"Acaba Hz. Mehdi (s.a) hakkındaki tüm hadisler sahih midir?" şeklindeki bir soru hususunda söylemek gerekir ki Hz. Mehdi (a.s) ile ilgili hadislerin tümünün sahih ve ravilerinin de adil ve güvenilir olduğunu iddia eden yoktur. Ama bu hadislerin önemli bir kısmı sahihtir. Yani bu hadisler de sair hadisler gibi sahih ve hasen, muvassak ve zayıf kısımlara ayrılmaktadır. Ama teker teker ele alıp haklarında inceleme ve araştırmaya da gerek yoktur. Çünkü gördüğünüz gibi bu hadisler o kadar çoktur ki insaf sahibi birisi bu hususta tereddüde düşmez. Bu hadisler Hz. Mehdi’nin (a.s) varlığını ispat etmektedir. Böylece bu inanç İslamdaki kesin inançlardan biridir; bu inancın temelini bizzat Hz. Peygamber (s.a.a) atmıştır, Ehl-i Beyt imamları da onu korumuş ve güçlendirmişlerdir. Kesin olarak denilebilir ki: "İslam’da Mehdi inancı gibi hakkında bu kadar çok hadis varolan pek az mevzu vardır."
Burada şunu önemle vurgulamak gerekir: İslam Peygamber’i (s.a.a) bi’setten vedâ haccına kadar defalarca Mehdi hakkında konuşmuştur. Hz. Fatıma (a.s) ve Ehl-i Beyt imamları (a.s) da Mehdi’nin varlığını haber vermişlerdir. Asr-ı saadetteki insanlar onun zuhurunu bekliyorlardı. adeta günleri sayıyorlardı. Hatta bazen yanlışlıkla bir takım kimseleri Mehdi sanmışlardır. Hz. Mehdi (a.s)’ın geleceğiyle ilgili hadisleri hem Sünni, hem Şii, hem Eş’ari hem de Mutezile fırkası nakletmiştir. Ravileri arasında hem arap, hem acem (arap olmayan) vardır: Mekkeli, Medineli, Kufeli, Bağdatlı, Basralı, Kumlu, Kerhli, Horasanlı ve Nişaburlu vardır. Sayısı bini aşan bunca hadis ve rivayetlere rağmen insaf sahibi bir kimse va’dedilmiş Mehdi hakkında şüphe edip "Bu hadisleri şiiler uydurmuş" diyebilir mi?
MEHDİ İNANCı, YAHUDİLER VE İRANLİLAR
Bir yazar, gaybi kurtarıcı ve Mehdi'lik inancının, eski İranlılardan ve yahudilerden İslam toplumuna geçtiğini yazmıştı. İranlılar Zerdüştün soyundan olan "Sauşyant" adında birinin zuhur edeceğine ve Ehrimen’i öldürerek dünyayı tüm pisliklerden temizleyeceğine inanıyorlardı. Yahudiler ise ülkelerinin bağımsızlıklarını kaybettiği, Kilde ve Aşurilerin esiri oldukları için peygamberlerinden biri "Gelecekte bir Mesih (padişah) kıyam edecek ve yahudileri yeniden kurtaracaktır" şeklinde bir müjde vermiştir.
"Mehdi inancının köklerini İranlılar ve yahudiler arasında bulduğumuz için bu inancın onlardan müslümanlara geçtiğini ve efsaneden başka bir şey olmadığını söylememiz gerekir" diye iddia etmişti.
Bu inancın diğer millet ve kavimler arasında da olduğu doğrudur. Ama sadece bu, sözkonusu inancın bir hurafe olduğunu göstermez. İslam’ın tüm hüküm ve inançlarının sahih olması için ille de geçmişteki kavim ve dinlerde olan inançların tam aksine olmasımı gerekir?! İslami konulardan birini araştırmak isteyen insaf sahibi herkes ilk önce o inancın İslam’daki asıl kaynaklarına müracaat etmelidir ki doğru olup olmadığını anlayabilsin. Asıl kaynaklara müracaat etmeden geçmişlerin kitap ve inançlarının araştırılması ve ben bu hurafe inancın kökünü buldum diye yaygara koparmak ilmî değerden yoksun yanlış bir yöntemdir. Örneğin, "Eski İranlılar yaratıcıya inandıkları ve doğruluğu iyi bir ahlak olarak tavsif ettikleri için yaratıcı'ya inanmak bir efsanedir ve doğruluk da iyi bir davranış değildir" diyebilir miyiz ? Öyleyse "diğer milletler de bir kurtarıcıyı bekliyorlardı" diye bu inancı batıl ve hurafe olarak değerlendiremeyiz. Nitekim bu, onun sıhhat ve doğruluğunun delili de olamaz.
MEHDİ'LİK İNANCİNİN ORTAYA ÇİKİŞ SEBEBİ HAKKİNDA BİR İDDİA VE CEVABİ
Bir yazar da Mehdi'lik inancının ortaya çıkış kıssasını ayrı bir şekilde ele almış, ona göre, Mehdi'lik inancının aslını şiiler diğer milletlerden almışlardır. Daha sonra da kendileri bir şeyler eklemiş ve şimdiki hale getirmişlerdir. Bu zata göre Mehdi’lik inancının gelişmesinin iki önemli etkeni vardır:
1- Gaybi bir kurtarıcıya inanmak yahudiler arasında oldukça yaygın bir inançtı. Onlar Hz. İlyas’ın göklere yükseldiğine ve ahir zamanda İsrailoğullarının kurtuluşu için yeryüzüne ineceğine inanıyorlar. Onlara göre Melekseydak ve Fenhas b. el- Azar’ın bugüne kadar sağ olduğunu söylüyor.
