b. Ali’ye bin kırbaç vurdurturum."[12]
Bu ve benzeri olaylardan anlaşılmaktadır ki seyitlerden bazısının gaybet halinde yaşaması Abbasiler hilafeti zamanında alışılagelmiş bir olaydı. Onlardan biri gaybete çekilince iki grubun dikkatini çekiyordu: 1- Halk yığınları; onun tarafına akın ediyordu. Çünkü Mehdi’nin özelliklerinden biri olan gaybet alametini taşıyordu. 2- Hilafet düzeni: Zalim halifeler ona karşı özel bir duyarlılık gösteriyor ve korkuya kapılıyorlardı. Çünkü Mehdi’nin alametlerinden birini taşıdığını ve halkın onları Mehdi sandığını, dolayısıyla da halk vasıtasıyla bastırılması zor bir kıyamı başlatacağını tahmin ediyorlardı.
Şimdi hadislerin derlenip yazıldığı Abbasî dönemindeki buhranlı durumu zihinlerinizde canlandırabileceğiniz için tastik edersiniz ki yazarlar, alimler ve hadis ravileri va’dedilmiş Mehdi’yle ilgili hadislerin özellikle de Mehdi’nin gaybet ve kıyamıyla ilgili rivayetleri yazma hususunda serbest ve özgür değillerdi. Abbâsî halifelerinin siyasi bir kimliğe bürünen Mehdi'lik inancı karşısında hiç bir şey dememiş olmalarını ve bütünüyle aleyhlerine olan Mehdi’nin kıyam ve gaybetiyle ilgili hadislerini kitaplarda yazmak veya nakletmek için onlara tam bir özgürlük verdiğini düşünmek doğru mudur?
Burada bazıları, Abbasî halifelerinin, alimleri sınırlandırmadığını ve onların işlerine karışılmasının toplumun yararına olmadığını ve hakikatleri yazmak veya söylemek için onları serbest bıraktıklarını iddia edebilirler. Bu yüzden, Emevilerle Abbasilerin, hatta onlardan önceki halifelerin bu mevzuya yersiz müdahalelerinin anlatılmasının faydalı olacağına inanıyorum. Böylece konu biraz daha açığa kavuşmuş olacaktır.