Asr-ı saadet'te de bazı yahudiler maddi menfaat elde etmek ya da İslam’ın esasını yıkmak için müslüman olduklarını iddia ederlerdi. Bazıları da, yahudilerin en belirgin özelliği olan hile ve dolandırıcılıkla müslümanlar arasında bir mevki ve makam elde etmişlerdi. Ama aslında ihtilaf çıkarmak, kendi inançlarını yaymak ve çıkar sağlamaktan başka maksatları yoktu. Bunların en önde gelenlerinden biri de Abdullah b. Seba’dır. diyor.
2- Hz. Resulullah’ın (s.a.a) vefatından sonra aile ve yakınları ve bu cümleden Hz. Ali b. Ebi Talib (a.s) kendisini hilafet makamına daha layık görüyorlardı. Sahabilerden küçük bir grup ta onları savunuyordu. Ne var ki, hilafet hakkı Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Ehl-i Beyt’inden alındı ve elbette bu haksızlık onları çok üzdü. Yıllar sonra hilafet Ali b. Ebi Talib’e geçince taraftarları buna sevindiler. Artık hilafetin bu aileden çıkmaması umuluyordu. Ama Ali (a.s) da iç savaşlara düçar olduğundan hiç bir şey yapamadı ve nihayet İbn-i Mülcem adlı harici tarafından kalleşce şehid edildi. Oğlu Hasan da bir başarı elde edemedi ve sonunda hilafeti Emevilere kaptırdı. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) iki evladı Hasan ve Hüseyin (a.s) evlerine kapanıp inzivaya çekildiler ama İslam adına iktidar başkalarının elindeydi. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) evlatları ve taraftarları fakirlik ve yoksulluk içinde yaşarken sayısız ganimetler ve müslümanların beytülmalı Emevilerin ve sonra da Abbasilerin ayyaşlığı yolunda harcanıyordu. Bu olaylar Ehl-i Beyt'in taraftarlarının çoğalmasına ve dört bir yandan itiraz seslerinin yükselmesine sebep oldu. Ama hilafeti elinde bulunduranlar onları yatıştıracağına işkence, idam ve sürgünlerle karşılık verdiler. Neticede Resulullah’ın (s.a.a) vefatından sonra Ehl-i Beyt (a.s) ve taraftaları için bir takım acı olaylar vuku buldu, bu cümleden olmak üzere Hz. Fatıma babasının mirasından mahrum oldu, Hz. Ali’nin halifeliği ertelendi, Hz. Hasan b. Ali’yi (a.s) zehirlediler, Hz. Hüseyin b. Ali’yi (a.s) gençleri ve ashabıyla birlikte Kerbela’da şehid ettiler, ailesini esir aldılar, Müslim b. Akil ve Hani’yi (r.a) eman verdikten sonra öldürdüler. Ebuzer-i Gaffari’yi (r.a) Rabeze’ye sürdüler, Hicr b. Adiy, Amr b. Hamak, Meysem-i Temmar, Said b. Cubeyr, Kumeyl b. Ziyad ve benzeri yüzlerce mü’mini şehit ettiler, Yezid’in emriyle müslümanlar Medine’de katliam edildi; bu ve benzeri yüzlerce utanç verici olaylar İslam tarihi sayfalarını karartmıştır. Böylesine acı günlerde Ehl-i Beyt taraftarları, yüzlerine bir kurtuluş kapısının açılmasını bekliyorlardı. Bazen Hz. Ali’nin (a.s) soyundan veya onun taraftarlarından birisi hak uğruna ve gâsıplarla savaşmak için kıyam ediyor ve sonunda öldürülüyordu. Dolayısıyla da bir başarı elde edilemiyordu. Bütün bunlar azınlık olan Ehl-i Beyt taraftarlarının tamamen umutsuzluğa kapılmasına sebep oldu. Onlar bunca zulümden kurtuluş kapılarının yüzlerine kapandığını görüyor her yerde bir ümit ışığı arıyorlardı. Dolayısıyla durum ve olaylar gaybi bir kurtarıcıya ve Mehdi’ye inanmanın ortamını hazırladı diyor ve sözlerine şunları ekiliyor:
"İşte burada, yeni müslüman olmuş garazkâr yahudiler bu fırsattan istifadeyle gaybi bir kurtarıcı inancını yaymaya çalıştılar. Her yönden ümitsiz olan şiiler ruhi yaralarını sarmak ve zahiri yenilgilerini telafi etmek için bu inancı uygun görüp can-ı gönülden kabul ettiler, bu arada biraz değiştirerek: "O kurtarıcı Ehl-i Beyt’tendir." dediler daha sonra da yavaş yavaş bu inancı yaldızlayarak şimdiki Mehdi inancı haline getirdiler.[13]